Büyü İle Tedavi
Büyücü hekimin kötü ruhları uzaklaştırarak veya kaçan ruhu geri getirmeye çalışarak hastayı tedaviye çalışmasına “ak büyü” denmektedir. Kötü ruhu teskin etmek ya da korkutup kaçırmak için davul eşliğinde el ve kol hareketleri yaparak ve garip sesler çıkararak oyunlar oynanır; hayvan postu giyen büyücüler korkutucu maskeler, tılsımlar takardı. Bu gösterinin hasta insan üzerinde ne büyük bir telkin gücü olabileceğini tasavvur edebiliriz. Günümüz fizik tedavilerini anımsatan sıcak ve soğuk su tedavileri; su buharı, ateş, tütsü, masaj tedavileri de kötü ruhları kaçırtmak için yapılırdı. Günümüzde, içinde etkin madde olduğu anlamına gelen acı ve kötü kokulu ilaçların da ruhları kaçırdığına inanılırdı. Hastayı tedavi için başka işlemler de uygulanırdı. Örneği, ruhu bedeni terk ederse bir daha geri dönmeyebilir korkusuyla hasta uyutulmazdı. Ruh bedenden ayrıldığında onu yerde, gökte, sularda, ağaçlarda, her yerde aramak gerekirdi. Ruhun kaçırıldığı düşünülen yere yiyecekler sunulurdu. Ya da hastalık bir başka insana, hayvana ya da cisme aktarılmaya çalışılırdı. Örneği hastanın tırnağı, saçı kesilip bir başka evin kapısına yapıştırılır veya kuşlara geçsin diye bir çalıya bırakılır, ya da üstüne basana geçsin diye bir taşın altına konurdu. Anadolu gelenekleri arasında yer alan bu uygulamaya “hastalığı göçürme” denmektedir. İnsanlar binlerce yıl boyunca büyüden korkmuş, kestikleri tırnaklarını, dökülen saçlarını, çıkan dişlerini, hatta kendilerine ait olduğundan isimlerini başkaları öğrenmesin, eline geçmesin diye saklamışlardı.
Büyücü hekimlerin bir kısmı da “kara büyü” yaparak düşmanları üzerine hastalık ve uğursuzluk getirmek için ruhları çağırırdı. Büyü kime yapılacaksa ya onun küçük bir modeli ya da tırnak, saç gibi vücudundan alınan bir parça üzerinde işlem yapılırdı.
İlaçla Tedavi
İlk insanlar deneme-yanılma yoluyla birçok bitki, hayvan ve madenin tıbbı etkisini öğrenebildi. Tedavi edici bir takım bitkilerin yanı sıra, ağrıyı dindiren afyon, kenevir, kürar ve koka da biliniyordu. Üzüm ve hurma şarabı da acıyı dindirmede kullanılırdı. Toprağı işleyen kadınlar şifalı bitkileri erkeklerden daha çok tanırdı. Halk ilaçları birçok yerde “koca karı ilaçları” olarak nitelene gelmiştir.
İnsanlar tecrübeleriyle elde ettikleri bilgilerin yanı sıra, iyileştirici özelliklerin simgesi olabilecek bir takım işaretleri de doğada aradılar. Örneği, beyaz sütü olan incir anne sütünün artmasına; kırlangıç otunun sütü sarı renkte olduğundan sarılığa; boyacı kökü bitkisi kırmızı rengi dolayısıyla adet söktürmeye; beyni andıran şekliyle ceviz akıl hastalıklarına; benekli taşlar lekeli hastalıklara; şekli boğum boğum olduğundan bambu omurga rahatsızlıklarına iyi gelir diye inanılırdı. İşaretler ya da İmzalar Nazariyesi adı verilen bu görüş, “benzer benzeri ile tedavi edilir” (Latincede: “similia similibus curantur”; Arapça’da, “hıfzu’s-sıhhati bi’l- müşâbehetu”) ifadesiyle bir tedavi ilkesi olarak Avrupa ve İslam Ortaçağında da devam etti. Ünlü hekim Paracelsus ( 1490-1541) bu anlayışı şöyle ifade edecekti: “Doğa yarattığı her şeyi onda gizlemek istediği niteliklerin görüntüsü ile biçimlendirir.” İşaretler Nazariyesi doğrultusunda tıpta kullanılan bir takım drogların tıbbi etkisinden günümüzde de yararlanılmaktadır. Örneği, gut hastasının ayak baş parmağı kızarıp şiştiğinde aldığı şekle benzeyen çiğdem soğanından elde edilen colchicine gut hastalığında; su kenarlarında yetişen soğuğa dayanıklı ak söğüt’ün kabuklarından elde edilen salisilatlar soğuk algınlığında ve romatizmada kullanılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |