Kitaplarımı uykunuz varken okumayın. Çünkü ömrü boyunca uyuyanları uykudan uyandırmak için yazılmıştır.
Tok karnına da okumayın. Çünkü tok karnına denize girilmez. Bu da bir deniz, hem de aşk denizidir. N.T.
TASAVVUF ÂLEMİNDE
AŞK ve GÖNÜL
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Eyyyy. Aziz okuyucularım.
Dünyada hiçbir kimsenin ele almağa cesaret edemediğini zannettiğim bir mevzuu ele aldım.
Bütün şümûl ve mânâlar ile yazmağa ne ilmim, ne de ömrüm kâfi gelir. Bunu yirmisekiz harf ile ifade etmek kabil değildir. Fakat (söyleyenden dinleyen Ârif gerek) sözü yok mu? İşte sizlerin lep demeden leblebiyi anlayan idrâkinize güveniyorum.
Rahman ve rahiym olan ALLAH’ın ismiyle başlıyorum. O isim bana söz söylemek, maksadımı anlatabilmek için ilim kaynağı olduğu gibi size de anlamak kabiliyetini verecek bir tek eşsiz varlığın ismidir. Cümlemiz ondan idrâk temenni edelim.
Mârifetname sahibi İbrahim Hakkı hazretlerinin gönül hakkındaki duygusunu sizlere izah edelim.
Vasf-ı lisan seninledir vasf edemem gönül seni
Nutk-u beyan seninledir vasf edemem gönül seni
Her hünerin kemâlisin; her güzelin cemâlisin
Hüsnile ân seninledir vasf edemem gönül seni
Şevk-ü talep ki sendedir, zevk-ü tarab ki sendedir
Aşk ile can seninledir vasf edemem gönül seni
Fikrin olursa Bilhüdâ; kalmaya sende mâsiva
Emn-ü âman seninledir vasf edemem gönül seni
Olmasa kibriyle riyâ; sensin o beyt-i kibriyâ
Günc-i nihân seninledir, vasf edemem gönül seni
Olsa gılâfı ten cüdâ, âyinesin cihannümâ
Ayn-ı ayân seninledir vasfedemem gönül seni
Bilmedi kimse cevherin; âleme doldu kevserin
Zevk -i cenân seninledir vasf edemem gönül seni
Aslı cihânsın ey gönül; vasla mekânsın ey gönül
Kevn-ü mekân seninledir vasf edemem gönül seni
Hükmüne (Hakkı) bendedir cânı seninle zindedir
Cümle cihân seninledir, vasf edemem gönül seni.
Başlangıca ve özete ne lüzum var? Hayat; geniş bir nehir gibi gürül gürül akıp gidiyor. Tavuk mu yumurtadan? Yumurta mı tavuktan? Başına ve sonuna aklımızın eremeyeceği bir âlem, nereden başlasak O; baş değildir, nerede bitirsek O, son değildir. İstiyorum ki anlamadığınız bir şey kalmasın. Âlemleri yaratan; sevgilisine öyle emretmiş. O da (Rahman ve Rahiym olan ALLAH'ın ismiyle başlıyorum) demiş! Bu sözlerle başlanan işte muvaffakiyet vardır.
Rahmân, yoktan varlığa, mânâdan sûrete getiren demektir. Âlemlerin zuhûra gelmesi gibi; bitkilerin, hayvanların, insanların zuhûra gelmesi gibi; hattâ bütün insanlara şâmil bir lütûftur. Din tefriki yoktur.
Rahiym, sûretten mânâya, varlıktan yokluğa doğru bir gidiş; yâni asla varış yollarını gösteren, ilim ve idrâk kabiliyetlerini açan ALLAHü azimüşşan demektir. Bu isimlerle bir işe başlanır da muvaffak olunmaz olur mu?
Musiki dersinde beş hat dört beyaz vardır bilirsiniz. Altında ve üstünde olan beyazlar da vardır ya, onlar daha ziyade alafrangada kullanılır. Biz de üst ve alt perde arasındaki sesleri kullanarak bir âhenk, emsalsiz bir âhenk hazırlamak istiyoruz. Bir veya iki üç ses arasındaki sesler ya Arab’ın ya leyl’ine veya yeknesak bir Lâz havasına benzer ki usanç verir.
Yalnız dünya meşgalesi arasında okursanız, bu kitaptan bir şey anlayamazsınız. Bir kaç zaman bu meşgalelerden, geçmişten, gelecekten hatırınızda ne varsa hepsini boşaltın. Çünkü sizi götüreceğim yer bir Kâbe’dir ki çok temiz olmak lâzımdır. Dışınız ve içinizde bir toz dahi bulunmamalıdır. Şimdi ben ağız olayım siz de dikkatli bir kulak; sözlerim tohum olsun. İdrâkiniz o tohumları yeşertecek, olduracak, büyütecek bir toprak olsun.
Ne gönül, ne de aşk târife sığmaz. Biz kelimelerle bunu izâha çalışırken, siz de münakaşa mevzuu olan itirazlardan vazgeçiniz, her ikimiz de ALLAH’dan yardım ve feyz isteyerek söylemeğe ve anlamağa çalışalım.
Yeryüzünden gökyüzüne doğru yedi kat gök derler ya bu; âfâki bir anlamdır.
Bir de gönlün derinliklerine doğru yedi mertebe vardır ki bu da gönlün semasıdır.
Vücûdumuzda iki meme ile midemizden geçen bir üçgen tasavvur ediniz; bu üçgen dahilinde bir sonsuzluk vardır. Hariçteki renkleri, şekilleri bir kesafet âlemi olarak görelim, işte gönül aynasının bir tarafında bu kesâfet olmasa gönül bir ayna gibi şekilleri lâyıkiyle aksettiremez.
Aynaların sırrı olmasa ayna da aynalıktan çıkar. Yaptığımız işlerin değil hayalimize gelen şeylerin bile iyiliği ve kötülüğü gönül aynasını bulandırır. İç âlemimizin gözü, orada bir şey göremez olur. Hakikat kulağımız da oradan gelmesini beklediği ilhamları duymaz olur. Gönüller, ALLAH’ın baktığı bir aynadır. Tecelli sahasıdır. İlham kaynağıdır. Gönlün yedi kat içinden doğan bir nûr vardır. Gökyüzündeki güneşin büyüklüğüne bakmayın. O, gönüldeki güneşin peykidir. Gönülden doğan o nûra, nûri Muhammedi derler. İdrâk ve kemalât nûrudur. Daha içeri doğru beş mertebe daha vardır. Çok saf ve temiz bir gönül sahibi olanlar bunu bilirler. Onlara «varis-i Muhammed» derler, o makama kimse çıkamaz. O, ona mahsustur. Her zaman bir adet bulunur.
Dünya yüzündeki Kâbe, Hakkın tecelliyatına mazhar olan gönül Kâbe’sinin taştan yapılmış temsîlî bir ifadesidir.
Peygamberimiz böyle bir Peygamberdir, Kur‘ân-ı Kerim oradan gönderilmiştir. Mî’râc-ı şerif oraya doğrudur. İbâdetler, niyazlar, duâlar hep oraya doğrudur. İstenen her şey oradan istenir. Veren, alan orasıdır. İnsan böyle bir insandır. Cenâb-ı ALLAH «İnsan benim sırrımdır. Ben de onun sırrıyım.» buyuruyor. Bizler de kapalı olan bu sözü açıyoruz.
Dostları ilə paylaş: |