İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə46/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   91

Mürşide var, mürşide var, mürşide Anda olur derde derman ey dede!

Mevleviler arasında tarikata yeni girmiş gence «Köçek» denilirdi, köçek zaman ile «derviş» olurdu, derviş de çilesini doldurunca «dede» unvanını alır idi, şu kıt'a Tâhirül Mevle-vînindir (B.: Olgun, Tâhir) :

Yine bir âfetin aşkıyla gönül herzede oldu Nâri sevda ile dil hanesi âteşgede oldu

Çillei aşkın elinden yine azade değildir Gerçi ikmâli çile eyledi Tâhir «Dede» oldu.

DEDEBAŞ (Hüseyin) hastalıkları mutahassisi hekim; 1919 da Sındırgıda doğdu, Sındırgı ilk okulunda, Istanbulda Kabataş Lisesi orta kısmında ve Haydarpaşa Lisesinde okudu, 1937 de bu liseden diploma alarak îs-tanbul Üniversitesi Tıb Fakültesine girdi, ve bu fakülteden de 1944 yılında diploma aldı, ihtisasını da Paris Tıb Fakültesi hastahânelerin-de yapdı, 1952 de Verem Savaş Derneği hekimliğine tâyin edildi, 1953 de Ziraat Bankasının Galata şubesi hekimi oldu, sonra Banka hekimliği görevini muhafaza ederek Şişli Verem Dispanseri hekimi oldu.

Yirmi kadar tıbbî makaalesi «Tıbbî Tez ve Travaylar» isimli bir kitabında toplanmışdır.

Zamanımızın değerli hekimlerinden (1963),

Bibi.: Kim kimdir Ansiklopedisi.

DEDE BOSTANI — On yedinci asır ortalarında Kasımpaşanın namlı gezi yeri, mesirelerinden; Kasımpaşa Mevlevîhânesinin kurucusu ve ilk şeyhi Abdi Dede tarafından ihya edilmiş bir yerdi (B.: Abdi Dede). Kasımpaşanın gerilerinde bulunmuş olması gerekir; Mevlevihane civarı, öyle tahmin ediyoruz ki o tarihde de bir bostan şenlendirmeye müsâid değildi; XVII. asır ortasında Kasımpaşanın diğer mesireleri şunlardır : Atıcılar (Okmeydanı) Tekkesi, İyne Ayazması, Hasan Karlığı, Pota Yeri, Divitdar Çeşmesi, Piyâlepaşa Tekkesi, Söğüd-cük Ayazması, Hacı Ahmed Bostanı, Boşnak Bağı, Kurd Çelebi Bağı. Bibi.: Evliya Çelebi, I.

DEDE EFENDi (Büyük) — (B. : İsmail Dede Efendi, Hammâmîzade).

DEDE EFENDİ SOKAĞI — Bayazıdm Ka-lenderhâne Mahallesi sokaklarından; Şehzâde-başı Caddesi ile Kovacılar Caddesi arasında uzanır; iki araba rahat geçecek genişlikde paket taşı döşeli bir yol olub Şehzâdebaşı taralından gelindiğine göre sol tarafda Şehzade Camii'nin avlu duvarı, avlu kapusu, Şehzade imareti, onun yanında da Vefa Erkek Lisesi bulunmaktadır. Sağ kolda da Damad Nevşehirli ibrahim Paşa sebili, çeşmesi, Dârülhadisi, Mescidi, Medresesi ve hazinesi, yolun Kovanlar Caddesi ile kavuşağı karşısında da Molla-hüsrev Camii bulunmaktadır. İşlek bir yoldur; bilhassa Vefa Lisesinin yoludur; Dârülelhan

ve Cüceçeşmesi sokakları ile kavuşakları vardır.

DEDEKORKUT SOKAĞI — Yukarı Boğazda Büyükderenin sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre köyün gerisindeki kırlıkda Büyükdere dere yatağı ile Topçu Karakolu Sokağı arasında uzanır; yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1965).

Dedeler Makaamı ve Çeçmesi (Resim: Hüsnü)

DEDELER MAKAAMI VE SUYU — Beykoz kazasına bağlı Mahmud Şevket Paşa Köyü (Arnavudköyü) ile Bozhâne Köyü arasında, yol kenarında küçük bir koru içinde üç mezar ile bir çeşmedir; kabir tasları 1,5-2 metre irti-fâında kitâbesiz silindirler olup, 1962 Nisanında taşlardan dördü ayakda, ikisi yere yıkılmış bulunuyordu. Dedeler makaamı denilen bu kabirlerin ne zamandan kaldığını, kimlere âid olduğunu öğrenemedik.

Bu üç kabrin hemen yanıbaşında ve yol

kenarında bulunan çeşme, geçen asır başlarında yaşamış Kürtoğlu Ahmed Ağa ve Sırmabı-yık Ali Ağanın hayır eserleridir. Biz bu iki zâtin son Yeniçerilerden olduğunu tahmin ediyoruz. Bir sed altında bulunan çeşmenin hususiyeti, mermerden tek ayna taşı üstünde yan yana iki kitabe taşının olmasıdır; ikişer satır üzerine yazılmış olan kitabelerin metinleri şunlardır; sağda Ahmed Ağanın kitabesi :

Sâhibül hayrat vel hasenat Kürt oğlu Ahmed Ağanın hayratıdır. Sene 1237 (M. 1812)

Solda Ali Ağanın kitabesi :

Sâhibül hayrat vel hasenat Sırmabıyık Ali Ağanın hayratıdır Sene 1227 (M. 1812)

Çeşmenin üstündeki şedde bir namazgah taşı vardır; kimin tarafından konduğunu gösterir kitabesi yokdur, yalnız «Küllemâ dahaie aleyhâ zekeriyel mihrâb» yazılıdır; taş işçiliği, geçen asırda, altındaki ağalar çeşmesi ile beraber yapıldığını gösteriyor.

Dedeler suyu içimi çok lezzetli bir sudur. (1962, Nisan).

Bibi.: REK, Gezi notu.

DEDELER MESCİDÎ — (B. : Miskinler Mescidi).

DEDE MESCİDİ — Eyyubda Nişancılar semtinde idi; Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor: «Bâniyesi Üçüncü Sultan Muradın saraylılarından Nazperver Hâtûndur; merkadi-nin nerede olduğu bilinmiyor. Mescidin yanın da bulunan bir çeşme de Üçüncü Sultan Murad devri ricalinden Cündî Halil Ağanın hayır eseridir. Mescidin mahallesi vardır». Bu mescid hâlen mevcud değildir; 1940 yılında gaayetle harab bir halde bulunduğu için Vaıflar Müdürlüğünce yıkdırılmışdır; yalnız minaresinin kaaidesi duruyordu. Hadikatül Cevâminin bahsettiği çeşme, evvelce bostan olan bir arsanın önündedir; kesme taşdan yapılmış olup lülesi koparılmış, tekmesi toprak ile dolmuş perişan bir halde idi, yapı tarihi 995 (M. 1586-1587) diıv

Hakkı GÖKTÜRK

DEDEOĞLU (Basri) — İdareci ve hukukçu, bu satırların yazıldığı sırada (1963) Belediye Şehir Tiyatrosu müdürü; 1912 de Istan-bulda doğdu; Sami Bey ile Zehra Hanımın oğ-



DEDEÖĞLU (Mehmed)

— 4330


İSTANBUL

ANSÎKLOPEDÎSİ

— 4331 —

DEF



lu, kibar bir ailenin evlâdıdır; bütün tahsil kademeleri Galatasarayı Lisesinde yaparak 1935 de mezun oldu, 1939 da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi; İstanbul Belediyesine intisab ederek belediye müfettişi (1942), yazı işleri müdürü vekili (1951), turizm müdür vekili (1952), Şehir Tiyatrosu müdürü oldu (1953).

Hususî hayatında balık avına, bağçe ile uğraşmaya meraklıdır. Evli (zevcesinin adı Refhan Hanım) ve Hasan adında bir oğlu vardır (doğumu 1952). Fransızca bilir; 1952 ile 1957 arasında İtalya, Avusturya ve Almanya'ya gitmişdir.

Bibi.: Kim kimdir Ansiklopedisi.

DEDEÖĞLU (Mehmed) — Zamanımızın değerli hekimlerinden; 1909 da Metroviça'da (Yugoslavya) doğdu, oranın eşrafından Şâkir Beyin oğludur, îstanbulda istanbul Erkek Lisesinde okudu (diploma 1931), istanbul Üniversitesi Tıb Fakültesini bitirdi (diploma 1937). iç hastalıkları ihtisasını 1942 de tamamladı; 1961 de Millî Eğitim Bakanlığının İstanbuîda Valdebağı Prevantoryomu ve Sanatoryomü iç hastalıkları mütehassıslığına tâyin edildi; bu satırların yazıldığı sırada ayni vazifede bulunuyordu (1963).

Evli (zevcesi Ferdâne . Hanım) ve Özkan (doğ. 1941), Özden (doğ. 1946), Erden (doğ 1948) adında üç evlâdı vardır, Fransızca ve İngilizce bilir; hususî hayatında bağçe ile uğraşmasını sever. 1955 de İngiltere ve Amerikaya gitmişdir.

Bibi.: Kim kimdir Ansiklopedisi.

DEDEOĞULLAEI — On sekizinci. asır ermeni müverrihlerinden İnciciyanm «İstanbul» isimli eserindeki kay de göre Yukarı Boğazda Anadolu Kavağı Köyünün kadim bir türk aile-sidir ki asırlar boyunca bu köyün arkasındaki tepede Yûşâ Nebî makâamının muhafızlığını yapmışlardır; İnçiciyan şöyle anlatıyor : «..Yûşâ Mezarının 66 ayak uzunluğunda olduğu söylenir. Müslümanlar bu mezarın Nuh'un o.ğlu Yûşâ'nın olduğunu söylerlerse de, buradan geçen Argonot kaafilesinden Polluks tarafından öldürülen Amikos adlı heybetli bir kirala âid-dir. Mezar 350 sene evvel (İstanbulun fethi sıraları) keşfedilmiş ve muhafazası, Kavak Köyü sakinlerinden bir aileye tevdi edilmişdir ki bu ailenin mensublarına bugüne kadar Dede-oğulları denir. Üçüncü Sultan Osman mezarın

etrafına aîçak bir duvar, önünde de bir namazgah yaptırmışdır».

Bibi.: İnciciyan, XVII. asırda İstanbul.

DEDEPAŞA SOKAĞI — Fatihde Şehremini nahiyesinin Molla Sefer Mahallesi sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre kesin tanzim edilmemiş bir yol olub Millet Caddesi ile Vatan Caddesi arasında uzanmaktadır; Tomrukcu, Kaçamak ve Nakîbüleşraf sokakları ile birer dört yol ağzı yaparak kesişir (Pafta 10/81). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1965).

DEDEYAN (Aşık Sıvacı Kalust) — Bir ermeni halk şâiri, oğlu Karakin Dedeyanın ifâdesine göre 1810 da Kayserinin Talaş kasaba sında doğdu, gençliğinde boyacılık, marangozluk yapdı; genç yaşında İstanbula geldi ve büyük şehirde hayatını sıvacılık ile kazandı ve 1910 da yüz yaşında îstanbulda öldü, aşağıdaki kıt'alar onundur :

Herşeye inadla basma ayağın Düşünmeden dertlenme bükme dudağın Ağzından çıkanı duysun kulağın Sonra pişman seni sözlerin

* ^: Canan beni handan bilir

Şad olanlar şâdan bilir Derdli miyim şâdan mıyım Muıhabbeide meydan bilir

Bibi: K. Pamukciyan, Not.

DEDEYUSUF SOKAĞI — Yukarı Boğazda Büyükderenin sokaklarından; 1934 Beledije Şehir Rehberine göre Mühendis Şevket Sokağı-ile Çayırbaşı Caddesi (Sahil anayolu) arasında uzanır (Pafta 23, Büyükdere). Yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1965).

DEF — «Dilimize arabcadan alınmış isim; bir kasnağa geçirilip gerilmiş bir deriden ibaret ve kasnakda etrafına ziller takılan mûsiki âleti, «dâire» (B. : Dâire, Dâirezen); halk ağ-'zmda «tef» diye de telaffuz edilir» (Türk lügati).

On dokuzuncu asra kadar deflerde madenî ziller yokdu; zili çengi karı ve kızlarla köçek oğlanlar raksa çıkdıklarıııda parmaklarına takarlardı. Aşağıdaki satırları Çankırılı Hâeı-şeyhoğlu Ahmed Kemal Bey merhumun hâtıralarından alıyoruz :

«Ziller pirinçden dökülür; terkibine az miktarda altın veya gümüş katılırsa tınneti (inlemesi) çok olur. Hanende Hafız Sıdkmın defindeki zillerin billurdan olduğunu kendisinden işittim ama o defi görmedim, herhalde çok hoş bir şey olacak. Kursağı balık derisinden, kasnağı servi üzerine ceviz kaplama ve şerefle işlenmiş, zırhları gümüş tel kakma ve meşhur Kumkapulu'nun zilleri ile donatılmış bir defin 12 altın liraya satıldığını gördüm.

«îstanbulun rutubetli havasına göre yapılan defler meselâ Ankaraya götürülür ise seslerini kaybederler, tizleşirler.

«Defin iki çeşidi vardır, biri hanende defidir, kıt'ası küçük ve kendisi süslü olur; diğerine Zâkir Defidir, Kaadirî Defi de derler, kut ru un eleği kutru kadardır, zilleri yokdur, yalnız kasnağının iç yüzünde ufak ufak bir çok halkalar bulunurdu. Bu deflerle yalnız tempo tutulur ve dört dörtiükden bir sekizliği kadar ölçülebilen fasılalarla darb vurulurdu, buna da darbı nutuk denilirdi. Bir sekizlik darplar zikir esnasında «Hay» ve «Hû» gibi tek heceli isimler okunurken vurulurdu. Zâkir defleri mübarek ad edilir, fasıllarda kullanılmaz idi; daha doğrusu sesleri pes olduğundan darblar yavaş vurulursa sesi boğulur, hızlı vurulursa diğer sazların seslerini boğardı, onun için kullanılmazdı.»

Evliya Çelebi XVII. asır ortasında îstanbulda def yapıcı sanatkârların 10 dükkânda 55 nefer olduğunu kaydediyor.

Def diğer bir çok saz isimleri gibi edebî metinlerimize de girmişdir:

Şarkı


Seyrolufo raksi yine dilberi mümtazların Yine eflâke çıkar nâleleri sazların Cana âteş bırakur şulesi avazların Müjdeler gülşene kim vakti çırâğan geldi

Ney ü santur ü rübâb ü def ü tanbûr ile cenk Nağmei bülbül ü kumrûye olub hem ahenk Pür ider âlemi şevk ü tarebi rengârenk Müjdeler gülşene kim vakti çırâğan geldi

(Nedîm)

Bir gazelden



Ey kaaşı yâ yüzün beri dönmez misin dahi Ey gurrei ümmîd görünmez inisin dahi

Kani o giceler o tarebler teraneler

Ey def anub o zevki döğünmez mfsin dahi

Dilberle maceranı yeter sakladın Nedim Nakleyleyüb biraz da öğünmez misin dahi

(Nedim)

Bir destandan



Yazayım Benlime bir şanlı destan İşte levh ü kalem hodiri meydan Okunmalı çarşu pazar bedestan Definin zilleri altundandır altundan

Topuk vura vura gelişi vardır Dayı perverdesi revişi vardır Sanma rûyi arzda bir eşi vardır Definin zilleri altundandır altundan

Ayaklarda kalem parmak kınalı Topuklara düşer altun halhali Ana dirler Dimetokanın balı Definin zilleri altundandır altımdan

Parmak basar fiskeleme kuşağzı Yumru topuklarda nümayiş nazı Siyehçerde rakkas kıbti palazı Definin zilleri altundandır altundan

Yaşını sorarsan yirmiye basmış Boy bos nişanın serviye asmış Yüzüne bakanın gözü kamaşmış Definin zilleri altundandır altundan

(Galatah Hüseyin)

Küçük Virjinin Def Kantosu

Hem, def çalarım Hem güzel oynarım Hazır olsun arkadaşlar Çalınınca defler Eğlenelim oynayalım Hopla hopla hopla Hopla hopla hopla

Penraın Def Kantosu Haydi gelin görün beni Çalayım size defimi Hem çalarım hem oynarım Eğlendireyim sizi Atalım çakalım Zevkimize bakalım Güzel delikanlı gel gel yanıma Sen benim için boş yere yanma

Şamramın Def Kantosu Mutrib terennüm eyle Keman kirişi çifte tele Değme santur teline



DEFİNE, DEFİNECİLER

— 4332 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 4333

DEFNE YAPRAĞI




A! şu defi eline Başlayın terennüme Şad o! gönül artık sen de Nehoş gelir bu sazların Bn sazların sedası Cakanıza bir sarhoş Bir sarhoş havası

Halk ağzı deyimler arasında def üzerine : «Defe koyup çalma» sözü vardır, «Bir kimsenin utanç verici bir hâlini,ayıbmı etrafa yaymak» anlamında kullanılır :

Gezme beyim gezme kapuk it ile Düşürürler seni güzelim dile Çıkarııb bakıra aitun adını Şemsi Iıüsnün döner bir kör kandile

Bağ bağçe gernâbe derya safâsı Birler ama nakdi namus bahâsı Defe koyub çalar civanım seni ' Şehrimizin bıçkım sülehâsı

(Râzi)


DEFİNE, DEFİNECİLER — «Arabca yere, toprağa gömme anlamında defin kökünden isim: yerde saklı, gömülü mal (para, mücevher)» (H. Kâzım, Büyük Türk Lügati).

istanbul şehrin neresi derince kazılırsa. büyük veya küçük bir define bulmak mümkündür :

istanbul türkler tarafından uzun bir muhasara sonunda zabt edilmlşdi; Bizanslıların çoğu altın ve mücevherlerini yere gömüh saklamışlardı.

Fâtihden sonra, büyük bir ahşab şehir olan Istanbulda cehennemi büyük yangınlar binalar, binalarla beraber altın ve gümüş pek kıymetli eşyayı da yutmuşdur; her yangın sonunda bunların bir kısmı, enkaz altından aranıp çıkarılmış ,fakat bulunamayanları da istikbâl için define hâline gelmişdir.

Bankanın, banka kasalarının bulunmadığı devirde, altınını ve mücevherini Bedestene emânet etmeyüb küp, çömlek yahud bakır kaplar içinde bağçesinin herhangi bir yerine gömen yahud evinin duvarları içinde, merdivenleri altında saklıyan İstanbullular pek çok ol-muşdur; sahihlerinin ani ölümleri ile izini nişanı kaybolan bu defineler de pek çokdur; yangınlar bu çeşid gizli servetleri de yok etmiş-dir. ihtilâllerde öldürülmüş, pek zengin bilindiği halde umulan serveti bulunamamış kim-

lerin de gömerek sakladıkları muhakkaktır.

Istanbulda kadimden beri bir takım defîne arayıcılar görüle gelmişdir, bunların büyük bir kısmı define habercisi geçirir serseriler, dolandırıcılar olmuşdur; remil ile yahud cinleri davet ederek define bulma kudretine sâhib olduğunu iddia edenler ve câhil ve tamahkâr bâzı kimselerin parasını çarpıp kaybolurlar idi. Istanbulun define hikâyelerinin en güzellerinden biri Bayazıdda Bayazıd Medresesi önündeki büyük havuz üzerine söylenmişdir (B. : Bayazıd Medresesi Havuzu; Cilt '4, Sayfa 2247).

Define habercisi şarlatan serserilerin çoğu da şeyh, derviş, seyyah kılıklı bir takım arab-lar, mağribîler, yahud kendilerini arab ve mağribî tanıtan düzenbazlar olmuşdur.

Onsekizinci asır şâir ve muharrirlerinden Haşmet Efendi, Üçüncü Sultan Mustafanın kızı Hibetullah Sutanm doğumu münâsebeti ile yapılan senlikler üzerine kaleme aldığı Surnâ-mede, kendisine define arayıcı süsünü vermiş bir istanbul külhanbeyinin şaklabanlık yolu ile yapdığı cerrarlığı şöyle naklediyor :

«... Laubali zevk ü safa ile ülfet etmiş bir herif de basma üzüm küfesinden yapılmış kafesi destar şeklinde bir garib külah, arkasına da bukalemun nakışlı bir acâib hırka giyib belinde bir divit takımı ve koynunda bir kaç eski kâğıd parçası ile acâib eyerli bir merkebe bin-mişdi; yanında-beş altı kadar kazmah ırgad-lar, altı yedi nefer kürekli amele sağım ve solunu alıp bu cemiyet ile çarşı ve pazarları gezip dolaşmaya başlamışdı; nerede çeşid çeşid mermerle döşenmiş bir avlu, ve nerede çiçekli ve muntazam nakışlı dükkân önü varsa, o tarafa doğru mahmuz vurub ve orada eşeğini dur-durub önünde ve ardında amelesi olan ırgad-lar dahi kimi kazm&sma ve kimi küreğine dayanıp dururlardı. Herif kendisini tarife başlayıp derdi ki :

— Ey yaranı safa!., ben define çıkaran bir remmal'im.. ilmi nücûm ve ilmi remil saçmalan ile nerede bir define ve nerede bir hazîne varsa çıkarmak için kazmamın ucu ile bir anda şu mâmur olan yerleri bir anda zîrü zeber idüb kürei arzı kalbur gibi delik deşik etmeye memur ve mecburum, kaldı ki öteden beri ya-radılışımızdaki habislikden ötürü baba ve ecdadımdan ve akraba ve üstadımdan altına yapışır isen toprak olsun diye aldığım bed duanın eseri olarak, kazmam ile Karunun definesini

bile çıkarsam o anda kara toprağın rengini alacak, mahvolacakdır, bunda şübhem yokdur. lâkin hele bakalım define bu mahalde nerelerdedir!..

«Daha nice güldürücü sözler söyleyip edevatı kırık dökük mâhud diviti çıkarır, kalemi ile bir mikdar nokta ve şekil yapdıkdan sonra :


  • işte gömülü mal ya şuradadır, ya bura
    dadır!., derdi, ve gaayet âlâ tarh ve tanzim
    olunmuş yerlerin kazılmasını yanındaki ırgad-
    lara işaret eder idi. Onlar da hemen o yeri
    kazmaya başlayınca dükkân sahihleri atılır :

  • Bre dur Remmal Çelebi!., ne yapıyor
    sun., hânümâmmızı harab ve kaldırımlarımızı
    delik deşik ettin., dediklerinde :

  • Be hey canım ne durayım., bu hususda
    hiç sabır ve karar olur mu?., züğürtlük canı
    ma kâr etti. gerçi sizin haneniz ve dükkânınız
    yıkılır ama biz yapılırız., mâni değil, siz bir
    mikdar sükût edin, şu malı çıkarayım, yer al
    tında kalmasın., kaldı ki biz pek derin kazmı
    yoruz, hemen şu yerleri alt üst edecek, boza
    cak kadar kazıyoruz., isterse mal çıksın, isterse
    çıkmasın, sonra elimizi çeker gideriz, siz hiç
    merak etmeyin!., diyordu.

