SONUÇ
İslâm’ın Anadolu ve Avrupa’da yayılması sonucunda, Müslümanlarla karşılaşan Avrupa, bu karşılaşma sonucunda müslüman halkların dinlerini, kültürlerini, sosyo-ekonomik yaşamlarını, ve temel dinamiklerini araştırma ve öğrenme ihtiyacı hissetmiş ve bunu da “Oryantalizm” vasıtasıyla gerçekleştirmiştir.
14. yüzyıldan Rönesans’a (18. yüzyıl) kadar ki dönem çalışmaları daha çok filolojik ağırlıklı, metot yönünden yetersiz, İslâm’ın negatif ve mutaassıp bir bakış açısıyla değerlendirildiği dönemdir. Bu dönemde İslâm ile ilgili “objektif ve önyargısız” bir tutum sergilenememiştir. Rönesans ile birlikte, Doğu ile siyasi ve ekonomik ilişkilerin gelişmesi, Doğu’yu gezen seyyahların sayısındaki artış ve Avrupa’da kilisenin otoritesinin ve belirleyicilik fonksiyonunu büyük oranda yitirmesi, Avrupa’da eskiye göre daha objektif araştırmaların yapılmasına neden oldu. Bu durumun bir başka nedeni de, o zamanın Avrupası’nda egemen olmaya başlayan ve genel anlamda kiliseye karşı olan “Rasyonalizm” akımının ortaya çıkmasıdır. Zira, o zamana kadar kilisenin tahakkümü altında olan oryantalizm, bizatihi müstakil bir ilim haline gelememiş ve kilise’nin müteasssıb ve önyargılı yaklaşımları, oryantalizm çalışmalarında belirleyici rol oynamıştır.
17. yüzyılın sonu ve 18. yüzyılda da İslâm’a biraz da sempati içeren objektif ve tarafsız bir gözle bakan bir tutum-kısmen olsa da-sergilenmiştir. Müsteşriklik, kilisenin kontrolü ve tahakkümünden kurtulması sonucu, hedefi Şark dillerini ve edebiyatını araştırmak olan bizatihi müstakil bir ilim haline gelmiştir. Bundan sonra, büyük ölçüde “öğrenmek” niyetiyle, bizzat Şark’ın edebiyat ve inançlarını araştırmaya yönelen ilmi bir temayül ortaya çıkmıştır.
Oryantalizm, bir kavram olarak 18. yüzyılda ortaya çıktığı görülür. Daha önce yapılan çalışmalarda da aynı konular işlendiyse de yapılan çalışmalar için böyle bir isimlendirmenin ve kavramın olmadığı görülmektedir. Oryantalizmin akademik bir disiplin olarak kurumsallaşması, bu dönemde gerçekleşmiştir. Öyle ki, bu yüzyılda İslâm ve Arap araştırmaları, oryantalizm disiplini içerisinde müstakil bir alan haline gelmiştir. Esasında oryantalizmin bir “bilim” olarak çıkmasının, temel sebebi, Batı’nın yaygınlaşan fetihleri ve sömürgeciliğin çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Yani Batı, sömürge toprakları elde ettikçe sömürülen yeni kültürler, yeni dinler ve kendilerine yabancı olan fikirlerle karşı karşıya geliyorlardı. Gerek bunları tanıma isteğinin ve gerekse Avrupa’nın hammaddeye olan ihtiyacının sonucu olarak sömürgeleştirdiği halkları inceleme zarureti ortaya çıkmış ve Batılı olmayan bu halkları kontrol edebilmek için dinleri ve kültürleri konusunda daha fazla bilgiye ihtiyaç hasıl oldu. Bu bilgiyi de “bilimsel bir kılıf giydirilen” oryantalizm sayesinde elde etmiştir.
19. asrın ortalarındaki hükümranlık tutumu, Avrupa ülkelerinin Doğu’ya bakışlarına hakim oldu. Mesela, Hollanda, Fransa ve İngiltere’de bir kısım şarkiyatçılar Dışişleri bakanlıkları’nda danışman olarak görev yapmışlardır. Hükümranlık ile oryantalizm birbirine destek sağlayarak süregelmiştir. Kısacası, 19. yüzyılın ortalarında sonra Avrupa’nın Doğu’ya bakışını şekillendiren olgu “hükümranlık ve sömürgecilik”tir. Bunun yanı sıra 19. ve 20. yüzyıl, oryantalist çalışmaların bir yükselme ve parlama dönemi yaşadığı yüzyıllardır. 19. yüzyılda oryantalist çalışmalar kilise otoritesinden bağımsız bir şekilde yürütülmeye başlanmış; oryantalizm bilimsel bir disiplin haline gelmiş, birçok ciddi bilimsel araştırma yapılmıştır. Bunun sonucunda oryantalistler, faaliyetleri hakkında hem kamuoyunu hem de birbirlerini bilgilendirmek için dergiler çıkarmış, dernekler kurmuş ve bir bakıma bilgilerini paylaştırmak ve ileriki çalışmalarda uygulanacak yol haritasını belirlemek için kongreler tertip etmişlerdir.
Daha sonra ise, 20. yüzyıldan itibaren oryantalist çalışmalarda, “anlayış ve yöntem” bakımından bazı değişiklikler olmuştur. Bunun sebebi, Ortadoğu’da sömürgeciliğin zayıflamasına paralel olarak sömürgecilik etrafında şekillendirilen oryantalizm çalışmalarının değişime uğramasıdır. Fakat şunu da ifade etmek gerekir ki; oryantalizm her ne kadar “önemini” kaybediyor gibi görünse de tam anlamıyla “anlamını ve fonksiyonunu” yitirdiğini söyleyemeyiz. Zira oryantalistler oldukça ciddi ve disiplinli çalışmakta, hâlâ etkin yöntemler kullanmaktadırlar. Orta doğu ve diğer İslâm ülkelerinde kültür merkezleri kurmakta ve oraya öğrenciler göndermektedirler.(Genellikle doktora çalışmaları için) Ayrıca, burslar vermektedirler ve sömürgeciliğin azalmasının oryantalist çalışmalara yapabileceği olumsuz etkileri, “bilimsel çalışmalar” yaparak bunu aşmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca günümüzde Batı ülkelerinin yanı sıra Japonya ve İsrail gibi Uzak ve Ortadoğu ülkelerinde Doğu ve İslâm araştırmalarının yapılması ve “ilgili yerlere” enformasyon akışını devam ettirmesi, bizi, oryantalizmin hâlâ fonksiyonelliğini koruduğu ve modern asırda da Doğu’yu ve İslâm’ı tanımlayıcı, yorumlayıcı ve belirleyici özelliğini devam ettireceği sonucuna götürmektedir. 20. yüzyıl oryantalizminde karşımıza çıkan başka bir husus da, yüzyıllarca süren ve Batı’nın üstünlüğünü Doğulu halklara kabul ettiren sömürgecilik faaliyetlerinin azalması sonucu, Doğu-İslâm ülke ve insanlarının silkinip kendine olan özgüvenin ve zenginliğin farkına varması, oryantalizm çalışmalarını ve amaçlarını sorgulamasıdır. Bunun sonuncunda doğuluların da “Batı’yı” ele alabileceği fikri ortaya çıkmış ve böylece İslâm dünyasında “Oksidentalizm”in (Batı Bilim) yolu açılmıştır.
Hollanda, temelinde köklü geleneğe sahip olmanın verdiği bir avantajla, İslâm araştırmaları açısından önde gelen Avrupa ülkelerinden biridir. Fakat şunu belirtmek gerekir ki 18. yüzyıla kadar İslâm ve şarkiyat araştırmalarında “tarafsız ve önyargısız” bir tutum içine girilememiş ve bu anlayış zamanın oryantalistlerin çalışmalarında açıkça görülmektedir. Fakat 18. yüzyılda Adrianus RELANDUS’un İslâm araştırmalarında “tarafsızlık” ilkesini geliştirerek Hz Muhammed hakkında o döneme kadar var olan efsane ve hurafeleri eleştirmesi ve İslâm’a “önyargısız” yaklaşımı açısından oldukça önemli bir gelişmedir. Zira Avrupa’da o döneme kadar İslâm ve Şarkiyat araştırmalarında objektif bir tutum sergilenememiştir. Hollanda oryantalizminde karşımıza çıkan bir başka husus da, oryantalistlerin Müslüman ve Doğu ülkeleri ile ilgili bilgilerini geliştirmek için Hollanda’nın söz konusu ülkelerdeki elçilik ve başkonsolosluklarında elçilik ve tercümanlık adı altında çeşitli faaliyetlerde bulunmaları ve topladıkları elyazmalarını kendi ülkelerindeki üniversite ve kütüphanelere götürerek, Doğu kaynakları açısından Hollanda’yı Avrupa’nın en zengin ülkesi haline getirmeleridir.
19. asrın ikinci yarısında Hollanda’nın “sömürgecilik” faaliyetlerine paralel olarak ülkedeki Şarkiyat ve İslâmiyat çalışmalarında bir yoğunlaşma görülür. Zira yaptıkları araştırmalarla ve yayınladıkları eserlerle Hollanda’nın sömürgeleri hakkında bilgilerini arttırmışlar ve Hollanda’nın bu ülkelerdeki (Endonezya gibi) sömürgelerini devam ettirmesi için, Hollanda Dışişleri ve sömürge bakanlıklarını sürekli bir bilgi akışı sağlamışlar ve bu yerlerde çalışacak Hollandalı yönetici ve memurların eğitiminde önemli rol oynamışlardır. Hollanda’da İslâmi ilimler ile ilgili çalışmaları II. Dünya savaşından sonra zayıflamıştır. Bunun en büyük sebebi sömürge topraklarındaki sömürge idaresinin sona ermiş olmasıdır. Hollanda’da sömürge dönemi öncesinde, İslâmiyat araştırmalarında sergilediği filolojik yaklaşım günümüzde yerini daha çok İslâm tarihi, İslâm’ın yerel kültürlerde algılanış biçimlerini ve Ortadoğu politikasını içeren bir yaklaşıma bırakmıştır. Bunun sebebi de, politik ve ekonomik gelişmelerle, aralarında Türklerin de bulunduğu birçok Müslüman’ın bu ülkede yaşamasıdır. Bundan dolayı sadece filolojik çalışmalar yapılmamakta, bu çalışmaların yanı sıra, İslâm dini, kültür ve medeniyeti, sosyal bilimler, tarih ve sanat tarihi, gibi araştırmalar da yapılmaktadır.
Bu arada, Kütüb-i Sitte, Sünen (Darimi), Muvatta (İmam Malik) ve Müsned (Ahmed b. Hanbel) gibi kaynakları kapsayan ve oldukça sistematik bir şekilde, bu kaynaklarda yer alan hadislerde geçen kelimeleri alfabetik olarak sıralandığı ve ilgili kelimenin geçtiği hadisin hangi kaynağa kayıtlı olduğunu bulmaya yarayan bir indeks niteliği taşıyan ve Hadis araştırmalarının daha yaygın hale gelmesini sağlayıp bir bakıma Hadis çalışmalarına yön veren ve daha önce örneği olmayıp bu alanda ilk olan, bundan dünyadaki bütün İslamî üniversite ve enstitüler istifade ettiği Concordance et Indices de la Tradition Musulmane ile, müsteşriklerin Şarkiyat alanında beynelmilel yardımlaşmasının bir meyvesi olarak meydana getirilen ve Leiden merkezli olarak hayata geçirilen “Encyclopaedia of Islam” (İslam Ansiklopedisi) gibi çalışmalar, Hollanda’nın, oryantalizm çalışmalarında önemli bir yer edinmesini sağlayan unsurlardan olmuştur. Gerçi Encyclopaedia of Islam tamamen bir Hollanda projesi olduğu söylenemez ama, projeye ait yük ve sorumlulukların çoğunu Hollandalı oryantalistlerce üstlenmiştir. Hollanda için bahsedebileceğimiz bir başka husus ta “Brill Yayınevi”dir. Başta The Encyclopaedia of İslam ve Concordance et Indices de la Tradition Musulmane serisi gibi önemli yayın dizilerinin basıldığı bu matbaada, Doğu dilleri ile çok sayıda eser basılmıştır. Hollanda gibi bir Avrupa ülkesinde Doğu dilleri ile eserlerin basılması, bir bakıma, orada, bu diller ile yazılan eserlerin okuyucu kitlesinin varlığına işaret etmesinden dolayı bizim için önem arz etmektedir.
Rusya’nın İslâm ve Arapça ile ilk olarak Abbasiler döneminde Beytu’l-Makdis’e giden Rus hacılar ve Rusya’ya gelen Arap tüccarlar vasıtasıyla olmuştur. Moğol imparatorluğu yıkıldıktan sonra 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’yı aşıp Asya kıtasına ulaşan Rusya; Asya’ya doğru genişlemiş ve bu topraklarda yaşayan Müslümanları da kendi bünyesinde barındırmaya başlamıştır. Bu sayede Ruslar ile Müslümanlar arasında dini, tarihi ve kültürel yönden ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Coğrafi konumundan dolayı Doğu Avrupa ovası, Batı Avrupa’ya nazaran daha fazla Şark’ın etkisinde olması ve Şarkla erken dönem ilişkilerine rağmen Oryantalizm Rusya’da, ciddi anlamda, 19. yüzyılda başlamış ve şarkiyat araştırmaları alanında bilimsel nitelikli ilk Rus çalışmaları bu dönemde gerçekleşmiştir. Şarkiyat araştırmaları, Rusya’da, temel dış politika unsurlarından biri olmuştur. Şarkiyat, sadece ilmi amaçla olmayıp, devletin Şark halklarını ve dillerini bilen uzmanlara olan ihtiyacından dolayı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Şarkiyatçılık ve Şark dilleri, tercüman yetiştirmeye yönelik uygulamalı okullarda öğretiliyordu. Daha önce belirttiğimiz gibi, Rusya’nın Doğu Dilleri’ne bakış açısı Batı’dan farklı olmuştur. Batı Doğu Dilleri ile ilk etapa Sâmi dillerini anlarken ve ilk sıraya Mukaddes Kitabın’ın dili olan İbrânice’yi koyarken, Rusya, bu kavramdan, kendi bünyesinde ve komşu ülkelerde yaşayan Müslümanların dillerini anlıyordu ve bu diller arasında Arapça ilk sırada yer almaktaydı.
Rus oryantalizminde öne çıkan bir diğer husus da, Doğu’dan gelen hocaların (Şeyh Tantâvi, Kâzım Mirza-Bek gibi) burada yaptığı çalışmalardır. Zira bu gibi Şarkiyat hocaları hem Rusya’daki Şarkiyat çalışmalarının hem oluşumunda hem gelişiminde ve hem de sağlam temellere oturtulmasında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Arap edebiyatının Rusya’da önemli hale gelmesinde pay sahibi olmuşlardır. Bu nedenledir ki Kazan ve Petersburg matbaalarında önemli miktarda Doğu’ya ait eserler basılmıştır.
Rus Oryantalizmi’nin oluşumunda Batılıların-başta Almanya olmak üzere- tesiri büyük olmuştur. Birçok Rus Oryantalizminin kurucusu, eğitimlerini Batıda tamamlamış ve Batıdaki ekollerin etkisinde ilmi şahsiyetleri oluşmuştur. Fakat bazı özellikleriyle Batı’dan ayrılmaktadır. Mesela, Rusya’daki oryantalizm çalışmalarında Hollanda, Fransa ve İngiltere gibi sömürgeciliğin izlerini bulamayız. Gerçi büyük ölçüde bunun sebebi, Rusya’nın, Müslüman ülkelerde sömürge topraklarının bulunmaması olabilir.
Rusya’daki İslâm ve Arabiyât araştırmaları Batı’dan daha geç başlamıştır. Rusya’nın Doğu’ya yakın olmasına ve belgelere ulaşma kolaylığına rağmen, ilmi metodolojisinin olmayışı bu süreçte Rus oryantalizmine önemli katkı sağlayamamıştır. Rus Oryantalizmi, Batılı, özellikle de Alman ekolü temsilcilerinden edindiği deneyim sonrası XIX. Yüzyıldan itibaren hızlı bir ilerleme kaydetmiştir. Daha sonraki yıllarda Batı’ya oranla daha hızlı ilerleme olmuştur. Aradan geçen yüz yıl gibi bir sürede, Batı Oryantalizmi’nin ulaştığı seviyeyi yakalamıştır. Kendi elyazmaları fonunu ve ciddi kütüphanelerini kurarak, kendi oryantalist birimlerine sahip olmuştur.
Rus oryantalizminden söz ederken biraz da Kazan Üniversitesi’ne değinmek lazım. Zira 19. yüzyılın ilk yarısında ve ortalarında Kazan Üniversitesi Şarkiyat Bölümü, Doğu’nun Müslüman halklarının tarihi ve kültürünü öğrenme noktasında Rus ve bütün dünya Şarkiyatının merkezi haline gelmiştir. Bu oryantalistler ilk olarak Rus toplumunu İslâmiyet’in genel akâidi ve Şarkın dini yaşamı ile tanıştırdılar. Kazan’da İslâmiyat, ilmi bir çalışma olarak XIX. Yüzyılın ikinci yarısında oluşmuş, fakat İslâmiyet’e, Hıristiyan misyonerlerin anti-müslüman bakışı çerçevesi ile yaklaştılar. Bu nedenle söz konusu edilen çalışma ve araştırmaların objektifliğinden ve bilimselliğinden bahsetmek biraz zordur. Hatta Rus oryantalistleri yaptıkları çalışmalarda Avrupalı oryantalistlerin eleştiren yaklaşımlarını daha da ileri götürmüştür
Amerikalıların Doğu ile ilişkileri, Tevrat’ı anlamak için İbrânice ile başlamıştır. Daha sonra, hem Sâmi dillerinden biri olması hem de Ortadoğu’daki zengin mâdenlere sahip Arap ülkelerinin dili olması sebebiyle, Arapça ile tanışmışlar ve bu alanda araştırmalar yapmışlardır. Bundan sonraki dönemlerde Amerikalılar (misyonerler) Ortadoğu’ya gitmiş ve buralarda faaliyetlerde bulunarak çeşitli okullar açmışlardır. Ayrıca Beyrut gibi Arap şehirlerinde matbaalar kurmuşlar ve Arapça’ya bilimsel kitaplar tercüme etmişlerdir. Arapça’dan tercümeler yapmışlar ve İngilizce olarak da eserler yazmışlardır. Bu kişiler, Amerikalıları, yazdıkları İngilizce eserlerle, Arapların sanatı, edebiyatları, bilimleri, kültür ve medeniyetleri hakkında bilgilendirmişlerdir.
Oryantalizm’in ABD’de gelişmesinin çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan biri, Amerika’da bulunan Lübnan ve Suriye vs. Ortadoğu göçmenleridir. Zira bu kişiler, ABD’de Arapça olarak dergiler çıkardılar; edebiyat kitapları yazdılar. Bu kişiler; Amerikan Oryantalizm’inin gelişmesinde pay sahibi olmuşlardır. Hitti, Khadduri gibi Amerikan Oryantalizm’inde önemli yerleri olan oryantalistler de Ortadoğu göçmenidirler. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrasındaki kazı çalışmaları ve Arkeoloji Heyetleri’nin Mısır, Filistin ve Irak’ta yapmış oldukları keşifler sayesinde de oryantalizm, ABD’de gelişme imkanı bulmuştur. Oryantalizm’in gelişmesinin bir diğer sebebi de -özellikle II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında- savaş vs. gibi nedenlerden dolayı kendi ülkelerini terk edip ABD’ye gelen ve ABD vatandaşlığına geçen Hourani, Makdisi ve Grunebaum gibi Doğu ve Batı kökenli bilim adamlarıdır.
Ortadoğu’da sömürgeciliğin zayıflaması sonucunda, o zamana kadar oryantalist çalışmalarda önde olan Fransa ve İngiltere, yerlerini ABD’ye devretmişlerdir. Çünkü oryantalizm ile sıkı bir ilişkisi olan sömürgecilik faaliyetleri neredeyse tamamen bitmiş ve bunun sonucunda bu ülkelerdeki oryantalizm faaliyetleri de zayıflamıştır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya siyasetinde birinci derecede ağırlığını hissettiren ABD, oryantalizme faydacılık düşüncesini ön plana çıkaran bir yaklaşım uygulamıştır. Bunun bir sonucu olarak Amerikan oryantalistlerin çalışmalarında edebiyat ve filoloji çalışmaları yetersiz kalmış; fakat buna karşın modern Yakındoğu’yla ilgili bol miktarda siyasi, ekonomik ve bölgesel analizler yapan yazılar görmek mümkündür. Her ne kadar genel anlamda Batı’nın Doğu’daki sömürgecilik faaliyetleri zayıflamış olsa bile, Amerika, Şarkiyat çalışmalarına hâlâ sömürgeci anlayışla yaklaşarak, bu çalışmaları Ortadoğu’daki siyasi ve ekonomik hegemonyasını devam ettirmesi yönünde kullanmaktadır.
ABD üniversitelerinin –özel ve devlet- çoğunda bağımsız Şarkiyat merkez ve kürsüleri oluşturulmuş ve bunların yanı sıra çok sayıda Amerikan vakfı, konseyi ve şirketi bu çalışmalar için maddi destek sağlamak için fonlar ayırmıştır. Hatta Amerikan Hükümeti’nin kendisi, politika geliştirmek için bu türden araştırmaları teşvik etmiş ve fonlar ayırmıştır.
Polonya’nın Ortadoğu ile ilk ilişkileri 8-9. yüzyıllarda Polonya’ya ticaret ve seyahat için giden Araplara ve başta Kudüs olmak üzere, çeşitli Arap ülke ve şehirlerine yolculuk yapıp bu yerler hakkında eserler yazan Polonyalı seyyahlar ve özellikle de hacılara dayanmaktadır. Polonya’da Şarkiyat çalışmalarının ilk adımları 16. yüzyılın sonunda atılmış ve bu dönemde Mısır, Filistin, Lübnan ve Suriye gibi Arap ülkelerinde yaşayan halkların yaşam tarzı, gelenek ve görenekleri, inanç esasları gibi konularda çalışmalar yapılmıştır.
Polonya’daki Şarkiyat araştırmaları daha çok 18. yüzyılda önemli hale gelmiş ve 19. yüzyılın sonlarına doğru hız kazanmıştır. Bunda, çeşitli ülkelerden buraya gelen Müslümanların yaptığı çalışmalar ve yazdıkları eserlerin büyük bir rolü olmuştur.
Polonya Şarkiyat çalışmalarında ön plana çıkan bir başka husus da Polonya hükümetinin oryantalist faaliyetlere verdiği önem ve destektir. Polonya hükümeti, Doğu ülkelerine öğrenci göndermiş, bu sayede öğrenciler, gittikleri ülkelerdeki araştırmalarının sonunda çeşitli Doğu eserlerinin tercümesini yapmış ve eserler yazmışlardır. Ayrıca İslâmiyet ve Doğu Dilleri’ni araştırmak, tercüman ve İslâmiyet ile ilgili ilim adamları yetiştirmek için çeşitli yerlerde okullar açmışlardır. Polonyalı oryantalistlerin çalışmalarında edebiyat ve filolojik unsurlar ön plana çıkmaktadır. Yaptıkları çalışmalarda “sömürgecilik” anlayışına rastlamamaktayız. II. Dünya Savaşı sırasında (1939-45) birçok Polonyalı Irak, Suriye, Lübnan, İran ve Türkiye’ye göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göç esnasında daha çok Türkiye tercih edilmiş bu da Şarkiyat araştırmalarının Türkoloji etrafında yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Polonya’nın bir çok oryantalistinin neredeyse tamamen Türkiye ve Türkçe üzerinde çalışması ve bu alanda eserler vermesi bunun bir göstergesidir.
Dostları ilə paylaş: |