Sirk binası karşımda binlerce Alman ile dolu "büyük bir kavga" gibi açılıyordu. Hattâ pist bile insanlarla dolmuş, kapkara şekilde görülüyordu. Beşbin altıyüzden fazla bilet satılmıştı. Bu miktara iş-' sizler, fakir talebeler ve emniyet teşkilâtımız dahil değildi. Bunları da hesaba katacak olursak içerde altıbin beşyüz kişi bulunuyordu. Konferansın ismi şuydu:
"YA GELECEĞİ BiNA ETMEK VEYA MAHVOLMAK." Geleceğin, burada, gözlerimin önünde olduğunu görmekten kalbim sevinçle doluyordu.
1 Nutkum iki buçuk saate yakın sürdü. Nutkumun ilk yarım sa-• atinden sonra bu büyük toplantının başarı sağladığını hissettim. Artık bu binlerce kafa ile benim aramda bir rabıta ve bir temas kurulmuştu. Bu ilk yarım saatten sonra içten gelen alkış ve lehte tezahürat sözlerimi sık sık kesmeye başladı.
iki saat sonra alkışlar yerlerini, bu aynı binada daha sonra yaptığımız toplantılarda da olduğu gibi içime nüfuz eden ve bu hali yaşamış olanlar için, unutulmaz bir durumda kalan uhrevi bir sessizliğe terk ettiler.
Bu büyük kalabalığın doldurduğu sirk binasında adeta küçük bir nefes almanın dahi işitilebileceği kadar bir sessizlik hakim oldu. Son sözlerimi bitirdiğim vakit, bir alkış dalgası kabardı. Daha sonra bu büyük kalabalık Kurtuluş Şarkısını şevk ve heyecanla terennüm etti: DEUTSCHLAND ÜBER ALLES.
Sirkin ortasındaki büyük geçitten akıp giden insan nehrini yır mi dakika kadar takip ettim. Koskoca salon, ağır ağır boşalıyordu Ancak bundan sonra, sevinçten coşkun bir halde yerimi terk ederek evime döndüm.
Bu büyük toplantılarımızdan, gazeteler için fotoğraflar aldılar. Burjuva gazetelerinde yayınlanan bu fotoğraflar, mitingin vasfım kelimelerden çok daha iyi bir şekilde anlatıyordu. Fakat bu gazeteler, mitingin "milli bir miting" olduğunu bir defa olsun yazmadılar. Hattâ, mitingi tertip edenlerin isimlerini dahi açıklamadılar.
Bu toplantı ile, biz önemsiz partiler arasından sıyrıldık. Artık bizim partimizin mevcudiyetini bilmezlik edemezlerdi.
Bu büyük başarımızın geçici ve tesadüf? bir başarı olduğu kanaati uyanmaması ve olumlu kanaatin yerleşmesi için, derhal gelecek hafta aynı yerde ikinci bir toplantı yapacağımızı ilân ettirdim. Bu ikinci toplantıda da aynı neticeyi elde ettik. Sirk binası tekrar binlerce insanla yıkılacak kadar hıncahınç doldu. Bu durum karşısında da üçüncü bir toplantı tertiplemeye karar verdim. Netice yine aynı oldu.
1921 senesi içinde toplantılarımızı daha da sık yapmaya başladık. Haftada bir toplantı ile yetinmiyor, bazen haftada iki toplantı yaptığımız oluyordu. Hattâ, bu sene içinde, yaz ve sonbahar aylarında dahi, bu sıkı faaliyette bir gevşeme olmadı. Bazen yedi gün içinde üç toplantı yaptığımız oluyordu. Artık devamlı olarak sirk binasında toplanıyorduk. Bütün konferanslarımızın halkın üstündeki tesirleri müthiş oluyordu. Bu ciddi faaliyetlerimizin olumlu neticeleri olarak, partimize karşı gösterilen sevgi arttı ve partiye kaydolanların sayısı gün geçtikçe çoğaldı.
Böyle bir başarı karşısında kızıl rakiplerimiz pek tabii olarak boş durmayacaklardı. Terör ile sessizlik arasındaki taktiklerinde tereddüt etmeleri, gelişmemize mani olamadı, işte bu durum karşısında, son bir gayret sarf etmek lüzumunu duydular. Bu teşebbüsler tam bir terör hareketi idi. Hedef toplantılarımıza devam etmek imkânım kati bir şekilde ortadan kaldırmaktı.
Tedhiş hareketine başlamak için yoktan bir sebep buldular. Bir gün Sosyalist milletvekillerinden birine, pek esrarlı bir suikast(!) hazırlandı. Bir akşam bu Bavyeralı Sosyalist'e bir meçhul şahıs kurşun atmıştı. Daha doğrusu Sosyalist Erhard Auer'a kurşun sıkılmamış da, sıkılabilirmiş. Güya, Sosyal Demokrat Parti'nin lideri olan bu milletvekilinin eşine rastlanmayan cesareti bu korkunç suikastı(l) sonuçsuz bırakmış. Suikastçı o kadar hızlı ve piân^ kaçmış ki Alman polisi ufak bir iz dahi tespit edememiş.
işte bu esrarlı suikast(!) hareketi, Münih'te yayınlanan ve Sosyalistlerin yayın organı olan gazete tarafından istismar edildi. Bize karşı, azgınca bir tahrik hücumuna geçtiler. Sosyalist gazete, malûm lâf ebeliği ile olayı büyülterek okuyucularına duyurdu. Bu âdi neşriyattan, bizim gelişimimize fırsat vermemek üzere korkunç tedbirlere başvurulacağı anlaşılıyordu. Ne olursa olsun ağaçlarımızın gökyüzüne kadar ulaşmasını engellemek istiyorlardı. Proleterya'nın kolları ağaçlarımızı yıkmalıydı.
Aradan bir iki gün geçtikten sonra işin kokusu çıkmaya başladı. Hofbrauhaus düğün salonunda bir toplantı yapacaktık. Bu toplantıda ben konuşacaktım. Kızıllar kati bir şekilde hesabımızı görmek için bu toplantıyı seçmişlerdi.
4 Kasım 1921. Saat, 18-19'da toplantımızın insafsızca sabote edileceğine dair ilk haberleri almaya başladık. Gelen ilk haberlere göre kızıl partilere dahil büyük işçi grupları, toplantımızı basarak bize en son ve kesin darbeyi indireceklerdi.
Bu haberlerin bize daha erken ulaşmaması bir aksi tesadüftü. Aynı gün içinde, Münih'te Sterneckgasse'deki bizim için itibarı büyük olan büro binamızı boşaltmış, ama yeni binaya henüz taşınama-mıştık. Çünkü yeni yerimizde hâlâ yapı işçileri çalışıyordu. Daha doğrusu, eski yerimizden telefon kaldırıldığı halde yeni binamıza telefon getirilememişti. Bu bakımdan sabotaj haberlerinin bize zamanında ulaştırılması mümkün olmadı. Bundan dolayı toplantımızda ancak zayıf bir emniyet kuvveti bulundurabildik. Emniyet teşkilâtımıza mensup olanların sayıları altmışa yaklaşıyordu.
Ayrıca alarm vermek için kullanılan alet de, bir saat zarfında bize yeter derecede imdat kuvveti toplayacak şekle getirilememişti. Bir de şu vardı. Bundan önce de, böyle telâş verici birçok sabotaj haberleri almış, fakat kızıllar bu haberlerdeki sabote hareketlerine girişememişlerdi. Bir örnek anlatım: Önceden haber verilen devrimlerin daha yumurta halinde iken öldüğü söylenir, işte bu örnek bizim bütün işlerimizde bugüne kadar hep doğru çıkmıştı. Bütün bunlar, bir sabote hareketine mani olmak için tam anlamıyla alınacak tedbirlerin hepsine başvurmamamıza sebep oldu. Ayrıca, Hofbrauhaus düğün salonunun bir sabotaj hareketinin en az başarı gösterebileceği bir yer olduğunu zannediyorduk. Biz en korkunç sabotajları toplantılarımızı en büyük salonlarda yaptığımız zamanlarda beklemiştik.
işte bütün bu hatalı düşüncelerimiz bize esaslı bir ders oldu. Daha sonra bütün bunları bilimsel yollardan inceledik. Araştırmamız sonunda, önemli sonuçlara vardık. Bu neticeler, ilerde emniyet teşkilâtımızın çalışmalarına çok faydalı oldu.
Hofbrauhaus'un koridoruna girdiğim zaman saat sekizi çeyrek geçiyordu, işte bu sırada göze çarpan şey sabotaj teşebbüsünün şüphe götürmez bir durumda oluşu idi. Bundan dolayı, bizim emniyet teşkilâtımız ilk tedbir olarak binanın dış kapısını kapatmıştı. Fakat erken saatlerde gelen kızıllar içerde idiler. Buna karşılık, bizim partinin taraftarları dışarıda kalmışlardı. Küçük emniyet teşkilâtımız beni koridorda bekliyordu. Hemen salonun kapısını kapattırdım. Kırk beş kadar taraftarımıza dikkatli olmalarını tembih ederek, bu delikanlıların belki de ilk defa milli kuvvetimize sadakatle bağlı bulunduklarını büyük tehlikeye rağmen ispat edecek durumda olduklarına dikkatlerini çektim. Hiçbirimiz bir ceset haline gelmedikçe mücadeleyi bırakmayacaktık. Bu delikanlılara, içlerinden birinin beni terk etmeyeceğinden emin bulunduğumu da bildirdim. Eğer herhangi birinin korkakça bir hareketini yakalayacak olursam ben, bizzat o kimsenin pazıbandını koparacak, üstünde taşıdığı partimizin bütün işaretlerini söküp alacaktım. Daha sonra, herhangi bir sabotaj hareketine karşı derhal reaksiyon göstermelerini, müdafaanın en iyi şekli hücum olduğunu hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalarını sıkı sıkı tembihledim.
Sözlerimi bitirdiğim vakit, bu delikanlılar bana, alışılmıştan çok daha keskin, çok daha gür bir şekilde üç defa "Heil" diye bağırarak cevap verdiler.
Bunun üzerine toplantı salonuna sert adımlarla girdim. Vaziyeti kendi gözlerimle gördüm. Durum şöyle idi: Salon dolmuştu. Sayısız kalabalık intikam ve kin dolu gözlerle bana yıldırımlar yağdırıyordu. Bunların bir kısmı da alaylı sözler söyleyip yüzlerim buruşturuyorlardı. Şimdi her zamankinden daha kuvvetli olduklarından emindiler. Bütün bunlara rağmen toplantıyı açtım ve konuşmaya başladım. Hofbrauhaus düğün salonunda yaptığımız bütün toplantılarda ben "''daima salonun yan taraflarından birinde durur konuşurdum. Bana kürsü vazifesini bir bira masası görüyordu. Yani salonda bulunanların tam aralarında idim. Bu şekilde davranışım, kindar bakışlarla donu salonda, bir daha hiçbir yerde eşi görülmemiş bir ruh hali meydana getirdi. Önümde ve bilhassa sol tarafımda kızıllar bulunuyordu. 'Hepsi ayakta idiler. Bu Marksistlerin çoğu gürbüz kimselerdi. Diğerleri de, salonun duvan boyunca kürsüye kadar sıralanmışlardı. Devamlı bir şekilde bira getiriyorlar ve önlerindeki masalara boş bar-vdakları diziyorlardı. Bu boş bardaklar onların cephanesi idi. Toplantının patırtısız ve gürültüsüz geçmesine imkân olmadığını anladım.
Söz kesmelere rağmen bir buçuk saat konuşmama devam ettim.
Vaziyete hâkim olduğuma hükmedilebilinirdi. Bu durumu sabotaj
lekiplerinin başları hissettiler. Bundan dolayı endişelenmeye başladı-
;lar. Devamlı bir şekilde dışarı çıkıp, tekrar salona dönüyorlardı,
^adamları ile sinirli bir şekilde konuşuyorlardı.
Bir söz kesmeye cevap verdim. Bu psikolojik hatanın derhal i1 farkına vardım. Fakat bu hareketim üzerine fırtınanın kopması emri ; verildi.
Birkaç protesto mahiyetindeki şiddetli bağırmalardan sonra, bir Ikızıl iskemlenin üstüne fırlayarak, avazı çıktığı kadar bağırdı. Hürri-Lyet... Bu bir işaretti, işaret alan hürriyet şampiyonları derhal işlerine koyuldular. Kısa bir zaman sonra salon köpekler gibi uluyan kızıl ı güruh ile doldu. Bu sırada birer top gibi bardak ve sürahiler uçmaya Vbaşladı. Bir anda salona iskemlelerin çatırdaması, cam eşyanın kırıl-;Jması, hayvanlar gibi uluma ve böğürmeler, keskin ve acı feryatlar 'hakim oldu. Salon cehennem? bir kargaşalık içinde kaldı. f Yerimde ve ayakta idim. Bizim, gençlerimizin üstlerine düşen ;j'kutsal vazifelerini nasıl yaptıklarını takip ediyordum. Her şey bir J-yana bir burjuva toplantısının böyle bir durumda kalmasını çok arzu ederdim.
Büyük gürültü henüz şiddetlenmeden önce güvenlik teşkilâtımız (ki bugünden itibaren bu teşkilâtımıza "Hücum Kıtası" adı verildi) derhal faaliyete geçip, karşı tarafa saldırdı. Gençlerimiz kurtlar gibi, sekizer onarlık grup olmuşlar, kızıl rakiplerinin üstlerine canavar gibi atılıyorlardı. Davamıza inanmış olan gençlerimiz kızılları sille tokat, yumruk, tekme ata ata dışarı çıkardı. Beş dakika içinde gençlerin hepsi kan revan içinde kalmışlardı. Böylece birer dâva adamı olduklarını ispat etmiş bulunuyorlardı.
Bunların başında benim sadık Maurice'im de bulunuyordu. Şimdi özel sekreterim olan Hess ve diğerleri ağır yaralı olmalarına rağmen ayakta durabildikleri müddetçe, pis kızıllara saldırmaktan geri kalmıyorlardı. Cehennemi gürültü, tam yirmi dakika devam etti. Bu süre içinde yedi veya sekiz yüz kişi kadar olan rakiplerimiz, sayıları ancak ellinin üstünde olan gençlerimiz tarafından salondan çıkarılmış ve merdivenlerden aşağı yuvarlanmıştı.
Fakat salonun en sonunda, büyükçe bir grup durumunu hâlâ koruyor ve azgınca direniyordu, işte tam bu sırada salonun giriş tarafında, iki el tabanca sesi işitildi. Bunun üzerine müthiş ve korkunç bir yaylım ateşi başladı. Bu sesler, savaş hatıralarımızı canlandırdı ve kalbimiz sevinç ve neşe ile doldu.
Benim bulunduğum yerden, kimin ateş ettiğini görmeme imkân yoktu. Yalnız bu sıra bir şeyi teşhis ettim. Kan içinde bulunan gençlerimizin, bu andan itibaren hiddet ve gazapları son dereceyi buldu.
Yirmi beş dakikalık mücadele sonunda bu son grup da kapı dışarı edildi. Sanki salonda, bomba patlamış gibi bir hâl vardı. Taraftarlarımızdan çoğunun yaraları sarılıyordu. Bir kısmını ise araba ile götürmek icap etti. Fakat vaziyete hâkimdik. Bu toplantıya, başkanlık eden Hermann Esser ilân etti: "Toplantı devam ediyor, söz hatibindir!" Ben derhal nutkuma devam ettim.
Toplantımız bittikten sonra, koşa koşa ve heyecan içinde bir ko miser geldi. Sanki bir deli gibi şöyle bağırdı: "Toplantı dağılmıştır."
Savaş bitip sessizlik sağlandıktan sonra yetişen bu adamcağızın bu garip halini görünce gülmekten kendimi alamadım, işte polisin durumu bu idi. Ne kadar küçük olurlarsa o kadar büyük, ne kadar a çiz olurlarsa o kadar güçlü görünmek istiyorlardı. O akşam çok şeyleı öğrendik. Bu arada kızıllar da aldıkları dersi bir daha unutamadılar.
Münih'te yayınlanan ve Sosyalistlerin yayın organı olan Münc hene Post bizi 1923 yılının sonbaharına kadar "proleteryanın yum ruğu" ile tehdit edemedi.
BÖLÜM 20
Alman ırkçı cemiyetleri bir çalışma birliği yapıyorlardı. Birtakım cemiyetler birbirlerinin işlerini hafifletmek için karşılıklı münasebetlere girişmişlerdi. Bundan dolayı ortak bir yönetim kurulu seçmekte ve ortak bir hattı harekât takip etmekteydiler. Maksatları basitti. Böyle yapmakla usulleri birbirinden pek farklı olmayan oluşum ve partilerden başka bir şeyin söz konusu edilmesini önlemek istemekteydiler. Herhangi bir Alman vatandaşının, cemiyetin, diğer bir cemiyetle bir çalışma birliği yaparak, kendilerini birleştiren şeyleri ortaya çıkardıklarını ve kendilerini birbirlerinden ayıran şeyleri de yok ettiklerini öğrenmesi hoşuna gider. Bundan dolayı, böyle bir gruplaşmanın faydalı olacağı tesir ve yapıcı kuvvetinin mühim bir şekilde artacağı zannedilir. Fakat bu tahmin çok hatalıdır. Kanaatimce, meseleyi iyice anlamak için aynı maksadı takip etmek iddiasında olan cemiyetlerin, bu düşünce sonunda ne gibi bir vaziyet meydana getireceklerini iyice tetkik etmek lâzımdır. Şu unutulmamalıdır ki, tek bir amaç, ancak [ek bir cemiyet tarafından takip edilmelidir. Diğer cemiyetlerin bu amaca katılmaları pek akla uygun gelmez. Gaye yahut hedef, ilk önce tek bir grup tarafından tespit edilir. Bir şahıs, bir hakikati meydana çıkarır, belirli bir meselenin halini uygun görür, bir hedef ortaya koyar ve hedefinin gerçekleşmesini sağlayacak bir hareket meydana getirir, işte böylece bir cemiyet veya partinin programı mevcut hatalı gidişi düzeltmekten veya gelecekte bazı yenilikler yapmaktan ibarettir. Hareket bu şekilde meydana gelince, hareketi meydana getirenin bir kıdem hakkı bulunur. Tarih nazarı itibaren alınacak olursa, bu hareketin, diğer aynı karakterdeki hareketler tarafından takıp edilmesi icap eder. Diğer hareketler, ilk hareketin arkası sıra yürüyerek, o hareketin kuvvetlenmesine yardımcı olurlar. Bu tabiidir ve mantık bunu icap ettirir. Böyle yapılırsa ortak hedefin gayenin lehine olur.
Özellikle aydın kafaların yeni partiye dahil olmaları ile ortak hedef zafere daha kolay ulaşır, ilerde, tek bir maksat takip eden bir hareket meydana getirmek akla uygun ve mertçe bir davranış olur.
Fakat bu söylediklerim bu biçimde olmuyorsa bunun sebebi iki tanedir. Birincisine "feci" demek zorunda kalıyorum, ikincisi, üzülerek söyleyeyim insanın kışiliğindeki zaaftır.
Beni feci demeğe sevkeden durum, şöyledir: insanlar çoğu zaman ortak bir dâvanın peşinde oldukları halde, bir küme durumuna gelip, soruna dört elle sarılmazlar. Bu feci sonucun sebebi şudur. Büyük çapta her türlü hareket, ancak uzun zamandan beri insanların kalplerinde mevcut olan bir temenninin ve o kalplerde sükût içinde uyuyan ateşli bir arzunun tespit edilip,gerçekleştirilmesidir. Asırlar boyunca, insanlarla belirli bir dâvanın hallini arzu ederler, tahammül edilemez devamlı bir vaziyetten acı çekerler de, kendileri için kutsal olan eylemin gerçekleşmesine yardımcı olmazlar. Böyle sıkıntı içinde bulunup, acı çeken ve bu duruma bir hal çaresi bulmak için icap eden harekete girişmek cesaretini göstermeyen milletlere ancak âciz vasfı verilir.
Bir milletin yaşamsal kuvvetini ve bu kuvvet tarafından teminat altına alınan hayat hakkını, günün birinde, Allah'ın lütfuyla, yapılması icap eden işi başarabilecek kabiliyete sahip bir kimse çıkarsa bundan daha iyi ve daha hayırlı bir tesadüf olamaz. Binlerce insanın, büyük çaptaki sorunlardan bir bölümünü çözümlemek için dünyaya getirildiklerini sanmaları mümkündür ve olağandır. Bazen Tan-rı'nın aynı zaman içinde, bir davanın halli için çeşitli insanlar ortaya çıkardığı ve nihai zaferi, kuvvetlerin serbest bir faaliyet içinde bulunduğu sırada en kuvvetliye, en çok lâyık olana kazandırdığı ve böylece o kimseye davayı halletme vazifesini verdiği de görülmüştür. Asırlar boyunca, dini hayatlarından memnun olmayanlar, kendi dinlerinin şeklini değiştirmek istemişlerdi. Bu manevi hareketi" neticesi olarak toplulukların içinden, fikir ve bilgileri itibariyle, bu dini buhrana iyi bir reçete yazmaya aday olduklarına inanan, yeni bir görüşün peygamberleri veya hiç olmama, mevcut inanışın karşısında olan birkaç insan çıkmıştır. Bu işte de Tanrı, en kuvvetliyi, ı n büyük görevi yapmaya memur etmiştir. Kritik nokta buradadır. I >ı ger insanlar, Tanrı'nın lütfuna erişmiş böyle bir kimseye pek geç teslim olurlar. Hattâ birçok kimse, kendini en az onun kadar hak sahibi sanır ve sorunu çözümlemeye en az onun kadar kendini yet kili ve yetenekli kabul eder. Günümüzdeki insanlar ise, büyük davanın ancak büyük liderlerin çözümlemeye ehil olduklarını ve ken dilerinin bu kimseye yardımcı olabileceklerini anlamayacak kadar âcizdirler.
Şundan dolayı, hemen hemen her devirde çeşitli kimseler tarih sahnesine çıkar, birbirlerine benzeyen birtakım hareketler meydana getirirler. Bu durum karşısında halk açık bir temenni göstermekten uzak kalır. Halkta dâvaların tamamına dair bir fikir vardır. Fakat, halk, ideal ve temennilerin özü hakkında açık ve net bir fikir üretmekten mahrumdur.
Bu işte feci olan taraf, iki ayrı kimsenin aynı maksada doğru tamamen farklı yollardan ve birbirlerinden habersiz olarak gayret göstermeleridir. Bu gibi kimseler, kişisel görevlerine karşı en temiz bir imanla ve canlı bir şekilde, diğer kimseleri nazarı itibara almadan, kendi yollarında yürümeyi mecbur hissederler. Feci olarak görünen bir başka durum da, böyle siyasal hareketler ya da böyle dinsel gruplaşmalar, bir devrin genel eğilimlerinden doğdukları için, çalışmalarını aynı yönde yürüttükleri halde, birbirlerine karşı bağımsız olarak örgütlenmeleridir.
Pek açıktır ki, çeşitli yollar üzerinde dağılan bu kuvvetler tek bir kuvvet halinde bir noktada birleşecek olursa başarı ihtimali çok daha çabuk ve muhakkaktır. Fakat bugüne kadar yapılan iş böyle olmamıştır.
Tanrı, yanılmaz mantıkla ve kesin olarak hareket eder. Çeşitli kümeleri birbirleri ile rekabet etmede serbest bırakır ve onlara zafer uğrunda mücadele etmelerine izin verir. Fakat en sonunda, kısa ve emin yolu seçmiş olan hareketi amacına ulaştırır.
Birbiri ile karşı karşıya gelen kuvvetler serbest bir şekilde rekabete girişmezlerse ve en büyük karar, mağrur kimselerin doktrinler hükümlerinden kurtarılıp, açık bir başarının sağladığı itiraz kabul etmez delil ve ispatla verilmezse, iyi ve başarıya giden en kısa yolun hangisi olduğu dışardan tespit edilemez. Keza bir hareketin zirveye çıktığı ve faydalı olduğu ancak başarısı ile ölçülebilir. Sonuç olarak, çeşitli gruplar, çeşitli yollardan aynı amaca doğru yürürlerse, çevrelerinde gerçekleştirilmiş olan eş çalışmalara tanık ve vâkıf olduktan sonra, kendi yollarının değerinin ne olduğunu incelemeksizin bu yolu mümkün olduğu kadar kısaltmaktan ve enerjilerini en yüksek dereceye çıkararak amaçlarına en kısa zamanda ulaşmaktan geri kalmayacaklardır.
Bu rekabet sonunda her mücahidin seviyesi yükselir, insanlık birçok gelişmesini neticesiz kalmış, birkaç teşebbüsten çıkan derslere borçludur. Nihayet takip edilecek en iyi yolun tespiti, önceleri bize feci gibi görünen ve ferdi, şuursuz ve sorumlu olmayan unsurların ilk dağınıklıklarından ibaret olan bir vaziyetin neticesi olduğuna varılır.
Almanya'nın meselesini halletmek için mümkün olan bütün vasıtaları tetkik ettikten sonra, tarih bunlardan aynı anda istifade edilmesi icap eden iki tanesini muhafaza etmiştir. Bu iki esaslı eylem ve iki çözüm çaresinin önderleri Avusturya ile Prusya idi. Yani Habsbourglar ve Hohenzollemler.
Aynı zamanda bu yollardan birinin ya da ötekinin bütün kuvvetlerle birleştirilerek takip edilmesi gerektiğine hükmediliyordu. O zaman, Avusturya'nın takip etmekte olduğu yoldan gidilecekti. Keza o günlerde en büyük kuvveti Avusturya teşkil ediyordu. Fakat, Avusturya'nın takip ettiği maksat ise bir Alman Reich'i meydana getirmek değildi. Kuvvetli bir Alman birliğinin kurulmasına imkân verecek hâdise milyonlarca Almanın, kalpleri kanayarak, üzüntü duydukları bir şekilde meydana geldi. Bu hâdise, kardeşler arasındaki kavgamızın en yeni ve en korkunç belirtileri olarak değerlendiriliyordu. Çünkü, gerçekte Alman imparatorluğunun tacı, daha sonraki günlerde sanıldığı gibi Paris civarında değil, daha sonra tahmin edildiği gibi Königgratr'da ezildi. Alman Reich'ının kurulması müşterek yollara uygulanan bir müşterek iradenin meyvesi olmadı. Bu gaye daha ziyade hegemonya uğrunda şuurlu, çoğu zaman da şuursuz bir mücadelenin neticesi oldu. Nihayet, bu mücadeleden Prusya galip çıktı. Bu neticeyi, iki yüz sene önce bir gün Habsbourgların değil de, Hohenzollernlerin, yani Prusya'nın yeni Alman Reich'nın çekirdeği, kurucusu ve hamisi olacağını kim tahmin edebilirdi? Fakat, kaderin böyle olmasıyla daha iyi netice alındığını da kim inkâr edebilir? Veyahut bugün çürümüş, kokmuş, ahlâkı bozulmuş bir hanedan temeli üzerine kurulan bir Alman Reich'ını kim düşünebilir?
Biz burada "hayır" diyeceğiz ve sözümüze şöyle devam edece-giz..
Durumun tabii gelişmesinin yüzyıllarca süren mücadeleden sonra kendisine ait olan yere en uygun olanını oturtmuş olduğunu kabul ve teslim etmek gerekir.
Her zaman nasıl böyle olmuşsa, bundan böyle de hep aynı olmaya devam edecektir. Bundan dolayı, çeşitli insanların aynı maksat için ortaya çıkıp yola koyulmuş olmalarına üzülmemek lâzımdır. Aynı maksat için ortaya çıkanların en canlı ve en çevik olanı koşuyu kazanacaktır.
Çoğu zaman milletleri hayatlarında, görünüşte birbirine benzer hareketlerin, hep bir gibi görünen bir maksada çeşitli yollardan ulaşmak istemelerine zorlayan ikinci bir sebep daha vardır. Bu sebepte feci bir fesat yoktur. Yalnız bu sebepten üzüntü duyulur.
Üzüntü duyacağımız husus, insanlarda çoğu zaman bir arada toplanmış bir halde rastlanan haset, gıpta ve namussuzluk haritasıdır. Milletinin çektiği acı ve içinde bulunduğu buhran hakkında esaslı bilgi sahibi bir kimse çıkar, neden acı çekildiğini ve buhran içinde olunduğunu bilir bunları yok etmeğe yöneltilmiş teşebbüse girişir ve varılması icap eden hedefi ve bu hedefe götürecek yolu tespit ederse, dar kafalı kimseler, halkın dikkatini çekmeye muvaffak olan bu kimsenin hareketlerini dikkatli bir şekilde takibe başlarlar. Ben bu dar kafalı kimseleri, küçük bir ekmek parçası bulmuş olan ve arkadaşlarını, uzun uzun ve büyük bir dikkat ile tetkik eden serçelere benzetirim. Beklemediği bir zamanda, ani olarak o serçenin gagasından, o küçük ekmek parçasını da alırlar.
işte bir kimse yeni bir yol tespit ederse, derhal bu yolun nihayetinde ümit ettikleri bir ganimete ve nimete ulaşmak isteyen birtakım işsiz güçsüz kimseler meydana çıkarırlar. Bu gibi kimseler kendilerini kabilse, hedefe daha çabuk ulaştırabilecek bir adam aramaya büyük bir arzu ile teşebbüs ederler.
Eğer bu yeni hareket esaslı bir şey ise ve belirli bir program çiz-mişse o zaman aynı maksat uğrunda mücadele ettiklerini söyleyen başka kimseler ortaya çıkarlar. Fakat, neyse ki bu tip kimseler yeni hareketin safları arasına mertçe katılmaktan çekinirler. Tam tersine bu yeni harekettenmiş gibi görünüp onun programını çalarlar ve bu çaldıkları program üstüne kendi hesaplarına uygun bir parti kurarlar.
Aynı zamanda, tam bilgi sahibi olmayan kimselere de, kendilerinin diğer parti gibi aynı maksada, o partiden daha önce sahip olduklarını iddia edecek kadar da yüzsüzlük ederler. Böylece hakir görülecekleri ve ezilip gidecekleri yerde, tam tersine kendilerini uygun bir ışık altında haklı ve büyük göstermeyi başarırlar.
Kendi bayrağına, daha önce başka bir kimsenin yazdıklarını aktarmak, başka bir partinin programını kopya etmek, sonra bütün milletlerin yaratıcısı imiş gibi ayrı bir kurul meydana getirmek büyük bir yüzsüzlük değil de nedir?
Dostları ilə paylaş: |