Etrafdan da :

  • Canım Renımal Çelebi., kerem eyle, lut-
    feyle, ortalığın nizamım bozma!., diye rica ve
    niyaz ederlerdi. O zaman şaklaban herif:

  • Hoş imdi., siz adam olmayı istemezsiniz,
    günahı boynunuza, bari bize bir mikdar hakkı
    sükût verin de sonra bir hoşça vakitde define
    yi çıkarın, salasını sürün!, diye bir kaç akçele-

- rinî alırdı, ve :

— Kasmamıza Hak berkât versin!., diye


oradan çekilir, başka bir çarşı boyunda geçen
üslub üzere alayına başlardı. Hülâsa bu şahıs
bu suretle o şenliklerde pek çok akçe topla-
mışdır...».

Define haberi vererek bir takım safdilleri dolandırıp soyanlar serseriler yakın geçmişde (B. : Emin, Çingene), ve hattâ zamanımızda da çıkmışdır.

DEFİNE SOKAĞI — Boğaziçinde Yenikö-yün sokaklarından; 1934 Belediye Şehir Rehberine göre köyün gerisinde bir aralık sokak-dır; yerine gidilip bu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (Şubat 1965).

DEFNE (Zeki Ömer) — Şâir, öğretmen;

1903 de Çarıkında doğdu; Çankırıda Ertuğrul ibtidâi mektebinde, Çankırı idadisinde, Kastamonu lisesinde okudu; Edebiyat Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden diploma aldı; Kabataş lisesinde ve Galatasaray lisesinde edebiyat öğretmeni oldu. Şiirleri dergilerde, bu arada Çınaraltı, Şadırvan, İstanbul, Çağrı dergilerinde yayınlanmışdır.

Bibi. : Kim kimdir Ansiklopedisi.

DEFNE AĞACI — «Yapraklan güzel kokar ve şenliklerde tezyinata yarar taflan cinsinden meşhur küçük (bodur) ağaç, Şecerüîga-ar; kelimenin aslı yunanca Dafne dir» (Kaa-mûsi Türki). Türkiyenin ekser yerinde yetişir; Istanbulda da makbul ağaçlardan biri olarak rastlanır. Eski cağlardan zamanımıza kadar sanat âleminde, bu arada bilhassa resim ve edebiyatda, kadim Yunan Mitolojisinde zengin hâtırası vardır; sanat ve spor müsabakalarında yapraklı ve meyvalı bir defne dalı, defne dalından çelenkler ödül olarak verildiği gibi yine öyle bir defne dalı armağan madalyalarda tezyini motif olarak kullanılır. Yapraklı bir defne dalı dünyâ edebiyatında sulh, barış remzi, senbolü olarak bilinir.

Kış mevsiminde yapraklarını dökmeyen Defne için umumiyetle «bodur bir ağaçdır» denilir ise bir. çınar gibi ulularına .da rastlanır, Boğaziçinde Paşabağçesinde vapur iskelesinin hemen yanı başındaki sarraf Andonâki Efendi nin iki çatı altında dört yalısından birinin bağ-cesinde böyle bir ulu defne ağacı var idi ki 1918 yılına kadar o semtin bir şöhreti idi.

Defne yaprağı İstanbul mutfağında da yer almışdır; kılıç balığı etinden şiş kebabı, her iki lokmasının arasına bir defne yaprağı konularak kızartılır, aslında pek makbul olan o balık etine gaayet lâtif bir koku verir.

DEFNE BURNU — Yukarı Boğazın Rumeli yakasında, Yeni Mahallenin kuzey doğusun-dadır; Sarıyer koyu bu Defne Burnu ile Mesar Burnu arasındadır; Telli Tabya- ve Pazarbaşı dalyanları arasında hudud bu Defne Burnudur; Telli Tabya Dalyanı Tabya Burnu ile Defne Burnu arasında, Pazarbaşı Dalyanı da Defne Burnu ile Yeni Mahallede eski salhane arasında kurulur (B. : Dalyanlar).

DEFNE YAPRAĞI — Lüfer balığı yavrusunun İstanbul balıkçıları ağzındaki adı; lüfer

DEFTERDAR, BAŞDEFTERDAR

— 4334 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 4335

DEFTERDARBURNU CAMİİ




Defneburnu (Eşref Bey haritasından)

balığı beş boy üzerine ayrılır, beşinin de adı ayrıdır (B. : Lüfer Balığı) :

Defnayaprağı : 25-40 adedi l kilo

Çmakop : 16-20 adedi l kilo,

Sarıkanad : 10-14 adedi l kilo,

Asıl lüfer : 2-8 adedi l kilo,

Kofana : l adedi l kilodan fazla.

Bibi. : Ka.rakin Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.

DEFTERDAR, BAŞDEFTERDAR — Tanzimat devrimine kadar Osmanlı imparatorluğu devlet teşkilâtında Mâliye Bakanının unvanı; Baş Defterdar pâdişâhın sonsuz yetkili vekili, vekili mutlakı olan sadırâzamm başkanlığında toplanan ve önemlice farklarla zamanımızın kabinesi yerinde olan Dîvânı Hümâyun üyesi idi; ekseriya sâdece «Defterdar» da denilirdi.

Diğer bütün divan azalan gibi bizzat pâdişâh tarafından tâyin olunurlar ve azledilirler idi.

Koca bir imparatorluğun gelir kaynakları ile çeşidîi ağır masraflarını denkleşdirme bakımından mesuliyetleri çok ağır bir yüksek makam idi.

Mâliye kalemlerinden, meslekden yetişmiş kimselerle beraber, meslekî en küçük bir bilgisi olmadığı halde sâdece becerikli adam olarak tanınmış kimseler, veya, hazîne para sıkıntısına düşerse, âcil ihtiyaçları zâti serveti ile karşılayabilecek zengin kimseler defterdar tâyin edilmişlerdir.

Defterdarlık, mâliye teşkilât] bu istanbul Ansiklopedisinin konusu dışında kalır.

Defterdarların en büyük endîşeleri devletin Kapukulu Asker Ocakları denilen ücretli dâimi askerlerinin «ulufe» adı verilen parala-

rını zamanında ödeyebilmekdi. Ulufe üçer aylık dört taksite bölünmüşdü; hicrî takvim ile ilk taksit muharrem, ikinci takist cemâziyelev-vel, üçüncü taksit de çift olarak şaban aylarında ödenirdi. Ulufe gelenek olmuş merasimle Istanbulda Sarayı Hümâyunda Kubbealtı denilen Dîvanı Hümayunun toplanma dâiresi önünde dağıtılırdı; devlet servet ve azametini gösterme fırsatı bilinerek o gün bu törende bâzan yabancı elçiler de bulundurulurdu. İS' tanbulda askerî ayaklanmaların çoğunun sebebi ulufenin gecikmesi, yahud, devlet ve saray erkânının cahil ve cehlin kamçıladığı hırs eseri büyük suiistimaller dolayısı ile ulufenin ayan bozuk, askerin değerinden noksanına harcamak zorunda kaldığı paralarla ödenmesi olmuşdur. Bu gibi haller karşısında da Sadır azam ve Defterdar asker tarafından en büyük sorumlu kimseler bümmişdir.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin