Asıl yüzsüzlük belki de bunlar değildir. Asıl yüzsüzlük, yem bir parti kurmak suretiyle, esas partiden ayrılan bu kimselerin daha sonra birlikten ve birliğin ehemmiyetinden bahsetmelerindedir. Hem bunu arkalarından yetişmenin mümkün olmadığı zamanlarda yaparlar. Bu tecrübelerimizle sabittir.
Irkçıların dağılması, çeşitli gruplara ayrılmaları işte böyle meydana geliyordu. 1918 ve 1919 yıllarında ırkçı adını taşıyan birtakım teşekküller ve partiler birbirinin peşi sıra kurulmuşlardı. Fakat bu teşekküllerin ve partilerin kurulmalarında kurucuların hiçbir sorumluluğu yoktu ve olmamıştı. Sadece olaylar bu teşekkülleri ortaya çıkarmıştı. Bu teşekküllerden yalnız biri diğerlerine nispetle daha çok meydana çıktı. 1920 senesinden itibaren başarılar elde etti. Bu teşekkül Nasyonal Sosyalist Demokratik işçi Partisi idi.
Bu arada bir başka partinin kurucularının mertçe verdikleri karar hayran kalınacak bir hareketti. Çünkü bu mert insanlar, diğer harekete nispetle kendi hareketlerinin daha az başarı ihtimali arz ettiğini gördüklerinde, partilerini feshederek, bir kayıt ve şart ortaya atmadan diğer hareketle birleştiler. Bizim bu sözlerimiz bilhassa Julius Streicher hakkındadır. Bu kimse partinin en yaşlı dâva adamlarından biridir. O sırada Nurenberg'de bulunan Alman Sosyalist Partisinin, Nasyonal Sosyalist Demokratik işçi Partisi ile bir alâkası yoktu ve tamamen müstakil bir şekilde kurulmuştu. Fakat bu i-ki partinin de amaçları ortaktı. Alman Sosyalist Partisi'nin en yaşlı lideri, biraz önce de belirttiğim gibi profesör Julius Streicher idi. Başlangıçta profesör de görevinin kutsallığına ve hareketin geleceğine inanmıştı. Fakat daha sonra Nasyonal Sosyalist Demokratik işçi Partisi'nin aynı sahadaki üstünlüğünü tespit ettiği vakit, kendi partisi ve işçi cemiyeti lehlerine gösterdiği faaliyetlerden vazgeçti. Partisinin taraftarlarını Nasyonal Sosyalist Demokratik işçi Partisı'ne girmeye zorladı. Çünkü kendisine karşı mücadelede bu parti galip gelmişti. Ortak hedef uğrunda tek cephede mücadele edilmesini arzu ediyordu. Bu karar hakikaten mühimdi ve zamanında alınmış bir karardı.
Parti olarak gösterdiğimiz faaliyet sırasında bir dağılma ve parçalanma gibi krizlere tesadüf etmedik, ilk günlerdeki arkadaşların mertçe idareleri sayesinde her şey yine aynı şekilde doğru ve mutlu bir sonuca bağlandı.
Önceleri, ne kendilerine özgü fikirleri ve ne de kendilerinin başarılarının artık su götürmez bir durum aldığını görünce, kendilerine özgü amaçları olmayan bir sürü ihtiraslı kişiler birdenbire kendilerinde bir yetenek olduğunu hissediyorlardı.
Bu arada birdenbire, birtakım programlar meydana çıktı. Bu programlar tamamen bizim partinin programından kopya edilmişti. Bizim partiden kopya edilen fikirlerin savunması yapılıyordu. Bu kimseler, yıllarca uğrunda mücadele etmiş olduğumuz fikirlerden söz ediyorlardı.
Nasyonal Sosyalist Demokratik işçi Partisi'nin eskiden ben takip etmekte olduğu yollar, bu kimseler tarafından takip ediliyordu. Bu yeni oluşum partiler Nasyonal Sosyalist Demokratik işçi Partisi'nin eskiden beri mevcudiyetini bildikleri için bu partileri neden kurduklarım izafi etmeye kendilerini mecbur hissediyorlardı. Belki ileri sürülen sebepler ne kadar asil olursa olsun, çeviri maksadı ile verilen beyanlar da o kadar sahte idi.
Bütün bunlara eğilim gösterilmesinin tek sebebi, ne pahasına olursa olsun bu işte bir rol oynamak isteyen parti kurucularının şahsi hırsları idi. Bu gibi kimselerin gösterdikleri cüret, sadece başkalarına ait fikirlere sahip çıkmak suretiyle meydana atılmalarından ibarettir. Fakat böyle bir cürete, ancak hırsızlık denir.
O sıralarda, bu parti kleptomanlarının kendi işleri için ortaya atacakları bir görüş veya fikir yoktu. Fakat, daha sonra ırkçı devletin parçalanmasını da yaşlı gözlerle takip edenler ve acı duyanlar yine bu parti kleptomanları oldu. Başkalarının sesini başarabileceklerini sanarak ya da bunu ümit ederek, sürekli bir biçimde birlikten söz ediyorlardı. Bütün yaptıkları iş, feryatları ve bitip tükenmez şikâyetleri ile başkalarını yormak, yalnız eskiden ortaya atılan fikirleri aşırmakta kalmamak ve aynı zamanda bu fikirlere yardımcı ve destek olan eski hareketleri de çalmaktı.
Bu yeni teşebbüsler, başta bulunanların fikri değerleri olmaması yüzünden ümit edileni vermediği için, hemen hemen hepsinin, önceleri hafife aldıkları işçi cemiyetlerinden birine girmekten memnun kaldıkları görülüyordu. O günlerde ayakta duramayan bütün teşekküller, işçi cemiyetlerinden birine iltihak ediyorlardı. Bunlar, birbirlerine asılmış sekiz-dokuz felçlinin bir gladyatör kuvvetine denk bir kuvvet meydana getireceğini zannedenlerdendi.
Belki bu sekiz dokuz felçli arasında bir sağlam kimse bulunabilirdi. Fakat, bu sağlam kimsenin de diğer felçlileri ayakta tutmasına kuvveti yetmez ve ilerde bu sağlam da diğerleri gibi felçli duruma gelirdi. Biz işçi cemiyetleri ile bu tip birleşmeleri daima bir manevra saydık.
Şu görüşü hiçbir zaman unutmamak gerekir, işçi cemiyetleri şeklinde meydana gelen yeni teşekkül hiçbir zaman zayıf grupları, kuvvetli grup haline getiremez. Tam tersine, önceden kuvvetli olan grup, böyle bir birleşme karşısında zayıf düşer. Zayıf grupları bir araya getirip kuvvetli bir teşekkül meydana getirmek fikri tamamen yanlıştır.
Esasen, çoğunluk hangi şartlar altında meydana getirilmiş olursa olsun, aptallık ve korkaklıktan başka bir şey ortaya çıkaramaz. Bu tecrübe ile sabittir. Bundan çıkarılacak sonuç şudur: Çeşitli zayıf grupların her türlü birleşmeleri ile meydana getirilecek yeni cemiyet muhtelif hatalarla teşekkül etmiş bir idare heyeti tarafından sevk ve idare edileceği için korkaklık ve zaafa teslim edilmiş olur. Ayrıca, böyle bir teşekkülde kuvvetlerin serbestçe faaliyet göstermelerine engel olunmakla, en yararlı ve en iyi liderin seçilmesi uğrunda yapılacak mücadeleye de fırsat verilmeyecektir. Bunun neticesi olarak en sağlam ve en kati fikirlerin galip gelmeleri de tehlikeye girmiş oluyor. Bu tip cemiyetler, mevcut durumun ve olayların doğal gelişimine de karşıdırlar. Çünkü bunlar, uğrunda mücadele verilen sorunun çözümünü çabuklaştırmak yerine geciktirirler. Belki, bazı grupların birleşmeleri ve müşterek teşebbüslere girişmeleri yararlı olabilir. Ancak bu teşebbüs, pek kısa bir müddet için ve pek belirli sorunlarla meşgul olmak için yapılmalıdır. Bu durum hiçbir zaman devam etmemelidir. Çünkü böyle bir durum hareketin kurtarıcı vazifesinden vazgeçmesine sebep olur. Çünkü hareket, yukarıda anlatılan bir birleşmenin içine saplanıp kalırsa kendi istikametinde gelişme imkânını da elinden kaçırır.
Demek oluyor ki, rakip partilere hakim olmakla, önceden tespit edilmiş hedefe muzaffer bir sıfatla ulaşmak ihtimali de ortadan kalkmaktadır.
Dünyada büyük olan her şey, birleşmeler tarafından meydana getirilen hararetli mücadeleler sonunda elde edilememiştir. Büyük olan her şey daima tek ve galip tarafından fethedilmiştir.
ittifaklar, kaynakları dolayısıyla, gelecekteki ufalanma tohumlarını, hattâ o güne kadar elde edilmiş olumlu sonuçların tamamen kaybedilmesi sebeplerim kendi içlerinde taşırlar. Büyük ve dünyanın altını üstüne getiren manevi mahiyetteki devrimci hareketler ancak bağımsız ve tek başına olan grup tarafından yapılan dev mücadele sonunda olumlu sonucu ulaşmıştır ve ulaşabilir. Dünyayı saran böyle bir hareket hiçbir zaman, grupların birleşmeleri ile temin edilemez.
Irkçı devlet bir halk işçi meclisinin anlaşmalardan meydana getirilmiş idaresi ile ortaya çıkarılamaz. Ancak ırkçı devlet diğer hareketler arasından kendine yol açmış ve kuvvetini kabul ettirmiş tek bir hareketin faal iradesi sayesinde kurulur.
BÖLÜM 21
Eski Alman Devleti kuvvetini, dayandığı başlıca üç sütundan alıyordu. Bu üç esas şunlardır: Monarşik şekil, yüksek dereceli memurlar ve ordu. 1918 devrimi devletin monarşik olan şeklini kaldırdı, orduyu tamamen dağıttı ve memurları partilerin pençelerine teslim etti. Neticede devletin otoritesi olan esaslar kökünden yıkılmış oldu. Devlet otoritesinin dayandığı birinci esas, halkın gözündeki rağbetidir. Yalnız bu rağbete dayanan otorite ise son derece zayıftır. Böyle bir otoritenin güvenliği ve istikrarı yoktur. Bundan dolayı hükümet, tabanı genişletmek, nüfuz ve kudretini kuvvetli bir şekilde kurmak zorundadır.
Demek ki, her otoritenin ikinci temel taşı iktidarın nüfuz ve kudretindedir. Bu ikinci otorite, ilkine nispetle daha istikrarlı ve daha emindir. Fakat hemen şunu söyleyelim ki, hiç de gürbüz değildir. Eğer, halkın nezdinde sevgi ile kuvvet bırleşirse ve bu birleşme bir müddet devam ettirebilinirse, işte o zaman daha sağlam temeller üzerinde yeni bir otorite teşekkül etmiş olur. Nihayet halkın nezdinde, sevgi, kuvvet ve anane birleştiği takdirde bunlardan meydana gelen otorite sarsılmaz kabul edilir, işte 1918 devrimi bu üç direği yıktı. Gelenekten her türlü otoriteyi çekip aldı. Eski imparatorluğun yıkılması, eski hükümet şeklinin bir tarafa itilmesi, eski hakimiyet işaretlerinin ve imparatorluğun sembollerinin imha edilmesiyle gelenek birdenbire yok edildi. Bunun neticesi olarak devlet otoritesi şiddetli bir şekilde sarsıldı. Hatta, bugün devlet otoritesinin ikinci direği dahi ortada yoktur, devrimi yapabilmek için devletin teşkilâtlı kuvvetinin en büyüğü olan ordunun dağıtılmasına mecburiyet duyulmuştu. Ordunun kemirilmiş enkazı dahi devrimci mücadeleler unsuru olarak kullanıldı.
Cephedeki ordular, hiçbir zaman suçlu bir mevkie düşmediler. Fakat dört buçuk sene kahramanca savaştıkları mevkilerden geri çekilince, bu orduları, çöküş sahnelerini görmek daha çok yıktı. Nihayet terhis edilecek yerlere ulaşınca, itaat tanımaz oldular.
Hiç şüphe yok ki, askerlik hizmetini günde sekiz saatlik bir hizmet sayan bu asilere dayanarak ve güvenerek hiçbir otorite kurulamazdı. Artık, otoritenin sağlamlığım temin eden ikinci direk de böylece bir kenara atılmış oluyordu.
Devrim, ilk unsuru, yani halk nezdindeki sevgiyi muhafaza edebildi ve otoritesini bu sevgi üzerine inşa etti. Halbuki otoritesini inşa ettiği bu emel pek fazla çürüktü. Devrim hiç şüphe yok ki, bir kalemde eski devlet binasını yıkmağa muvaffak oldu. Fakat bu muvaffakiyette rol oynayan şey, milletimizin normal bünyesinin, devrimden önce savaş tarafından kemirilmiş olması idi.
Bir bütün olarak göz önüne alınacak olursa, her millet üç büyük sınıf halinde bir varlık arz eder.
Bu üç büyük sınıftan biri, seçkin vatandaşlardan meydana gelir. Bu sınıfa dahil olanlar fazilet sahibidirler ve cesaret ve fedakârlık ruhu ile dikkati çekerler. Bu sınıfa karşı olarak, diğer bir grup vardır. Bu sınıf en kötü kimselerden oluşmuştur. Bu grubun bencil ve nefret uyandıran bir vasfı vardır. Bu iki kutup arasında bir orta sınıf vardır ki, diğerlerine nispetle en geniş olanıdır. Bu sınıfa mensup kimseler, ne birinci sınıftakiler gibi seçkin ve cesaret sahibidirler, ne de diğer sınıf gibi bencil ve canice bir zihniyetleri vardır.
Bir toplumun yükselme devreleri, özellikle en iyi vatandaşlardan oluşan sınıfın gayretli ve olumlu çalışmaları ile meydana gelir.
Normal ve düzenli bir gelişmenin orta sınıf mensuplarına hâkim olunduğu zaman meydana geldiği ve devam ettiği görülür. Bu sırada aşırı sınıflar yerlerinden kımıldamazlar ya da yüksel-mezler.
Bir toplumun yıkılması, ancak en kötü unsurların hükümeti eline geçirmesi ile olur. işte bu bakımdan büyük kütle olan orta sınıf, birbirine zıt olan bu iki sınıfın çarpıştıkları sırada kendini gösterir. Bu büyük sınıfın, her zaman rakip partilerden birinin zaferinden sonra, üstün gelen tarafa bir armağan olarak boyun eğmesi dikkate değer bir durumdur. Eğer bu sınıf, en iyiler galip gelmişlerse onların icraatına engel olamaz.
Halbuki uzun süren savaş, bu üç sınıfın dengesini altüst etmiştir. Savaşın, milletin seçkin sınıfının kanını, hemen hemen son damlasına kadar akıttığını görüyoruz. Buna karşılık savaş, orta sınıf üzerinde öyle büyük bir tahribat yapmamıştır.
Şurası bir gerçektir ki, binlerce ve binlerce defa fedailere başvuruldu. Cephe için fedai arandı. Fedai devriyeler çıkarıldı. Fedai emirerleri, fedai telefoncular bulundu. Uçaklar için fedailer, nehirler aşmak için fedailer, denizaltılar için fedailer, hücum kıtaları için fedailer...
Savaş boyunca devamlı bir şekilde gönüllü bulmak icap etti. Bu bitip tükenmek bilmeyen talepler karşısında, aynı jest görülüyordu. Sakalları çıkmamış bir delikanlı veya yaşını almış bir adam, vatanseverlikten tutuşan ruh ve şahsi cesaret ile, en yüksek bir vazife şuuru ile dolu olarak cepheye atılıyordu.
Böyle on bin, yüz bin teklif geldi. Neticede bu "iman ihtiyat hazinesi" kurudu. Ateşler içine atılıp da ölmeyenler, yaralı olarak sayıları pek az kalmış olan inançlı arkadaşlarının yanlarına dönüyorlardı. Oysa fedailer denilen bu kimselerden koca koca ordular meydana getirilirdi. Fakat bu ordular bizim hiçbir işe yaramayan parlâ-mentocularımızın canice şuursuzlukları neticesinde sulh sırasında küçük bir talim dahi görmemişti. Bundan dolayı savaş sırasında ne yapabilirlerdi. Cephede yaptık için zayıf bir garanti olan halkın sevgisini kuvvetlendirecek silahlı bir teşkilât bulundurmak çarelerim aradılar.
işte ne kadar gariptir ki, "militarizm aleyhtarı" olan Cumhuriyetin askerlere ihtiyacı vardı. Cumhuriyetin ilk ve tek temeli olan halkın sevgisi ancak, p...ler, hırsızlar, yankesiciler, asker kaçakları, karaborsacılar, anarşistler topluluğunda kök salabilmişti. Biz bu güruha kötülerin nefret uyandıran sınıfı adını vermiştik. Bu durum ve şart altında, böyle bir çevrede, hiç çekinmeden hayatını yeni bir idealin uğruna vakfedecek bir kimsenin bulunabileceğini düşünmek bile boş bir şeydi.
Devrimi yapmış olan toplumsal tabaka, yaptığı bu devrimi koruyabilecek askeri temin etmeye kabiliyetli olmadığı gibi, kendisi de, kendi korkunç eserini müdafaadan âcizdi. Aynı zamanda bu grup hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bir cumhuriyet idaresine taraftar değildi. Bu haydut topluluğu, kendi arzusunun tahakkuk etmesi için cumhuriyetten evvelki devletin teşkilâtının lâğvedilmesini istiyordu. Bunların parolası hiçbir zaman "Düzen, asayiş ve Alman Cumhuriyeti'nih sağlam binası" olmadı. Bu âdi heriflerin tek emeli "cumhuriyetin yağma edilmesi" idi.
işte bundan dolayı, halk temsilcilerinin endişe ve ıstırap içinde çıkardıkları müthiş alarm feryatları bu güruh üzerinde bir tesir yapmadı. Tam tersine haydutların halka karşı olan mukavemet ve sert davranışlarını arttırdı.
Gerçekten devrimin ilk günlerinde bir güven ve inanç yokluğu tespit ediliyordu. Halkın, devrimin otoritesinin kaynağını kendi sevgisinden almadığını ve başka unsurlara dayandığını görünce bir direnişe geçeceği tahmin ediliyordu. Bu mücadele, hırsızlığa ve hak iddiasına, hırsızlar ve yağmacılar çetesinin ve hapishanelerden zincirini koparıp kaçmış bir sürü rezil heriflerin, işledikleri zulüm ve istibdada karşı olacaktı.
işte bu sırada, bir kere daha, asker elbisesini sırtına geçiren, tüfeğini kaptığı gibi, sükûnet ve asayişi hâkim kılan, vatandaşlarını tahrip edenlere karşı başlarında miğferleri olduğu halde mücadeleye hazır olan Alman gençleri bulundu.
Bu kahramanlar serbest fedailer sıfatı ile bir araya geldiler. Devrime kin beslemekle beraber, onu korumaya ve takviye etmeye giriştiler. Bu hareketler ile dünyanın en iyi ve en sağlam imanına sahip olduklarım gösterdiler.
Devrimin gerçek tertipçisi ve devrimin dizginlerini elinde tutan kimse uluslararası Yahudi idi. Bu uluslararası Yahudi, o günlerde durumu pek iyi takdir etmişti. Alman milletinin, Rusya'da olduğu gibi komünizm bataklığının kanlı çamurlarına itilmeye hazır bulunduğunu biliyordu.
Alman aydınları ile işçilerini birbirlerine yaklaştıran güç, ırk birliği idi. Bunda halk tabakaları ile kültürlü unsurların birbirlerine büyük oranda nüfuz etmiş olmalarının da etkisi bulunuyordu. Bu durum Avrupa'nın bütün batı memleketlerinde mevcut iken, Rusya'da bu şartlar yoktu. Rusya'da aydınların çoğu Rus milletinden değildi. Yahut bu aydınlar Rus olsalar bile artık Slavlıklarını kaybetmişlerdi. Savaştan önce Rusya'da aydın tabaka, kendini halka bağlayacak bir aracı tabakanın mevcut bulunmamasından dolayı, halk tarafından her an yok edilebilirdi. Fakat Rus halkı fikri ve ahlâki seviye bakımından sıfırdı, işte bu cahiller topluluğu olan Rus halkı, aydınlara karşı tahrik edilince, Rusya'nın kaderi birden değişti ve inkılâp başarı kazandı. Neticede, Komünist ihtilâli galip çıkınca, cahil Rus halkı Yahudi diktatörlerin, müdafaadan mahrum birer kölesi haline geldi. Yahudi diktatörler ise, bu istibdada, "halk cumhuriyeti" adını verecek kadar sahte ve ustaca hareket ettiler.
Şimdi Almanya'da cereyan eden olayı da anlatalım. Almanya'daki devrim, ancak ordunun iç idaresinin bozulması ile mümkün oldu. Bu arada hemen şunu belirtelim ki, devrimin casusları ve orduyu içten yıkan âdi herifler, cephedeki, askerler değildi. Bu âdi işi, iktisadi bir unvan ile bu memlekette lüzumlu bir mütehassıs gibi hayat süren zalim alçaklar yaptı. Gerçi Alman ordusunu takviye eden on binlerce asker kaçağı da vardı. Fakat bunlar kendilerini büyük bir tehlikeye atmadılar ve cepheye arkalarını döndüler.
Hakiki bir korkak, en çok ölümden çekinir. Cephedeki korkağa ölümün karanlık yüzü, bir gün içinde çeşitli şekillerde görünür. Zayıf, korkak, tereddüt içinde olan tabansız kimseler, bu durumlarına rağmen, vazife yerinde tutulmak isteniyorlarsa. Onlara şunu öğretmelidir: Kaçanın başına korktuğu şey muhakkak gelecektir. Cephede ölmek ihtimal dahilindedir. Fakat, kaçarken ölmek muhakkaktır.
işte askeri kanunun bütün maksat ve mânası bu olmalıdır.
Münhasıran, bir kimsenin doğuştan kazandığı cesaret ve fedakârlıklarla bir milletin hayatı uğrundaki büyük "kavga"yı nihayete kadar idare edebilmek imkânına inanmak gayet güzel bir şeydi. Vazifenin, ihtiyari bir şekilde ve kendi arzusu ile ifa edilmesi vatandaşların haklı hareketlerine daima hâkim olmuştur. Fakat vasat kabiliyette ve karakterde olan kimseler için bu artık bir hakikat değildir.
Bundan dolayı, böyle kanunlara sahip olmak şart ve böyle kanunların tam manasıyla tatbik edilmesi çok lüzumludur.
Gönüllü kahramanlar hakkında askeri kanun pek tabii olarak elzemdir. Fakat bu kanun daha ziyade, millet sıkıntı içinde bulundüğü bir sırada kendi hayatını, topluluğun hayatına tercih eden korkak ve bencil olana karşı tesirli ve lüzumludur.
Bu zayıf karakterli korkak ve bencil kimselerin bu âdi hareketleri ancak, kendilerini korkutan şeyden çok daha şiddetli bir ceza ile korkutmakla önlenebilir, insanlara, cepheye davet edildikleri vakit, bu davete icabet etmedikleri zaman onları korkutmak için verilecek hapis cezası işi halletmez. Burada yalnızca, merhametsizce verilen ölüm cezası olumlu rol oynar. Çünkü tecrübe ile sabittir ki, hapishanedeki hücre, cephedeki bir siperden çok daha rahat bir yerdir. Keza bu âdi heriflerin kendilerince paha biçilmez kıymetli hayatları hapishanelerde garanti altındadır.
Cephede verilen ölüm cezasının kaldırılması ve ırkı idare kanununun kaldırılması durumu alt üst etti. Neticede, bu kaçaklar ordusu memleket içine yayıldı. Böylece bu kaçaklar ordusu 7 Kasım 1918'de ani olarak karşımıza çıktı ve devrimi yapan teşkilâtı meydana getirdi.
işin doğrusu aranırsa, cephenin bu âdi teşkilâtı ile bir alâkası yoktu. Fakat cephedekilerin hepsinin içinde bir barış arzusu, inkılâp için en ciddi ve en büyük tehlike idi.
Barış temin edildikten sonra, devrimcileri bir korku aldı. Çünkü cephedeki asker memleketine dönmeye başlamıştı ve bu askerler acaba inkılâba müsaade edecekler miydi? Yahudi zekâsı bunun da çaresini buldu: inkılâp birkaç gün ılımlı hareket edecekti. Aksi takdirde bir iki Alman alayı, bu âdi herifleri, silindir gibi ezer geçerdi. Eğer, o günlerde tek bir Alman generali, kendi sadık askerlerine o kızıl heriflerin hepsini kurşuna dizmek, muhtemel mukavemetleri top ateşi ile bertaraf etmek emrini verecek olsa idi, generalin bu küçük ordusu etrafında on binlerce Alman bir anda toplanabilirdi.
ipleri elinde tutan Yahudileri, bilhassa bu ihtimal korkutuyordu. Bundan dolayı, bu âdi Yahudiler devrimi gayet ılımlı bir şekilde yürüttüler. Onlar devrimi bir komünist devrimi olarak göstermenin gerektiğini düşünüyorlardı. Bundan dolayı, savaş sonrası şartları için, riyakâr bir çehre ile, bir sükûn ve asayiş rejimi tahakkuk ettirecekleri havasını yaydılar.
Sık sık müsaade istemeleri, eski yüksek dereceli memurlara, eski ordu liderlerine başvurmaları bu korkulanndan ileri geliyordu. Hiç olmazsa bir müddet, bu şekilde hareket etmeye ihtiyaç duyuyorlardı. Daha sonra her darbeye boyunlarım büküp, göğüs geren bu aldatılmış adamlara hakları olan tekmeyi indirmek cesareti gösterilebilir ve cumhuriyet, eski devleti yönetenlerin ellerinden alınarak, devrim akbabalarının pençelerine teslim edilebilirdi.
îşte ancak bu yolla, bu yeni durumu masum, sevimli ve ılımlı bir çehre altında gösterip, eski generalleri ve eski devlet memurlarım kandırarak, bu kimselerin taraftarlarının ihtimal dahilinde olan bir direnişlerini hükümsüz ve etkisiz bırakmak ümidi beslenebilirdi.
Bu alçak Yahudiler, bu manevralarında muvaffak oldular. Devrim, asayiş ve sükûn unsurları tarafından yapılmayıp, kıyam, hırsızlık ve yağma unsurları tarafından yapılmıştı.
Sosyal Demokrat Parti gittikçe büyümesinden ve çoğalmasından dolayı, devrimci parti niteliğini yavaş yavaş kaybetti. Bunun sebebi, partinin devrimden başka bir amaç kabul etmesi veya liderlerin yine devrimden başka bir amaca saplanmaları değildi.
Sebep, partide icraata geçecek kabiliyetli taraftarların kalmaması idi. On milyon üyesi bulunan bir parti ile bir devrim yapılamazdı. Bu kadar mühim bir inkılâp hareketi için, artık insanın önünde ve emrinde nefret uyandıran bir parti kalmamıştır. Böyle bir parti, devamlı bir şekilde şişmesi ile büyük merkezi bir topluluk haline gelmiş, tembel bir kalabalık olmuştur.
Yahudi, bu durumdan da yararlanmasını bildi. Sosyal Demokrat topluluğun tembelleşmesi ile milli savunmamıza bir kurşun bloğu gibi yapışık kaldığı sırada Yahudiler, bu partinin bünyesinden faal unsurlar çıkardılar. Bunları hücum kıtaları halinde teşkilâtlandırdılar. Yahudi, bu kuvvetleri özellikle müthiş birer çatışma kuvveti haline getirdi.
Böylece bağımsız parti, Spartakist Cemiyeti, Marksizm'in hücum birliklerini teşkil etti. Bunların vazifesi, senelerden beri bu maksat için hazırlanmış olan Sosyal Demokrat Parti'nin yerini almaktı.
Marksizm, korkak burjuvaziyi tam manasıyla anladı. Marksistler, eskimiş ve yıpranmış bir nesilden kurulu olan bu siyasi partinin ayaklar altına düşmüş olan itibarının hiçbir zaman esaslı bir direniş gösteremeyeceğini biliyorlardı. Bundan dolayı kızıllar, burjuvaziyi pek önemsemiyorlardı.
Daha önce de söylediğimiz gibi, kızılları endişeye sevk eden şey, cepheden dönenlerdi. Bundan dolayı, devrimin tabii gelişmesini bir parça kısmak lüzumunu duydular.
Sosyal demokrasinin bütün gücü, duruma hâkim olmuştu. Bunun için gelecekteki hücum birlikleri ve Spartakistler bir tarafa itildiler. Gerçi bu hareket kavgasız olmadı. Kavgaya sebep, faal hücum birliklerinin ümitlerinin boşa çıkması ve yağmaya devam edememelerinden dolayı çıkardıkları patırdı ve gürültü idi ve bu hal devrimin dizginlerini elinde tutan Yahudileri ürküttü. Ancak bundan başka sebepler de vardı. Meselâ, alt üst olmanın neticesi iki tarafın teşekkülüne meydan vermişti. Yani, sükûn ve asayiş partisi ile kanlı tedhiş grupları karşı karşıya gelmişlerdi.
işte bu durum karşısında, burjuvazi bütün kuvvetleri ile sükûn ve asayiş taraftarlarına teslim oldu. Böylece bu sefil ve içi geçmiş siyasi oluşum bir icraat yapmak fırsatını eline geçirmiş olacaktı. Hiç olmazsa, ayaklarını sağlam bir yere basacak, en çok nefret ettikleri, fakat nefret ettikleri kadar da korktukları bir kuvvet ile denk duruma gelmek imkânına kavuşacaklardı.
inkılâbı en adi unsurlardan kurulu bir azınlık yapmıştı. Aralık 1918 ve Ocak 1919'daki durum buydu. Bu âdi hareketin arkasından bütün Marksçı unsurlar geliyordu, inkılâp ılımlı bir manzara arz ediyordu. Bu hâl ise, inkılâbın korkunç müritlerinin husumetini çekiyordu. Bunlar, silâh kullanarak, terör hareketlerine başvurarak, resmi daireleri işgale ve ılımlı devrimcileri tehdide başladılar. Bu tehlike karşısında, yeni idare taraftarları arasında aşırı devrimcilere karşı mücadeleyi ortaklaşa yürütmek üzere bir anlaşma yapıldı.
Dostları ilə paylaş: |