Halkın büyük bir çoğunluğu tıpkı bir kadın ruh halı içindedir. Bunlar, fikir ve düşünceleri, fiil ve hareketlerden ziyade duyguların doğurduğu düşüncelerden çıkarırlar. Bu izlenimler karışık olmayıp, gayet basit ve sınırlıdır. Bunların arasında birtakım ince farklar yoktur, sadece sevgi veya kin, hak veya haksızlık, gerçek veya yalan, olumlu veya olumsuz konular vardır. Hiçbir zaman yarım hissiyata tesadüf edilmez, işte ingiltere'nin propagandasını idare edenler özellikle bu hususları gayet iyi anlamışlardır, ingiliz propagandasında şüphe doğuracak yarım tedbirlere rastlanmazdı.
Düşmanın halk psikolojisini gayet iyi bildiğini gösteren delil, o mezalim propagandası idi. Düşman bu propaganda sayesinde, cephede bozguna uğrasa bile manevi kuvveti korumak için gerekli malzemeyi buluyordu. Savaşın tek suçlusu olarak Alman milletim ilân ve teşhir etmekteki başarı da bu hususu doğruluyordu. Bu büyük yalan, küstahça ve taraf tutarak ileri sürülerek halk topluluklarının anlayabilecekleri bir şekle sokuluyordu. Topluluklar duygulan ile harekete geçerler ve daima aşırıya kaçarlar. Bundan dolayı da o koca yalanlara inanırlar. Bu propagandanın başarısı yalnız, dört yıl süren savaş boyunca düşmanın karşı koymaya devam etmesi ile değil, aynı zamanda milletimizin üzerinde yaptığı etki ile de ortaya çıkmıştır. Böyle bir başarının bizim propagandamıza nasip olmamasına şaşılmamalıdır. Propagandamız içerdeki karışıklıklar esnasında te-sirsizlik tohumu saçıyordu. Ayrıca içeriği itibariyle de halkın üzerinde gerekli tesiri yapmaktan çok uzaktı. Bizim o ipe sapa gelmez devlet adamlarımız, insanları ölüme sevk edebilmek için, o mânâsız barışçılık sözleri ile sarhoş etmenin ve coşturmanın mümkün olacağını sanmışlardı. Bir propagandada esaslı bir prensibe her zaman kesin bir şekilde uyulmazsa, teşkilât içinde gösterilen faaliyetler bir başarı sağlamaz. Propaganda gayet sınırlı konulara temas etmeli ve bunları devamlı bir şekilde tekrarlanmalıdır. Dünyadaki diğer işlerde de olduğu gibi, bunda da sebat ve ısrar başarının en önde gelen şartıdır. Propaganda her şeye kanıksamış kimselerin peşine düşmemeli ve estetlere kapılmamalıdır. Aksi halde propagandanın muhteviyatı, şekli ve ifadesi halkın üzerinde faaliyet gösterecek yerde, yalnız edebi salonlara devam eden kimselere tesir eder. işte bunlardan vebadan kaçar gibi kaçmak gerekir. Bunlar güzel hisler duymaktaki yetersizlikleri dolayısıyla daima kendilerine yeni terbiyeciler ararlar. Bu adamlar kısa zaman içinde her şeyden bıkarlar, daima değişiklik ararlar. Hiçbir zaman kusursuz bir durumda olan çağdaşlannın seviyesine gelemezler, hatta bunlan anlayamazlar. Propagandayı veya içeriğini pek eskimiş buldukları için eleştirirler. Onlara daima yeni şeyler gerekir. Bu herifler, halkın nezdinde siyasi başarının en öldürücü düşmanı olurlar.
Halbuki propaganda her şeye kanıkmış küçük beylere devamlı vakit geçirecekleri meraklı vasıtaları sağlamak için yapılan bir şey değildir. Propaganda kanaat ve telkin içindir, ikna edilmesi söz konusu olan kuvvet de topluluktur. Topluluğun ise daima o ağırlığı içinde bir fikri anlayabilecek duruma gelmesi için bir zamana ihtiyacı vardır. En basit mefhumlar defalarca tekrar edilmeden hafızasını onlara açmaz. Hedef çeşitli yönlerden aydınlatılabilir. Fakat her açıklamanın gayesi daima aynı düstura ulaşmalıdır. Ancak bu böyle olursa, propaganda düzgün bir etki yapabilir. Hiçbir zaman bir tarafa sapmadan üstünde yürünen bu yol, daima eşit ve metin bir çalışma sayesinde başarıya ermenin imkânını sağlar, işte o zaman böylesine sebat ve gayretle nasıl akla, hayale gelmez büyük sonuçlara kavuşulacağı hayretle görülür. Her reklâm ister iş hususunda, ister siyasi alanda yapılsın, başarısı devamlı çalışma ve daimi surette fikri takip etmekle elde edilir. Düşman propagandasını örnek almak gerekirdi. Bu propaganda özellikle belirli halk topluluğu için hazırlanmış birtakım hususlar içeriyor ve bunlar devamlı bir şekilde ısrarla idare edilip savunuluyordu. Esaslı fikirlerin ve bu fikirleri yayış usullerinin bir kere başarısı görülünce, savaş boyunca bunlar, bir değişiklik yapılmadan kullanıldı, ilk önceleri cüretli iddiaları yüzünden bu propaganda saçma gibi geliyordu. Daha sonra nahoş kabul edildi. En sonra ise inanıldı. Dört buçuk yıl sonra Almanya'da bir devrim çıktı ki, devrimin parolası düşman propagandasından alınmıştı, ingilizlerden bu silâhın başarısının devamlı kullanılması ile sağlanacağı ve bu başarının yapılan bütün masrafları karşılayacağını da öğrendim, ingilizler propagandayı birinci silâh kabul ediyorlardı. Halbuki bizde, propaganda bir sandalye kapamamış politikacıların son ekmek parçalan veya gazetelerde işletilen küçücük bir damar sayılıyordu.
BÖLÜM 19
Üç sene, (1919-20 ve 21'de) burjuva partilerinin toplantılarına devam ettim. Takip ettiğim bu toplantılar benim üzerimde, gençliğimde içtiğim bir kaşık balık yağının yaptığı tesiri meydana getirdi. Tıpkı bir kaşık balık yağım yutmak gibi bir şey... Belki de pek iyi bir şey, fakat tadı çok korkunç. Eğer milletimizi kurtarmak istiyorsak, milletimin elini kolunu bağlayıp bu burjuva partilerinin toplantılarına götürmek ve dışarı kaçmaması için salonun kapısını kapalı tutmak ve toplantının bitimine kadar kimsenin dışarı çıkmasına izin vermemek mümkün olursa, belki bu takdirde bir iki yüzyıl sonra bir başarı kazanılabilir.
Fakat hemen şunu itiraf edeyim ki, o zaman hayatın benim için bir değeri kalmayacak ve belki de Alman olmamayı tercih edeceğim. Ama ne var ki, Tanrı'ya şükürler olsun, sağlam ve ahlâkı henüz bozulmamış olan halkımızın bu burjuva toplantılarından şeytanın kutsal sudan kaçması gibi nefret etmesi, beni teselli etmektedir. Burjuva düşüncesini ve bu düşüncelerin hayranlarım yakından tanıdım. Artık bu pis burjuvaların neden hitabetin kıymetini anlamadıklarına şaşmıyorum. Bu üç sene zarfında Nasyonal Almanların, Alman Halk Partisi'nin, Bavyera Halk Partisi'nin ve Bavyera Merkez Partisi'nin hemen hemen bütün toplantılarını takip ettim, işte, bu toplantılarda saptadığım durum şuydu: Toplantılara katılanlar bir cinsten ve yeknesak kimselerdi. Yani toplantılara gelenlerin büyük bir çoğunluğu esasen partinin üyeleri idiler.
Hiçbir disiplin işaretine rastlanmayan bu toplantılardaki genel hava, devrimlerin gerçekleştiği toplantıları andırmaktan çok, kâğıt oynanan bir kahvehanenin dumanlı pis havasına benziyordu. Öte yandan, konferans veren hatip de, bu ağır havanın bozulmaması İçin elinden geleni yapıyordu. Konferans verenler bağırıyorlar di, nutuklarını çok yüksek sesle veriyorlardı. Fakat aslında yaptıkları iş, nutuklarını okumaktan ibaretti. Bu nutukçuklar, bir gazete üslûbu ile veya ilmi bir yazı şeklinde kaleme alınmıştı. Nedense kuvvetli ifadelere rastlanmıyordu. Ara sıra ustaca, fakat faydasız nutuklar verildiği de oluyordu. Bu nutuklar, parti idare heyetlerine dahil olan zevatın lütufkâr bir gülüşmelerine hedef oluyordu. Kahkaha ile gülmüyorlardı. Bu onlar için münasebetsizlik olurdu. Gizlice kibar bir şekilde gülücükler yapıyorlardı. Bir gün, Münih'te bir toplantıya şahit oldum. Leipzig'de harbin yıldönümü dolayısıyla bir miting yapılıyordu. Daha önceden hazırlanan nutuk bir üniversitenin profesörü tarafından okundu. Yönetim kurulu üyeleri en güzel yerde oturuyorlardı. Üç kişi idiler. Sağ ve soldakiler gözlüklü, ortada duran ise gözlüksüzdü. Üçü de redingot giymişti .Bu durumları insanda, idam kararına hükmetmiş bir mahkeme kurulunun veyahut tantanalı bir vaftiz merasimine katılanların intibaını uyandırıyordu. Güzel sayılabilecek sözde nutuk pek kötü bir tesir oluşturdu. Daha 45 dakika dolmadan mitinge katılanların hepsi, hipnotize edilmiş gibi bir uykuya daldı. Mitinge bir sessizlik hâkim olmuştu. Bu sessizliği sadece dışarı çıkan bir kimsenin ayak gürültüsü ve dinleyicilerin gittikçe çoğalan esnemeleri bozuyordu. Toplantıda, belki merak ederek, belki de delege olarak hazır bulunan üç işçi, ara sıra saklayamadıkları alaylı gülümsemelerle bakışıp duruyorlardı. Bu üç kişi, nihayet birbirini dirsekleriyle dürterek, sessizce toplantıyı terk etti. Dikkatimi çeken tarafları, toplantıyı ne pahasına olursa olsun, ihlâl etmek istemedikleri oldu. Hakikaten böyle bir yerde münakaşa etmenin hiçbir faydası yoktu.
Nihayet sesi gittikçe kısılan profesör konferansını bitirdi. Toplantının başkanı olan gözlüksüz zat ayağa kalkarak, âdeta öter gibi profesörün gayet güzel bir şekilde konferans verdiğini söyleyerek toplantıya katılan hemşire ve kardeşlerine minnettarlığını açıkladı. Ona göre konferans münakaşaya yer bırakmayacak şekilde geçmişti. Sonuç olarak, herhangi bir tartışmanın olması, kıymetli vakitlerinin kutsallığını ihlâl etmek olacaktı. Bundan dolayı, bütün dinleyicileri hislerine tercüman olarak, bir münakaşa yolu açmaktan çekiniyordu. Toplantıyı kapatarak hep bir ağızdan "Biz hepimiz bir vücut olmuş kardeş milletiz" marşını söylemeyi teklif etti. Marş söylendi.
En sonunda başkan Alman marşını söylemek teklifinde bulundu. Bu marş da söylendi. Bende, ikinci marş söylenirken seslerin eksilmiş olduğu kanaati oluştu. Yalnız marşın nakarat kısımlarında sesler çoğalıyor ve yükseliyordu. Demek ki herkes, marşın güftesini tam olarak bilmiyordu.
Toplantı dağıldı. Daha doğrusu herkes mümkün olduğu kadar çabuk dışarı çıkmak için kapılara hücum etti. Bunlardan bir kısmı dışarıda bira içecek, bir kısmı kahve içecekti ve bir kısmı da serbest ve temiz havaya kavuşmaktan memnun kalacaktı.
Ben üçüncü kısma dahil olanlardandım. Serbest havaya kavuşmak istiyordum. Acaba, yüz binlerce Prusyalı ve Almanın kahramanca mücadelesi bu gibi toplantılarla mı kutlanacaktı?
Hiç şüphe yok ki hükümet bu hali hoş karşılar ve beğenir. Çünkü bu bir barışseverlik toplantısıdır. Burada bir bakan için asayiş ve emniyet bakımından endişe duyulacak bir hal yoktur. Şevk ve heyecan, hiçbir zaman burjuva adabına tecavüz etmeyecek ve idari hudutları hiçbir zaman aşmayacaktır.
Toplantıya gelenler, toplantıdan sonra kendilerini bir birahane veya kahvehaneye atacak, şevk ve heyecan içinde grup grup sokaklarda dolaşarak "Almanya çok yaşasın" diye bağırmayacak ve böylece istirahat ihtiyacı olan zabıta kuvvetinin de canının sıkılmasından endişe edilmeyecektir.
işte bundan dolayı bu halkın durumundan ve davranışlarından memnuniyet duyabilirler.
Biz Nasyonal Sosyalistlerin yaptıkları mitingler ise tam aksine sakirt-geçen toplantılardan değildi. Onlarınki ile bizim yaptığımız toplantılarda iki hayat görüşünün dalgaları çarpışıyordu. Toplantılarımız, hiçbir zaman vatanperverce şarkıların tatsız terennümleri ile değil, tersine ırkçı ve milli ihtirasların ortaya çıkmasıyla sona eriyordu.
Daha işin başından itibaren, toplantılarımızda, kati bir disiplin kurduk, idare heyetine mutlak bir otorite sağlamak gereğini anladık. Keza, bizim verdiğimiz nutuklar burjuva konferanslarmdaki â-ciz hatiplerin gevezelikleri şeklinde değildi. Toplantılarımızda sarf edilen sözler fikir ve kanaatler, mevzu ve şekil itibariyle rakiplerimizin karşı koymalarım davet edecek içerikte idiler.
Toplantılarımıza birçok rakiplerimiz de katıldılar. Bazı kere toplantılarımıza rakiplerimiz kesif bir kalabalık halinde katılıyorlardı. Bu kalabalık birkaç demagogu da arasına almayı ihmal etmiyordu. Yüzlerinden daima şu ifade okunuyordu: "Bugün sizlerle kozlarımızı paylaşacağız, hesabınızı göreceğiz."
Her gelişlerinde bunlara, her tarafı parçalamak ve bu işe artık bir son vermek yolunda talimat veriliyordu. Birçok kere bu talimatın icrasına kıl payı kaldı, işte bu sıralarda, bizim idare heyetimizin sonsuz enerjisi ve kendi zabıta teşkilâtımızın sert mücadele kabiliyeti, âdi rakiplerimizin emel ve tasavvurlarına set çekti. Bizlere karşı galeyana gelmeleri için birçok sebep vardı. Bizim duvar ilânlarımızın kırmızı rengi, onları toplantılarımıza çekiyordu. Komünistlerin kızıl renklerinden istifade ettiğimiz zaman burjuvalar dehşet içinde kaldılar ve bu davranışımızı pek şüpheli bir şey olarak kabul ettiler. Nasyonal Almanlar, bizlerin esas itibariyle bir nevi Marksizm'i müdafaa ettiğimizi, çekirdek halinde birer sosyalist olduğumuzu yayıyorlardı. Çünkü bu kalın kafalılar bugüne kadar hakiki Nasyonal Sosyalizm" ile "Marksizm'in arasındaki büyük farkı anlayamamışlardı. Rakiplerimiz toplantılarımızda "Baylar ve Bayanlar"a hitap etmeyip, sadece vatandaşımıza hitapta bulunmamızı ve birbirimize bir parti arkadaşı muamelesi ettiğimizi görünce bizi "Marksist" zannettiler.
Bizler çoğu zaman tavşan postuna girmiş bu ahmak burjuvaların paniğe kapılışlarına kahkahalarla gülüyorduk. Bu rakiplerimizin, bizim kaynak, niyet ve gayemiz hakkında sanki büyük bir bilinmez ile karşı karşıya kalmış gibi kafa patlatmalarına gülmemek elde değildi. Duvar ilânlarımızda kırmızı rengi tercih edişimizin sebebi şuydu: Solcuları hiddetlerinden köpürtmek, onların nefret ve galeyanlarını tahrik etmek, böylece hiç olmazsa sabotaj yapmaları için toplantılarımıza gelmeye onları mecbur bırakmak. Çünkü fikriyatımızı bu kimselere duyurmanın yegâne şekli bu idi. Bu taktiğe, uzun uzadıya düşündükten sonra başvurduk, işte o vakitler, düşmanlarımızın kendilerini şaşırmış ve âciz kalmış hissettiklerini anladıkça devamlı bir şekilde taktik değişmelerini görmek ve bu hallerini takip etmek bizlere keyif veriyordu. Önceleri, kendi tarafla rina bizim toplantılarımızı önemsememeleri ve katılmamaları en ı m ni verdiler. Bu yasağa genellikle uyuldu. Fakat, yavaş yavaş içlerin den bazıları bu yasağa rağmen toplantılarımıza geldi. Gitgide sayı 1.1 n çoğalmaya başladı. Artık doktrinimiz onlara tesir etmeye başl.ı mıştı. işte bu sırada rakip liderler yavaş yavaş sinirlendiler ve endi şeye düştüler.
Endişeye kapılan ve sinirlenen rakip liderler, bu gelişmeye kaı sı seyirci kalmanın mümkün olamayacağını kabul ederek, teren usulleri ile bu vaziyete bir son vermek icap ettiğine kanaat getirdi ler. işte bundan sonra kızıl liderler, eğitim görmüş, bilinçli proleteı lere başvurdular. Artık salonlar toplantılarımız başlamadan 45 dakı ka kadar önce işçilerle doluyordu. Toplantılarımız, fitilleri tutuştu rulmuş olduğu için her an havaya fırlayacak barut dolu fıçılar.ı benziyordu. Fakat hiçbir zaman bu patlama meydana gelmedi.
Bu işçiler, toplantılarımıza bize düşman olarak geldiler, belki taraftar olarak değil ama, hiç olmazsa kendi öğretilerinin kıymetsi: bir şey olduğuna kanaat getirerek döndüler.
Ben, üç saat kadar süren nutuklarımdan sonra, taraftarlarımız la, rakiplerimizi kaynaştırıp, heyecanlı tek bir kütle haline getirme ye muvaffak oluyordum. Artık toplantılarımızı bozmak ve dağıtmak için verilen işaretler ve emirler hükümsüz kalıyordu, işte bu durum karşısında rakip liderler büyük bir korkuya düştüler. Yapabilecekle ri tek işe başvurdular. Tekrar, işçilerin toplantılarımıza gelmelerine mâni oldular.
Toplantılarımıza, bu ikinci yasaktan sonra gelenler azaldı. Fakat, aradan çok zaman geçmeden aynı hareket ve aynı faaliyet tekrar başladı.
Yasağa uyulmuyordu. Yoldaşların sayısı gittikçe arttı. Sonunda, radikal taktik taraftarları yine üstün geldiler. Tekrar şu karara varıldı: Bizim toplantılarımızı takip edilmesi olanaksız duruma getirmek. \
Yaptığımız iki, üç... sekiz, ya da on toplantıdan sonra anlaşıldı ki, bizim toplantılarımızı basmak tasarısı, uygulama alanına koymaktan daha çok teoride kolay bir iş olarak kalıyordu. Her toplantı sonunda komünistlerin kayba uğradıkları anlaşılıyordu. Tekrar işçi sınıfına şu anons yapıldı: "Yoldaşlar kadın ve erkek işçiler, Nasyonal Sosyalistlerin toplantılarından sakınınız!..." Komünistlerin bizimle olan mücadelelerindeki değişiklik kendi basınlarının yayınlarından anlaşılıyordu. Çok kere bizleri sessizliğin içine gömmek arzusunu gösterdiler. Daha sonra bu usulün de tesirsiz kaldığını görerek, tekrar terör hareketlerine lüzum duydular.
Gün geçtikçe bizden şu veya bu sebeple bahsediliyordu. Kendi
aralarında, işçilere bizim genç hareketimizin çok gülünç olduğu
hakkında birtakım zırvalar anlatılıyordu. Fakat bu zavallı efendiler,
taktiklerinin hiçbir faydasını görmediklerini yavaş yavaş anlamaya
j başladılar. Bu âdi hareketlerinin bize zararı değil, faydası dahi olu-
i yordu.
Çünkü bu efendilerin dedikleri gibi, bizim genç hareketimiz gülünç idiyse, neden bu kadar bu hareketle meşgul olunuyordu.
işte böyle düşünenlerde merak uyanıyordu. Bunun üzerine bir yarı geri çekilme taktiğine başvurdular. Bir müddet de bizleri, insanlığa kastetmek isteyen korkunç caniler olarak göstermeye başladılar. Makale üstüne makale yazdılar. Yalan uyduruyordular. Devamlı bir şekilde bize yakıştırdıkları cinayetleri ballandıra ballandıra anlattılar, yazdılar.
Aradan çok geçmeden bu hücumun da bizim genç hareketimize zerre kadar bir tesiri olmadığını gördüler. Zavallıların başvurdukları bu yalanla saldırgan hücum taktiği hakikatte bütün dikkatleri bizim üstümüze çekti ve bundan kızıllar değil, biz faydalandık.
Bunun üzerine ben şu biçimde hareket etmeye karar verdim. Faaliyetimizde bir değişiklik yapmayacaktık. Komünistler, istedikleri kadar bizi hafife alsınlar, bizimle eğlensinler ve bizlere sövüp saysınlar, hareketimizin istikametini hiçbir surette değiştirmeyecektik. Bu âdi iftiraların hiç ehemmiyeti yoktu, isterlerse bizi birer maskara veyahut birer cani olarak teşhir etsinler. Bizim için hiç mühim değildi. Esas olan bizden bahsetmeleri, bizlerle meşgul olmaları, kendi aralarında bizleri konuşmaları idi ve en mühimi, yavaş yavaş işçinin nazarında, bizim ile mücadele edilmesi icap eden bir kuvvet gibi görünmemizde idi.
Hakikatte ne olduğumuzu, ne istediğimizi maksadımızın esasını günün birinde basının bu köpek sürülerini andıran Yahudilerine gösterecektik. Toplantılarımızın tam anlamıyla sabote edilememesinin tek sebebi kızıl liderlerin korkuları idi. Bu korkaklıkları akla hayale sığmayacak kadar büyüktü. Bütün müşkül anlarda bu kızıl liderler, ileri saflara astları sürdüler. Kendileri ise daima, kavganın meydana geldiği salonların dışında kalıp, sonucu beklediler.
Bunların niyetleri hakkında, gayet sağlıklı bilgiler alabiliyorduk. Bu sıhhatli bilgileri, yalnız bazı taraftarlarımızı kızıl teşkilât içinde bırakmakla temin etmiyorduk, aynı zamanda kızıl propagandacıların gevezeliklerine kulak kabartmamız da çok iyi bilgi toplamamıza yardım ediyordu. Bu gevezelerden çok faydalandık. Şunu • esef ederek söyleyeyim ki, Alman milletinde bu denli gevezeliğe çok tesadüf edilir. Bir plân hazırlanınca, nedense Almanlar ağızlarını tutamazlar. Çoğu zaman yumurtlamadan gıdaklarlar.
Biz birçok defa, aleyhimizde hazırlanan geniş suikast plânlarım bu sayede öğrendik. Böylece komünist sabotaj ekipleri, hiçbir zaman kapı dışarı edileceklerini akıllarına getirmedikleri bir anda kendilerini salonun dışında buldular.
O günlerde toplantılarımızın emniyet ve asayişini bizzat temin etmeye mecburdum. Hükümetin himayesine hiçbir zaman itimat edilemezdi. Hattâ hükümet tam aksine olarak toplantılarımızda gürültü çıkaranları himaye ediyordu. Çünkü hükümet kuvvetlerinin tek müdahalesinin esas neticesi, toplantıyı dağıtmaktan ibaretti. Kızılların da tek istekleri ve amaçları bu değil miydi?
işe bu hususta emniyet kuvvetlerince bir usul meydana getirilmiştir. Bu usul hukuka aykırı ve sonucu en kötü bir harekettir. Hükümet erkânı, bir toplantıyı yarıda bırakmak için teşebbüsün olduğunu haber aldığında, emniyet ve asayişi bozanları tutuklamak yerine, biz masumları toplantımıza devam etmekten alıkoyuyordu. Bir emniyet memuru bu usulü büyük bir aklın ve hikmetin eseri (!) ve kanuna aykırı bir faaliyete meydan vermemek için başvurulan bir tedbir (!) olarak vasıflandırıyordu.
Bundan çıkacak sonuç şudur: Azmetmiş bir haydut, namuslu bir adatnı, her türlü siyasal hareket ve faaliyetten daima alıkoymak imkânına sahiptir. Devlet ise emniyet ve asayiş adına, bu azılı haydudun önünde eğilir ve böylece masumane bir şekilde haydudu tahrik ve teşvik eder.
işte biz Nasyonal Sosyalistler, herhangi bir yerde bir toplantı yapmak için faaliyete geçsek sendikalar kendi üyeleri ile bizim bu toplantımızı dağıtacaklarını söyleseler, polis bu durum karşısında şantajcı kızılları hapse tıkmadığı için, bizi toplantı yapmaktan men eder. Hattâ bu kanun adamları, birçok kere, toplantı yasağım bize , yazılı olarak tebliğ etmek suretiyle bu mantığa sığmayan hareketlerini yüzsüzce uyguladılar.
Toplantılarda bu gibi hareketlere karşı müdafaa tedbiri alınmak İsteniyorsa, yapılacak şey asayişi ihlâl edecek olan teşebbüsleri daha İşin başından itibaren zararsız hale getirecek çareler aranmalıdır.
Ayrıca şu husus da akıldan uzak tutulmamalıdır. Toplantının sadece emniyet kuvvetlerinin himayesi altında cereyan etmesi, toplantıyı tertip eden liderlerin halk nazarındaki itibarını sarsar. Büyük bir polis kuvvetinin himayesine ihtiyaç gösteren toplantılar, halkın nazarında hiçbir ehemmiyet ve cazibeye haiz olamazlar. Keza, milletinin aşağı tabakalarının nazarında başarının ilk önemli şartı bir kuvvet gösterisinde bulunmaktır.
Cesur bir adamın, bir korkağa kıyasla kadınların kalplerini kolaylıkla fethettiği gibi, kahramanca bir hareket de, bir milletin hassas kalbini, korkakça ve polis kuvvetinin himayesi sayesinde yapılabilen bir toplantıdan çok daha kolay elde eder.
işte bütün bu sebeplerden dolayı, bizim partimiz hayatını koruması ve devam ettirebilmesi için, kızıl teröristlere karşı bizzat tedbir almalı ve rakiplerinin hareketlerini kendi kuvvetleriyle bizzat ezmelidir.
Bizim toplantılarımızda asayiş, mitinglerimizi emin bir psikoloji ruhu ve enerji ile idare etmek ve aynı zamanda sükûneti korumakla vazifeli arkadaşlardan kurulu bir teşkilât sayesinde temin edildi.
Bir toplantı tertip ettiğimiz zaman, bu toplantının hâkimi bizden başkası değildi.
Kızıl rakiplerimiz şunu pek iyi biliyorlardı: Bizi tahrik edecek, toplantımızda gürültü çıkaracak grup, bize oranla kalabalık da olsa, örneğin beş yüz kişiye karşı bir düzine kadar olsak bile kapı dışarı edilecektir, işte bu sıralardaki ve özellikle Münih dışındaki toplantılarımızda yüzlerce rakibimizin karşısında on beş on altı Nasyonal Sosyalistin bulunduğu oldu.
Bu orantısız duruma rağmen biz herhangi bir tahrik hareketine müsaade etmedik. Toplantılarımızda hazır bulunanlar mağlûbiyeti kabul etmektense, dayak yemeği göze aldığımızı pek iyi biliyorlardı. Çok defa, öyle anlar oldu ki, biz bir avuç arkadaşla, köpekler gibi uluyan, patırdı gürültü eden büyük kızıl topluluğun, kahramanca üstesinden geldik. Biraz korkak olmasalardı, on, on beş kişiye karşı en sonunda galip gelebileceklerini anlayabilirlerdi. Fakat bu galibiyeti elde edebilmeleri için kendi arkadaşlarından birkaçının kafasının patlaması icap edecekti, işte bunu göze almak cesaretini göste-remiyorlardı.
Marksçıların ve burjuvaların toplantılarmdaki stratejiyi uyguladık. Bu uygulamalardan gayet iyi sonuçlar aldık. Marksçılar kendi toplantılarına burjuvalar tarafından bir sabotaj yapılmayacağını bildikleri halde, toplantılarda körü körüne bir disiplin kurmuşlardı Halbuki Marksçılarda toplantı dağıtmak emeli pek şiddetli bir şekil de kendim gösteriyordu. Hattâ, kendilerine rakip olanların toplantı larında gürültü çıkarmakta çok yetenekliydiler. Ayrıca, birçok ilde yalnızca Marksist olmayan bir toplantı yapmanın bile proletarya aleyhinde bir hareket olduğu fikrim yaymışlardı.
Hele hele, Marksçılar işlerine gelmeyen bu toplantılarda işçileri birer kukla gibi oynattıklarının ve yaptıkları hıyanetlerin listelerinin açıklanacağı ve halkı aldatmak için uydurdukları yalanların ortaya döküleceğini tahmin ederlerse büsbütün azarlar. Böyle bir toplantı mn yapılacağı ilân edilince, bütün kızıl basın korkunç bir gürültü çıkarır. Çoğu zaman, kanun aleyhtarlığını kendileri için bir sistem kabul eden bu alçaklar, önce hükümete başvurarak, proletarya aley hindeki bu tahripkâr toplantının, birtakım sonucu vahim olayla ı a gebe olduğu gerekçesi ile derhal yasak edilmesini rica ederler, hatta tehdit yolu ile isterler. Marksistler, dillerini yönetimin aptallıkların,ı uydururlar ve isteklerine kavuşurlar.
Eğer, tesadüfen, bulunduğu mevkie lâyık olmayan bir maymu na rastlamazlar ve hakiki bir Alman memuru ile karşılaşırlarsa, işi r o vakit proletaryaya karşı bir tahrik hareketine fırsat verilmeyeceği ne dair beyanname yayınlayarak, sefil burjuvaların suratlarını proletaryanın kemikli yumruğu ile parçalamak için proleterlerin toplan tıya gelmelerini ilân ederler.
Dostları ilə paylaş: |