§ehper
Şems
Şerefresan
Tarsus
Tekirdağı
Ticâreti Bahrî
Tuna
Türk
Yanikapu
Büyük müessesenin bu İdârei Mahsûsa devri 1909 da meşrûtiyetin ilânına kadar 31 yıl sürdü. -
Tarihimizde «Tanzimat Devri» denilen
münevver mutlakiyeti pek kısa sürmüş olan
Birinci Meşrûtiyet tâkib etmiş, oııun peşinden
de o sözde meşrutiyetin nıeclissiz devri başla-
mışdı, ki tarihimize «İstibdad Devri» diye geç-
mişdir, ve gittikçe ağırlaşmışdır. Türk Donan
masını Haliçde demir üstünde çürüten istib-
dad devri Seksen parçaya ulaşmış vapurları
ile Türk Ticâret Filosunu temsil eden İdârei
Mahsusayı da korkunç sui istimaller ve müd-
hiş, iğrenç hırsızlıklar, fecî ihmaller ile iflâs
uçurumu önünde bir iskelet hâline getirmiş-
dir. -
1888 de İdârei Mahsûsa umum müdürlüğü
ne devrin nüfuzlu bahriye nâzın Bozcaadah
Hasan Hüsnü Paşa tâyin edildi, Con Paşa mü
dür muavinliğinde kaldı. ,.
Abdülâhad Nuri Bey 1926 yılında neşredilmiş «Türkiye Seyrisefâin İdaresi Tarihçesi» isimli eserinde büyük müessesenin İdârei Hususiye devri için çok acı şeyler yazıyor. Müte-ahhidlerle idarenin en yüksek kademesindeki temsilcilerin müşterek ve büyük suistimallerin-den bilettiler in küçük, ve adî hırsızlıklarına ka-
DENİZCİLİK BANKASI
— 4426 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4427 —
DENİZCİLİK BANKASI
dar bahsediyor, ve bu arada şu hazin levhayı çiziyor: «... İdarenin eski yeni 80 kadar teknesi vardı. Gemilerden biri her hangi bir arızaya uğradı mı tamiri yoluna gidilmez, bir tarafa çekilip bağlanırdı, Haliçde yer kalmadı, bir kısım vapurlar Boğaziçinde Paşabağçesi ile Beykoz arasındaki koyda demirlendiler, bunlardan bir kısmı demir üstünde çürüyerek battılar, ,38 vapur feshedilerek satıldı. Nihayet idarenin elinde 11 çürük ve 5 yeni tekne kaldı; Selanik, Beyrut, Hicaz, İzmir, Trabzon, Köstence, Bartın, Çanakkale, Edremid hatları ibdâl edildi. Gemicilik ve çarkçılık gibi iki koca sanat ocağı, Karadeniz yalısı delikanlılarının sığmdığ o şefkatli kucak bir kadavra hâline getirildi. Memleketimizde yelkenlilerin köylü kaptanlarından baş ka kaptan yokiken, hele gemi makinası fennine vâkif tek ferd yok iken Basra Körfezine, Tri-yesteye, Liverpola, Bombaya gemi götürecek değerli kaptanlar, dört beş bin tonluk vapurları mehâretle yürütecek çarkçılar yetişdirmişdi. Donanmamızın Haliçde âtıl yattığı yıllar boyunca da bahriyemizin kaptan ve çarkçı zabitlerine İdarenin vapurları bir ameliyet mektebi olmuşdu. İdarenin elindeki 5 yeni tekne küçük liman vapurları idi, bunlardan Neveser ile ihsan 1903 de Macaristanda Budapeştede yaptırıl-mışdı; üçü de, Bağdad, Basra ve Haleb, 1904 de Anadolu-Bağdad Demir Yolları Şirketi- tarafından Almanyada yapdırılmış ve îdârei Mahsusa-
Yıne Nuh'un gçmisini e lyorîar,, {OfustetMl
f
— y»nıbyor»umu Balad, bu Nuh'un gerottî değil!..
Bir karikatür (Akbaba, 1960)
ya şartları garib bir mukavele ile ve taksitle 160 bin altına satılmışlardı, şöyle ki yıllık ana taksit çok az, faizi ise f fahiş idi, borç, 200 yılda öde-ııemiyordu, yeni gemiler yok oldukdan sonra 150 yıl borcu ödenecekdi. Demir yolu şirketi tarafından sık sık tamir ediliyorlar, boyanıyorlar, bunların masrafı da îdârei Mahsusanın faizli borcuna ekleniyordu. Ve bu üç vapur idare tarafından yalnız Haydarpaşa-Köprü hattında işletileceklerdi.».
İdârei Mahsusa bu perişan durumda iken 1908 de İkinci Meşrûtiyet ilân edildi.
O devrin âdetince ve İstanbulun külhanbeyi edebiyatı geleneklerinden biri olarak İdârei Mahsusa hakkında da destanlar yazılmışdı.
Şu iki kıt'a, İdârei Mahsusa ile Şirketi Hayriye arasındaki rekaabet üzerine İdârei Mahsusa-ya övme yolunda bir destandandır :
«Haleb» düdüğünü üç defa çekince «Eseri Şevket» de ana yol verince; «Kalamış» da tam istim üzre gelince Şirket de isi anladı sonra
l'J ile 20 hem «Aydın» «Bağdad», «Basra», «Haleb» ve «Bartın» Yarış yerine kalınca pek yakın Şirket de işi anladı sonra
Bu destanda, liman vapurlarının isim ile biıiikde taşıdıkları numaralardır, bâzan isimleri yerine numaralı ile anılırlar.
Batum Vapurunda ateşçilik yapmış Arti-vinli ümrnî bir halk şâiri de gene bir gemici sânında bir aşk desianı düzmüş, ve destanın ilk sekiz kıtasında îdârei Mahsusanın eüi kadar vapurunun isimlerini kaydetmişdü"
İdarenin olmuş Mahsûsa nâmı Devlete hizmeti çok Hak kelâmı Akdeniz Marmara hem Karadeniz Götürür getirir ehli islâmı
«Malakof»la «Pürsüd», hem «Keleçali» «Kartal»la «Maltepe», «izmit», «Heybeli» «Medârıtefvik» le «Nüzhetiye»ye Binüb de efendim dünyâ görmeli
*
«Şerefresan» ile «Seyyare», «Şehper» Savurup dumanı sür'atle gider «Kayseri», «Mudanya», «Hereke», «Pendik» Hepsinin ismini eyledik ezber
«Gelibolu» ile «Girid», «Gedikler» «Çeşme», «Dolmabağçe» sür'atle gider Köhneler dumanı savurur amma İstim tutmasını üç saat bekler
«Bahricedid», «Neced», «Ceylân», Midilli» «İzmir», «Karamürsel», «Şahin» de belli «Kars»a «İstinye»ye hem «Plevne» ye Bir selâm çakayım şöyle kandilli
«Selâmet», «Sakarya», «Lütfiye», «İhsan» «Alisâibpaşa», «Kaplan»la «Arslan» «Tarsus»la «Tuna», «Nîmetihüdâ»
«San'a»yı, «Mesud»u durma yaz heman
*
«Bartın» ile «Biga», hem «Anadolu» Cümle iskeleler mal ile dolu Deryada efendim bu İdaredir Pâdişâhımızın kanadı kolu
«Medârıfevâid», «Musul»la «Batum» «Marmara», «Hayreddîn» cümlesi malum «Canik»le «Selanik» unutulmasını Yazdık vapurları iste bilumum
Amma ki efendim kasdımız başka \ Bir yaprak eklemek kitabı aşka Yosma Hanım ile Tayfa Civanın Nakli macerası sığınıp Hakka.
1878 de 79 parça vapurla ve Bahrîye Nazırlığına bağlı olarak «İdârei Mahsûsa» adını almış bu millî müessese, otuz sene sonra 1908 de ikinci meşrutiyet devrine 16 vapurla perişan bir halde girrnişdi. Vapurların kaptanları
ve mürettebatı ve idarecilerinden bir kaç kişi millî haysiyet ve izzeti nefsin verdiği gayretle ve bu 16 parça tekne ile liman hatları ile bâzı yakın iskele seferlerini devam ettirmeye calışdılar.
Meşrutiyetin ilânında İdârei Mahsusa Bahriye Nazırlığından alınarak Nâfia Nazırlığına bağlandı. Az sonra Hallacyan Efendinin nâfia nazırlığı zamanında ecnebi bir şirkete devredilerek tamamen yok olma tehlikesi atlattı.
Hallacyönm adamlarından Ispartalıyan Efendi ingiliz sermayedarları adına İdârei Mahsusayı bütün vapurları ve tesisleri ile ve iş hak ve sahaları ile satın almaya tâlib oldu. Nâfia Nazırlığınca tanzim edilen bir mukavelename ile (3 kasım 1909) İdârei Mahsusa ingilizlere satıldı. Fakat az sonra kabinenin değişmesi ve ingiliz şirketinin satış mukavelesindeki bir maddeye riâyeti red etmesi İdârei Mahsusanın elden çıkmasını önledi, mukavele devletçe feshedildi, ingiliz Şirketinin kurulur kurulmaz riâyet etmek istemediği madde şu idi: «Hükümet tarafından vukuu bulacak taleb üzerine şirket vapurların hepsini veya bir kısmını hükümetin emrine hazır bulundurmaya mecburdur». O sırada bir harb tehlikesi (İtalya ile Trablusgarb Harbi) belirmiş ve hükümet bu maddenin yerine getirilmesini istemişdi.
V. OSMANLI SEYRİ SEFÂİN İDARESi — 1910 da İngilizlerin elinden geri alman müesseseye «Osmanlı Seyri Sefâin İdaresi» adı verildi, ve bir millî anonim şirket hâline konulmasına çalışıldı. Fakat Trablusgarb Harbi ve onu tâkib eden Balkan Harbi böyle bir şirketin kurulması için gereken sermâyenin bulunmasına mâni oldu.
1911 de Kari Leke adında bir alman Osmanlı Seyri Sefâin İdaresi umum müdürlüğüne tayin edildi. Avrupalı zihniyeti ile idareye yeni hüviyet vereceği vehmedilen bu adamın yapdığı tek müsbet iş Seyri Sefâin İdâresinin çifte çapalı ve çapaların üstünde bir ay yıldız bulunan çok güzel forsu, sarıya boyanan vapur bacalarına kaymasıdır.
1913 de sadırâzam ve harbiye nâzın Mah-mud Şevket Paşa Osmanlı Seyri Sefâin İdaresini Harbiye Nazırlığına bağladı. Askerî tah-sisatdan 250 bin lira ayırarak Seyri Sefâin İdâresinin yeniden kalkınmasına tahsis etti ve bu suretle müessesenin ikinci kurucusu denilmeye lâyık hizmetde bulundu.
DENİZCİLİK BANKASI
— 4428 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 4429
DENİZCİLİK BANKASI
Mahmud Şevket Paşanın bu hizmetiyledir ki «Akdeniz». «Karadeniz», «Gülcemal», «Gül-nihal», «Bahriahmer», «Nilüfer», «Plevne», «Deme» ve «Kızılırmak» vapurları satın alındı. Fransaya da liman hatları için «Moda», «Kadıköy» ve «Burgaz» isimlerinde üç yeni 'vapur sipariş edildi, fakat bu vapurlar ancak Balkan Harbi sonunda İstanbula gelebildiler. Bu vapurları yine liman hatları için Almanyada yap-dırılan «Maltepe», «Kınahada» ve «Pendik» isimli üç gemi tâkib etti.
Birinci Cihan Harbinin seferberliğinde er-kâmharb binbaşısı Sadullah Bey Seyri Sefâin İdaresinde Harbiye Nezâretinin geniş yetkili komiseri oldu. Bu zât Seyri Sefâin İdaresine, dolayısı ile Türk deniz ticâret filosunun gelişmesine yıllarca öylesine faydalı oldu ki adı bu tarihçede mutlakaa anılmaya değer. İlk iş Olarak Tophane Meydanının Galata rıhtımı köşesine Seyri Sefâin merkez idare binasını yapdırt-ti ki müessese, çeşitli isimleri altında yetmiş yıllık hayatı boyunca ve şu kadar vapurlara sâ-hib olduğu halde bir idare binasından mahrum ola gelmişdi.
Aczi anlaşılmış olan Kari Lekenin mukavelesinin feshi üzerine komiser Sadullah Bey Seyri Sefâin İdaresi umum müdürlüğüne tayin edildi. Fakat az sonra, İttihad ve Terakki Fırakası-nın en nüfuzlu asker sımalarından Harbiye Nezâreti Levâzımatı Umumiye Reisi İsmail Hakkı Pasa ilâve memuriyet olarak Seyri Sefâin umum müdürlüğüne getirildi, Sadullah Beyde umum müdür yardımcısı oldu, fakat, İsmail Hakkı Paşanın müstebidâne keyfî idaresi karşısında istifa etti. İsmail Hakkı Paşa idaresi harb sonuna kadar dört sene sürdü, ve mesuliyet kay-gusu taşımayan emirleri ile Seyri Sefâin İdare sinden öyle paralar çekildi, harcandı ki Türk sularında rakibsiz olan ve o sıralarda nakil ücretlerine yüzde beşyüz zam edilen Seyri Sefâin İdaresi harb sonunda geliri masrafını karşılayamaz ağır borçlu bir idare oldu, tekrar iflâs eşiğine getirildi. İsmail Hakkı Paşa devrinin korkunç sui istimalleri Abdülahad Nuri Beyin «Seyri Sefâin Tarihçesi» isimli eserinde pek çok misal ile gösterilmişdir.
1918 de mütârekenin imzası üzerine İsmail Hakkı memleketi terk ederek kaçdı; sui istimaller mütâreke yıllarında da devam etti.
Bu idârei bir millî anonim şirket hâline getirme teşebbüsüne İstanbulda bulunan işgal kuvvetleri kumandanlığı mâni oldu. Osmanlı Seyri Sefâin İdâresinin mevcud gemileri ve sair mallarının devlet malı olarak tanındığı bildirildi; kasıd aşikâr idi; akdedilecek sulh muahedesi ile Osmanlı Devletine galib devletler tarafından çok ağır harb tazminatı yüklenecek, bu tazminatın bir kısmı karşılığı olarak Seyri Se-fâinin bütün gemileri alınacakdı. Fakat Anado-luda kazanılan nihâî Türk zaferi bu çirkin tasarının tahakkukuna mâni oldu.
VI. TÜRKİYE CUMHURİYETİ SEYRÎ SEFÂİN İDARESİ — Cumhuriyet devrinde idarenin adı tekrar değişdi, 1923 tarihli ve 597 sayılı kanun ile «Türkiye Cumhuriyeti Seyri Sefâin İdaresi» oldu ve umum müdürlüğüne tekrar Sadulah Bey tâyin edildi, büyük müessese tekrar kurtarıldı.
-
da Türk bayrağına kabotaj hakkının
tanınması cumhuriyet devrinde Seyri Sefâin
İdaresine süratle gelişme imkânını bahşetti (B.:
Denizcilik Bayramı). 1923 de mevcud gemileri
2(5,197 tonilato olan Seyri Sefâin İdaresi 1927 de,
dört sene sonra bu mikdarı 52,857 tonilâtoya çı
kardı.
-
de liman hatlarında, Marmara hatla
rında, Karadeniz, Ege, Akdeniz hatlarında, ve
Türk limanlan ile yabancı limanlar arasında se
fer yapan gemileri 39 tekne olmuşdu, ki vapur
ların isimleri şunlardır:
Gülcemal Akdeniz Ankara Karadeniz Reşid Paşa Cumhuriyet Kızılırmak
Mahmud Şevket Paşa Gülnihal . Anafarta Zonguldak Mersin Çanakkale
İnebolu ' '
Marmara
Antalya ;
Bandırma
Kocaeli •
Alemdar (kurtarma gemisi)
Miralay Nazım Bey (su gemisi) Yüzbaşı Murad Bey (su gemisi) " Gelibolu Nimet Ereğli Kadıköy (liman vapuru)
• s
Moda (liman vapuru) Burgaz (liman vapuru) Büj'ükada (liman vapuru) Kınahada (liman vapuru) Maltepe (liman vupuru) Pendik (liman vupuru) Haleb (liman vupuru) Bağdad (liman vapuru) Basra (liman vapuru) Neveser (liman vapuru) İhsan (liman vapuru) Fenerbağçe (liman vapuru) Haydarpaşa (liman vapuru) Yakacık (liman vapuru)
1927 den 1933ı yılına kadar geçen altı yıl içinde idarenin vapurları, dolayısı ile Türk ve yabancı denizlerde- yük ve yolcu taşıma kudreti artmakda devametti, fakat gemi isimlerini tesbit edemedik.
VII. DENİZ YOLLARI. AKAY - FABRİKA HAVUZLAR MÜDÜRLÜKLERİ — Sebebi meçhul kalmışdır; l temmuz 1933 tarih ve 2248 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti Seyri Sefâin İdaresi «Deniz Yolları Müdürlüğü» (Savâhilli karîbe ve baîde hatları vapur işletmesi; Marmara, Ege, Akdeniz, Karadeniz ve Yabancı sular hatları), «Akay Müdürlüğü» (Sevâhili mütecâvire; liman hatları) ve «Fab-rika-Havuzlar Müdürlüğü» isimleri ile üç müstakim idareye bölündü, parçalandı.
Seyri Sefâin idâresinin çifte çapalı güzel forsu yerine Akay vapurlarının bacalarına lâ-tin alfabesi ile be batone yazı ile bir «A» harfi kondu ki çirkinlik örneği oldu; vapurların bacaları da sarı yerine karaya boyandı. Şirketi Hayriyenin 69 ve 70 numaralı «Hüseyin Hâki» ve «Ziya» vapurları • satın alınarak «Göztepe» ve «Erenköy» isimleri verildi. Almanyada yeni olarak «Suvat» ve «Ülev» vapurları yaptırıldı.
Deniz Yolları Müdürlüğü de yine Almanyada «Sus», «Etrüsk» ve «Marakaz» vspurları-m yapdırarak Marmara hatlarına verdi.
Bu parçalanma. Türk ticâret filosu için ge-
lişme yerine büyük aksamlar verdi, ve hatâ ancak beş yıl sonra düzeltildi.
VIII. DENİZBANK — 1933 de parçalanan
büyük müessese l Ocak 1938 tarihli ve 3295
sayılı kanunla İstiksad Vekâletine bağlı «De-
nizbank» adı ile tekrar toplandı. Bu devrin en
mühim hâdisesi de, büyük vapurların bacala
rından Seyri Sefâinin o çok çok güzel çifte ça
palı ve ay yıldızlı forsunun indirilerek yerine
sözde bankayı ve denizciliği temsil edecek aca-
ib bir kalyon teknesi taslağı üzerine yelkenle
ri andıracak şekilde iki göbekli harf, «D» ve
«B» kondu. Hamdetmelidir ki gemilerimiz bu
çok çirkin forsu ancak bir buçuk sene taşıdılar
ve müessese tekrar isim değiştirdi.
-
DEVLET DENİZ YOLLARI İŞLET
MESİ UMUM MÜDÜRLÜĞÜ -- l Temmuz
1939 tarih ve 3633 sayılı kanun ile Deni/.bank
lağvedildi ve yerine Münakalât (Ulaşdırma)
bakanlığına bağlı «Devlet Deniz Yolaları İşlet
mesi Umum Müdürlüğü» kuruldu. Bu mües
sese 1944 yılmakadar sürdü. Bu devir içinde
dir ki ayrı birer gemicilik şirketi hâlinde de
vam ede gelen Haliç Vapurları Şirketi ile Şir
keti Hayriye satın alındı, bu suretle Haliç ve
Boğaziçinde vapur işletme imtiyazları da Dev
let Deniz Yollarına verilmiş oldu. Bu devrin
en önemli bir işi de Seyri Sefâin İdâresinin
çifte çapalı güzel forsunun Vapur bacalarına
tekrar takılması ve bacaların yine sarıya bo-
yanmasıdır.
-
DEVLET DENİZ YOLLARI VE Lİ
MANLARI İŞLETMESİ UMUM MÜDÜRLÜ
ĞÜ — İsminde ufak bir tebeddül ile yine
Ulaşdırma Bakanlığına bağlı bu umum müdür
lük 1952 yılına kadar devamederek Türkiye'
nin en büyük müesseselerinden bîri oldu,, ve
1952 de bu umum müdürlüğün yerinedir ki De
nizcilik Bankası kuruldu.
-
SON DURUM — Bu satırların yazıldı
ğı sırada, temmuz 1966, Denizcilik Bankasının
mevcud vapurlarının isimlerini maalesef tes
bit edemedik.
«Denizcilik Bankası T.A.O. onuncu hesab yılı 1961» isimli bir risalede, hiç olmazsa o 1961 yılı için bile mevcud vapurların cedveli yok-dur, kaldı ki 1961 den 1966 yılına kadar Denizcilik Bankası Türk Ticâret Filosuna pek çok yeni gemiler katmış, ve muhakkak ki bazı va-
DENİZDE BOĞULANLAR
— 4430 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
_ 4431 _ DENİZDE YÜRÜYEN OTOMOBİL
purlar da kadro dışı kalmış bulunuyordu. «Tru-va» adı verilen büyük bir acık deniz feribotunun inşâsı tamamlanıp Türk Ticâret Filosuna Denizcilik Bankası adına katılmak üzere olduğunu günlük gazetelerden öğrendik.
Bu boşluğu bu ansiklopedide «istanbul Limanı İşletmesi» maddesinde gidereceğimizi ümid ediyoruz (B.: İstanbul Liman İşletmesi).
Denizcilik Bankası Turizm ve Neşriyat Müdürlüğü tarafından verilen bazı vapur resimlerinin bu ansiklopediye faydalı olduğunu şükranla kaydederiz.
Bibi.: Türk Ansiklopedisi; Abdülahad Nuri Türkiye Seyri Sefâin Tarihçesi; 1927 Türkiye Seyri Sefâin Rehbe ri; Tercemânı Ahval Gazetesi Koleksiyonu; Denizcilik Bankası 1966 ajendası.
DENİZDE BOĞULANLAR — İstanbulda küçümsenmeyecek kadar denizde boğularak ölüm vek'alan görülür. Deniz kazalarında boğulma her zaman her yerde görülen bir faciadır, fakat yaz mevsiminde yüzme ve yıkanma kasdı ile denize girenlerden boğulanlar, İstanbul şehrinin günlük hayatı bakımından üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.
îstanbulda deniz hamamlarından ve plajlardan gayri yerden, açıkda soyunup denize girmek yasakdır. Fakat bu yasak gereği gibi hiç bir zaman tatbik edilmez. Tek sebebi de denize parasız girmenin kesin bir zaruret olduğu düşünülmeden konmuş bîr yasak oluşudur.
Ağır sıcaklar başladığı zaman çocuk, delikanlı, orta yaşlı, âvâre, hâne berduş, çırak, amele, ırgad, asker, mektepli binlerce can İs-sanbul sahillerinde plaj tesisatı olmayan kumsallarda, deniz hamamı kurulmamış derince . ve derin sularda soyunurlar ve özel tâbiri ile açıktan denize girerler, ve gazetelerde sık sık Boğaziçinde, ve Marmara kıyılarında bir kaç vatandaşımızın yüzme bilmediği için boğulduğu okunur.
Zamanımızda deniz; hamamları çok azal-mışdır. Plajları dolduran binlerce, on binlerce canın hepsi yüzme bilmez ve plajlarda boğulma vakası pek ender olur; boğulanlar da yüzme bilmeyenler değil, bilâkis iyi yüzenlerdir; kendisine güvenir, açılır, açıkta bir kramp gelir, imdadına koşuluncaya kadar boğulur.
Gazetelerde sık sık okunan boğulma vakaları çoğunlukla açıkta denize girenler arasındadır. Onlara, pek az yüzme bildikleri halde
üçü beşi bir araya gelerek bir sandal tutarak açılan, ve açıkda sandaldan denize giren çocuklar da katılır. Birinci derecede mesul, yüzme bilmediği halde kendisine yardım edilemi-yecek yerde denize giren kurbandır. İkinci derecede mesul de, denizde yüzme yasağını koyduğu halde ciddi bir takip ile önüne geçemeyen zabıtadır..
Fakat yukarda kaydettiğimiz gibi açıkta denize girme yasağının gayri kabili tatbik olduğunu kesin olarak kabul etmek ve can kaybına karşı başka çare aramak lâzımdır.
Açıkta denize girmenin tek sebebi parasızlıktır.
Plajlarımız da. deniz hamamlarımız da pahalıdır.
Enucuzu yetmiş beş kuruştur. Denize girmek için her gün bu parayı veremeyecek olanların sayısı İstanbulda yüzbinin üstündedir.
Denize giren yüzme bilmeyenler yıkanma ve serinlemenin yanında biraz da yüzme öğrenmek için denize girmektedirler.
Sıcaklar basınca da muhakkak, zabıtanın nazarından gizli bir yer bulacaklardır ve denize gireceklerdir, ve bugün değilse yarın, boğulacaklardır. ,
Misal olarak kaydedelim, Kumkapı sahilini, Yenikapı sahilini, Anadolu yakasında Bostancı sahilini, Boğazda da münasip bir iki yeri «açıkta soyunup denize girmek için serbest bölge» ilân etmek lâzımdır. Çoluk çocuk ve garipler, kumlarda kayalıklarda soyunsunlar, mayosu olan mayosiyle, olmayan iç donuyla denize girsin.. Ve o mahdut bölgelerde zabıtanın bulunduracağı kurtarma ekipleri yüzme bilmeyen vatandaşları korusun.
Aşağıdaki satırlar R. E. Koçunun 1958 yılı mayısında Her Gün gazetesinde çıkmış gün: lük fıkralarından alıyoruz:
«Kaç yıl oldu tesbit edemem; Gülehane Parkında kurulagelen panayır henüz açılmamış, ani olarak da bunaltıcı sıcaklar başlamıştı. Ressam Nazmi Dayan ile parkta dolaşıyorduk, Sarayburnuna kadar indik.
«Yaşları onbeş ile yirmi arası,en büyüğü dahi askerliğini yapmamış. Yalmayaklı yahut yalın ayakları yarım pabuçlu pırpırı güruhundan sekiz on çocuk ve tüysüz delikanlı, üstlerindeki çulu çaputu atıp bir donca soyunmuşlar, akıntının karayı yalayarak geçtiği o tehlikeli yerde denize atlıyorlardı..
«Hepsi de balık misali, hakikaten yüzgeç, yüzme şampiyonu denilse seza.. Görülmeğe değer sahne.. O ne akrobatik numaralar, suyun içinde o ne hünerler, canbazlıklar..
«Bir tarafta vahşi sesle kaynayan soğuk su, İstanbul kayıkçılarının ağzı ile çakal deniz, öte yanda akıntının yılan gibi kıvrılan girdabı.. Ve her ikisine meydan -okuyan cesaret...
«Koşup gelen bir çocuk sert bir ayak darbesiyle uçuyor, havada bir perende atıp denize ok gibi dalıyor, vücuduna sarılan akıntı, onu bir anda derinlere öylesine çekiyor ki, koyu nefti kitle içinde beyaz vücud ufalıp kaybolu-veriyor, boğuldu, gitti derken, bakıyorsunuz, ki oğlan kırk elli metre ilerden suyüzüne çıkmış...
«Birden donakaldım. Bir nefer, tüvâna bir delikanlı harıl harıl soyunmada!., en küçüğü kan kırmızı îstanbulun sırım gibi kaldırım kopuklarına imrenmiş, denize girecek!..
Saf bir tebessümle :
-
Yüzme bilir misin?., diye sordum..
-
Bilirim! dedi.
-
Sizin memlekette deniz var mı?
-
Yok!.
-
Nerede öğrendin?
-
Derede !.
«Söz ve nasihat dinlemez.. Bereket versin ressam Nazmi eski bir boksördür, neferi denize girmekten bazû kuvvetiyle menetti, ben de bir polis buldum...
«Her yaz Boğazda, Marmara sahillerinde yüzden fazla çocuk, genç, bekâr uşağı amele, asker boğulur. Sıcaklarbastırah kaç gün oldu bilmem, şu son iki hafta içinde gazetelerde benim okuduğum denizde boğulma kurbanları otuzu asmıştır!.. Buyurun, en taze haber:
Pazar günü bir nefer Sarayburnundan denize girmiş, yüzme bilmediği için akıntıya karışıp koybolmuşdur!.» (R. E. Koçu.)
DENİZDE YÜRÜYEN OTOMOBiL —
«Amphicar» (Anfikar) denilen ve hem karada hem denizde yürüyen otomabillerden ilk araba İstanbula 13 ağustos 1963 salı günü iki turist tarafından getirilmişdir. Fransadâ Parisde ticâretle meşgul bu turistlerden biri arabanın sahibi 28 yaşında Lübnanlı Sami Kamuh, diğeri de onun yakın dostu İtalyan asıllı Ghristian Christiani idi, arabaya «L'Etoile de La Medi-
terranee» (Akdeniz Yıldızı) adı verilmiş ve bu isim arabanın ön tarafı üstüne yazılmış bulunuyordu; araba «405 Z - 1143» plaka numarasını taşımakda idi. Marsüyadan İstanbula Denizcilik Bankasının Karadeniz Vapuru ile geldiler. Bu araba denizde saatde 15-20 kilometre sür'at temin edilmekde ve saatde 15 litre benzin yakmakda idi; karada ise 100 kilometrede 10 litre benzin yakıyordu. Bu iki turistin niyetleri, «Akdeniz Yıldızı» ile İstanbuldan Beyrut'a kıyı kıyı denizden gitmekdi; bu rûretle Beyruta kadar tahminen 1700 kilometrelik bir yol katedeceklerdi. Bu maceralı yolculuğa Türkiye sularında izin verildiğini zanetmiyoruz; teşebbüsün sonu günlük gazetelerde izlenemedi.
İstanbula ikinci anfikar şöhretli sinema yıldızlarından Hülya Koçyiğit tarafından 1965 yılında getirildi (B.: Koçyiğit, Hülya); bu araba alman malı olup «686 Z - 7530» yabancı p*aka numarasını taşıyan «Amphican Own» marka bir spor araba idi. Özellikleri şunlardır: 4 kişilik, 4 silindirli, denizdeki sür'ati saate 10 kilometre, karada saatde 100 kilometredir. Karada tekerleklerinin üstünde yerden haylice yükselidir; arkasında deniz için plâstik iki pervanesi vardır. Genç ve güzel sanatkâr «Ses» mecmuası muharririne bu araba için şunları söylemişdir; «Daha benim sayılmaz, permisi gelip devir muamelesi tamamlanınca benim olacak, bana 60.000 liraya mal olacak, kabul ettim, Türk artistleri arasında bu tip bir otomobilin sahibi olmak inşallah bana kısmet olacak». Aşağıdaki satırlar ı. da aynı mecmu-dan alıyoruz:
Dostları ilə paylaş: |