Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası



Yüklə 2,32 Mb.
səhifə25/40
tarix17.11.2018
ölçüsü2,32 Mb.
#83161
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   40
- Öyleyse geldik insan hakları konusuna...
- Ve belki de bunların en önemlisine! Fransız Aydınlanma felsefesinin genel olarak İngiliz felsefesinden çok daha fazla uygulamaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz.
- Bu felsefelerinin sonuçlarını alıp hayata geçirdikleri anlamına mı geliyor?
- Evet. Fransız Aydınlanma filozofları yalnızca insanın toplumdaki yeri üzerine birtakım kuramsal görüşler üretmekle yetinmediler, aynı zamanda yurttaşların "doğal hakları" için de aktif olarak mücadele ettiler. Bu öncelikle sansüre karşı ve basın özgürlüğü için verilen bir mücadeleydi. Hem din, hem ahlak ve hem de politika konularında birey istediğini düşünmekte ve düşüncesini dile getirmekte tümüyle özgür olmalıydı. Ayrıca zencilerin köle edilmesine karşı ve suçluların daha insanca bir muamele görmesi için de savaşıldı.
- Bunların çoğunun altına ben de imzamı atabilirim sanırım.
- En sonunda "bireyin dokunulmazlığı" ilkesi, 1789'da Fransız Millet Meclisi tarafından ilan edilen "İnsan Hakları Evrensel Bildir-
361
SOFfNÎN DÜNYASI
AYDINLANMA ÇAĞI
gesi"nde yer aldı. Bu "İnsan Hakları Bildirgesi" bizim 1814'de ilan edilen Anayasamızın da temelini oluşturur.
- Ama dünyada pek çok insan ne yazık ki hâlâ bu hakları elde edebilmek için savaşmak zorunda!
- Evet, ne yazık ki! Oysa Aydınlanma filozoflarına göre tüm insanlar sırf insan oldukları için bir takım özgürlüklere sahipti. Bu onların "doğal" hakkıydı. Günümüzde de hâlâ ülkelerin yasalarıyla uyuşmayabilen "doğal haklar"dan söz etmekteyiz. Hâlâ görmekteyiz ki bireyler ya da halk toplulukları adaletsizliğe, özgürlüksuzlüge ve baskıya karşı "doğal hakları"nı savunmak adına mücadele ediyorlar.
- Ya kadın hakları?
- 1789'daki devrim bu hakların tüm "yurttaşlar" için geçerli olduğunu öne sürüyordu. Ancak yurttaşla kastedilen daha çok erkeklerdi. Ama tam da Fransız Devrimi sırasında kadın hakları mücadelesinin ilk örnekleri görülmeye başlanır.
- Eh, sırası da gelmiş artık yani!
- Aydınlanma filozofu Condorcetdaba 1787'de kadın haklarıyla ilgili bir yazı yayımlamıştı. Bu yazıda kadınların da erkeklerle aynı "doğal haklar"a sahip olduğunu belirtiyordu. 1789'daki devrim sırasında da kadınlar eski feodal düzene karşı savaşta oldukça aktif roller aldılar. Örneğin sonunda kralın Versaille Sarayından kaçmasını sağlayan büyük gösterileri başlatan kadınlardı. Paris'te bir çok kadın grubu oluşturulmuştu. Erkeklerin sahip olduğu hakların aynına sahip olmanın yanısıra, evlilik yasaları ve kadınların toplumsal konumları konularında da değişiklikler istiyorlardı.
- Peki kazanabildiler mi bu hakları?
- Hayır. Daha sonra da örnekleri pek çok kez görüldüğü gibi, kadın hakları konusu bu kez de devrimin sıcaklığı içersinde gündeme gelip devrimden sonra durum sakinleştiğinde gündemden silindi.
-Tipik işte!
- Fransız Devrimi sırasında kadın hakları için savaşanlardan
362
biri de Olympe de Gouges idi. Olympe de Gouges 1791'de yani devrimden iki yıl sonra kadınların hakları konusunda bir bildiri yayınladı. Ona göre "vatandaşlık hakları" bildirgesi, kadınların "doğal haklan" konusuna değinmiyordu, bu yüzden o kadınların da erkeklerin sahip olduğu tüm haklara sahip olması gerektiğini dile getirdi bu bildirisinde.
- Ne oldu bunun sonucu?
- Olympe de Gouges 1793'te idam edildi. Üstelik bundan sonra kadınların politik faaliyetlerde bulunması yasaklandı.
- Allah kahretsin!
- Kadın hakları mücadelesi bundan sonra gerek Fransa'da gerek tüm Avrupa'da 19. yüzyılda yeniden tam anlamıyla gündeme geldi. Ve yavaş yavaş bu mücadelenin meyveleri alınmaya başlandı. Ancak örneğin Norveç'te kadınlar oy hakkını ancak 1913'te elde ettiler. Hâlâ da dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar haklarını elde etmek için savaşıyorlar.
- Benim de tüm kalbimle yanlarında olduğumu bilsinler!
Alberto susup gölü seyretmeye koyuldu. Bir süre sonra:
- Aydınlanma felsefesiyle ilgili olarak söyleyeceklerim bunlarmış herhalde, dedi.
- Ne demek "bunlarmış herhalde"?
-Daha fazla söyleyecek bir şeyim yokmuş gibi geliyor.
O bunları söylerken birden gölde birşeyler oldu. Gölün ortasındaki sular kaynamaya başladı ve suların içinden korkunç bir dev yaratık yükseldi.
- Bir deniz yılanı! diye haykırdı Sofi.
Kara yaratık ileri geri birkaç kez salındıktan sonra yeniden suyun diplerine daldı ve sonra herşey eski sessizliğine büründü. Alberto arkasını dönmüştü.
- İçeri girelim, dedi.
Bunun üzerine kalkıp küçük kulübeye girdiler.
363
SOFÎ'NÎN DÜNYASI
AYDINLANMA ÇAĞI
Sofi Berkeley ve Bjerkely'i gösteren resimlerin yanına gitti. Bjer-kely'nin olduğu resmi göstererek:
- Bence Hilde burda bir yerde yaşıyor, dedi.
Resimlerin arasına işlemeli bir levha asılmıştı. Levhada "ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK VE KARDEŞLİK" yazıyordu. Sofi Alberto'ya dönüp:
- Bunu sen mi astın? diye sordu.
Alberto buna çaresizlik dolu bir ifadeyle omuz silkerek karşılık verdi.
O sırada Sofi şöminenin üzerinde bir zarf durduğunu farketti. Zarfın üzerinde "Hilde ve Sofi'ye" diye yazılıydı. Sofi zarfın kimden olduğunu hemen tahmin etti elbette, ama artık yeni olan bir şey Binbaşının kendine de haber yollamaya başlamış olmasıydı.
Zarfı açıp yüksek sesle okumaya başladı:
Sevgili Hilde ve Sofi! Felsefe öğretmeniniz anlattıklarına ek olarak Fransız Aydınlanma felsefesinin BM'in bağlı olduğu amaç ve ilkelere ne büyük bir temel teşkil etmiş olduğundan da söz etmeliydi. İki yüzyıl önce "Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik" sloganı Fransız yurttaşlarını biraraya getiren önemli bir slogandı. Bugün aynı sözler tüm insanlığı birbirine bağlamalı. İnsanlığın büyük bir aile gibi olması bugün her zamankinden daha önemli. Bizi bizim çocuklarımız, torunlarımız izleyecek. Nasıl bir dünya bırakıyoruz onlara?
Hilde'nin annesi aşağıdan seslenip pizzayı fınna koyduğunu ve dizi filmin on dakikaya kadar başlayacağını haber verdi. Hilde tüm okuduklarından sersemlemiş bir durumda hissediyordu kendini. Ne de olsa sabah altıdan beri aralıksız okuyordu.
Akşamın geri kalanını annesiyle 15. yaşgününü kutlayarak geçirmeye karar verdi. Ama önce ansiklopedide bir şeye bakmalıydı.
364
Gouges... yok. Peki De Gouges? O da yok. Ya Olympe De Gouges? Hayır, yok. Kitap Kulübü Ansiklopedisinde, politik faaliyetleri yüzünden idam edilen bu kadın hakkında tek bir söz bile yoktu işte! Büyük bir rezalet değil miydi bu? Babasının böyle bir kişiyi kafasından uyduracak hali yoktu herhalde.
Hilde daha büyük bir ansiklopediye bakmak için koşarak merdivenlerden aşağıya indi. Şaşkınlıkla kendisine bakan annesine:
- Bir şeye bakacağım da, dedi.
- Aschehoug Ansiklopedisinin FOR V ile GP arasındaki sözcükleri içeren cildini kaptığı gibi tekrar odasına döndü.
Gouges . . . işte!
Gouges, Marie Olympe (1748- 93) Fr. yazar. Sosyal konularda yayımladığı broşürler ve yazdığı piyeslerle Fransız Devrimi'nde aktif rol aldı. Devrim sırasında tartışılan insan haklarının kadınları da kapsaması için uğraşan ender kişilerden biridir. 1791'de "Kadın Hakları Bildirgesi"ni yayımlamıştır. 16. Ludvvig'i savunup Robes-pierre'e saldırmak cüretinde bulunduğu için 1793'de idam edildi. (Kaynakça: L.Lacour, "Les Origines du feminisme contemporain", 1900)
365
KANT
KANT
...üzerimdeki gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası...
Albert Knag'dan geceyarısına doğru telefon geldi. Telefonu Hil-de'nin annesi açmıştı.
- Telefon sana Hilde. -Alo?
- Merhaba, ben baban.
- Delisin sen baba, saat on ikide aranır mı?
- Yaşgününü kutlayayırh demiştim...
- Bütün gün kutladın ya zaten!
-... ve aramak için günün geçmesini bekledim.
- Neden?
- Hediyeni almadın mı yoksa?
- Aldım tabii. Çok, çok teşekkür ederim.
- Utandırma beni. Ne düşünüyorsun peki?
- Harika. Bütün gün okumaktan yemek bile yemedim neredeyse.
- Yemek yemeyi ihmal etmemelisin.
- N'apayım, çok heyecanlı!
- Kitabın neresine geldin?
- Sen onlara bir deniz canavarı göstererek dalga geçtiğin için Binbaşının Evine girdiler...
- Aydınlanma Çağı.
- Ve Olympe de Gouges.
- Tahminimde pek yanılmamışım öyleyse.
- Ne demek "yanılmamışım"?
- Sanırım geriye tek bir yaşgünü kutlaması kaldı ve bu da
366
şimdiye kadarkilerin içinde en etkileyicisi.
- Uyumadan önce biraz daha okuyayım öyleyse.
- Okuduklarından bir şeyler anlıyor musun peki?
- Bu bir günde... şimdiye kadar okulda öğrendiklerimden daha çok şey öğrendim. Sofi'nin okuldan eve gelip posta kutusunda ilk zarfı buluşundan bu yana sadece bir gün geçmiş olmasına inanamıyorum.
- Ne kadar az zaman alabiliyor bazen her şey!
- Ama biraz acıyorum ona. v
- Annene mi?
- Hayır, Sofi'ye tabii ki. -Ya...
- Kafası iyice karışıyor zavallının.
- Ama o... o yalnızca bir...
- O yalnızca uydurulmuş bir kitap kahramanı diyeceksin, değil mi?
- Evet, öyle bir şey.
- Bence Alberto ve Sofi varlar.
- Bunları eve gelince konuşuruz. -Olur.
- Sana iyi günler öyleyse.
- Ne dedin?
- Pardon, iyi geceler diyecektim.
- Sana da iyi geceler.
Hilde yarım saat kadar sonra yatağına uzandığında dışarısı hâlâ öyle aydınlıktı ki bahçe ve koy olduğu gibi görünüyordu. Yılın bu mevsiminde hava hiç kararmazdı.
Ormandaki küçük bir kulübenin duvarında asılı olan bir resmin içinde olmanın nasıl olacağını düşündü bir süre. Bu resmin içinden bakıp dışandakileri görmek mümkün olur muydu?
Uyumadan önce büyük dosyadan birkaç sayfa daha okudu.
367
SOFÎ'NÎN DÜNYASI
Sofi, Hilde'nin babasından gelen mektubu tekrar şöminenin üzerine
koydu.
- Şu BM meselesi gerçekten çok önemli olabilir, dedi Alberto, -ama anlattıklarıma böyle müdahale etmesinden hoşlanmıyorum.
- Bence bu kadar önemseme.
- Şu andan itibaren deniz yılanı ve bu gibi olağanüstü olayları görmemezlikten geleceğim. Şu camın kenarına oturalım ve sana Kant'ı anlatmaya başlayayım.
Sofi iki koltuğun arasındaki küçük sehpada bir gözlük durduğunu farketti. Gözlüğün camları kırmızıydı. Güneş gözlüğü müydü acaba?
- Saat ikiye geliyor, dedi Sofi. - Saat beşten önce evde olmalıyım. Annemin yaşgünüm için birtakım planları vardır mutlaka.
- Üç saatimiz var öyleyse.
- Hemen başlayalım.
- Immanuel Kant 1724'de Doğu Prusya'daki Königsberg kentinde bir saracın oğlu olarak dünyaya geldi. 80 yaşında ölene dek hemen hemen tüm ömrünü burada geçirdi. Ailesi koyu Hıristiyandı. Onun da felsefesinin önemli temellerinden birini kendi dinsel inancı oluşturur. Berkeley gibi o da Hıristiyanlık inancının temellerini korumak gerektiğine inanıyordu.
- Berkeley'den yeterince bahsettik, sağol!
- Kant ayrıca şimdiye kadar bahsettiğimiz filozoflar içinde üniversitede felsefe profesörü olarak çalışan ilk filozoftu.
- Felsefe profesörü mü?
- Günümüzde "filozof" sözcüğü iki anlamda kullanılmaktadır: "Filozof" diye öncelikle kendi felsefi sorularına yanıt arayan kişiye denir. Öte yandan, kendi felsefesini kurmamış olmakla beraber felsefe tarihinde uzmanlaşmış kişiye de "filozof" denir.
- Kant bu ikinci türden bir filozof muydu?
- Kant her ikisi de idi. Yalnızca başka filozofların düşünceleri konusunda uzmanlaşmış bir profesör olsaydı, felsefe tarihinde bugün
368
KANT
sahip olduğu yeri almamış olurdu. Oysa Kant'ın kendinden önceki felsefi geleneği çok iyi tanıması son derece önemlidir. Kant hem pescartes ve Spinoza gibi Usçuları, hem de Locke, Berkeley ve Hume gibi Empiristleri gayet iyi biliyordu.
- Berkeley'den söz etmemeni rica etmiştim.
- Hatırlayabileceğimiz gibi usçular, tüm insan bilgisinin temelinde usun olduğunu öne sürüyorlardı. Empiristler ise dünya hakkındaki tüm bilgileri duyular aracılığıyla edindiğimizi söylüyorlardı. Hume, ayrıca, salt duyumsal izlenimlerle ulaşabileceğimiz sonuçların sınırlı olduğunu dile getiriyordu.
- Kant bunların hangisiyle aynı görüşteydi?
• Kant'a göre bunların ikisinde de doğru ve yanlış yanlar vardı. Herkesin yanıt aradığı soru, dünya hakkında ne bilebileceğimizdi. Bu felsefi proje Descartes'tan sonraki tüm filozofların ortak projesi olmuştu. Ortaya iki olasılık konuyordu: Dünya duyularımızla algıladığımız gibidir, ve dünya usumuza göründüğü gibidir.
- Kant ne diyordu?
- Kant, dünyayı algılamamızda hem "duyu"lann hem de "us"un rol oynadığını söylüyordu. Usçuların usun rolünü, Empiristlerinse duyumsal izlenimlerin rolünü fazla abarttığını düşünüyordu.
- Bir örnek vermezsen her şey sözden ibaret kalacak.
- Kant, esas olarak dünya hakkındaki bilgilerimizin duyumsal izlenimlerimiz yoluyla oluştuğu konusunda Hume ve Empiristlerle aynı fikirdedir. Ancak -ki bu noktada elini Usçulara uzatır- usumuzun da etrafımızdaki şeyleri nasıl algıladığımızı büyük ölçüde belirlediğini söyler. Yani insan aklı dünyayı algılayışta önemli bir rol oynar.
- Örnek miydi bu?
- Peki, küçük bir deney yapalım. Şu masadaki gözlüğü getirebilir ¦nişin? Hah, işte orada. Şimdi gözlüğü tak bakalım!
Sofi gözlüğü taktı. Bir anda etrafındaki her şey kırmızıya büründü. Açık renkler açık kırmızı, koyu renkler koyu kırmızı oldu.
- Ne görüyorsun?
369
SOFt'NtN DÜNYASI
- Demin gördüklerimi aynen görüyorum, ama şimdi her şey kır-
mızı.
- Çünkü bu gözlük senin gerçekliği algılayışını belirliyor. Gördü, ğün her şey senin dışındaki dünyadan kaynaklanıyor, ancak bunları nasıl gördüğünü gözlük belirliyor. Sen şimdi dünyayı kırmızı olarak algılasan da, dünyanın kırmızı olduğu söylenemez.
-Tabii ki...
- Şimdi ormanda dolaşsan veya Kaptan Virajı'na bir uzan san, şimdiye dek gördüğün her şeyi yine görürsün ama bir farkla: şimdi her şey kırmızıdır.
- Gözlüğü çıkarmadığım sürece...
- İşte Sofi, Kant da tam bu şekilde aklımızın işleyişini belirleyen birtakım koşulların olduğunu ve bu koşulların tüm deneyimlerimizi belirlediğini söylüyordu.
- Ne tür koşullarmış bunlar?
- Gördüğümüz her şeyi öncelikle zaman ve uzamdaki olgular olarak algılarız. O "zaman" ve "uzam"ı insanın iki tür "görü biçimi" olarak görüyordu. Ve aklımızdaki bu iki "biçim"in her türlü deneyimden önce geldiğinin altını çiziyordu. 8u, şu anlama geliyor: Şeyleri zaman ve uzamdaki olgular olarak algılayacağımızı o şeyleri algılamadan önce bilebiliriz. Çünkü aklın "gözlükleri"nî çıkarmamız mümkün değildir.
- Yani Kant zaman ve uzamdaki şeyleri algılamanın doğuştan gelme bir özellik olduğunu mu söylüyordu?
• Bir bakıma öyle. Aslında neyi gördüğümüz Hindistan'da ya da Grönland'da doğup büyümüş olmamıza göre değişir. Ama dünyanın neresinde olursak olalım dünyayı zaman ve uzamdaki süreçler olarak algılarız. Öncelikle bunu söyleyebiliriz.
- Peki ama zaman ve uzam bizim dışımızdakişeyler değil mi?
- Hayır. Kant'a göre zaman ve uzam, insanın bir parçasıdır. Zaman ve uzam dünyaya değil, bizim kavrayışımıza ait özelliklerdir.
- Bu çok değişik bir düşünce.
370
KANT
- Yani insan bilinci edilgin bir biçimde dışarıdan izlenimler almakla yetinen bir "levha" değildir. Bilinç dünyayı algılayışımızı belirler ve bunda etkin bir rol oynar. Suyu cam bir kaba koyduğumuzda, suyun kabın biçimini alışına benzer bu. Algılarımız da "görü biçim-|erimiz"in şeklini alırlar.
- Anlıyorum sanırım.
- Kant yalnızca bilincin şeylere göre değil, şeylerin de bilince göre biçimlendiğini öne sürüyordu. Kant bu görüşünü, insanın bilgisi konusunda "Copernikusçu bir dönüm noktası" diye adlandırıyordu. Çünkü onun bu görüşü, o zamana dek inanıldığı gibi Güneş'in Yer'in etrafında değil, Yer'in Güneş'in etrafında döndüğünü ileri süren Copernikus'unki kadar kökten bir değişiklik barındıran bir görüştü.
- Şimdi Kant'm neden hem Usçulara hem de Empiristlere biraz hak verdiğini anlıyorum. Usçular deneyimlerin anlamını unutuyor, Empiristler de usun dünyayı algılayışımızdaki rolünü görmüyorlardı.
- Hattâ Hume'un insanların deneyerek kavrayamayacaklarım öne sürdüğü nedensellik yasasının kendisi de Kant'a göre insan aklının bir parçasıydı.
- Nasıl yani?
- Hatırlayacağın gibi Hume doğadaki her olayın ardında hep bir nedensellik ilişkisi buluşumuzun alışkanlıklarımızdan kaynaklandığını söylüyordu. Çünkü biz beyaz topun hareket nedeninin siyah topun çarpması olduğunu duyumsayamazdık. Bu yüzden de siyah topun beyaz topu her zaman harekete geçireceğini kanıtlamamızın olanağı yoktu.
- Hatırlıyorum, evet.
- Oysa Kant, Hume'a göre asla kanıtlayamayacağımız bu şeyin insan aklının bir özelliği olduğunu söyler. İnsan aklı her şeyi bir neden etki ilişkisi içinde algıladığı içindir ki nedensellik yasası her zaman geçerlidir.
371
SOFt'NİN DÜNYASI
KANT
- Yine de bence nedensellik yasası biz insanlarda değil doğada bulunur.
- Kant'a göreyse insanlardadır. Öte yandan Kant, dünyanın "kendinde" nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğimiz konusunda Hu-me'la aynı fikirdedir. Dünyanın "benim için" -yani tüm insanlar için-nasıl olduğunu bilebiliriz. Kant'in felsefeye en önemli katkısının "das Ding an sich" ile "das Ding für mich" arasında koyduğu bu ayrım olduğu söylenebilir.
- Almancam pek iyi sayılmaz!
- Kant "şeyin kendisi" ile "şeyin görüneni" arasında önemli bir ayrım koyar. "Şeyin kendisi"ne dair kesin bir bilgimiz olamaz. Yalnızca "şeyin görüneni"ni bilebiliriz. Buna karşılık insan aklının şeyleri nasıl kavradığını deneyime dayanmaksızın söyleyebiliriz.
- Gerçekten söyleyebilir miyiz?
- Sabah evden çıkmadan önce o gün neler göreceğini, başına neler geleceğini bilemezsin. Ama görüp yaşayacaklarını zaman ve uzamdaki olaylar olarak algılayacağını bilebilirsin. Ayrıca bilincinin bir parçası olarak her zaman beraberinde taşıdığın nedensellik yasasının daima geçerli olacağından emin olabilirsin.
- Ve böyle değil başka türlü de yaratılmış olabilirdik, öyle mi?
- Evet, bambaşka bir algı mekanizmamız olabilirdi. Bambaşka bir zaman ve uzam duygumuz olabilirdi. Üstelik etrafımızdaki şeylerin nedenini araştırmak gibi bir özelliğimiz de olmayabilirdi.
- Bir örnek verebilir misin?
- Odanın ortasında bir kedi düşün. Odanın içine bir top yuvarla-sak kedi ne yapar?
- Hep yaptığım şeydir bu. Ne yapacak, topun arkasından koşar.
- Pekâlâ, ya sen olsan odadaki. Önünden birden bir top yuvar-lansa sen ne yapardın? Arkasından mı koşardın?
- Her şeyden önce dönüp topun nerden geldiğine bakardım.
- Evet, çünkü sen bir insansın. İnsan olduğun için de her olayın nedenini bulmak istersin. Nedensellik yasası senin bir parçandır.
372
- Gerçekten mi?
- Hume doğa yasalarını ne duyumsayabileceğimizi, ne de kanıtlayabileceğimizi söylüyordu. Bu görüş Kant'ı huzursuz ediyordu. Ama o bu yasaların mutlak geçerliliğinin gösterilebileceğini, çünkü sonuçta bu yasaların insan aklının algılayışı için geçerli olduğunu öne sürüyordu.
- Küçük bir bebek de topun nereden geldiğini merak eder mi?
- Belki etmez. Ama Kant'a göre henüz duyularıyla algıladıklarının sayısı sınırlı olan çocukta akıl da tam anlamıyla gelişmemiştir. Boş bir akıldan da söz edilemez, değil mi?
- İlginç bir şey olurdu boş bir akıl!
- Öyleyse şimdi bir özet yapalım. Kant'a göre insanın dünyayı algılayışını belirleyen iki tür koşul vardır. Birincisi duyularımızla algılamadan önce hakkında bir şey bilemeyeceğimiz dış koşullar ki buna bilginin maddesi diyebiliriz. İkincisi de örneğin her şeyi zaman ve uzamdaki olaylar ve kesin nedensellik yasaları içerisindeki süreçler olarak algılayışımızdaki gibi insanın içinde olan koşullar ki buna da bilginin biçimi diyebiliriz.
Alberto ile Sofi bir süre öylece oturup camdan dışarısını seyrettiler. Sofi birden gölün karşı tarafında, ağaçların arasında yürüyen bir kız gördü.
- Bak! dedi Sofi. - Kim ki bu kız?
- Hiçbir fikrim yok.
Kız birkaç saniye sonra gözden kayboldu. Kızın başında kırmızı bir şey olduğu Sofi'nin dikkatini çekmişti.
- Ne olursa olsun bu tür şeylerin konumuzu dağıtmasına izin vermemeliyiz.
- Devam et öyleyse.
- Kant'a göre insanın bilebilecekleri sınırlıdır. Bu sınırları koyanın aklın "gözlükleri" olduğu da düşünülebilir.
- Nasıl yani?
373
SOPI'NIN DÜNYASI
KANT
- Kant'tan önceki filozofların gerçekten "büyük" felsefi problemlerle uğraştığını hatırlıyorsundur - insanın ölümsüz bir ruhu olup olmadığı gibi, Tanrı'nın varolup olmadığı gibi, doğanın kendinden küçük parçalara bölünemeyen parçacıklardan oluşup oluşmadığı gibi ya da evrenin sonlu mu yoksa sonsuz mu olduğu gibi...
-Evet.
- Kant'a göre insan bu tür sorulara kesin bir yanıt getiremez. Tabii bu onun bu tür soruları görmezden geldiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, çünkü böyle soruları reddedip görmezden gelseydi gerçek bir filozof sayılmazdı.
- O ne yaptı peki?
- Biraz sabırlı ol bakalım. Kant böyle sorular karşısında aklın bilinebilenin sınırlarının ötesinde düşünmek durumunda kaldığına inanıyordu. Öte yandan tam da bu tür sorulara yanıt aramaktır insanın doğasında -ya da aklında- olan. Ama örneğin evrenin sınırlı mı yoksa sınırsız mı olduğuna yanıt ararken, aslında bizim de küçük bir parçası olduğumuz bir bütüne yanıt aramaktayız. Dolayısıyla bu bütünü hiçbir zaman tam anlamıyla bilemeyiz.
- Neden bilemeyiz?
- Kırmızı gözlükleri taktığında evren hakkındaki bilgimizi iki şeyin belirlediğini söylemiştik.
- Evet, duyular ve us.
- Doğru. Bilgimizin maddesi duyular yoluyla gelir ve bu madde usun özelliklerine göre biçimlenir. Örneğin bir olayın nedenini sormak usun bir özelliğidir.
-Topun neden yuvarlandığını sormak gibi...
- Evet. Ama evrenin nereden geldiğini merak edip buna olası yanıtlar getirdiğimizde usumuz bir anlamda boşta çalışmaya başlar. Çünkü usun o zaman "işleyeceği" hiçbir duyu maddesi, yararlanabileceği hiçbir deneyim yoktur. Çünkü kendimizin de küçük bir parçasını oluşturduğu bu büyük gerçekliği hiçbir zaman duyumsamamı-şızdır.
374
- Yani yuvarlanan topun bir parçasıyızdır. O yüzden de nereden geldiğimizi bilemeyiz.
- Ancak topun nereden geldiğini sormak her zaman insanın vazgeçilmez bir özelliği olacaktır. Bu yüzden sorar da sorarız, en uç sorulara yanıt getirebilmek için uğraşırda uğraşırız. Ama bu sorulara hiçbir zaman kesin yanıt getiremeyiz, çünkü bir nokta gelir ve usumuz bu noktada boşta çalışmaya başlar.
- Sağol, bu duyguyu çok iyi biliyorum!
- Kant'a göre, bu tür büyük sorulara yanıt olarak her zaman birbirinin Karşıtı görüşler ortaya çıkabilir ve insan usu bu görüşlerin ikisini de doğru, ikisini de yanlış bulabilir.
- Örnek lütfen!
- Evrenin bir başlangıcı olduğunu öne sürmek, evrenin bir başlangıcı olmadığını öne sürmek kadar anlamlıdır. Ama usun bu iki olasılığı da değerlendirmesi olanaksızdır. Evrenin her zaman varolduğunu iddia edebiliriz, ama bir şey başlangıçsız varolabilir mi? Olamaz dersek, bir öncekj görüşün tam karşısında yer almış oluruz. Evrenin bir başlangıcı olmalı dersek, bir durumdan bir başka duruma değişimi kastetmediğimiz sürece bu başlangıcın yokluk olduğunu öne sürmek durumunda kalırız. Ama bir şey yoktan varolabilir mi hiç Sofi?
- Haklısın. Her iki olasılığı da kavramak olanaksız görünüyor. Ama yine de bunlardan biri doğru, diğeri yanlış olmalı.
- Demokritos ve diğer özdekçilerin, doğanın çok küçük yapı taşlarından oluştuğunu öne sürdüklerini hatırlıyorsundur. Öte yandan diğerleri, örneğin Descartes, uzantısal gerçekliğin her zaman kendinden küçük parçalara bölünebileceğini söylüyordu. Peki hangisi haklıydı sence?
- İkisi de haklıydı... veya ikisi de haksızdı.
- Pek çok filozof özgürlüğün insanın en önemli özelliklerinden biri olduğunu öne sürmüştü. Öte yandan Stoacı filozoflar ve Spinoza gibi diğerleri, her şeyin doğanın zorunlu yasalarınca yönetildiğini
375
SOFÎ'NIN DÜNYASI
söylüyorlardı. Kant'a göre bu soru da insan usunun kesin yanıt getiremeyeceği sorulardan biriydi.
- Her iki yanıt da eşit ölçüde akla uygun ve eşit ölçüde akla aykh rı.
- Ve Tanrı'nın varlığını usumuzla kanıtlamaya kalktığımızda da yetersiz kalmaya mahkumduk. Bu noktada Usçular, örneğin Descar-tes, içimizde "mükemmel bir varlık" fikri varsa Tanrı'nın da varolmak zorunda olduğunu söylüyorlardı. Aristoteles ve Aquino'lu Thomas gibi diğerleriyse Tanrı'nın varlık nedenini her şeyin bir ilk nedeni olması gerektiğine bağlayarak kanıtlamaya çalışıyordu.

Yüklə 2,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin