Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə51/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51

Böyle bir tarihi genişliği olacak hesap görme işi bazı hususi akıl vericiler, içleri geçmiş bazı ihtiyar bakanlar tarafından çizilmiş bir plânı takiple sağlanamazdı. Dünyada hayatın ölümsüz kanunlarina baş eğmek gerekirdi. Bu kanunlar hayatı bir kavga, yani sonu kesilmeyen bir kavga kabul ederler. Çok zaman en kanlı iç savaşla­rın esas itibariyle yumuşak huylu olan bir milleti çelikleştirdiği ve pis kokusu göklere kadar çıkan bir leşin ise, büyük bir özenle devam ettirilmiş bir barış halinin neticesi olduğu gerçeğini gözden uzak tutmamak gerekirdi. Bunun için 1923'te milletimizin kemikle­rini ve etlerim kemiren yılanları çelik bir elle yakalamak ihtiyacını doğmuştu. Bu iş başarı ile sonuçlanınca, o zaman hareketli bir di­renç hazırlıklarının anlamı olurdu. Hiç olmazsa sözde milli çevrele­ri, bu defa vatanın ne kazanacağı ihtimali bulunduğunu ve özellikle 1914'teki ve takip eden senelerdeki aynı hatalar tekrar edilirse so­nucun 1918'dekinin aynı olacağım açıkça anlatmağa teşebbüs ede­rek gırtlağımı yırtıncaya kadar uğraştım. Hiç bıkmadan ve usanma­dan kaderin akışını yakından takip ederek, hareketimize Marksizm ile hesap görmek olanağını vermelerini istiyordum. Fakat bunları kulağı işitmeyenlere anlatıyordum. Ordu kumandanı da içlerinde olduğu halde herkes, ne yapılması gerektiğim benden iyi bildiğini iddia ediyordu. Nihayet bir gün geldi ki, tarihin en üzücü hak ver­me durumlarından birine düştüler.

O zaman Alman burjuvazisinin görevinin son hududuna vardı­ğı ve artık hiçbir işe yaramaz hale geldiği hakkında derin bir kana­ate sahip oldum. Bütün bu burjuva partilerinin Marksizm ile yalnız rekabetin telkin ettiği duygudan dolayı mücadele ettiklerini ve onu ciddi surette ortadan kaldırmayı istemediklerim gördüm. Uzun za­mandan beri bütün bu partiler Almanya'nın yok olmasını görmeğe alışık bulunuyorlardı. Artık yalnız bir düşünceleri kalmıştı: "Cenaze alayı ziyafetine kendilerini de davet ettirmek, işte yalnız bunun için mücadele ediyorlardı.

Şunu açıkça itiraf edeceğim: O devirde ben Alplerin güneyinde milletine karşı beslediği ateşli sevgiden cesaret alarak italya'nın iç hainleri ile anlaşmaktan kaçıp, her çareye başvurmak suretiyle düş­manları ortadan kaldırmağa uğraşan büyük adama karşı derin bir hayranlık duydum. MUSSOLÎNl'Yl bu dünyada büyük insanlar se­viyesine çıkaracak husus, halya'yı Marksizm'le paylaşmak yerine, Marksizmi imhaya uğraşarak vatanı uluslararası duruma düşürmek­ten koruma yolundaki azmidir. Bizim sahte ve değersiz devlet adamlarımız, ona nispetle acınacak bir cüce halinde kaldıkları için, bu sığırlar kendilerinden bin defa üstün bir adamı eleştirmek gibi bir anlamsızlığa kalkıştıkları zaman insan derin bir nefret duyuyor. Henüz yarım yüzyıl önce liderleri bir Bismarck olan bir memlekette böyle sözler işitmek insana ne tuhaf geliyor! Burjuvazinin 1923 se­nesinde aldığı bu vaziyet ve Marksizm'e gösterdiği yumuşak davra­nışlar, Ruhr'da her türlü faal direncin elde edeceği sonucu önceden işaretlemiş oluyordu. Bir can düşmanı kendi aramızda bulunduğu sı­rada Fransa ile savaşa girişmek bir aptallık idi. Buna eklenen her şey, kavga taklidinden, hedefi "halk ruhunun coşmasını" teskin ve Al­manya'nın milli unsurlarını biraz olsun tatmin için, fakat gerçek­ten onu kandırmak gayesiyle düzenlenmiş sahnelerden ibaretti. Eğer bir inançla hareket edilmiş olsaydı, bir milletin kuvvetinin bi­rinci derecede silâhlarında değil, idare kuvvetlerinde olduğu ve dış düşmanları yenmeden önce içteki düşmanların kökünü kazımak ge­rektiği kabul edilirdi. Yoksa zafere ve daha ilk günden itibaren gös­terilen çabalara bir mükâfat bulamayan milletin vay haline... içinde düşman unsurları saklanmış bir milletin üzerinden bir bozgun silin­dirinin geçmesi, direnme kuvvetinin bölünmesi ve dış düşmanın muhakkak zafere ulaşması için yeterlidir.

işte 1923 senesinin baharından beri bunun böyle olacağı evvel­den görülebilirdi. Fransa'ya karşı askeri bir başarı elde etmenin güç­lüğünden hiç söz edilmesin. Çünkü Fransızların Ruhr'a girmeleri ile doğacak tepki Almanya'da Marksizm'in yok edilmesinden başka bir sonuç olmasa bile, başarı bizim lehimize gerçekleşmiş sayılırdı. Ha­yatının ve geleceğinin azılı düşmanlanndan kurtulmuş olan bir Al­manya dünyada artık kimsenin yenemeyeceği kuvvetlere sahip olur­du.

Almanya'da, Marksizm'in parçalandığı gün, gerçekte esaret zin­cirlerinin de ebediyen parçalandığı görülecekti. Çünkü biz bütün tarihimiz içinde hiçbir zaman düşmanlarımızın kuvvetli oluşu dola­yısıyla yenilmedik. Biz her zaman kendi hatalarımızdan ve içimizde bulunan düşmanlar tarafından mağlûp edildik. Alman hükümeti o devirde bu kadar kahramanca bir davranıştan aciz bulunduğu için yukarda gösterilen ikinci şekli seçme gibi bir akıl ve hikmet eseri göstermeliydi. Yani o dakikada hiçbir şey yapmayarak, durumu kendi akışına bırakmalıydı.

Fakat tarihimizin bu mühim dakikasında Allah Alman milletine büyük bir adam(!) olan M. Cuno'yıa hediye etti. Bu kişi tam mana­sıyla bir devlet adamı, yahut meslekten yetişmiş pişkin bir politikacı değildi. Hele hele, anadan doğma üstün kabiliyetli bir devlet ada­mı hiç değildi. Belli vazifeleri yerine getirmek için bir nevi uşak rolünü oynuyordu. Bu Almanya için, bir Tanrı belâsı oldu. Çünkü dış ve iç politikaya karışan bu "tüccar", onu ticari bir iş düşündü ve ona göre faaliyet gösterdi. Fransa Ruhr Bölgesi'ni işgal ediyordu. Ruhr Bölgesi'nde ne vardı? Kömür. Anlaşılıyordu ki, Fransa Ruhr Bölgesi'ni kömürü için istilâ etmekte. Bunun neticesi olarak M. Cu-no Fransızların kömürden mahrum kalmaları için "grev" ilânım dü­şündü. M. Cuno'nun aklınca böyle bir davranış Fransız ordusunu muhakkak Ruhr Bölgesi'ni terke zorlayacaktı. Çünkü bu işgal ken­disine hiçbir kâr getirmeyecekti, işte milli ruha sahip (!) bu mü­him devlet adamının düşüncesi buydu. Cuno, çeşitli meydanlarda nu­tuklarla milletine hitap ediyordu. Ne yazık ki milleti de kendisini memnuniyetle, heyecanla dinliyor ve hayranlık duyuyordu.

Fakat grevi yapmak için tabii olarak Marksistlere muhtaçtılar. Çünkü, grevi ocaklarda çalışan işçiler yapacaklardı. Binaenaleyh maden işçilerini de diğer Almanlar tarafından kurulmuş tek cephe­ye sokmak gerekiyordu. Burjuvaziye mensup bir devlet adamı için işçi, Marksist birbirlerine eşit deyimlerdir. Bu hıyanet parola ilân edildiğinde burjuva çöplüğünden çıkmış olan bu partilerin temsilci­lerinin gözlerinin nasıl parladığı görülecek şeydi. Hele şükür Uzun zamandan beri aradıklarını bulmuşlardı. Onlara göre, Cuno bizi Marksizm'den ayıran kanalın üzerine bir köprü dikmişti. O vakit kendini bir milli kahraman ilân ederek elini, vatanlarına hıyanetleri tespit edilmiş hain komünistlere doğru uzattığı görüldü. Bu hainler de kendi menfaatleri bakımından uzatılan eli boş çevirmediler. Na­sıl ki, Cuno'nun kendi "tek cephesi"ni kurmak için komünist lider­lere ihtiyacı varsa, komünistler de Cuno'nun parasına muhtaçtılar. Cuno'nun milli gazetelerden ve milli olmayan dolandırıcılardan ku­rulu "tek cephe"si nihayet teşkil edildi ve tuhaftır ki komünistlere, yalancılara devlet tarafından tahsisat bağlandı. Bunlar asil (!) vazife­lerini yapmağa koyuldular. Hem de bu, defa ücreti devlet tarafından verilmek şartıyla...

Genel bir greve tahsisat bağlayarak bir milleti kurtarmak akılla­ra zarar bir fikir idi. Pek iyi bilinir ki, bir millet hürriyetini dua ile sağlayamaz. Genellikle bir milleti tembelliğe teşvik ederek hür yap mak da imkânsızdı. Bu gerçeği, tarihi bir tecrübe daha ispat edecek ti. Eğer o dakikada M, Cuno ücretli bir greve gideceği yerde heı Alman'dan iki saat fazla çalışma istemiş olsaydı, bu "tek cephe" masalı üç günde kendiliğinden son bulurdu. Milletler, haylazlıklarla değil, fedakârlıklarla kurtarılır.

Zaten bu sözde "pasif direnç" uzun zaman devam etmedi. Bu kadar gülünç şekilde istilâ ordularının korkutulacağını ve geri çekil­meye mecbur edileceğini düşünmek "savaş" hakkında bir şey bilme­mek demekti. Bu neticeyi elde edebilmek için masrafı milyarlara çı­kan ve dünya parasını kökünden sarsacak bir teşebbüse girişmek lâ­zımdı. Tabiidir ki Fransızlar "direncin" nasıl kurulduğunu görünce Ruhr Bölgesi'ne kendi evleri gibi yerleştiler. Serkeş bir sivil halkın davranışı işgali yapanlar için önemli bir tehlike halini aldığı zaman, bunların sindirilmesi için hangi usullerin tanıtılacağını Fransızlar bizden öğrenmişlerdi. Dokuz sene önce biz Belçika çetelerini bir an­da dağıtmamış mıydık?

Sivil halka, faaliyetleri Alman orduları için hakiki tehlike oldu­ğu zaman vaziyetin ciddiyetini ve önemini açıkça anlatmamış mıy­dık? Ruhr'daki pasif direnme Fransızlar için gerçekten bir tehlike olsaydı sekiz gün içinde kolayca işgal orduları bu çocukça davranış­lara gayet kanlı bir şekilde son verirlerdi. Daima dönüp dolaşıp şu noktaya geliyoruz. Pasif direnme eğer düşmanın sinirine gerçekten dokunursa ve o zaman bu direnmeyi silâh zoruyla ve kan dökerek ezmeğe kalkarsa ne yapılacaktı? Bu takdirde direnmeye devam kara­rı verilmiş midir? Evet denecekse, en kanlı zulümlere ve tecavüzlere katlanmak mecburiyetini beklemeli. Fakat o zaman aktif bir diren­me ile, uğranılacak durum yine aynı olacaktır. Demek ki, mücadele etmek lâzımdır. Pasif denilen direnmenin, o da ancak ihtiyaç takdi­rinde ve buna açıktan açığa bir mücadele yahut çete savaşı ile deva­mı için gizli bir azim ve teşkilât mevcut olursa bir mânası vardır. Genel olarak, ancak böyle bir mücadele, tam başarının mümkün olduğu fikrim akla getirir. Düşman tarafından sarılmış ve tazyik edi­len bir kale, her türlü kurtuluş ümidinden vazgeçer geçmez kalenin müdafileri hemen hemen mutlak ölüm yerine hayatlarını kurtarmak ümidine sahip iseler, kendi kendilerine teslim olurlar. Tamamen sa­rılmış olan bir kalede son imdat kuvvetinin de düşman tarafından parçalandığı öğrenilirse, askerlerin bütün direnme güçleri uçar gi­der. Bunun için Ruhr'da bir pasif direnme, gerçekten bir neticeye varabilmek için yükleyeceği ve yüklenilmesi gerekecek olan sonuç­lar göz önüne getirilerek arkasından ancak aktif bir direnme teşkilâ­tı kurulduğu takdirde mâna kazanabilirdi. O vakit milletimizden sonsuz kaynaklar elde etmek mümkün olabilirdi. Eğer Westpha-lie'de oturanlardan her biri istilâ edilememiş Almanya'nın seksen yahut yüz taburluk bir orduyu hazırlamış olduğunu bilseydi Fran­sızlar diken üstünde kalacaklardı. Cesur adamlar başarı ihtimalini göz önünde bulundururlarsa teşebbüsün açıktan açığa belli olan faydasızlığına nispetle, fedakârlığa daha çok yatkın olurlar.

işte bu düşünüşle Nasyonal-Sosyalistler, vatanperverce olduğu­nu iddia eden bu parolaya karşı azimli bir surette vaziyet aldık. Bu­nu takip eden aylarda, bütün vatanseverlikleri aptallıktan ve duru­mu kurtarmaktan ibaret olan, gururları tehlikesizce vatansever gö-rünebilmekten hoş bir surette gıcıklanan adamlar tarafından bize karşı yapılan saldırılar hiç eksik olmadı. Bu değersiz tek cepheyi, gösterilerin en gülüncü kabul ettim. Sonunda olaylar beni haklı çı­kardı.

Sendikacılar Cuno tarafından verilen paralarla kasalarını ağzına kadar doldurdukları ve pasif "direnme" bir tembelin müdafaasından gerçek bir taarruza geçmek safhasına geldiği zaman, kızıl sırtlanlar birdenbire koyun sürülerini terk ettiler ve tekrar her zamanki du­rumlarına döndüler. M. Cuno gürültüsüz, patırtısız gemilerine dön­dü. Almanya yeni bir deney ile zenginleşmiş, fakat büyük bir ümit­sizlik denizine düşmüştü.

Yaz sonuna kadar, birçok subaylar olayların bu kadar utanç ve­rici bir şekil alabileceğini hiç tahmin etmemişlerdi. Hepsi de yarı açık, yarı kapalı Fransız kuvvetlerinin küstahça akınlarının Almanya tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmesi için gerekli işlerin hazırla­nacağım ümit etmişlerdi. Saflarımız arasında birçok Alman vardı ki, hiç olmazsa Reich ordusuna itimat besliyordu. Bu kanaat o kadar derindi ki, tavır ve hareket üzerinde ve özellikle delikanlılara veri­len eğitim üzerinde kesin bir etki yaptı.

Fakat tek cephe yıkıldığı, milyonlarca lira ve binlerce Alman genci feda edildikten sonra, ezici bir teslim kararı imza olunduğu zaman zavallı milletimize karşı yapılan bu ihanetin doğurduğu nefret galeyanı bir alev gibi fışkırdı. Bu gençler Reich liderlerinin so/li­rini ciddiye almak saflığını göstermişlerdi. Fakat binlerce beyinde, gerekli olan bir değişikliğin mevcut siyasi sistemi kökünden yıka rak Almanya'yı kurtarabileceği hakkında ani bir inanç doğdu

Hiçbir dönemde böyle bir çözüm çaresi için zaman bu derece uygun olmamıştı. Hatta hiçbir zaman böyle bir çözüm şekli bu da kikada olduğu gibi şiddetle istenmemişti. Bir taraftan vatan za rarına olarak yapılmış bir ihanet, yüzsüz bir alçaklıkla kendini gös teriyordu, diğer tarafta bir millete zorla yüklenmiş iktisadi şartlar onu ağır ağır açlıktan ölmeğe mahkûm ediyordu. Bizzat devletin, bütün mertlik ve iman hükümlerini ayaklar altına aldığı, vatandaş­ların haklarını komik bir hale çevirdiği, en iyi çocuklarının milyon-larcasını fedakarlıklarının armağanından yoksun bıraktığı ve öteki milyonlarca çocuğunun son paralarını da çaldığı için, artık tebaala­rından kinden başka bir şey beklemeğe hakkı yoktu. Milletin ve va­tanın bu iblislerine karşı beslenen bu kin, ne şekilde olursa olsun, ancak boşalacak bir yer arıyordu. 1924 senesinin baharındaki bü­yük dava esnasında yaptığım son beyanatın sonucunu burada hatırlat­mak hakkımdır:

"Bu devletin hâkimleri, yaptığımız şeylerden dolayı tamamen gönülleri rahat bir halde bizi mahkûm edebilirler. Tarih, yüksek bir gerçeği ve daha yüksek bir hakkı gösteren bu Tanrı, günün birinde bu hâkimlerin kararlarım yıkmaktan geri kalmayacak ve bize ödet­mek istedikleri suçlardan hepimizi affedecektir."

Fakat mahkemenin huzuruna, bugün hükümet nüfuzuna sahip oldukları halde hak ile kanunu ayaklar altına alan, milletimizi kötü bir akıbete mahkûm eden ve vatanın felâketleri üzerinde bencil menfaatlerini topluluğun hayatının üstüne çıkaran kimseler de çağ­rılacaklardır.

Burada 8 Ekim 1923'e rastlayan ve onu doğuran ve icap ettiren olayları resmedecek değilim. Bunu yapmayacağım. Çünkü bundan gelecek için faydalı bir şey beklemiyorum. Bilhassa henüz tamamen kapanmamış görünen yaraları tekrar açmakta hiçbir fayda görmü­yorum. Bundan başka kalplerinin derinliğinde muhtemel olarak milletlerine karşı bendeki kadar sevgi bulunan, kabahatleri benimle aynı yolu takip etmemekten, yahut takip etmesini bilmemekten iba­ret olan insanları suçlamak faydasızdır. Bugün vatanımıza musallat olan ve çoğumuz tarafından birlikte çekilen büyük felâketlerin karşı­sında, gelecekte bir gün milletimizin düşmanlarının tek cephelerine karşı memleketlerine sağlam şekilde bağlı Almanların tek cephesini vücuda getirecek kimselerini üzmek ve birbirlerine düşürmek iste­mem. Çünkü şu hususu kesin olarak biliyorum ki, vaktiyle bize düşman bulunanların bile, bağlı bulundukları Alman milletine karşı duydukları sevgi için ölüme giden ve acı yolu tutmuş olan insanları hürmetle hatırlayacakları zaman gelecektir. Bu eserin birinci bölü­münü ithaf ettiğim 18 kahramanı, ikinci bölümü tamamlarken, doktrinimizin taraftarlarına tamamen bilinçli olarak bizim için ken­dilerim feda etmiş kahramanlar örneği diye göstermek isterim. Bun­lar, zayıflara ve cesareti kırılanlara görevlerini yapmaları gerektiğini hatırlatmalıdırlar. Onlar bu görevi tam bir inanç ile sonuç alınana kadar yapmışlardır. Bunların arasına en iyilerinden biri sıfatı ile; ha­yatını, milletini ve bizim milletimizi şiirle, fikirle ve nihayet çalış­maları ile uyandırmağa hasretmiş olan şahsı da katmak isterim: Bu, DlETRlCH ECKARTür.

SONUÇ OLARAK

Alman işçi Partisi 9 Kasım 1923 günü kapatıldı. Böylece bu partinin Almanya'nın her tarafında bütün faaliyetleri yok edildi. Bu­gün 1926 senesinin Kasım ayında bu partiyi bütün Almanya'da tek­rar tam olarak hürriyetine kavuşmuş ve sahip olmuş bir vaziyette görüyoruz. Partinin ve parti şerefinin maruz kaldığı bütün işkence, zulüm ve uğradığı iftiralar hareketimize bir zarar getirmedi. Fikirle­rindeki isabet, amacının temizliği, taraftar ve üyelerinin azimli oluş­ları, partinin bütün baskılardan her zamankinden çok daha kuvvetli bir şekilde çıkmasını sağladı.

Eğer bugünkü parlâmento sistemindeki ahlâk bozukluğu içinde bizim partimiz yaşadığı mücadelenin derin ve büyük sebeplerini, gün geçtikçe çok daha iyi bir şekilde anlayabiliyorsa, ırk ve ferdin kıymetini hissedebiliyorsa ve teşkilâtını ırk ve ferdin kıymetleri üze­rine kuruyorsa, hemen hemen matematiksel bir kesinlikle şunu söy­leyelim ki, Nasyonal Sosyalist Hareket için zafer günü çok yakındır.

Partimiz gibi Almanya da, aynı şekilde sevk ve idare edilir ve teşkilâta tabi tutulursa dünya üstünde Almanya'nın hakkı olan du­rum muhakkak tekrar meydana gelecektir. Irkların tecavüze uğradı­ğı bir devirde, kendini meydana getiren en iyi unsurlarını muhafa­za altına alan ve bunları en büyük bir kıskançlıkla koruyan bir devlet er geç dünyanın efendisi olacaktır.



Nasyonal Sosyalist Hareketin taraftarları, bir gün endişeye düşerlerse ve başarı şansları ile, partinin kendilerinden istediği fedakârlıkların büyüklüklerini karşılaştıracak olurlarsa, yukarıda söylediklerimi hiçbir zaman akıllarından çıkarmasınlar.
Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin