Sonuç şu oldu: Cumhuriyetin düşmanlan gerçekte cumhuriyete karşı mücadele etmek üzere teşkilât kuruyorlar, fakat bambaşka sebeplerden dolayı cumhuriyetin lehinde bulunan kimselerin üstün gelmelerine yardımcı oluyorlardı. Diğer bir sonuç da, bu teşkilâtın, eski devlet taraftarları ile, yeni devlet taraftarları arasında, her çeşit kavga tehlikesini önler gibi görünmesi idi.
işte bu sonuçlar hiçbir zaman dikkate alınmadı. Yalnız bu durumu görebilenler, onda dokuzu devrime katılmamış ve yarısından çoğu devrimden nefret eden bir milletin; ancak onda biri tarafından yapılan devrime zorlanmasına ve bu adi devrimin emri altına girmesine akıl erdirebilirler.
Bir yandan barikatlardaki savaşçılarla Spartakistler, öte yandan tutucularla milliyetçi ülkücüler bütün yasalarını kaybettiler. Burjuvazi ve Marksizm, kazanılmış alanlar üzerinde birleştiler ve bir araya geldiler, işte, cumhuriyet de bu birleşme ve buluşmadan sonra kuvvetlenmeye başladı.
Fakat bu netice, bilhassa seçimden önce burjuva partilerini eski monarşik fikirlere dönme arzusunu duymaktan alıkoyamadı. Bu şekil hareket etmek namuslu bir iş değildi. Keza burjuvazi çok eskiden monarşi idaresi ile olan ilgisini kesmişti.
Daha önce yazdığım gibi devrim taraftarları, eski ordunun yok edilmesinden sonra, devlet içindeki otoritelerim kuvvetlendirmek için kendilerine yeni bir alet bulmaya mecbur kaldılar. Durum şunu gerektiriyordu ki, devrimciler bu kuvveti ancak kendilerine tamamen zıt bir hayat düşüncesine sahip olanlar arasında bulabilirlerdi.
Yahudiler, ancak böyle bir çevreden faydalanabilirlerdi. Belki yeni bir orduyu bu şartlar altında ağır bir şekilde kurabilirlerdi ama barış anlaşmaları ile dışardan tahdit edilmiş böyle bir orduyu, zamanla manevi bakımdan değiştirerek yeni devlet anlayışının bir âleti haline de getirebilirlerdi.
Eski devletin, devrimin yapılmasına sebep teşkil eden bütün hataları bir yana bırakılır ve devrimin bir uygulayıcı sıfatı ile neden başarılı olduğu sorulursa, şu cevaplar verilir:
1. Çünkü bizdeki görev ve itaat düşünüşlerini, bütün hayat güçlerini kaybetmişlerdi.
2. Sözde tutucu olan partilerimiz korkakça itaat edip, baş eğmişlerdi.
Ayrıca şu hususu da eklemek gerekir:
Görev ve itaat mefhumlarımızın kaskatı kesilmesinin, hareket etmez hale gelmesinin en ince sebebi terbiyemizde idi. Tamamen devlet istikametine çevrilmiş olan terbiyemiz milli ruhtan yoksun bulunuyordu. Bunun sonucu olarak vasıtalarla, amaçlar birbirlerine karışmışlardı.
Vazife şuuru, vazifeye riayet, vazife mesuliyeti ve itaat esasta birer maksat değildir. Tıpkı devletin de haddizatında bir maksat olmaması gibi. Bunlar birer vasıtadan ibarettir ve ahlâk ve fizik bakımından donatılmış olan insanlardan meydana gelen cemiyetlerin varlığını mümkün hale getirmek ve bu cemiyetlerin devamlılıklarını sağlamak için birer vasıtalardır. Bir milletin gözle görülecek şekilde, mağlûp duruma düştüğü ve birkaç kıymetsiz herifin fiil ve hareketleri yüzünden, en korkunç bir istibdadın altına girdiği andan itibaren itaatsizlik göstermek ve görevini yerine getirmemek eğer milleti yok olmaktan kurtarabi-lecekse, o zaman bu adi heriflere itaat etmek tam bir deliliktir.
Bugünkü burjuvanın devlet anlayışına göre, ateş açmamak için yukarıdan emir alan bir kumandan vazifesine uygun hareket etmiş olur ve ateş etmemekte haklıdır. Çünkü kesin ve körü körüne itaat burjuvalar nazarında kendi milletinin hayatından çok daha değerlidir. Eğer bu âdi devrim hareketi başarıya ulaşmışsa, bunun en büyük sebebi, milletimizin ve daha doğrusu hükümet adamlarımızın, bu mefhumlardan habersiz olmaları idi. İkinci büyük sebep, ise, muhafazakâr partilerin korkaklıkları ve milletimizin bünyesindeki en iyi ve en çalışkan unsurların ortadan kalkmış olmaları idi. Milletin içindeki bu faydalı unsurlar cephede ölmüşlerdi. Ayrıca burjuva partileri fikir ve kanaatlerini, ancak fikir sahasında, fikri silahlarla koruyabileceklerine inanıyorlardı. Çünkü kuvvet kullanmak hakkına sadece devlet sahipti.
Bu şekil düşünmek, sadece gittikçe artan çöküşün işaretlerini taşımakla kalmaz. Aynı zamanda, bu şekilde düşünmek, siyasi rakiplerin eskiden beri bu hususu terk ederek kendi siyasi amaçları için, cebir ve şiddet yoluyla mücadele edeceklerini ilân ettikleri bir sırada çok hatalı olur.
Bunun böyle olduğunu, 7-11 Kasım günleri açıkça ispat etti. O sırada Marksizm, parlamentoculuğu ve demokrasiyi önemsemiyordu. Her iki kuruluşa da köpekler gibi uluyan ve ateş eden cani çeteleri ile en korkunç ve en öldürücü darbeyi indirdi. Geveze burjuva teşkilâtı bu durum karşısında âciz kaldı. Fakat devrimden sonra da bu burjuva partileri yeni yeni bayraklar altında ortaya çıktılar. Bu partilerin liderleri saklandıkları yerlerden dışarı çıkarlarken, olaylardan ders almamışlar, hiçbir şey öğrenmemişlerdi.
Bu partilerin, programlarındaki yeni şartlara uymayan kısımları ise eskisinin aynı idi. Bunların maksatları yeni şartlara mümkün olduğu kadar uyabilmekten ibaretti. Tek silâhları ise "söz" idi. Burjuva partileri, devrimden sonra da rakiplerine sokak ortasında teslim oldular.
Cumhuriyetin müdafaası için meclise bir kanun teklifi getirildi. ilk önceleri çoğunluk temin edilemediği için teklif kabul olunmadı. Fakat, miting yapan iki yüz bin kızıl karşısında burjuva devlet adamları korktular. Sanki, bunlar başka türlü hareket ederlerse, hiddetten köpüren bu kalabalığın hışmına uğrayarak Reichstag'dan çıktıkları zaman, belkemiklerinin kırılacağını zannettiler. Bu korku, onları kanaatleri hilâfına, teklifin lehinde oy kullanmak mecburiyetinde bıraktı. 1922 yılının Temmuz ayında parlamentoda oynanan komedi sırasında Nasyonalistler önergenin aleyhinde oy verdiler.
Böylece yeni devlet, sanki hiçbir milli muhalefet yokmuş gibi gelişti, işte o sıralarda Marksizm'e ve onun teşviki ile ayaklanan topluluklara karşı çıkan ve bu muhalefet cesaretim gösteren oluşumlar, fedai heyetleri, kendi kendim koruyan topluluklar, vatanperverler, muhafızlar ve genellikle eski muhariplerden kurulu geleneksel kümecikler oldular.
Fakat bunların varlıkları da Almanya'nın ters talihini,'bir parçacık bile olsun değiştirmedi. Bu sonuç normaldi. Nasıl Nasyonal Partiler sokaklarda hiçbir kuvvet ve kudrete sahip bulunmadıkları için halka nüfuz edememiş ve etkili olamamışlarsa, sözde kötü gidişe karşı müdafaa kümeleri teşkil edenler de, siyasi fikirlerden ve her türlü hakiki siyasi maksatlardan mahrum bulundukları için topluluklara nüfuz edemediler.
Marksizm'i zafere götüren şey, siyasi idaresi ile fiil ve hareketlerindeki sert ve şiddet arz eden mitingleridir. Milli Almanya'nın kaderi üzerinde her türlü nüfuz ve tesirden mahrum bırakan şey sert kuvvetin milli irade ile işbirliği yapmamasıdır. Milli partiler ne olursa olsun, bu iradeyi bir sokak kavgasında -galip çıkaracak bir kuvvete, asla sahip değillerdi.
Bu durumu kurnaz Yahudi, başarılı bir şekilde devam ettirdi. Basın yolu ile, Yahudi, bu kötü gidişe karşı olan müdafaa kaynaklarım siyasi olmayan fikirlerle doldurdu. Böylece siyasi mücadelede Yahudi, "gerçek fikir silâhlarının kullanılmasını istiyor ve bunu övüyordu. Milyonlarca aptal Alman bu eşekçe harekete kendim kaptırıp savunma silâhlarını elden çıkarıp kendini Yahudi'nin kanlı ellerine teslim ediyordu. Bunu yaparken, işin feci tarafını da takdir edemiyordu.
Her türlü ıslahatçı fikrin yokluğu, daima mücadele kuvvetinin tahdidini gerektirir. En kaba silâhları kullanmak hakkına sahip olma kanaati de, daima yeni bir devrimci düzenin zaferinin lüzum ve zaruretini doğurur.
Demek oluyor ki bu gayeler ve idealler uğrunda mücadele etmeyen bir hareket hiçbir zaman en son çarelere müracaat etmeyecektir.
Büyük bir fikrin ilânı Fransız Ihtilâli'nin başarı sırrı olmuştur. Rusya'daki komünist devrimi zaferini fikre borçludur. Faşizm kuvvetini, ancak bir milleti iyi bir şekilde büyük bir yenileşme hareketine tâbi tutmak fikrinden almıştır.
işte burjuva partilerinin hiçbirinde bu işi başaracak bir kabiliyet yoktur.
Fakat, yalnız burjuva partileri siyasal amaçlarını, geçmişin yeniden yaşatılmasında görmüyorlardı. Çeşitli savunma grupları da, siyasal amaçlarla uğraştıkları oranda, bunu yapıyorlardı. Askeri birliklere özgü ve Kyffhauseriennes* eğilimleri bunların çevrelerinde canlandılar. Bu tutumları cumhuriyete yaradı ve yok olmalarına yol açtı. iyi amaçlarla ve iyi niyetle davranmış olmaları, eğilimlerinin ne kadar yanlış olduğu kanaatini değiştirmez.
Marksizm güçlendiği Reichsvvehr'de, otoritesi için gerekli olan yardımı yavaş yavaş buldu ve bir fikri ısrarla izleme yolu ile, ulusal savunma gruplarını dağıtmaya başladı. Bu topluluklar, kendisine tehlikeli görünüyorlardı ve gereksiz duruma gelmişlerdi. Haklarında kuşku duyulan en cesaretli liderlerden bazıları mahkemelere yollanarak, hapse atıldılar. Sonunda hepsi, kendi hataları yüzünden hak ettikleri kötü sonuçlara uğramaktan kurtulamadılar.
NASYONAL SOSYALiST PARTiSi kurulduğu zaman, amacı, burjuva partilerde olduğu gibi, geçmişi mekanik bir şekilde yeniden yaşatmak olmayıp, bugünkü devletin anlamsız mekanizması yerine, hedefi ırkçı bir organik devlet koymaktan ibaret olan yeni bir hareket ortaya çıkarmaktı.
Genç hareket, ilk günlerden itibaren fikirlerini mânevi vasıtalarla yazmak ve propaganda yapmak lüzumunu duydu. Fakat bu şekil çalışmanın aynı zamanda kaba kuvvet ile takviye edilmesi gerektiğini de kabul etti. (Bu bir dağın adıdır. Menkıbeye göre, Frederic Barberousse, burada bir sihrin etkisi ile uyuya kalmıştı. Panjermanist ülkünün üstün gelmesini sağlamak için uyanıyordu. Kyffhausbund'da, savaştan önce eski asker ile öğrencilerin oluşturduğu bütün vatansever demekler toplanmışlardı. )
Yeni doktrinin büyük önemi nazarı itibara alınarak ulaşılacak hedef için yapılan fedakârlıklar hiçbir zaman büyük bir şey olarak kabul edilmedi.
Öyle anlar olur ki, bir milletin kalbini fethetmek isteyen bir hareket, kendi bünyesinde, düşmanlarının terör hareketlerine karşı müdafaa çaresi bulmak mecburiyetini duyar. Tarihin ölümsüz derslerinden biri de şudur: Terörden yardım gören felsefi bir fikir hiçbir zaman idari usullerle mağlûp edilemez. Böyle felsefi bir fikir, ancak cüretkârca olduğu kadar kesin fiil ve hareketleri ile kendisini ifade eden yine bir felsefi fikir ile yok edilebilir.
Bu keyfiyet devletlerin resmi hamilerinin hoşuna gitmez. Fakat bu hal, inkâr kabul etmez bir gerçektir.
Alman Devleti Marksizm'in şiddetli hücumuna hedef olmaktadır. Devlet, yetmiş seneden beri devam eden mücadelenin ideolojik zaferine mâni olamadığı gibi senelerce kendini tehdit eden ideolojinin uğruna çarpışanları en kanlı bir şekilde cezalandırmış, fakat yine de, Marksizm'e her hususta teslim olmuştur.
Kasım 1918'de Marksizm'e kayıtsız şartsız teslim olan devlet, bir gün içinde Marksizm'e hâkim olamazdı. Çünkü, bakan koltuklarına oturmuş olan ahmak burjuvalar bugün işçilere karşı hükümet etmemek lüzumunu ağızlarında geveleyip duruyorlardı. Bu ahmak burjuvalar Alman işçisinin isteklerini Marksizmle aynı şey olarak kabul ediyor ve böylece tarihi değiştirme suçunu işliyordu. Bundan dolayı, Marksist fikir ve teşkilât karşısında, devletimizin yıkılmasını da gizlemeğe çalışıyorlardı.
Bugünkü devletin Marksizm'e tamamen boyun eğmesi karşısında NASYONAL SOSYALiST HAREKET, sadece manevi silâhlarla kendi fikrinin galip çıkmasını hazırlamak imkânına sahip değildir. Zafer sarhoşluğu içinde bulunan uluslararasıcılık, terör hareketlerine karşı kendi imkânları ile bir müdafaa tedbiri olmakla da mükelleftir.
Asayiş kadromuzun nasıl kurulduğunu, toplantılarımızda gördüğü mühim vazifeleri kitabımızın bundan önceki kısımlarında bahsetmiş ve kadromuzun yavaş yavaş geliştiğini görmüştük.
Bizim bu teşkilâtımız ile, Alman müdafaa ekiplerinin arasında benzerlik varsa da bu dış görünüştedir. Çünkü Alman Müdafaa Ekiplerinin açık bir siyasal fikirleri yoktu. Bunlar sadece hususi himaye ekiplerinden ibarettiler. Bunların kendilerine özgü bir hazırlıkları ve teşkilâtlan vardı. Öyle ki, yasadışı birer gönüllü teşkilât olmaları ile, devletin yasal teşkilâtlarının tamamlayıcı niteliğini taşıyorlardı. Ancak kuruluş biçimleri o devirde devletin durumundan ileri geliyordu. Ama unvanları kendilerine, yani yapılarına hiç uymuyordu. Çünkü bunlar, yalnız özel kanaatleri uğrunda mücadele veren özel kuruluşlardı. Bir bölüm liderler ve hatta bütün bu gruplar, cumhuriyete karşı olmalarına rağmen amaçlannı gerçekleştiremiyorlardı. Çünkü kelimenin tam anlamı ile bir kanaat oluşturabilmek için mevcut durumun aşağılık olduğuna güven getirmek yeterli değildir. Böyle bir kanaat, ancak yeni durumdan önce bir fikir ortaya çıkarmakla ve bunun gerekli olduğu hakkında duygu beslemekle yayılabilir. Ancak bu, yeni durumun kurulması uğrunda mücadele ile ve mücadeleyi hayatın en büyük görevi saymakla kök salabilir.
O günlerde Nasyonal Sosyalist Hareketin emniyet kadrosunu, bu müdafaa ekiplerinden ayıran en esaslı vasıf, inkılâp tarafından meydana getirilen şartların, en ufağını dahi müdafaa etmemesi ve tamamına karşı çıkarak yeni bir Almanya uğrunda mücadele etmesi idi.
Gerçi bu güvenlik kuruluşu, ilk günlerde toplantılarımızın düzen içinde geçmesini sağlamakla görevli idi. Yani görevi sınırlı idi. Rakiplerimizin, toplantılarımızı sabote etmelerini önleyecekti, ilk günlerde bu yolda, esaslı saldırılar yapmak için kurulmuştu. Ama bu teşkilâtımızın değişmez tutumu, Alman ırkçılarının kokuşmuş toplantı yerlerinde* ileri sürdükleri gibi, yalnız sopa yemeğe karşı şiddetli bir istekten ileri gelmiyordu. Güvenlik kuruluşumuzdaki taraftarlarımızın bu tutumları, bir sopa darbesi ile yere serildiğinde, en iyi bir fikrin bile boğazlanabileceğine inanmış olmalarından ileri geliyordu.
Çoğu zaman tarihte görüldüğü gibi, en asil başlar, en âdi darbeler altında uçmuşlardır. Bizim teşkilâtımız cebir ve şiddeti esasen bir maksat olarak kabul etmez. Teşkilâtımız, ülkücü amaçları takip edenleri, baskı, zor ve şiddetten korumak için teşekkül etmiştir. Teşkilâtımız, millete hiçbir koruma ihtimalini vermeyen bir devleti
(* Deutsch Volkfeohe, ırkçı fikirlerin yayılması konusunda Hitler taraftarları ile rekabet eden bir teşkilât idi. Daha sonra, yavaş yavaş ortadan kalktı )
müdafaa etmek için değil, tam tersine olarak, milleti ve devleti yok etmek isteyenlere karşı, milletin müdafaasını üstüne almak için kurulmuştur.
Münih'te Hofbrauhaus düğün salonunda yaptığımız muharebede emniyet kuvvetimize gösterdiği kahramanlıktan dolayı, o günün büyük hatırasını daimi bir şekilde tespit etmek için HÜCUM K-IT'ASI adını verdik. Daha doğrusu emniyet kuvvetimiz o gün bir sürü kızıl karşısında gösterdiği cesaret ve kazandığı zafer sayesinde bu ismi hak etti.
Bu ismin ifade ettiği mâna, hareketimizin yalnız bir kısmını anlatıyordu. Bu isim ve bu isim altında toplananlar, propaganda gibi, basın gibi, bilimsel müesseseler gibi ve partimizin diğer üyeleri gibi, bir bütünün bir kısmını ifade ediyor ve bir parçasını teşkil ediyordu.
Zihinlerden silinmeyen o tarihi toplantıdaki başarımız, yalnız o günkü toplantıya özgü kalmadı. Hareketimizi ve fikirlerimizi Almanya'nın diğer taraflarında da yaymak için yaptığımız teşebbüslerde bu organımızın ne kadar faydalı ve gerekli olduğunu gördük.
Kızıllar, bizi kendileri için bir tehlike olarak kabul ettikten sonra Nasyonal Sosyalist toplantılar yapmak için giriştiğimiz teşebbüslerde bizi daha büyük bir kuvvet haline gelmeden boğmak ve ezmek için hiçbir fırsatı kaçırmadılar, Bazen de toplantılarımızı sabotajlarla önlemeye çalıştılar. Bütün bu hâdiseler olurken Marksçı partilerin üyeleri ve oluşumları her yerde ve hattâ parlamentoda dahi sabotaj hareketlerini müdafaa ediyorlardı.
Kızılların bu hareketleri normaldi. Fakat hiçbir yerde konuşamayan ve hatiplerinin sözleri kızıllar tarafından kesilen, her zaman Marksistlerin dayaklarına maruz kalan ve Marksizm aleyhindeki hareketimizi takip edip, bizim bu milli mücadelemiz sırasında karşılaştığımız güçlüklerden adeta zevk duyan burjuva partilerinin bu tutumlarına ne demeli? Bu pis burjuvalar, mağlûp edemedikleri kızıl partilerin, tarafımızdan da alt edilemediğini gördükçe memnun oluyorlardı.
Yüksek dereceli memurlar, emniyet amirleri hattâ hattâ bakanlar, kendilerine rezil dedirtecek bir karaktersizlikle, vatanperver kişiler hüviyetine bürünüp, biz Nasyonal Sosyalistlerin, Marksçılarla olan mücadelesinde, en âdi bir şekilde kızıllara hizmet ediyorlardı. Birkaç sene önce kızıl köpek sürüleri tarafından ipe çekilmemelerim ve bir fener direğine asılmış cesetler haline gelmemelerini kısmen dahi olsa bizim kahramanlığımıza borçlu olan âdi heriflerin, partimiz ve üyeleri hakkında hiçbir ihtarda bulunmadan takibata geçmeleri, rezil kimseler olduklarının en açık delili idi.
Bu kadar hüzün verici hadiseler arasında ebediyete intikal eden Polis Müdürü Pöhner mert bir adam olarak bu âdi köpeklerden bahsederken şöyle demişti:
"Ben, hayatım boyunca sadece bir Alman olmak, öyle kalmak ve bir memur olmak için mücadele ettim. Rezil bir memur olarak, karşısına çıkana fahişelik eden ve o anın hâkimi görünmeğe fırsat bulan âdi yaratıklarla benim karıştırılmamamı isterim."
Bizi endişeye sevk eden ve çok hazin olan bir durum vardı ki, o da, bu köpek sürüsünün, yavaş yavaş da olsa Alman Devleti'nin en namuslu kişilerim emir ve tesirleri altına alarak onlara da kendi ilkelerini ve adiliklerini aşılamaları idi. Bunlar aynı zamanda namuslu bir kimseye karşı da azgın ve korkunç bir kin beslerlerdi, Yahudi taktiği burada da kuvvetini gösterir ve bu namuslu memurlar vazifelerinden atılırlardı. Bütün bunlar olurken başta bulunan âdi herifler de "nasyonalist" etiketi altında kendilerini millete pahalı satarlardı. Biz, bu gibi âdi köpeklerden hiçbir yardım göremezdik. Fakat, kendi korunma teşkilâtımız olan "Hücum Kıtaları"nın gelişmesi emniyetini garanti edince, takdir dolu dikkatleri üstümüze çekebilirdik.
Bizim hücum kıtalarımızın iç teşkilâtında hâkim fikir, bu organımızın tam bir hücum kıtası olmasından başka, Nasyonal Sosyalist ideali sarsılmaz bir şekilde manevi kuvvet haline getirmek ve disipline dikkat etmek olmuştur.
Bu teşkilâtımızın, herhangi bir müdafaa teşkilâtı veya gizli bir cemiyet ile bir benzerliği ve alâkası yoktur.
Bir milletin askeri terbiyesi yalnız hususi kaynaklarla temin edilemez. Bunun için devlet tarafından büyük mali yardım yapılması i-cap eder. Bundan başka bir hususu düşünmek, kendi imkânları hakkında pek fazla ümitlere kapılmak olurdu.
ihtiyari disiplini tatbik "ederek, askeri kıymeti bulunan teşekküllerin meydana getirilmesinde bazı engelleri aşabilmek kabil değildir. Çünkü en esaslı kumanda aleti olan ceza vermek yetkisi noksandır. 1914 senesinin ilkbaharında teşkil edilen ve fedai heyetleri demlen kuvvetleri bugün dahi meydana getirmek mümkündür. Fakat bu heyetleri meydana getirenler, eski subaylardı. Bu subayların birçoğu eski ordu mektebinde okumuşlardı. Ayrıca, yüklenen vazife, cinsine bakılmaksızın kayıtsız şartsız bir askeri itaat gerektirmekte idi.
Halbuki gönüllü ekipler için bir ideal söz konusu değildi. Ekip, ne kadar geniş olursa, disiplin de o kadar gevşek olur. Her üyeden az iş isteniyordu. Bunun neticesi olarak, müdafaa ekipleri eski askerler ve emekliler cemiyeti haline geliyordu. Kayıtsız şartsız, bir emir ve idare yetkisi olmadan, askeri hizmete gönüllü hazırlama işi hiçbir zaman büyük topluluklara tatbik edilemez. Kendi rızaları ile, ordu içinde itaat mecburiyetine boyun eğenler azınlıkta kalacaklardır.
Ayrıca, vasıta ve âlet eksikliği, imkânsızlık, müdafaa ekiplerinin hakiki bir talim yapmalarına fırsat vermemektedir. Halbuki, ciddi bir talim, böyle bir müessesenin en birinci ve en büyük vazifesi olmalıdır. Savaşın üstünden sekiz sene geçtiği halde, bu uzun zaman zarfında Alman gençlerinin hiçbiri muntazam bir talim görmedi. Bu müdafaa ekiplerinin vazifesi, sadece çok eskiden talim terbiye görmüş kimseleri toplamak değildir. Eğer bu iş böyle yapılırsa, bir kimsenin, ekibi hangi sene terk edeceği kolayca hesaplanabilir. 1918 senesinin en genç elemanı dahi, yirmi sene sonra askeri kıymetini kaybedecektir. Şimdi, Almanya bu kötü devreye büyük bir hızla yaklaşmaktadır. Bu dönem gelip çattığı vakit, savunma ekipleri tam anlamıyla emekliler cemiyeti hüviyetini alacaktır.
Halbuki esas vazifesi kötü gidişe karşı koymak olan müdafaa ekiplerinin durumları böyle olmamalıdır, işte bu hal, henüz askeri talim görmemiş olanlar için talimin gerekli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Fakat şu sıra bu şekil yetiştirme imkânsızdır. Haftada bir iki saatlik bir talim ile bir asker hakikaten yetiştirilemez, iki senelik bir askerlik hizmeti bir Alman gencini tam bir asker haline getirmeye yeterlidir.
Hepimiz, cephede, askerlik mesleğine tam manasıyla hazırlanmamış olan genç askerlerimizin korkunç ve feci durumlarım gözlerimizle gördük. On beş hafta sıkı bir talime tabi tutulan gönüllü kıtalar, en büyük fedakârlık ruhu ile canlı ve ayakta olmalarına rağmen, savaş sahasında topa, gıda olacak et yığınından başka bir şey değillerdi. Yalnızca beş-altı ay kadar talim gördükten sonra, eski askerlerin aralarına katılan gençler bir işe yarıyorlar ve eskilerin tecrübelerinden istifade ederek faydalı oluyorlardı. Eskiler genç askerlere rehberlik ediyorlar böylece bunlar yavaş yavaş yeni görevlerine alışıyorlardı.
Bu hâdiseler göz önünde tutulacak olursa, belirli bir idareci heyeti olmadan, kâfi derecede elde vasıta ve âlet bulunmadan, âdet yerini bulsun diye haftada bir iki saatlik yaptırılan talim ile bir kuvvet meydana getirmenin ne kadar ümitsiz ve imkânsız bir iş olduğu anlaşılır. Bu şekil davranmakla eski askerler durumlarını muhafaza edebilirler. Fakat, hiçbir zaman 'gençler bu biçimde gerçek asker durumuna getirilemezler. Bu sözde talimin yetersizliği şu olay ile de kanıtlanabilir: Bir gönüllü müdafaa ekibi, büyük gayret ve masraflarla sadık birkaç bin kişiyi askeri talime tâbi tutarken, devlet barışçıl davranışlarıyla milyonlarca gencin arzusunu ve maneviyatım kırmakta ve neticede onların vatanperver ruhlarını zehirleyerek, hepsini koyun sürüsü haline getirmektedir. Bu trajedinin yanı sıra, müdafaa ekiplerinin fikirden mahrum oluşları da olumsuz bir rol oynuyordu.
Ama, gönüllü teşkilatlardaki sözümona askeri talim girişimlerinin hepsine sürekli olarak karşı çıkmama yol açan en esaslı görüş şu idi:
Sıraladığımız bu yokluk ve zorluklara rağmen, bu müdafaa ekipleri, uzun seneler sonunda, sayıca pek az bir miktar Alman gencini fizik, ahlâk ve teknik bakımından askeri bir talime tâbi tutulmuş kimseler haline getirme işinde başarı sağlasa bile, bugünkü politika ve devlet adamlarının istemedikleri bu neticeyi nefretle karşılayacakları muhakkak olduğuna göre, elde edilen netice devlet hesabına yine sıfırdır.
Herhalde böyle bir sonuç, böyle bir kuvvetten yararlanmak konusunda zerre kadar bir istek beslemeyen, ancak o korkunç varlıklarını savunmak için bunu düşünen hükümetlerle geçersiz, değersiz ve anlamsız kalır.
Birkaç sene önce en iyi talimi görmüş sekiz buçuk milyonluk orduyu terk eden devletin, bugün on milyon Almanı akşam karanlığında askeri talime tâbi tutması sadece gülünecek bir olay değil midir? Devlet, yalnız bu kuvvetten istifade etmemekle kalmadı, bu orduyu fedakârlıklarına karşılık olarak edepsiz, âdi ve alçaklar takımının hareketlerine teslim etti.
Demek, mazinin en namuslu ve en şerefli askerlerini lekelemiş, bu kahramanlara tükürmüş, fedakârlık gösterenlerin nişan ve rütbelerinin sökülmesine fırsat vermiş, bayrak ve sancakları çiğnemiş olan bugünkü rejimin müdafaası ve.korunması için asker yetiştirilecek, ha? Şaşarım böyle düşüncelere...
Bugünkü rejim, eski ordunun şerefine, manevi şahsiyetine küfredenleri mahkemeye vermek için küçük bir girişimde bulundu mu? Asla bulunmadı. Tam tersine eski Alman ordusuna küfredenleri en yüksek makamlara tayin etti.
Leipzig'de, "Halk, kuvvetin arkasından yürür." demişlerdi. Bugün, kuvvet devrimi yapmış olanların elinde bulunduğuna ve bu devrim de Alman tarihinde en alçak bir hıyanetten, en âdi bir aptallıktan ibaret olduğuna göre, yeni bir ordu kurmak bu âdi köpek suratlı heriflerin kuvvetini artırmak olacaktır. İşte böyle bir ordu kurmaya teşebbüs etmek kadar yersiz bir şey olamaz. Akıl ve mantık bu teşebbüsün aleyhindedir.
Dostları ilə paylaş: |