Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə47/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51

Birinci sorunun iki bölümünden birini yeterli biçimde incele­miş olduğumu sanıyorum. Bugünkü Almanya ile hiçbir ülke antlaş­ma yapmak istemeyecektir. Dünya üzerinde kendi kaderini, hükü­metleri zerre kadar güven vermeyen bir devletle bağlamaya cesaret edecek hiçbir devlet yoktur. Her şeyden önce milletimizin acı içinde olduğu esef verici manevi durumda, hükümetin hareketlerinin açık­lamasını ve hatta mazeretini bulduklarını ileri süren vatandaşlarımı­zın birçoğu tarafından yapılmış olan girişimlere gelince, bunu pek kesin bir biçimde reddetmek gereklidir.

Milletimizin altı yıldan beri ortaya koyduğu karaktersizlik ör­nekleri çok üzücüdür. Milletin, en önemli çıkarlarına karşı ilgisiz kalışı gerçekten ümit kırıcı bir şeydir. Korkaklık, bazen Tanrı'dan intikam dileme derecesine kadar varıyor. Ancak şunu hiçbir zaman unutmamalıyız ki söz konusu olan millet, birkaç yıl önce, dünyada en yüksek insani değerlerin hayran kalınacak örneklerini vermiştir. 1914 yılının Ağustos ayı günlerinden, bu büyük devletler mücade­lesinin bitimine kadar, yeryüzünde hiçbir millet, bugün böylesine acınacak duruma düşmüş olan bizim Alman milleti kadar yiğitlik cesaret, sebat ve feragat göstermemiştir. Bugün milletimiz tarafından oynanan utanç verici rolün, onun samimi varlığının özel nitelikleri­nin sonucu olduğunu hiç kimse ileri süremez. Çevremizde gördü­ğümüz ve içimizde duyduğumuz şeyler, 1918 yılı Kasım ayının do­kuzunda yapılan kötü işin ve edilen yeminin tutulmamış, verilmiş sözden cayılmış olmanın korkunç sonuçlarıdır. Bütün bunlar zihni­mizde derin karışıklıklara sebep oldular. Şairin pek doğru olarak söylediği gibi, "Kötülük, kötülükten başka bir şey doğurmaz." Ger­çi, o günlerde bile milletimizin en esaslı becerileri ve değerleri tama­men kaybolmamıştı.

Bunlar bilinçaltında uyuklar durumda idiler. Bazen kapkaranlık olmuş gökyüzünde izler saçan ve ses çıkarmayan şimşekler gibi, ge­lecekteki Almanya'nın hastalıktan kurtulacağı günlerin işareti ola­rak, birtakım değerlerin parladığı görüldü. 1914 yılında olduğu gibi birçok kere, vatanları için her şeylerim feda etmeye hazır olan genç Almanlar bulundu. Milyonlarca insan, sanki devrimin yol açtığı yı­kıntıları görmezlikten gelerek çalışkan ve gayretli bir biçimde işleri­ne sarıldılar. Demirci örsünün başında balyoz sallıyor, köylü saba­nının arkasından gidiyor, bilgin laboratuarında deney yapıyor, her­kes aynı çaba ve aynı bağlılıkla görevlerini yerine getiriyorlardı.

Düşmanlarımızın yaptıkları zulüm ve baskı, eskiden olduğu gi­bi, kahkahalarla karşılanmıyor, her türlü baskıya karşı hiddet duyu­luyordu. Yetenek ve eğilimlerin çok değişmiş olduğu görülüyordu.

Zihinler deki bu gelişme, henüz siyasal güçlenme düşüncesinin ve sürüp gitme içgüdüsünün tekrar dirilmesi biçiminde kendini göstermiyorsa suç, ülkeyi 1918 yılından bu yana, milletimizin yok olmasına sebep olacak biçimde yönetenlerdedir. Bu kötü sonuç Tanrı'nın bir takdiri değildir. Buna yöneticilerin kendi otoriteleri se­bep olmaktadır.

Hiç kuşku yok ki, bugün milletimize açındığı zaman kendimize şu soruyu sormak gerekir: Bunu düzeltmek için ne yapılmıştır? Var­lıkları ile yoklukları belli olmayan hükümetlerimizin çalışmalarına milletimizin pek az yardımcı olması, Alman milletinin hayatındaki zaafın bir belirtisi midir? Milletimizde bir gurur, görkemli bir erkek­lik ve hiddetin çocuğu olan bir kin ruhu doğması için, hükümetleri­miz ne yaptılar? 1919 yılında barış antlaşması Alman milletine zorla yüklendiğin­de, bu sınırsız bir zulüm ve baskı kaynağının, milletimizde derin bir özgürlük isteği uyandıracağı beklenebilirdi. Şiddet dolu maddeleri milletlere kamçı darbesi gibi çarpan barış antlaşmaları, çok kere bir isyan hareketini haber veren ilk davul sesleri gibi etki uyandırırlar.

Versay Antlaşmasından ne yararlar elde edilmezdi!

Ölçüsüz zulüm, baskı ve utandırıcı bir alçaklık aracı olan bu antlaşma, ondan yararlanmak isteyen bir hükümetin elinde, milli uzmanlıkları en yüksek seviyesine çıkarmak için bir çare olurdu. Büyük çapta bir propaganda ile, vahşi bir zevkle yapılmış olan zu­lüm ve baskılardan yararlanılmış olunsaydı, bütün bir millette görü­len ilgisizlik, isyan dolu bir nefrete dönüşebilirdi. Bu nefret ve gale­yanın en büyük bir hiddet ve azgınlık derecesine yükselmesi müm­kün olurdu.

Bu olguları, milletimizin zihnine ve kalbine ateşli çizgilerle yaz­mak ne kadar kolay bir işti. Ortak biçimde duyulan utanma duy­gusu ve ortak kin, altmış milyon erkek ve kadında ateşten bir sel bi­çimine girerek, ortak irade oluşur ve böylece hep bir ağızdan, "si­lâhlanmak istiyoruz" haykırmaları için bir çare olabilirdi.

işte böyle rezil bir barış antlaşması, böyle bir işe yarardı. Üzeri­mize yüklediği ölçüsüz zulüm ve baskı ile isteklerindeki yüzsüzlük milletimizin hayati müttefiklerini bulundukları uyuşukluk içinden çıkaran en etkili silâhları sağlıyordu. Fakat o zaman, çocuğun oku­mayı öğrendiği alfabeden gazetelere varıncaya kadar her yayın, ti­yatro ve her sinema, her ilân sütunu ve her boş duvar bu biricik ve büyük işe hasrolunmaydı.

Bugün bizim vatanseverler derneklerinin Tanrı'ya "bizi özgür kıl" biçimindeki yakarışları, en küçük Alman çocuğunun dilinde şu ateşli yakarışa dönüşünceye kadar, yukarıda anlattığım biçimde ha­reket etmek gerekirdi: "Tanrım silâhlarımızı günün birinde başa­rıya ulaştır! Her zaman olduğu gibi bize de adaletli davran! Özgür­lüğe lâyık olduğumuza karar ver! Tanrım zaferimize yardım et!"

Ancak bütün uygun fırsatlar kaçırıldı ve hiçbir şey yapılmadı.

Bu durumda milletimiz gerekeni yapamıyorsa, buna kim hayret eder? Bütün dünya bizi, döven eli minnettarlıkla yalayan sadık bir köpek ve adi bir uşak kabul ederse, buna şaşılır mı?

Bizim antlaşma yapma konusundaki yeteneğimizin, bütün milletimizin suçluluğu yüzünden olumsuz yönde etkilendiği de bir ger­çektir. Ancak sekiz yıl sınırsız bir zulüm ve baskıdan sonra, mil­letimiz özgür olma yolunda iradesini bu kadar az kullanıyorsa, bu­nun suçu hükümetlerimizin ahlâksız oluşlarındandır.

Milletimizin faal bir antlaşma politikası izleyebilmesi için, öteki milletlerin gözünde saygı ve itibarının artması gereklidir. Bunun gerçekleşmesi için de, Almanya'nın yabancı devletlerin aşağılık ya­mağı, milletimizi onların hizmetine veren bir angarya mangasının şefi biçiminde kabul edilmeyecek bir hükümete ihtiyaç vardır. Milli bilincin sesi olacak bir hükümetin iş başında olması gereklidir.

Milletimiz, yukarıda söylediğim şeyleri kendine görev sayan bir hükümete sahip olduğu zaman, Reich'ın dış politikasına verilecek cesaret dolu bir yön, altı yıl geçmeden özgürlüğe susamış bir mille­tin aynı derecede cesaret dolu iradesinden güç alacaktır.

Düşman milletleri, samimi müttefikler haline dönüştürmenin ne kadar güç olduğunu öne süren ikinci itiraza şöyle cevap verilebi­lir:

Savaş propagandasının öteki ülkelerde yapay biçimde geliştirdi­ği Cermenlik aleyhindeki genel psikoz; Alman milletinde milli bilin­cin yeniden doğması sayesinde, Avrupa'nın dama tahtası üzerinde maç yapan ve kendisi ile oyun oynamak mümkün olan bir devletin belirgin niteliklerini yeniden kazanmadıkça, zorunlu olarak sürüp gidecektir. Ancak milletimiz ve hükümetimiz, herhangi bir devlete pek güvenli bir biçimde bir antlaşma yapabileceği izlenimini vere­bildikleri zaman, o devlet eğer çıkarları bizim çıkarlarımıza paralel ise, aksi yönde bir propaganda sonucu kendi kamuoyundaki aleyhi­mize olan kanaati değiştirmeye girişebilir. Ama böyle bir sonuç, pek tabii olarak sebat ve ustaca bir çalışmayı gerektirir. Öteki dev­letin de, kendi kamuoyunun kanaatini değiştirebilmesi için uzun bir zamana ihtiyacı olduğundan, böyle bir girişimi ancak etraflıca bir düşünmeden sonra, yani bu çalışmanın zahmetine değer bir şey olduğuna ve gelecekte olumlu sonuçlar vereceğine mutlak biçimde inandığında yapılmalıdır. Az çok akıllı bir dışişleri bakanının atıp tutmalarına güvenerek, yeni yetenek ve duyguların gerçek bir değe­re sahip olacaklarının güvencesi olmadan, bir milletin manevi yete­nek ve davranışını değiştirmeye kalkışılmamalıdır. Aksi durumda kamuoyu çok kötü biçimde karıştırılmış olur. Gelecekte bir devlet ile bir antlaşma yapılmasının mümkün duruma gelmesine en sağ­lam biçimde güvence veren şey, yalnız başlarına birkaç bakanın şişi­rilmiş sözleri değildir. Bu güvence, açıkça belirlenmiş ve pek uygun görünen hükümet eğilimlerinin açıkça yerleşmiş ve aynı yöne çev­rilmiş olan bir kamuoyunun kendisidir. Bu iki konunun uygulana­bileceği hakkında beslenecek kanaat, hükümetin kendi propagandası ile kamuoyunun değişmesini hazırlamak ve geliştirmek için büyük bir faaliyetle çalışması ve kamuoyunun eğilimlerini, hükümetin eği­limleri içinde göstermesi oranında esaslı bir biçim alır.

Bizim durumumuzda olan bir millet, ancak hükümet ve kamu­oyu, özgürlüklerini yeniden elde etmek için mücadele etme konu­sunda değişmez iradelerini, hareket ve davranışları ile açıkladıkları zaman, antlaşma imzalamaya yetkili sayılabilirler. Kişisel çıkarlarım savunmak için yardımları kendisine yararlı görünecek arkadaşın yo­lunu aynen izlemeye, yani bir anlaşma yapmaya uygun düşen öteki devlette, kamuoyunu değiştirmeye girişmeden önce, yerme getirilme­si gerekli ilk şart budur.

Ama göz önünde tutulması gereken bir başka nokta daha var­dır: Bir milletin iyice kökleşmiş olan yetenek ve duygularını de­ğiştirmek çok kimse tarafından ilk amacı anlaşılmayacak tehlikeli bir iş olduğu için işlenecek hatalarla, düşmanın eline karşı saldırı için silâh verilmiş olunur. Böyle bir şey yapmak hem bir cinayet, hem de bir aptallıktır.

Şu noktanın bilinmesi gerekir: Bir millet, kendi hükümetinin gizli niyetlerim tamamen anlayıncaya kadar pek uzun bir süre ge­çer. Çünkü, hükümet giriştiği siyasal hazırlık çalışmalarının son he­defleri hakkında açıklama yapamaz. Bu durumdaki hükümetler, ya halk topluluklarının körü körüne boyun eğmelerine ya da fikren daha gelişmiş olan yönetici sınıfların ileri görüşlülüğüne güvenmek zorundadırlar. Fakat bu basiret, bu siyasal beceriklilik, ileriyi görme ve konuları anlama yeteneği birçok kişide bulunmadığı ve siyasal sebepler açıklama yapmaya olanak bırakmadığı için, milletin milli yol göstericilerinden bir bölümü sürekli olarak yeni eğilimlerin aleyhine dönecektir. Bu eğilimler, anlamlarına nüfuz edilemediği için, yalnızca birer deney olarak kabul edileceklerdir. Böylece bu eğilimler milletin tutucu unsurlarına, endişe ve kuşku uyandıracak biçimde görünerek, onların muhalefet etmelerine sebep olacaktır. Bunun için, iki milleti karşılıklı biçimde anlaşmaya yöneltecek | yaklaşma çalışmalarına karşı çıkan kişilerin ellerinden kullanabile-| çekleri silâhların büyük bir bölümünü almak gerekir. Özellikle bi-j zim örneğimizde olduğu gibi, vatansever demeklerin ve kahve poli­pi likası yapan küçük burjuvaların, kendini beğenmişçesine yaptıkları L garip gevezeliklere son vermek başlıca görevdir. Çünkü yeni bir sa-( vaş donanması ve sömürgelerimizin geri verilmesi için feryat etme­nin, bu isteklerin gerçekleşmesine yetmeyecek bir gevezelikten iba­ret olduğunu düşünmek ve bilmek gerekir, ingiliz politikasının bir uzantısı olan ve bazıları zararsız, bazıları akli dengeden yoksun bu­lunan, ama hepsi de gerçekte can düşmanlarımız için çalışan bu protesto şampiyonlarının anlamsız olarak iç döküp, yakınmaların­dan bir olumlu sonuç çıkacağını beklemek Almanya için yararlı sa­yılamaz.

Bütün dünya aleyhinde zararlı mitinglerle nefes tüketiliyor ve her başarının şartı olan şu ana ilke unutuluyor: Yaptığın işi, tam [;• yap. Beş on devlet aleyhinde bağırıp çağırmakla, en sevilmeyen düş­manınızı kalbinden vurmak için, bütün manevi ve fizik kuvvetleri­nizi bir noktanın üzerine toplamak gereği ihmal edilmiş oluyor. Böylece bir hesaplaşmadan önce, antlaşmalarla kendimizi güçlen­dirmek olanağı elden kaçırılıyor.

işte bu noktada Nasyonal-Sosyalist harekete bir görev düşmek­tedir. Bugün milletimize; dikkatini küçük kuşkuların üzerinden uzaklaştırıp en önemlilerini göz önünde tutmayı, ikinci derecede önemli olan şeylere çaba harcanmasını önlemeyi, şimdi uğrunda mücadele edeceğimiz şeyin milletimizin hayatından ibaret olduğu­nu bilmeyi, darbelerimize hedef olacak devletin yaşama hakkımızı elimizden aldığını ve hâlâ bu yolda çalıştığını öğretmek gerekmek­tedir.

Pek acı fedakârlıklara katlanmak zorunda kalmamız mümkün­dür. Fakat bu, aklın sözünü dinlemekten kaçınarak ve kuvvetleri­mizi en tehlikeli düşmanımıza karşı toplayacak yerde, anlamsız fer­yatlar çıkararak, bütün dünya ülkeleri ile tartışmaya girişmek için geçerli bir sebep değildir.

Alman milleti, bütün dünyanın kendisinden kaçırmak istediği durumu koruyabilmek hakkına manen sahip değildir. Bundan önce kendi araçlarını satan ve millete hıyanet eden canilerden hesap sormak gerekir, ingiltere'ye, italya'ya, öteki ülkelere uzaktan küfür et­mek ve düşmanlarımızın savaş propagandalarına malzeme teşkil edecek silâhlarımızı elimizden alıp belkemiğimizi manen kıran, za yıf düşen Reich'ı bir paraya satan alçakların aramızda serbestçe do­laşmalarına izin vermek, saygıya değer bir şey değildir.

Düşman önceden tahmin edilen başka bir şey yapmamıştır Düşmanın durumu ve hareketleri bize ders olmalıdır.

Eğer bunları yapacak yeteneğimiz yoksa ve gelecekte her türlü antlaşma siyasetini izlemekten vazgeçmek gerekecekse, artık üzün­tüye ve ümitsizliğe düşmekten başka yapılacak bir şey kalmadığı bi­linmelidir. Çünkü bizim sömürgelerimizi çaldı diye ingiltere ile Gü­ney Tirol'i işgal ettiği için italya ile, Lehistan ve Çekoslovakya ile antlaşma yapmak istemezsek, bize Avrupa'da Fransa'dan başka bir müttefik bulmak ihtimali kalmayacaktır. Oysa, Fransa da bizden Al-sace ile Lorraine'i çalmıştır.

Bu hareket biçiminin, Alman milletinin çıkarlarına uygun gel­mesi çok kuşkuludur. Oysa böyle bir düşünceyi ve öneriyi bir apta­lın mı, yoksa usta bir şarlatanın mı savunduğunu soruşturmak her zaman mümkündür. Liderler söz konusu olduğu zaman, ben daima ikinci görüşü tercih ederim.

Bugüne kadar bizim düşmanımız bulunan ve gerçek çıkarları ge­lecekte bizim çıkarlarımıza uyacak olan bazı milletlerin manevi yete­neklerinde bir değişiklik sağlamak, muhakeme yapma yetisinin karar verebileceği oranda mümkündür. Yalnız bunun için, bizim devletimi­zin iç kuvveti, Alman milletini yardımları bir değer ifade eden mütte­fik durumuna getirmelidir. Ayrıca kendi beceriksizliğimiz, ya da cani gibi davranışlarımız, eski düşmanlarımızla imzalayacağımız bu ant­laşma taşanlarını, onlann propagandalarına yem yapmamalıdır. En çok üçüncü itiraza cevap vermek zordur. Kendileri ile bir antlaşma yapmak mümkün olan milletlerin gerçek çıkarlarının temsilcileri, bağımsız milli devletlerin ve halk devletlerinin can düşmanı olan Yahudi'nin iradesine rağmen hedef­lerine ulaşabilecekler midir? Örneğin geleneksel ingiliz politikası, Yahudiliğin uğursuz nüfuz ve etkisine üstün gelebilecek bir güce sa­hip midir?

Biraz önce de belirttiğim gibi, bu soruya da cevap vermek çok güçtür. Bu konuda kesin bir yargıya varılmasına olanak bırakmayaçak derecede birçok hususlar vardır. Herhalde gerçek olan bir şey bulunmaktadır: Bir devlette yürütme organı, sağlam biçimde kurul­muş ve ülkenin çıkarlarına hizmet etmek için kendini adamış olur­sa, artık uluslararası Yahudiliğin nüfuz ve etkisinin hükümet tara­fından gerekli sayılan politikaya engel olacağı düşünülemez. Faşist italya'nın Yahudilerin başlıca üç silâhı aleyhinde yönettiği mücade­le, devletlerin üstüne çıkan bu kuvvetin zehirli çengellerini param­parça edebileceğine en iyi kanıttır. Gizli mason derneklerinin yasak­lanması, uluslararası basın aleyhinde girişilen kovuşturma ve ulusla­rarası Marksizm'in kesin biçimde yok edilmesi sonucu, italya hükü­meti yıllar geçtikçe bütün dünyayı tehdit eden Yahudi yılanının ölüm saçan ıslıklarına aldırış etmeden, kendi milletinin çıkarlarını çok daha iyi bir biçimde savunur duruma gelecektir.

Aynı durum ingiltere'de ise bu kadar iyi biçimde görülmüyor, ingiltere gibi en özgür demokrasi ülkesinde; Yahudi, kamuoyu ara­cılığı ile hemen hemen mutlak bir diktatörlük uygular. Oysa bu ül­kede, ingiliz devletinin çıkarlarının temsilcileri ile, Yahudiler tara­fından uygulanan dünya diktatörlüğünün şampiyonları arasında, ar­kası kesilmeyen bir kavga sürüp gitmektedir.

Bu iki karşıt görüşün nasıl şiddetle çarpıştıkları, ilk defa ve pek açık olarak, savaştan sonra Japonya sorununda, bir yanda ingi­liz hükümetinin, öte yanda basının çeşitli durum ve davranışlarında kendini göstermiştir.

Savaş sona erer ermez, Amerika Birleşik Devletleri ile Japon­ya'yı birbirlerinden ayıran eski karşılıklı düşmanlık, kendisini yeni­den göstermeye başladı. Pek tabii olarak, Avrupa Kıtasındaki büyük devletler, bu yeni savaş tehlikesi karşısında ilgisiz kalamazlardı, in­giltere'yi, Amerika Birleşik Devletleri'nin ekonomik alanda ve ulus­lararası politika dallarında gösterdiği gelişme karşısında, iki ülke arasında olan ırk akrabalığı bile, bir gıpta etmekten ve endişe duy­maktan engelleyemiyordu. Bu eski sömürge, bu anavatan yavrusu, yeni bir dünya hakimi gibi büyümekte idi.

Bugün endişe ve üzüntü içinde olan ingiltere'nin eski antlaşma­larını gözden geçirmesi gerekmektedir. Artık ingiliz politikasının, "ingiltere denizlere egemendir" denilmeyip, "Amerika Birleşik Dev­letleri'nin denizleri" denileceği günün geleceğini büyük bir üzüntü içinde görmesi kaçınılmaz bir şeydir. Kuzey Amerika kıtasının pek büyük devleti, el değmemiş top­raklardan ürettiği servetler ile, çevresi düşmanlarla sarılı olan Re-ich'a oranla saldırıya çok daha kapalı bir yerdedir.

Kesin ve son oyun için zarları atmak gerekirse, ingiltere yalnız kendi kuvvetleri ile kaldığı takdirde yok olur. işte bundan ötürü "sarı yumruğu" büyük bir hırs ve şiddetle yakalıyor ve ırk bakımın­dan affedilmeyecek bir antlaşmaya sarılıyor. Ama bu antlaşma, siya­sal bakımdan ingiltere için, Amerika Birleşik Devletleri'nin açgözlü­lüğü karşısında dünya üzerindeki durumunu güçlendirmeye yara­yacak olan tek çaredir .

Oysa ingiltere, kendisini Asyalı arkadaşına bağlıyan bağı, Ame­rika Birleşik Devletleri ile ortaklaşa biçimde Avrupa savaş alanların­da yönettiği mücadeleye rağmen gevşetmek istemediği halde, Yahu­di basım bu antlaşmaya saldırmaktadır.

Yahudi organlarının, 1918 tarihine kadar, Reich'a karşı savaş vaziyetinde bulunan ingiltere'nin sadık silâh uşaklığım yaptıkları halde ani olarak kendi yollarını takip etmek alçaklığını göstermeleri nasıl mümkün olur?

Almanya'nın imhası ingiltere'nin değil özellikle Yahudilerin çı­karlarına uygundu. Şimdi Japonya'nın ezilmesi ingiltere hükümeti­nin faydasından fazla Yahudi hükümranlığını bütün dünya üzerine hâkim kılmak gayesini güden liderlerin geniş tasarılarına hizmet edecektir, ingiltere bu dünyada bütün üsleri elde bulundurmak için bütün mesaisini, harcadığı anlarda Yahudi kendisine aynı dünyanın zaptını temin edecek hücum planlıyordu.

Yahudi, şimdiden Avrupa devletlerinin kendi elinde mukave­metsiz birer oyuncak durumunda olduklarını ve Batı demokrasisi demlen şey ile ya da Rus bolşevizmi ile doğrudan doğruya, bu ülke­lere egemen olduğunu bilmektedir. Fakat eski dünyayı ağları içinde tutmak, Yahudi'ye yetmiyor. Aynı tehlike, yeni dünya için de geçer­lidir.

Yahudiler, Amerika Birleşik Devletleri'nin mali kaynaklarının hâkimidirler. Her yıl 120 milyondan meydana gelen bir milletin üretim araçları Yahudilerin kontrolüne biraz daha giriyor.

Yahudileri fena halde kızdıracak hâlâ mutlak surette bağımsız kalan kimselerin sayısı çok azdır.

Yahudiler, hileli bir başarıyla kamuoyunu boğuyorlar ve geleçekteki üstünlüklerinin oyuncağı yapıyorlar. Siyonizmin en üstün kafaları, "Ahdi Atik" tarafından ortaya konan ve israil'in öteki mil­letleri yutacağını bildiren parolanın gerçekleşeceği günün yaklaştığı­nı şimdiden görüyorlar.

Milliyetlerinden uzak kalmış ve Yahudi sömürgesi olmuş mem­leketlerin büyük toplulukları arasında bugün hâlâ tek bir bağımsız devlet bulunursa Yahudi'nin bütün teşebbüsü en son dakikada ha­kim kalabilirdi. Çünkü bolşevikleşmiş bir dünya, ancak bütün arzı kucaklarsa mevcut olabilir.

Hâlâ azmini ve milli üstünlüklerini koruyan bir tek devlet ka­lırsa Yahudi'nin kurmak istediği dünya imparatorluğu, yeryüzünde­ki bütün tiranlar gibi, milli fikrin kuvvetiyle yenilecekler ve yok ola­caklardır.

Yahudi bin sene içinde dış şartlara intibak ederek Avrupa mil­letlerinin temellerini yıkabilmiş ve onları artık muayyen hiçbir türe mensup olmayan melezler haline getirebilmişse de, Japonya gibi As­yalı milli bir devleti aynı kadere uğratmağa güçlü olmadığını pek iyi anlamıştır. Kendisini Asyalı sarı ırktan ayıran uçurumu doldurama-yan Yahudi, bugün Ingilizi, Amerikalıyı ve Fransızı taklit edebilir. Bundan dolayı aynı ırktan başka devletlerin yardımıyla tehlikeli bir düşmandan kurtulmak için milli Japon Devleti'ni parçalamağa te­şebbüs ediyor. Amacı da, hükümet otoritesinden geri kalacak şeyin, kendi ellerinde, savunmasız kimseler üzerinde hüküm süren bir kudret haline gelmesidir.

Kendisi bin senelik "Yahudi krallığı"ru koruyabilmek için, milli Japon Devleti'nin mevcudiyetinden korkuyor ve bu devletin enkazı­nı, Yahudi diktatörlüğünün kurulmasına önce gelmesini istiyor. Vaktiyle Almanya aleyhinde yaptığı gibi, bugün, milletleri Japon­ya aleyhine ayaklandırıyor. Japonya ile anlaşan ingiliz diplomasisi­nin rahat edeceği dakikada ingilizce çıkan Yahudi basınının bu dü­şünüşe karşı savaşı tavsiye etmesi ve ona karşı "Kahrolsun, Japonya militarizmi ve emperyalizmi" nidalarıyla demokratik ilkeler namına bir imha savaşı hazırlaması mümkün olabiliyor, işte, ingiltere'de Ya­hudi'nin dik başlılığı bundan ileri geliyor. Yahudilerin bütün dünya için meydana getirdikleri tehlikeye karşı mücadele bu memlekette başlayacaktır. Burada da Nasyonal Sosyalist hareket en önemli vazi­felerinden birini yerine getirmek durumunda kalacaktır. Nasyonal sosyalizm yabancı milletlerin ne olduklarına dair milletimizin gözü­nü açmalı ve ona şimdiki dünyanın gerçek düşmanının kim oldu­ğunu hatırlatmaktan geri kalmamalıdır, insanlığa fenalık yapan düş­manın üzerine herkesin hiddetini yöneltmeli ve bütün felâketlerimi­zin gerçek sebebinin o olduğunu göstermeliyiz.

Memleketimiz can düşmanının kim olduğunu bilmeli ve tarafı­mızdan bu düşman aleyhine idare edilen mücadele diğer milletlere savaşçı ve saf insanlığın selâmeti uğrunda tutacakları yolu göstere­cek yeni zamanlar müjdecisi bir yıldız niteliğinde olacak biçimde hareket etmelidir. Akıl rehberimiz, irade kuvvetimiz olsun! Hareket ve davranışlarımızı emreden mukaddes vazife bize sebat ve devam­lılık versin, imanımız bizim için bir koruyucu ve en yüksek hâkim olarak kalsın.

BÖLÜM 27


iki düşünce beni Almanya ile Rusya arasındaki münasebetleri özellikle dikkatli bir surette incelemeğe sevk ediyordu.

A) Önce Alman dış politikasının en kesin şartları bahis ko­nusudur.

B) Bu sorun, genç Nasyonal Sosyalist Partısi'nin basireti ve uy-1 gulamasındaki isabeti hakkında bir ölçü teşkil etmektedir. . Özellikle ikinci nokta, itiraf etmeliyim ki, çok kere içime acı f"bir endişe dolduruyor. Genç hareketimiz fertlerim lakaytlar sahasın-"dan ve çok nefret edilen doktrinler arasından temin eder. Binaena­leyh bir adam üzerinde dış politikanın anlaşılması hususunda, ev­velce mensup oldukları siyasi veya doktrinler mahfillerin kasti ka­rarlarının ve zayıf fikirlerinin tesir yapmakta devam etmesi pek tabi­idir. Bunların, bu kabil meselelere dair almış oldukları dersler ne kadar zararlı olursa olsun sağduyu sayesinde, hiç olmazsa kısmen, o derslerin telâfi ve tamir edilmiş olması nadir değildir. O zaman, ev­velce tesir yapan nüfuzun yerine daha iyisi ikâme edilmesi kâfidir. Çok kere, muhafaza edebildikleri sağlam eğilimlerin ve canlı içgü­dünün en faydalı müttefikler meydana getirdikleri görülür. Öte yan-, dan terbiyesi çılgınca ve mantıksız olan ve bununla beraber içgüdü­sünün son kalıntılarını da objektiflik mihrabı üzerinde feda etmiş , bulunan bir adamı siyasi düşüncelerin içine çekebilmek, çok daha zordur. Bizim aydın denilen çevrelerimize mensup olan kimseleri ' kendi çıkarları ve dışta milletlerinin menfaatleri lehinde vaziyet almağa sevk etmek gayet zor bir iş teşkil ediyor. Bunların üzerinde yalnız gayet garip düşüncelerin ve zanların ezici ağırlığı hüküm sürmez. Bunlar devamlı olmak içgüdüsünün hamlelerim takipte aşırı bir mahrumiyet içinde kalmışlardır.

Nasyonal Sosyalist Hareket, bu adamlarla çetin mücadelelere katılmak zorunda bulunuyor. Bunlar üzücü mücadelelerdir. Çünkü, bu adamlar, ne yazık ki, büyük acizliklerine rağmen çok kere fevka­lâde bir gurur ve büyüklük ile doludurlar. Bu yüzden başkalarına, hatta kendilerinden daha yüksekte olanlarla ilişki kursalar bile, bü­tün adalete rağmen, yukarıdan bakmağa eğilim gösteriyorlar.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin