İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə45/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   80

Efeyim severim ben zevki safâyı Gam bilmen ne imiş attım 'ben cefâyı Hangi efe sevmez su basında salayı

kantosunu okuyarak çıkar. Merd Efe Karagözün basma gelene acır: «Bu sokak süpürgesi-

ni ne diye evine getirdin, yürü, kadınının gönlünü yapayını, sizi barıştırayım» der ve Karagözle birlikde perdeden çekilerek oyun biter. Bu oyunda Uzun Efe Aydın ağzı ile konuşur.

Nâşid BAYLAV

EFEBOS HEYKELİ — İstanbul Arkeoloji Müzesinde kendi adına nisbetle anılan salonun ortasında tahminen 1,50 metre boyunda mermer bir oğlan çocuk-atlet heykelidir. Mi-îâddan önce III. yüz yılda yapılmış ve Anado-luda Aydın civarında kadim Tralles'de bulun-

Tralles Efe'bosu

(Resim: S. Bozcalı)

muşdur; sanat literatüründe bulunduğu yere nisbetle «Traües Efebosu» diye anılır; Eski Yunan heykelcilik sanatının hellenistik devrinin şaheserlerinden, İstanbul Arkeoloji Müzesinin de en kıymetli eserlerinden biridir. Yapan sanatkâr meçhuldür; zamanında bir "Gim-nasion'u yahut bir Palestra'yı (spor sahası) süslediği muhakkakdır. Efebos, çocuk atlet, belki bir pehlivan, idmanı bitirmiş, yorulmuş, terlemiş, peplos'unu (kısa kollu ve etekleri diz kapağının hayli üstünde kolu ve belden bir kuşakla bağlanır gömleğini) giydikden sonra omuzunda bir klamid (harmani - pelerin) atıp sarınmış, ayakda, bir sütuna dayanarak dinlenmektedir; duruşunda asîl bir tevazu, güzel yüzünde başka letafet veren uçucu, belirsiz bir tebessüm vardır. Birer sandal geçirildiği bacaklarındaki bağlardan anlaşılan çıplak ayakları bileklerden kırılmış, kaybolmuş, geçen asır sonlarında daha toprak altından çıkarılır iken bulunamamışdır.

Mürâhiklik çağında bir atletin güzel vücûdunu çıplak olarak arzetmek eski Yunan heykelciğilin başda gelen isteklerinden biri iken meçhul sanatkârın bu heykelde efebosu-nun vücudunu bir harmaniye sararak gizlemesi heykel yapmadaki kudretinden gelmiş ve Tralles Efebosunu dünyâ şaheserleri arasına konmuşdur, heykele siklet ve sakaalet vermeyen bu harmaninin altındaki vücudu tehayyül etmek mümkindir, hattâ bir ucundan tutup o harmaniyi güzel çocuğun üzerinden çekip ala-bilirmişiz gibidir. Efebosun uçar tebessümlü . yüzünde de tevazu ile karışık bir gençlik nah-veti ifâdesi vardır, ve çok güzeldir.

«Tarih Dünyası» mecmuasında bu heykel hakkında «Amerikalı kadınların putlagtırdık-ları heykel» başlıklı imzasız bir yazı vardır. Muharriri heykelin o kadar câhilidir ki bu meşhur mermer heykeli tunçtan yapılmış göstermektedir, fakat aşağıdaki satırları kaydedilmeğe değer:

«Gençliğinin en çiçekli, neşeli ve sevdâlı çağını yaşayan bir Efebi tasvir eden bu heykel müzenin en çok beğenilen ve resimleri en çok satılan bir eseridir.

«Salonun en eski memuru heykelin Ame-


EFEKAN (Efgan)

4942



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4943 —

EFENDİ


rikalı ve Fransız kadınlar tarafından çok sevildiğini, bilhassa Amerikalı kadınların bunu bir mâbud gibi; kendilerinden geçerek tavaf ettiklerini söylüyor. Müzede önünde en çok durulan heykel de budur. Filhakika seyircilerin ayaklarının heykelin etrafında yere döşeli katı mermerleri aşındırdıkları görülmektedir»,

EFEKAN (Efgaa) — Sinema aktörü; o âlemin dili ile «yakışıklı jön» lerin en şöhretlilerinden biri; 1935 de îzrnirde doğdu; ilk defa olarak 17 yaşında iken 1952 de Sami Âyanoğ-lunun çevirdiği «Battal Gazi» filminde oynadı. 1952 ile 1955 arasında S. Âyanoğlunun da ortaklarından biri bulunduğu bir film yazıhanesinde çahşdı; 1,78 boyunda, 75 kilo ağırlığında, koyu siyah saçlı ve gözleri kahve rengi bu yakışıklı delikanlı orada ünlü sinema aktörü Atıf Kaptan'ın dikkatini çekdi, ve onun delâlet ve himâyesi ile 1958 de «Ölmeyen Aşk» filminin baş rolünde oynatıldı ve film Efgan Efekanın şöhretinin başlangıcı oldu; 1959 -1984 arasında yirmi be§ filmde oynadı ki «Cilâlı İbonun Çilesi», «Mahallenin Sevgilisi», «Felâket Kadını», «Yangın Var» bunların arasındadır; fakat 1961 de bir gazeteciye: «Günümüzün gençliğinin yaşayışını belirten bir filmde oynamak istiyorum» diyen aktör bu arzusuna kavuşma imkânını bulamadan otuz yaşını aşdı. 1965 de Ankarada bir ses san'at-kârı olarak sahneye çıkdı; halk. tarafından alkışlandı, gazeteler «yeni bir üslûb ve eda ile okuyor» diye yazdılar; aynı yılın yazında, A-ğustos, İstanbulda Japon Bağçesiniıı sahnesinde okudu ve o kış 'mevsimi için Maksim Gazinosunda okuyacağı söylendi; fakat ses san'atkârı olarak muvaffakiyeti devam edemedi, sinema alemindeki yerini de yeni jönlere kaptırdığı söylendi (1967)

Efkan Efekan Ef§an Efekan adı

(Besim: S. Eozcalı) takma ismidir; yakışık-

lı mahmîsine Atıf Kaptan tarafından bulunduğu söylenir. Beyoğlu Orta Okulundan mezun olduğunu ve lise tahsili, yapamadığını söy-liyen Efgan Efekanm kimin oğlu olduğu, nasıl bir muhitten çıkıp sinema âlemine girdiği tesbit edilemedi.

Bürhaneddiıı OLKER

EFE KANTOLAEI — Türk tiyatrosunda kantoların, kantocu kızların (şantöz - dansözlerin) önemli yer aldığı geçen asır sonlarında «Efe» üzerine âşıkaane terennümler İstanbul halkı, kantoların bilhassa meftunu olan ayak takımı tarafından çok tutulmuşdur; o devrin ve o âlemin bazı meşhur efe kantoları şunlardır:



Segah Kanto (Ojeni Hanım)

Uzun olur efelerin bıçağı Yeşil bağlarım Tırabulus kuşağı Yaman olur şu İzmirin uşağı Gaflet uykusundan uyanamadım Yârin edasına dayanamadım *

Karcığar Kanto (Virjini Hanım

Tırabuluöaur kuşaklar Birbirine denkdir uşaklar Aydın eridir koçaklar Altın kaplıdır bıçaklar

: *


Râhatülervah Kanto Cila (Hanım)

Bana derler güzel efe calsun şu sazlar Zevketmenîn zamanıdır geçmesin yazlar Efeciğim efeciğim düğme bağlar düğme bağlar Tırabulus Tırabulus âh kuşağı Efeciğim beni yakdın 'beni sen

' ' ' * Kanto

(Marika Hanım)

İşte geldi bu efe Başlayalım bk keyfe Tırabulus belinde Kulaklısı elinde Çayır çemen ovalar Bu efe güzel oynar Hayda hayda Oynar efem Hayda hayda Çakar çakar da rakıyı Oynar efem *

Kanto (Marika Hanım)

Dere tepe gezeriz Düz mastika içeriz Dağda sefa ekleriz Böyle gamsız efeyiz Hayda hayda hayda Oynar efe oynar efe Can veririz böyle zevke.

Kanto (Peruz Hanım)

Efelerin körpesi Dağdan geliyor sesi Dalında gezdiriyor Efelerin efesi

Düşürdün gönlümü nâre Sen âvâre ben âvâre Bir nigâhın civan efem Acdı gönülde bin yâre

Efem efesiyle içer Yollar kesip kervan biçer Bal alacak çiçekleri Peruz gayet güzel seçer

Körpe efem civan efem Hüsnüne baha bîcemem Çek bıçağı vur sineye Senin için candan geçdim Senin aşkından geçemem

Yaman olur efelerin kancası Hepsinin dalında var bir goncası Oynayayım efelerin askına Kurulsun da efelerin loncası

Mh;âvend Kanto (Tereza Hanım)

Efeyim severim 'ben zevki safâyı Gam bilmem ne imiş attım cefâyı Hangi efe sevmez hangi yiğit sevmez Su başında safâyı su başında safâyı Hangi, efe sarmaz hangi efe sarmaz Tırabuîus kuşağı Tırabulus kulsağı

EFENDİ — «Batı türkçesinde isim; okuyup yazması olanlara verilen unvan; dilimize rumeadan alınnlışdır» (Hüseyin Kâzım, Büyük Türk lügati). «Büyütme, tazim unvanıdır, bilhassa okumuşlara, ulemâya, kalem sâhible-

line verilir. Bir isim, bir yerin, bir kulun sahibi; hem erkeğe, hem kadına verilir unvandır. Terbiyeli, edib, vekar sahibi kimselere de efendi denilir» (Şemseddin Sami, Kaamûsi Türkî).

Mekteb muallimlerine, medreselerde mü» derrislere, camilerde dersiamlara «Hoca Efendi»; talebe «Mekteb Efendisi», kâtiblere «Kalem Efendisi», resmî dairelerde baş kâtibe «Baş Efendi», eski teşkilâtda da vezirlerin ve-sair kibarların hususî kâtiblerine «Divan E-fendisi», reisülküttablara (dışişleri bakanlarına) «Reis Efendi», ve İstanbul kadılarına «İstanbul Efendisi» denilirdi (B.: Efendi/İstanbul Efendisi).

İstanbul ağzında «Efendi adam» ve «E-fendiden adam» tâbirleri gaayet terbiyeli, ve-karlı, temkinli kimse anlamına gelir.

.":3^


Yerine, işine, hizmetindeki adamlara nis-betle «Evin efendisi», «Uşağın efendisi», «Bağ-çıvanın efendisi» gibi tâbirler vardır.

Tazim unvanı olarak diğer unvanlara da eklenir: «Paşa Efendi, Bey Efendi, Çelebi E-fendi, Hanım Efendi» gibi.

«Efendi» hem unvan hem de tazim için gayrı müslimlere de kullanılır: Vasil Efendi, Artin Efendi, Mois Efendi, Papas Efendi, Kesiş Efendi, Haham Efendi denilir.

«Efendilik», Efendi unvanını taşımasa;da lûtufda, ihsanda bulunmasını, iyilik yapmasını bilen kimselere verilen bir sıfat olmuşdur; kendi akranı da olsa birinden yardım istenirken: «Bana bir efendilik göster!..» denilir.

Aynı yolda bir zâti överken: «Efendiliğini yapdı!..», «Efendilik olursa bu kadar olur!» denilir.

«Perişan bir kadın, elinde bir çift yenice erkek ayakkabısı, bir adam geldi:



  • Hanım satılık mı onlar?., diye sordu.

  • Evet!..

  • Ne istiyorsun?.

«Kadın elindeki bir reçeteyi göstererek:

— Bilmem., oğlum ölüm döşeğinde, bir


daha kalkıp da bunları giyecek değil, su ilâç
ları yaptırabilecek...

EFENDİ KAPUSU

4944



istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

4945 —

EFENİN KAHVEHANESİ




Bu konuşmayı dinleyen yalın ayaklı bir kayıkçı oğlan atıldı, kadının elinden reçeteyi kapdı eczahâneye koşdu. Öbür adam:

— Gelince harcını sor, bu kunduralar faz


la eder!., dedi.

«Oğlan döndü, bir hasta gencin son deminde ızdıraplarını dindirecek ilâçları getirdi; kadın kaç para verdiğini ancak bakışı ile sorabildi, kayıkçı oğlan zekî:

— Teyze ben pabuca tamah etmedim, ya
lın ayak dolaşmaya alışmışım, sen oğlunun
pabuçlarını satma, eve götür, bunu da al!.,
dedi ve kadının eline kesesini vererek kaçdı..
yalın ayaklı bez donlu bir kayıkçı oğlanda bu
ne efendilikdir!..» (Üsküdarlı Salih Sâim Bey,
hâtıra notlan).

Peygamberimiz sânında «Peygamberimiz Efendimiz» denilir. Eskiden pâdişâhlara da «Efendimiz» denilirdi; şehzadelerin resmî unvanı da «Efendi» idi, onların bendegânı da «Şehzade Efendimiz» derlerdi.

Büyüklere, âmirlere karşı da hitab mevkiinde: «Efendimiz; Efendimizin kuluyum; Ferman Efendimizin; Efendimiz sağ olsun» denilirdi.

«Efendim», İstanbul ağzı sohbet dilinin alâmeti farikası idi, «İstanbullu Efendimsiz konuşmaz» denilirdi (B.: Efendim). Ses ile davetin karşılığı «Efendim!..» idi. İstanbullular, İstanbul nezâket ve zerâfeti ülfet ve soh-taetde hürmet, sevgi, serzeniş ifâdelerinde: «A benim efendim», «Efendiciğim», «Canım efendim», «Baştâcım efendim», «Vay efendim vay!..», «Be hey efendi!..» der.

EFENDİ KAPUSU — Istanbulda Süley-maniyede Yeniçeri Asker Ocağının «Ağaka-pusu» denilen mirî kumandanlık sarayında Yeniçeri Kâtibi Efendinin dâiresine verilen isimdir ki bu dâire asırlar boyunca diğer devlet dâirelerinde olduğu gibi birçok gençler yetişdiren bir mekteb olmuşdur.

Yeniçeri Efendisi de denilen ocak kalemi-ırn âmiri Yeniçeri Kâtibi, Yeniçerilerin künye kütük defterleri, kanun gereğince, bizzat kendi eliyle tutmaya mecbur idi; yapılacak tashihleri de kendi eliyle yapardı (B.: Ağaka-pusu)

Ulufe denilen yeniçeri maaşları peşin ola-

rak üç ayda bir üç aylık olarak verilir; üçer aylık maaş defterleri Efendi Kapusunda yazılıp hazırlanırdı.

Yeniçeri Ağasının bütün 'muhâberâtı da Efendi Kapusundan çıkar, gelen resmî evrak ile gidenlerin suretleri orada saklanırdı. Gerek bu muhâberât gerekse maaş işleri, mâlî he-sablar için Yeniçeri Efendisinin (kâtibinin) maiyetinde şâkird denilen genç kâtibierden mürekkeb bir büyük kalem vardı.

Efendi Kapusundaki şâkirdlere, hem diğer devlet dâirelerinde olduğu gibi çeşidli yazılar (divanî, sülüs, nesih, rik'a gibi), hem de Defterdarlık Kapusunda olduğu gibi şikâyet yazısı ve rakamları (bir nevi şifre yazı ve rakam) öğretilirdi. Bu bakımdan Efendi Kapu-su hem idarî, hem mâlî kayıdları tutmaya muktedir kâtibler yetişdiren bir kalem mektebi idi.



Osman Nuri ERGİN

EFENDİLER GÖTÜRSÜN — İstanbulda halk ağzı bir beddua deyimi; cenazeleri imam efendilerin kaldırtıp götürdüklerinden kinaye: «Öl, geber, ölsün, gebersin..» yerine, bilhassa eski mahalle karıları tarafından söylenirdi; misâl: Hayırsız oğlan evin bir şeyini satıp akşama rakı parası yapacakdır, anasına:



  • Anne., bu duvar saati kalk gidelim di
    yor bana!..

  • Seni de efendiler götürsün!..

EFENDİM — İstanbul ağzı sohbet ve ülfetin alâmeti farikası olmuş bir kelimedir; «İstanbullular efendimsiz konuşmaz» denilirdi; ses ile çağınlmanm karşılığı da dâima ve mutlaka bir «Efendim idi. Kendisine seslenü-diği zaman «Ne var?..», «Ha!..» diye cevab vermek büyük ayıbdı. Istanbulda efendimsiz konuşanlar ancak ayak takımının hayta, hezele, kopuk güruhu idi. Aşağıdaki çok şirin manzume İsmail Safâ'mndır:

OĞLUMUN ŞİİRİ



Bir miikedder peder için bence

Çocuğu en şafak eğlence.

Sana oğlum lakırdı söylerken



Dime «Ha!..» bir daha, «Efendim» de!.

Çağırırken senji uzak yerden

O nedir öyle «Ha!.,».. «Efendim» de!

Diyerek eyleriz tekdir.

Yavru bir gün yanımda, minderde

Okuyor cehr ile: — Elif., be,, te.. se... «Cim» dedim, «cim» dedi; dedim ki «ıha» de! Ben verince bu emrimi ne dişe? Beğenir, hem takdir edersiniz, takdir:

Ha deme bey baba, Efendim de!..

îstanbul ağzının «efendim»! şarkılara, türkülere de girmişdir; aşağıdaki kıt'a geçen asır bağlarında yaşamış Abdi Efendinin tarzı nevin bir şarkısrndandır:

Pek yosma eda gördüm efendim Aşk âteşine yandım efendim Doğrusu seni sevdim efendim Aşk âteşine yandım efendim

Aşağıdaki beyitleri de geçen asır sonunda genç bir müezzin sânında yazılmış bir manzumeden alıyoruz (B.: Gazanfer Efendi):



Gaayet nâzik pek güzelsin efendim Efendimsin efendimsin efendim

Müezzinlik biçilmez kaftan saııa Davudidir tatlı sesin efendim

Hele -seher vakiâ abriest ahırken Mutiâfısm sen herkesin efendim

Beş vakitde mescid dolar lebâleb Sofuluğa sebeb sensin efendim

Ayaklarının cevlângâhı yerlere Yüz sürmeğe cihan gelsin efendim

Yüz yıllar boyunca istanbul saraylarının Çerkeş kavminden cariyeleri ağzında «Efendim» kelimesinin tok telâffuzu bozulmuş, ve bu kelime yayvan ve peltek bir «Efeeem!..» ol-muşdur; birçok İstanbul hanımları da çerkes saraylı ağzını taklid etmiş ve güzel «Efendim» yerine «Efeeem!..» demek kibarlık sayılmış-dır. Efendinin bu bozuk söylenişini «Efe» kelimesine bağlayarak, îstanbul kadınlarının kocalarına, sevgililerine «Efem!..» diye hitab ettiklerini yazan gaafil muharrirler de olmuşdur.

istanbul ağzında «Efendim», hürmet, sevgi, dostluk ifâde ederek «A benim efendim», «Canım efendim», «Başım tacı efendim», «Sultanım efendim» denilmişdir. Yakın geçmişe kadar efendimsiz konuşmayan istanbullu zamanımızda kaybolmuş gibidir; bilhassa zama-

nımız delikanlıları, sohbetlerinde yukardaki efendimii hitablarm yerine «Ulan», «İnek», «Kova», «Hırbo», «Enayi» gibi kaba, çirkin, müstehcen ve müstekreh lâfları koymuşlardır, ismail Safa Bey merhum küçücük oğlunu azarlayarak:

— O nedir öyle «Ha!..», «Efendim» de!., diyor; biz, elli yıl sonra Istanbulda o «Ha!..» yi da arıyoruz.

EFENİN KAHVEHANESİ — İkinci Ab-dülhamid devrinde tulumbacılığın en revnaklı zamanında Gedikpaşa tulumbacılarının kahvehanesi idi; Divanyolunda Çarşukapusu durağından Bay azıda giderken sağ koldaki gazinonun yeridir (1943). Gazino Efenin kahvehanesine nisbetle hayli küçülmüş; kahvehanenin dip tarafında merdivenle çıkılır bir büyük şir-van (yatakhane - koğuş) var idi ki tamamen yok olmuşdur.

Asıl adı unutulmuş, lâkabı ile anıla gelen kahveci aslen kürd, gümrük hammallarmdan olup Fehim Paşanın hafiye çetesine girmiş ve paşanın sayesinde bu büyük tulumbacı kahvehanesini açmışdı. Dev yapılı, kıllı kara, sakalı matruş, pos bıyıklı, câhil, ayyaş, muğlim bir adamdı, fakat; şekil ve şemailinden umulmı-yacak derecede nâzik, kaba görünüşü ile tam tezad hâlinde zevk sahibi idi. Kahvehanesi zamanının en mükellef, en temiz kahvehanelerinden biri idi; bütün duvarları, o zamana göre cömerdce para harcanarak istanbul tulumbacılarının grup hâlinde veya münferid fotoğrafları ile süslenmişdi; büyüklü küçüklü, hepsi camlı çerçiveli 200 parçadan fazla fotoğraf vardı ki bu zengin kolleksiyon kimin elinde kalmışdır bilemeyiz. Bu satır}arın muharriri bu günahkâr Vâsıf ramazan aylarında Efenin kahvehanesini tutar, bir ay çalgılı kahvehane olarak işletirdim. Merkezî yerde olduğu için pek kalabalık olurdu (B.: Çalgılı Kahvehaneler, cild 7, sayfa 3683)

Bu hâtıraları anar iken eski destaneılığı-mızın depreşdi, aşağıdaki kırık dökük manzume de son yadigârlarımızdan olsun dedik:



iskemleler hezaren peykeler kadifeli Kahvecinin zevk ehli olduğu da besbelli

Duvarlar tulumbacı resmi ile donanmış Kıymetini üç Mısır hazînesi biçmeli

EFE SOKAĞI

4M6

İSTANBÎÎL

ANSİKLOPEDİSİ

4947 —

EFTALYA HANIM (Deniz Kızı)



Billurdur nargileler, en âlâ fincan çubuk Ocağa da kondurmuş 'bir kahveci güzeli

Efenin şorolosu Göcîtkpaşa bıçkını Hem ayağı koşarlı hem işe yatkın eli

İka nefer uşaklar ahmlı çalımlıdır Çapkınların başında esiyor kavak yeli

Ya efendim kahveyi dolduran müşteriler Semtin cümle şübbâm birbirinden cilveli

Esnafın şehbazın pırpırının eşbehi İnletiyor kalender sazındaki banı teli

Kâkül ile perçemi ebru ile müjgânı Pençe ile topuğu o şahlarda görmeli

Nigâhı mestânedir işmar çakar gamzesi Yanağında fülfülü gözler kudret sürmeli

Gelsin kahve çay çubuk burda kaanunu ülfet Bilâ kaydu şart herkes yâr seçüp peylemeli

Büsi pâyine rufesat aldın mı dilberinden Heman postu kahvenin şiryanına sermeli

Altmışaltı pişpirik piket ile pırafa Oini'dallı 'bom pastıra bir hüner göstermeli

Efenin kahvesinde benim de bir sikirdim Siyehçerde yârim, var Reisoğlu Pandeli

Çalımlı tulumbacı fenerci müi'âhikdir Topuklar demir gülle per'çemi ipek teli

Kahvenin duvarına koydum ama resmini Yangın kulelerine heykelini dikmeii

Birer turunç köpüklü kahve içüp şahımla Kahvehane medhini burada bitirmeli

Sonra çıkup kahveden o sabah keyfi ile Gedik Ahnıed Paşanın hamamına girmeli

Vâsıf HİÇ

EFE. SOKAĞI — Şişlinin Cumhuriyet Mahallesi sokaklarından; Rumeli Caddesi ile Izzetpaşa Sokağı arasındadır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 18/157); bir araba geçecek genişlikte paket taşı döşeli bir yoldur. 2-3 katlı evler, 4-8 katlı apartmanlar arasından geçer; l sinagog, l oto-elektrikci; l marangoz, l mobilyacı, l arpacı - samancı, l kahvehane, l garaj, l soba tamircisi vardır; ka-pu numaraları 3 - 39 ve 2 - 48 dir (Ocak 1967)

EFLÂKİ DEDE SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinin alfabetik endeksine göre Bo-ğaziçinin Rumeli yakasında Tarabiyanm sokaklarından; paftada gösterilmemişdir (1934 B.Ş.R., pafta 23/Tarabya), ve yerine gidilip durumu tesbit edilemedi (Temmuz 1967).



Hakkı GÖKTÜRK

EFLÂK SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Fatihde Karagümrükde Kaa-riye Atik Ali Paşa Mahallesi sokaklarından; Fevzipaşa Caddesi üzerinde Attarkerim Sokağı başı ile Kalfa efendi sokağı arasında bir a-rahk sokakdır (1934 B.Ş.R. pafta 7/109). 1955 - 1957 arasında bir yanındaki adacık istimlâk edilmiş ve sokak caddeye katılmışdır (Aralık 1966).

Hakkı GÖKTÜRK

EFLÂTUN ÇIKMADI — Galatanm Emek yemez Mahallesi sokaklarından; Tersane Caddesindedir (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 15/131); 5-6 adım genişlikde, asfalt kaplıdır; ahşab ve kagir ona yakın ev ile l demir ticarethanesi, l torna-freze atölyesi, l hurdacı, l kahvehane, l köfteci ve l çocuk bisikletleri imalâthanesi vardır, kapu mimar raları 1-19 ve 2-12 dir (temmuz 1966).



EFRADICEDÎDE MEKTEBİ — (B.: Deniz Asker Okulları, cild 7, sayfa 4408).

EFTALİPOS (EPTALİPOS) GAZİNOSU

— 1918 ile 1922 arasında Galatanm en meşhur birinci sınıf bir gazinosu idi; Necatibey Caddesi üzerinde, Kapuiçi Hamamına yakın bir yerde idi, ki o zamanlar caddenin adı da Topçular Caddesiydi. Havyara şampanyaya varınca her çeşid meze ve içki bulunur ve pek süslü bir yerdi; sahibi Yunanistanlı, kırlaşmış pos bıyıklı ve banker kılıklı bir adamdı, kasada onsekiz yaşlarında pek yakışıklı bir delikanlı olan oğlu otururdu; on kadar garsonu da yaşları 15 - 20 arasında güzel güzel rum 'çocuklarıydı; siyah pantolon beyaz ceketlerle kılık kıyafetleri de pek temizdi. Eftalipos gazinosu îstanbulun düşman askeri kuvvetleri tarafından işgal altında bulunduğu o karanlık yıllarda ingiliz ve fransız askerlerinin ve bilhassa bahriyelilerin akşam ve gece karargâhı olmuşdu. Geceleri geç vakitlere kadar gürültülü, neş'e ile içerler, gazinonun genç rum uşakları rezîlâne cümbüşler olurdu.

Eftaliposa fesli bir türk giremezdi; gaflet idüp de girse, hizmet edilmez, istiskal görür, anlamaz ise bozuk bir türkce ile: «Yok sen burda içecek» diye kovulurdu. Patronzâdenin de haftada birkaç gece tekrarlattığı bir numarası vardı; gemici, kayıkçı, yahud serseri

I

takımından bir rurnun başına giydirilerek müşteri kılıklı gazinoya getirilirdi, türlü hakaa-retlerle alay edilir, o da zelîiâne tavırlar takınır, nihayet garson oğlanlardan biri başından fesini kapar, ingiliz veya fransız askerlerine atar, fes havada elden ele dolaşır ve en sonunda patronun oğlu yere çalarak ayağı altına alırdı.



Gazinoda büyük bir borulu gramofon vardı, gece yarısına doğru, kapanma saatine yakın tango, vals, polkalar çalınır, yabancı askerler garson oğlanlarla dans ederlerdi, ve gazino kapandıktan sonra devam edecek cümbüşün sözleşmesi bu danslar arasında olurdu. Aşağıdaki manzume bu günahkâr Vâsıf indir:

Eftalipos Gazinosu Galatada meşhurdur Kapusundan şöyle bak da içeri girmeden dur

Tezgâh başı, masaları, doldurmuşdur her yeri İngiliîzle fransızın çavuşları neferi

Kimi İstanbulun rumu, kimi Yunanistanlı Ondan fazla uşağı var sikirdim delikanlı

Palikarya kırmaları kaldırım kopilleri Şımardıkça şmıarmışdır, bir kanşdır dilleri

Gaflet ile gelmiş olsa bir fesli türk müşteri Karşılamaz hürmet ile, hizmet etmez hiç biri

Önce alay, istiskalle şöyle bir süzer onu O kâselis küstah rezil çırak oğlan, garsonu

İstiskaali fark etmeyip hemen çıkıp gitmezse Tecâvüze yeltenirler 'başında duran fese

İngilizle f ir ansızın hele bahriyelisi Gaayet ile mugljm olup urum kopil delisi

Şıkırdımlar düden hazır, sırnaşdıkca sırnaşır Çârebrûsu tüysüzü de kucaklarda dolaşır

Ben şöyle bir çıtlatayım, sen ayıkla pirinci Gazinoya pek yakındır Yamalı Kapuiçi

Çırak oğlan garson değil, Eftaliposun kendi Mahdumu güzîni de şıkırdun kalopedi

Hem o mahdumu güzînin dildâdesi ateşçi Bir cehennem zebanisi Tanganikalı zenci

Eftalipos Gazinosu Galatada meşhurdur Şöhretinin esbabı da işte efendim budur

îşgal kuvvetlerinin İstanbuldan ayrılacağına yakın bir cuma günü Eftalipos Gazinosunun kapusuna bir Türk bayrağı çekildi, şımarık oğlanları da yoldan geçen feslilere: «Buyurun paşam, buyurun beyim!..» diye seslenmeye başladılar. Millî Mücadele kahraman-

larından meşhur İpsiz Receb Reisin İstanbul-daki adamı olarak bilinen Laz Temel Reis bir yunan bayrağı bulmuş, iri yarı iki mavunası ile Eftalipose geldi, kapudaki Türk bayrağını indirerek dürdü, öpdü ve mavunacılardan birine verdi ve onun yerine Yunan bayrağını as-dı. Bunun mânasını pek iyi anlayan patron da gazinosunu bir daha açmamak üzere hemen kapadı. Yine o günlerdedir ki patronun yakışıklı oğlu da kayboldu, birkaç gün sonra Sa-lıpazarı sahilinde tamamen üryan olarak cesedi bulundu, tam ense köküne saplanmış bir bıçakla katledilmişdi, bu bıçakdan oğlanın kaa-tiiiııin zenci ateşçisi olduğu anlaşıldı; fakat nereye götürülüp soyulduğu ve niçin öldürüldüğü anlaşılamadı.


Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin