Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə3/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   51

Örneğin bu şekilde hareket etmeyen, daha doğrusu edemeyen bir konuşmacı, kendisini dinleyenlerden birinin yapacağı itiraz kar­şısında şaşırıp kalacaktır. Hatta hatta bu konuşmacı haklı bile olsa, o sıra acı içinde kıvranacaktır. Bu kimse ne savunduğu fikirler için delil ve tamamlayıcı bilgiler bulabilir ne de itiraz eden kimseyi susturabilecek haklı ve doğru bilgiler gösterebilir. Bu durumun kişisel sorumluluklar söz konusu olduğunda bir zararı yoktur. Ancak felek bu gibi kimseleri milletin başına bela ederse, işte o zaman tehlike belirir.

Ben küçük yaşımdan itibaren okurdum, yani iyi okumaya alış­tım. Bu işte hafızam ve aklım bana büyük çapta yardımcı oldular. Bu sayede Viyana'da geçen günlerim benim için çok verimli oldu. Her gün gördüğüm yeni manzaralar beni devamlı olarak incelemeye ve okumaya itti. Gerçeği nazari olarak, nazariyatı ise gerçekle tetkik, tahkik ve tahlil ettiğim için, kuramsal bilgilerle kafamı doldurmadım. Günlük tecrübelerim toplumsal meselelerden başka, iki büyük husus hakkında da kesin bir fikir verdi.

Böylece ben onları çok ince bir şekilde tetkik ve tahlil ettim.

Gençliğimde Sosyal Demokrasi hakkındaki bilgim çok azdı ve tamamen yanlıştı. Sosyal Demokrasi'nin gizli oy usulü için yaptığı mücadele beni memnun ediyordu. Çünkü bu usul ile tiksindiğim Habsburglar rejiminin çökeceğini tahmin ediyordum. Ben Tuna Devleti'nin Cermenliği gözden çıkarmazsa ayakta kalamayacağına inanıyordum, fakat nüfusun içindeki Alman unsurunun Slavlaştırılması da hiçbir güvence vermeyecekti. Keza Slavizmin bir topluma verdiği aynı cinsten olma kuvvetini gözümüzde büyütmemeliyiz. Sözün kısası nüfusu 10 milyon olan ve vatandaşları arasındaki Cer­men ırkını ölüme mahkum eden bu devletin bir an evvel yıkılması­nı ve aynı zamanda bu yıkılma işini çabuklaştıracak her hareketi destekliyordum. Dillerin çeşitli oluşunun doğurduğu kargaşalık parlamentoyu nasıl zayıflatır ve zaafa uğratırsa, bu hükümetin yıkıl­ma anı da, o kadar çabuk olacaktı. Bu an Alman Avusturya'sının hürriyet anı olacaktı. Artık Avusturya'nın anavatan Almanya ile bir­leşmesine bir engel kalmayacaktı. Bu bakımdan Sosyal Demokratların hareketleri ve tutumları benim düşüncelerim yönünden çok iyiydi. Sosyal Demokratların işçi lehinde çalışmaları o günlerde be­nim hoşuma gidiyor ve bu yüzden beni bu partinin sempatizanı ol­maya zorluyordu. Beni bu partiden uzak tutan husus ise, Sosyal De­mokratların Avusturya sınırı içindeki Germenlerin muhafaza edil­mesi için yapılan mücadeleye karşı çıkması idi. Halbuki Slav komü­nistleri, Sosyal Demokrasi'nin bu tutumunu sevinçle karşılaşmaları­na rağmen, başka hususlarda bu partiye karşı çok küstah ve gaddar davranıp tepeden bakıyorlardı. Böylece bu siyasi dilencilere hakları olan cevabı vermiş oluyorlardı.

On yedi yaşımda iken "Marksizm" hakkında da henüz bende bir fikir oluşmamıştı. Sosyal Demokrasi ile Sosyalizm'e hemen he­men aynı manayı veriyordum. Sosyal Demokrasiyi gösterilerinin bir seyircisi olarak tanıdım. Bu hususta bir fikrim olmadığı gibi, üyele­rinin zihniyetlerini de bilmiyordum.

Sosyal Demokratlarla ilk münasebetim, bir şantiyede oldu. Aç­lıktan ölmemek için iş arıyordum. Geleceğimden endişe ediyordum. Bu yüzden de çevremle ilgilenmiyordum. Fakat bir olay beni bu ta­rafa sürükledi: Bana sendikaya kayıt olmamı emrettiler. O zamanlar sendikalar hakkında bir bilgi sahibi değildim. Sendikaların işçilere faydası veya zararı hakkında bir fikrim yoktu. Fakat, kesin olarak sendikaya girmem emredilince, bu konuda bir bilgim olmadığını ve özellikle ne olursa olsun, hiçbir şeye bağlanmak istemediğimi belir­terek daveti reddettim. Eğer hemen kapı dışarı edilmemişsem bu ileri sürdüğüm birinci sebepten dolayı idi. Herhalde bir iki gün içinde her şeyi öğreneceğimi ve kendilerine bağlanacağımı sanıyor­lardı, fakat tamamen yanılıyorlar di. Önceleri sendikaya girmem bir parça imkan dahilinde idiyse de, iki hafta sonra bu ihtimal de orta­dan kalkmıştı. Gerçekten bu kısa süre içinde çevremdekileri pek iyi tanımıştım. Beni, dünyada hiçbir kuvvet, temsilcileri bana bu kadar ters gelen bir teşkilata sokamazdı, îlk önceleri kendi kendime dü­kündüm. Şantiyede çalışırken öğlenleri, işçilerin bir kısmı aşçı dük­kanlarına giriyor, diğer bir kısmı da şantiyede kalarak sefilane bir yemek yiyordu. Bunlar daha çok evli olan işçilerdi. Kadınlar da kaplar içinde çorba getirerek karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Bin bir parça ekmek, biraz sütle öğle yemeğimi yerken etrafımı da inceliyordum, incelemelerim sırasında öğrendiğim şeyler insanı isyana teşvik edecek mahiyette idi. Her şey inkar ediliyordu. Millet, kapitalist sınıfların bir uydurmasıydı. Vatan, işçi sınıfını sömürmek için burjuvazinin vasıtası idi. Kanunlar işçiyi ezmek için vazedili­yordu. Din, milletleri istismar etmek için uydurulmuştu. Ahlak, ah­makça bir sabır prensibi idi. Her temiz şey, çamura batırılıp çıkarılı­yordu.

Önceleri susuyordum. Sonraları susmaya çalıştım. Fakat buna devam edemedim. Adi iddialara cevap vermeye başladım. Fakat ce­vaplarımın tatminkar olması için, açık ve kesin bilgi sahibi olmam gerektiğini anladım. Bunun üzerine peş peşe kitap ve broşür oku­maya başladım. Arkadaşlarımın fikirleri hakkında geniş bir bilgiye sahip olmaya başladım. Fakat onlar akıl ve mantıkla mücadele ede­bilecek kimseler değildiler. Beni şantiyede iş sırasında bir iskeleden aşağıya yuvarlamakla tehdit ettiler. Bunun üzerine şantiyeden nef­retle uzaklaştım. Kısa bir zaman sonra inadım nefretime galip geldi.

Şantiyeye geri döndüm. Aynı zamanda parasız da kalmıştım.

işte o zaman kendime sordum. Bu adamlar bir millete mensup olmaya layık mıdırlar? Sorunun cevabı "evet" ise en iyilerin böyle bir azaba katlanmalarını bir millet haklı gösterebilir mi? "Hayır" de­necekse milletimiz insan bakımından zayıf ve fakir denecek durum­dadır.

Bu sıralarda bir gösteriye katıldım, iki saat olduğum yerde ka­lıp nefesimi tutarak işçilerin dörder dörder geçmelerini sabırla sey­rettim.

Evime dönerken, Avusturya Sosyal Demokrat Partisi'nin organı olan Arbeiterzeitung'u gördüm. Bu gazeteyi kahvelerde ancak iki dakika kadar sabır göstererek okuyabildim. Bu sefer içimden gaze­teyi almak geldi.

Yalan dolu yazıların bende uyandırdığı nefrete rağmen, o gece­ki zamanımı bu gazeteye ayırdım. Böylece Sosyal Demokratların kendi gazetelerindeki fikirlerini, nazariye üstatlarının yazdıkları ki­taplardan daha iyi inceleme fırsatını buldum. Ne büyük fark vardı... Bir tarafta, içinde peygamberlerin sözlerim hatırlatan gayet derin bir akıl ve hikmet ürünü imiş gibi hürriyet, namus ve şeref mefhumları bulunan kitaplar... Diğer tarafta da hiçbir alçaklıktan korkmayan her türlü çamur ve iftirayı saçmayı pek tabii sayan, yılan gibi bir dil ve üslûp... işte bu insanlığın kurtuluşunu isteyen basındı. Sonunda anladım ki, kitaplar, ahmaklar ve aydın kişiler için, gazeteler ise halk içindi.

Ben, Sosyal Demokratların doktrinini derin derin incelediğim­de kendi milletimi görmeye başladım.

Eskiden bana aşılması imkansız bir uçurum gibi görünen şey, şimdi daha büyük bir sevgiye yol açtı.

Gerçekte ancak, ahmak olan bir kimse bu büyük zehirleme işi­ni bildiği halde, kurbanları kabahatli görebilirdi. Günler geçtikçe iradem bağımsızlığına kavuştu ve Sosyal-Demokratlarım başarı sırla­rını çözmeye başladım. O günlerde kızıl yayınlardan başka bir şeyi okumamamın, kızılların düzenledikleri toplantılardan başka bir mi­tinge katılmamamın sebebini derhal çözdüm. Sefalet dolu çevrem­de, bu hiçbir şeye izin vermeyen doktrinin münakaşa götürmeyen Sonuçlarını gördüm. Toplum ancak kuvvetli şeyler karşısında eğile­bilir. Nasıl kadınlar zayıflara baskı yaptığı halde, kuvvetli olanın karşısında diz çökerlerse; topluluk da otoriteyi, zayıfa tercih eder. Topluluklar, hoşgörü karşısında, daima bir vazgeçme alışkanlığına kapılırlar. Bunun için, topluluk üzerinde fikri bir baskıya başvurul­malıdır. Topluluk insani alışkanlıklarım kullanmamalıdır. Bu baskı topluluk tarafından pek fark edilmez. Böylece topluluk doktrinin hatalarını da görmez ve sezmez olur. Topluluk, dış görünüş itibariy­le kuvvet ve baskının sonuçlan ile karşılaşır ve ona tam olarak bağ­lanır. Bunun için Sosyal-Demokratların karşısına çıkacak olan bir başka parti, ancak rakibinden çok daha sert ve kuvvetli hareket ederse başarıya ulaşabilir, iki yıl içinde gerek Sosyal Demokratların tutumlarını, gerekse bu partinin oyuncağı haline gelen halk kitlesi­nin ruhunu anladım.

Sosyal Demokratların faaliyetlerinin burjuva sınıfı üzerinde yarattığı dehşeti gördüm. Burjuva sınıfının bu hareket ile mücadele et­meye ne ahlakı, ne de kuvveti yeterli idi. Oysa Sosyal Demokratla­rın adeti, kendi faaliyeti için en büyük tehlike görünen kimseleri, si­nirleri darmadağın edecek şekilde bir yalan ve kuru iftira bombardı­manına tutmaktı. Bu korkunç taarruz, o şahısların ayağa kalkama­yacak şekilde yere serildikleri hissedilinceye kadar devam ediyordu.

Sosyal Demokrasi, değerli kimselere saldırır, muhalif partinin zayıf adamlarını az çok ve gizli bir şekilde metheder. O, iradeden yoksun bir dahiden çok, basit dereceli bir zekaya sahip olan, sert tabiatlı bir adamdan korkar. Zeka ve iradeden tamamen yoksun olan­ları ise göklere çıkarır.

Sosyal Demokrasi, huzuru sağlamak imkanına sadece kendisi­nin sahip olduğu görüşünü yayar. Olayları yakından takip eder. Ya olayların bizzat içindedir, ya da olayların yanındadır. Eğer halkın dikkati bir başka yöne çevrilmiş ise, Sosyal Demokrasi derhal bu duruma müdahale eder.

işte bunun için partileri boğan ve yok eden gazlara karşı daha zehirli ve etkili gazlarla karşılık verilmelidir. Aksi takdirde galibiyet yolunun kapalı olduğu halka anlatılmalıdır. Zayıf yaradılışlı kimse­lere bu durumun bir ölüm kalım mücadelesi olduğu açıkça belirtil­melidir. Ben bütün bunları tespit ederken şahısların topluluğa karşı duyduğu korkunun önemini gördüm.

Her yerde dehşet ve korku, aynı derecede bir dehşet ve korku tarafından yolu kapanmazsa daima başarıya ulaşır, işte o zaman böyle bir parti, istikamet değiştirerek, önceleri hakaret ettiği, küçük düşürdüğü devlet otoritesine sığınır. Çoğu zaman da genel bir ka­rarsızlık anında isteğine kavuşur. Çünkü daima gerzek beyinli bir­kaç yüksek dereceli memur, korkularından düşmanın gelecekte kendilerine iyi muamelesini temin etmek amacı ile ona yardım eder.

işte bu biçimde bir başarının halk üzerinde nasıl bir etki yaptığı hem taraftarlar hem de karşı olanlarca bilinemez. Bunu ancak hal­kın ruhunu kitaplardan tanımaya çalışanlar değil, hayatın içine gi­renler takdir ederler. Yapay olarak elde edilen başarı taraftarlar ara­sında sürdükleri davalarının bir zaferi imiş gibi kabul edilirken, ye­nik düşenler ise ilerde ortaya çıkacak direnişin başarı ihtimalinin kaybolduğuna inanırlar.

Zamanla kaba kuvvet usullerini öğrendikçe, bu kaba kuvvete hedef olan halk kütlelerine karşı duyduğum hoşgörü de arttı. Bu çe­tin ve ıstıraplı günlerimde, beni milletime iade ederek milletimin özelliğini bana öğrettiği ve terör hareketlerinin elebaşıları ile, kur­banlarını yakından tanımama fırsat verdiği için Tanrı'ya bin kere şükrediyorum. Bu yollarını şaşırmış, iki gözü de kapalı olan adam­ların sadece bıçak altına yatmış birer kurban oldukları kabul edil­melidir, işte bu rezil sınıfların ruhlarını basit bir iki çizgi ile ortaya koyarken, bu toplulukların derinliklerine inildiğinde, parıldayan bir ışığa rastlanacaktır. Ben gözlemlerim sırasında, bu sınıfların bireyleri arasında ender de olsa, bazı fedakarlık olaylarına, sadık arkadaş­lık hislerine, samimi bir tevazu ile dolu çekingenliklere, insanı şaşırtan itidalli davranışlara rastladım. Bu pırıltılar özellikle yaşlı işçiler arasında görülüyordu. Bu parıltılara yeni nesillerde ve büyük şehir­lerin çarkları arasında eriyenlere rastlanamıyordu. Ancak tek tuk bazı gençler vardı ki, onlar doğuştan kazandıkları meziyetlerini mu­hafaza ederek, hayatın kötülüklerine karşı, hâlâ direniyorlardı, Fakat bu iyi insanlar, eğer siyasi faaliyetleri milletimizin can düşman­larına kaptırılıyorsa, bunun sebebi, o heriflerin idare ettiği partilerin kötülüklerim takdir edememelerinden ileri geliyordu. Çünkü hiç kimse bu adi heriflerin ne dolaplar çevirdiklerini incelemek zahme­tini göstermemiştim. Bu kimselerde karşı koyma iradesi "sosyal sü­rüklenmelere mağlup olmuştur. En sonunda sefalet onları gırtlakla­rından yakalayarak Sosyal Demokrasi çamuruna batırmış ve o ça­murun içinde bırakmıştır.

Burjuvazi işçinin en meşru ve en tabii isteklerine dahi, binlerce defo büyük bir ahlaksızlıkla "hayır" cevabı vermiştir, işte bu haksız Direniş karşısında işçiler sendikalara doğru itilmişlerdir.

Böylece işçi, en basit isteklerine insani bir cevap alamadığı için sendika teşkilatı ile siyasete doğru sürükleniyordu, işçi Sosyal Demokrasi’ye düşman idi. Fakat direnişleri defalarca sonuçsuz kaldı. Burjuva partileri ise her türlü toplumsal sorunlara karşı ilgisizdiler. iticinin hayat şartları düzeltilmedi, iş kazaları, çocukların ve kadınların çalışmaları, kadınların hamilelik halleri hiçbir zaman göz önüne alınmadı. Makineler arasında çalışan işçi her türlü emniyet ted­birlerinden uzak bırakıldı. Böylece halk toplulukları Sosyal Demokrasinin ağları içine düştü. Sosyal Demokrasi, bu üzüntü veren siyasi düşüncelerin sebep olduğu olayların hepsinden faydalandı. Buna karşılık burjuva partiler hatalarını hiçbir zaman düzeltmediler, esasen düzeltemezlerdi de... Çünkü her türlü toplumsal yenileşme hareketine karşı durmakla kin tohumlarını etrafa serpmişlerdi. Halkın can düşmanı olanlarının iddialarına, yani işçilerin menfaatlerini sadece Sosyal Demokrat Partisi'nin koruduğu yolundaki sözlerine hak verme durumu doğmuştu.

Böylece burjuva partileri, sendikaların kurulmasına imkan veren ahlaki temelleri hazırladı, işte bu teşkilatlar, Sosyal Demokrat partiye taraftar toplayan birer kuvvet haline geldiler. Viyana'da bulunduğum yıllar sırasında ben de ister istemez sendika konusunda bir vaziyet almak zorunda kaldım. Sendikayı, Sosyal Demokrat Partisi'nin birbirinden ayrılmaz bir parçası kabul ettim. Ama sonunda bu kanaatimin yanlış olduğunu anladım. Seri olarak verdiğim bu karardan hemen vazgeçtim. İşte bu ana davalar­da kader benim gözümü açacaktı, ilk kararım tamamen ters çıkmış, altüst olmuştu.

işçinin en tabii toplumsal haklarım savunacak ve ona daha iyi hayat şartlan sağlayacak olan sendikalar ile, sınıflar arasındaki siyasi mücadeleyi kızıştıran ve bunu partiye hizmet için yapan sendikaları birbirinden ayırt etmeyi öğrendiğim zaman henüz 20 yaşında idim.

Sosyal Demokrasi sendikaların kudretini anladı ve bunu kendi davasına dahil ederek başarısını sağladı. Burjuvazi ise bu teşkilata değer vermediği için siyasi yerini kaybetti. Hatta bu teşkilatın nor­mal gelişmesine küstahça karşı koyuşla engel olacağını zannetti. Sendikaların, kuruluşları itibariyle vatan fikrim ortadan kaldırdığını düşünmek ve bunu iddia etmek yanlıştı. Sendika faaliyetleri, milleti meydana getiren sınıflardan birinin (işçi sınıfı) toplumsal seviyesini yükseltmek amacını takip ederse, hiçbir zaman vatan ve devlet aley­hine hareket etmiş olmaz. Sendika, halkın fizik ve ahlakı sefaletleri­ni hazırlayan şeyleri ortadan kaldırarak ve onlarla mücadele ederek toplumsal yaraları iyi eder. Sonuç olarak sendika faaliyeti her du­rumda ve ne olursa olsun gereklidir.

Toplumsal anlayıştan yoksun veya hak ve adalet hislerinden uzak kalmış iş adamları var oldukça, halkımızın bir parçası olan işçi­lerimiz, tek bir teşebbüsün hırsına veya akıl dışı davranışlarına karşı, topluluğun menfaatlerim korumak hakkına sahip olacaklardır. Çün­kü halkta bağlılık hislerini ve güveni korumak, fiziki ve iktisadi sıh­hati kurtarmak, millet yararına uygun hareket etmek demektir.

Ahlaktan yoksun bir bölüm iş adamları, kendilerini topluma yabancı sayarlarsa ve bir sınıfın fiziki ve ahlaki durumunu tehdit ederlerse, memleketin geleceği üzerinde olumsuz etki yaparlar.

İşte bu durum karşısında herkes kendi çıkarına uygun bir bi­çimde sonuç almaya kalkışmasın. Bu hususta hiç kimse serbest de­ğildir. Kötü niyetli kimseler dikkatleri esas konunun üzerinden çe­kip, başka tarafa çevirmek için çalışmasınlar. Toplumsal hayata en­gel olan her şeyi yok etmek milli menfaatlere uygun mudur, yoksa uygun değil midir? Bu soruya verilecek cevap evet ise başarıyı sağla­yacak silahlar ile kavgaya katılmak lazımdır. Yoksa ferdi ve bir iki kişinin bir araya gelerek yaptığı cılız çıkışlar hiçbir zaman büyük iş adamının sonsuz kudretine set olamaz. İşte dikkat edilecek husus buradadır. Gaye hak temin etmek değildir. Esasen hak temin edil­miş ve ele geçirilmiş olsa idi, ortada ihtilaf da olmazdı. Esas gaye en kuvvetli olmaktır.

Halka çok fena muamele yapılır, kanunlara, aykırı hareket edilir Ve haksızlıklara karşı bir kanuni tedbir alınmazsa, anlaşmazlıkları ancak kuvvet halleder. Bunun için bir araya gelmeli ve haklarını arayacak bir temsilci göstermelidirler.

işte bu bakımdan sendika kuruluşları, bugünkü hayata somut sonuçları ile birlikte daha güçlü bir "toplumsal ruh" getirebilirler. Böylece devamlı bir şekilde toplumsal hayatı sarsan şikayet noktala­rı etkisiz duruma getirilir. Eğer bu böyle olmuyorsa, ya toplumsal kanunların yollan ustaca manevralarla kesilmektedir, ya da siyasi tesir ve nüfuz sayesinde mevcut kanunlar hükümsüz bırakılmaktadır. Siyasi burjuvazi sendika kuruluşlarının önemini takdir etmedikçe veya anlamaz göründükçe ve bunlara karşı şiddetle direndik­çe, Sosyal Demokrasi de bu hor görülen hareketi benimsemekte gecikmedi. Sosyal Demokrasi gayet dikkatli bir davranışla, sendika hareketinden kendisine sağlam bir zemin hazırladı ve bundan, büh­tan geçirdiği günlerde istifade etti. Gerçi hareketin derin gayesi zamanla ortadan kalktı ve yerini yeni hedeflere bıraktı. Çünkü, Sosyal Demokrat Parti, hiçbir zaman savunduğu ve ele geçirdiği kooperatif hareket’in programını dahi korumak için çaba göstermedi ve buna önem vermedi.

Geçen yıllar içinde toplumsal hakların savunması için kurulan kuvvetlerin hepsi, Sosyal Demokrat Partililerin becerikli ellerine geçer geçmez milli ekonomimizin tahribi ve yok edilmesi uğruna kullanılmıştır. Artık işçinin en basit hakları dahi düşünülmez olmuştur. Çünkü ekonomik sahadaki zorlayıcı araçların kullanılması, siyasi huyuna her türlü zulme imkan hazırlar. Bu iş için sadece bir tarafta cehalet ve diğer tarafta ahmak sürünün mevcut olması yeter. İşte ortada görülen durumda tam bu şekilde idi. Geçen yüzyılın son yıllarına doğru sendika faaliyetleri ilk amacından uzaklaşmaya başladı. Yıllar geçtikçe Sosyal Demokrat Parti, işçiler arasına dalarak en so­nunda sınıf mücadelesinde bir tazyik aracı haline geldi. Bin bir güç­lüklere katlanarak kurulmuş olan bütün iktisadi binalar devamlı darbelerle yıkılırsa, sonunda iktisadi temellerinden tamamen yok­sun kalmış bulunan devlet binası da aynı akıbete uğramaktan ken­disini kurtaramaz. Parti, işçinin gerçek ve müphem ihtiyaçlarına za­manla daha az ilgi göstermeye başladı, istekler ne kadar çoğalıyorsa, onlara cevap vermek, onları tatmin etmek de o nispette azalıyordu. Halbuki işçinin arzularına kısmen cevap verilmek suretiyle, onların kavga kudretini zayıflatmak yoluna gidilebilirdi.

Çünkü halk arzusu bir kere tatmin edildi mi, kendini idare edenlere körü körüne bağlanır ve kavga kuvveti olmaktan çıkardı.

Fırtınalarla dolu sonuç, sınıf mücadelesini idare eden ve onu körükleyenlere öyle bir dehşet telkin etti ki, her hayırlı toplumsal reforma el altından şiddetle karşı çıktılar. Her reform hareketine bi­le bile cephe aldılar. Bu kadar akıl almaz bir davranışı haklı göster­mek zahmetine bile katlanmak gereğini duymadılar.

işte bu hal karşısında istekler dalgası ne kadar kabarıp yükseli­yorsa, o istek dalgasının bir parça tatmin ihtimali de o kadar azalıp, kayboluyordu. Fakat bütün döndürülen bu dolaplara rağmen, işçi­lere, en tabii ve en küçük haklarına dahi gülünç denebilecek cevap­ların verilmesinin sebebinin, işçinin mücadele ruhunu, kudretini zayıflatmak ve mümkünse bunları tam manasıyla felce uğratmak ol­duğunu, bu sinsi faaliyetin şeytani bir emelin parçasından ibaret bu­lunduğunu anlatmak ve açıklamak gerekirdi. Bu durumda her türlü sözün sağlayacağı başarıya hayret edilemezdi.

Burjuva Partileri, Sosyal Demokrat Parti'nin bu korkunç faaliye­tinin sinsi sonuçlarım nefretle karşılıyorlarsa da, bu olumsuz çalış­malara karşılık verebilecek bir davranışa gerek görmüyorlardı. Hal­buki Sosyal Demokratların iktisadın ezdiği, korkunç sefaletini hafif­letmekten çekindiği ve aynı zamanda sınıf mücadelesi sırasında si­lah olarak kullandığı işçileri, burjuvazinin kendi tarafına çekmesi gerekirdi. Fakat burjuvazi hiç ama hiçbir şey yapamadı. Karşı mev­kilere taarruz edeceği yerde, kendi bindiği dalı kesti ve kendi kendi­sini tazyik altında bıraktı, iş işten geçtikten sonra da o kadar değer­siz birtakım araçları imdadına çağırdı ki, sonunda hiçbiri sonuç ver­medi ve Sosyal Demokratlar tarafından kolayca saf dışı edildi. Hiçbir şey değişmedi, sadece değişen memnuniyetsizlik oldu. O da gitgide çoğaldı.

Artık serbest sendika, siyasi havaya girince herkesin hayatı üze­rinde bir tehlike unsuru olarak belirmeye başladı. Serbest sendika, milli iktisadın emniyet ve geleceğine karşı, devletin sağlamlığına karşı, ferdi hürriyetlere karşı, korkulacak terör araçlarından biri ol­du.

"Demokrasi" sözünü alaylı ve adi cümleler içinde telaffuz eden özellikle "serbest sendika" oldu.

Bu hürriyete bir hakaretti. Kardeşlik ve birlik hususu ise şu cümle ile rezil ediliyordu: "Sen bir yoldaş değilsen kafan parampar­ça edilecektir."

işte görünüşte insanlık dostu olan, fakat beşeriyeti mahvetme yolunda yürüyen bir insaniyet dostu (!) ile böyle tanıştım. Yıllar geçtikçe düşüncelerim gelişti ve hiçbir yönünü değiştirmek gerek­medi. Sosyal Demokrasi'nin dış görünüşünü ne kadar iyi surette in­celersem, bu doktrinin derinliklerini görebilmek isteğim de o kadar çoğalıyordu. Bu hususta partinin resmi edebiyatı bir yardımda bulunamazdı. Partinin resmi ağzı, eğer iktisadi konularla meşgul olu­yorsa, bu husustaki konuşmalar, iddialar ve ortaya konan deliller hiçbir zaman doğru olmuyordu. Parti siyasi gayelerinden söz ettiği zaman da samimi olmuyordu.

Bütün bunlardan başka çok gelişmiş olan mesele çıkarma ruhu ve delillerin ortaya konuş şekli, bana daima derin tiksinme hissi tel­kin ediyordu. Derin düşünceleri, kekeleyici, karanlık, hatta anlaşıl­maz ve manasız ıstıraplarla dolu bir sürü cümlelerle anlatmak ister­lerken hiçbir fikir kırıntısına rastlanmıyordu. Akıl öyle bir dolam­baçlı yollardan ilerliyordu ki, daima hedefi şaşırıyordu. Bir insanın kendini rahat hissedebilmesi ve bu sonsuz "dadaisme"* gübresi içinde samimi ve gerçek bir durumda bulunabilmesi için ancak bü­yük şehirlerdeki o "bohem"** kişilerden olması gerekiyordu. Sosyal Demokrat Parti'nin destekleyicisi olan yazarlar pek açık olarak hal­kın bir kısmının tevazuunu istismar ediyorlardı. Çünkü bu tip halk (Dadaisme- 1917 yılına doğru kurulan bir edebiyat ve sanat okulu.bu okulun programları fikir ile anlatış arasındaki bütün ilgileri ortadan kal­dırmaktı. Bohem-Günü gününe yaşayan, başıboş kimse.) topluluğu herhangi bir şeyi ne kadar az anlarsa, onda o kadar ender gerçekler ve değerler buluyorum sanır.

Böylece bu doktrinin, kuramsal bakımdan yanlışlığı ve mana­sızlığı ile ortaya çıkan gerçekleri mukayese edince, takip ettiği gizli gaye hakkında geç de olsa açık bir fikir sahibi oldum.

O zaman şunu anladım, bütün enerjisini kinden alan bir dokt­rin karşısında bulunuyorduk. Bu doktrin kendi zaferini kazanmak için en ufak teferruatı hesaplamıştı. Zafer kazanıldığı vakit insanlığa öldürücü bir darbe indirilecekti. Hemen bu arada, bu yıkıcı doktrin ile bir milletin o güne kadar benim dikkatimden uzak kalmış olan özel vasfı arasındaki münasebetleri gördüm.

Sosyal Demokrasinin gizli amacı, ancak Yahudilerin ne olduk­larını bilmekle anlaşılır. Bu Yahudi milletini tanımak, bu partinin hedefi ve niyeti hakkında gözlerimizi kapatan yanlış fikirler bağını koparıp atmak demektir. Yahudileri tanımakla bizi kendine körü körüne bağlayan bu partinin toplumsal fikri deşildiğinde Mark­sizm'in çirkin ve korkunç bir şekilde gerilmiş yüzü ortaya çıkacaktı. Yahudi kelimesinin bende ilk defa olarak özel birtakım fikirler uyandırması, hangi çağda meydana geldiğini kestirmem pek imkan­sız değilse de, biraz zor olacaktır. Babamın sağlığında bu kelimenin evimizde telaffuz edildiğini hiç hatırlamıyorum. Galiba benim için pek saygıdeğer olan babam, bu kelimeyi özel bir şekilde telaffuz e-den kimseleri geri kafalı adamlar kabul edecekti. O hayatı boyunca az çok bir kozmopolitliğe eğilim göstermişti. Bu eğilim onun gayet sağlam olan milli kanaatlerine rağmen düşüncelerine hakim olmak­tan başka, benim üzerimde dahi iz bırakmıştı. Okul sırasında hiçbir şey beni, ailemden aldığım fikirleri değiştirmeye zorlamadı. Realschule'de genç bir Yahudi çocuğu ile tanışmıştım. Bu Yahudi çocuğu­na karşı davranışlarımızda hepimiz dikkatli hareket ediyorduk. Fa­kat bu tutumumuza sebep, o Yahudi çocuğunun bazı konular üze­rindeki ketumluğu dolayısıyla bizde pek az bir güven uyandırabilmiş olmasıydı. Esasen ne ben ne de arkadaşlarım bu davranışımız­dan özel bir sonuç çıkarmadık.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin