Karar aliGÜl alkaya ve diĞerleri başvurusu


Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası



Yüklə 275,64 Kb.
səhifə3/4
tarix22.01.2019
ölçüsü275,64 Kb.
#101606
1   2   3   4

Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

  1. Başvurucuların bu başlık altındaki şikâyetleri; Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, makul sürede yargılanma, hakkaniyete uygun yargılanma, müdafii yardımından yararlandırılma hakları kapsamında ayrı ayrı incelenmiştir.

i. Mahkemenin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı Şikâyeti

  1. Başvurucular, Mahkemenin kuruluş ve işleyişinin Anayasa’ya aykırı olduğunu, aynı tür uyuşmazlıkları çözen mahkemelerin aynı kurallara tabi olması gerekirken ağır cezalık fiiller arasında ağır ceza/özel ağır ceza ayrımı yapılmış olmasının yargılamanın birliği ilkesini ihlal ettiğini, ayrıca Mahkeme heyetinin tarafsız olmadığını iddia etmişlerdir (bkz. § 26).

  2. Bakanlık görüşünde, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yasayla kurulduğu, tabii hâkim ilkesinin gereklerini karşıladığı, işleyişine ilişkin düzenlemelerin Ceza Muhakemesi Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda öngörülmüş olduğu ve yasayla önceden belirlenmiş hükümler çerçevesinde yargılama faaliyetlerini sürdürdüğü, AİHM’in de benzer şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddettiği belirtilmiştir.

  3. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı olarak başvuru dilekçelerindeki iddialarını tekrarlamışlardır.

  4. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

  1. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin ‘Adil yargılanma hakkı’ kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Sözleşme’nin 6. maddesinde, mahkemenin “kanunla kurulmuş” olması gerektiği hükme bağlanmıştır. Ayrıca Anayasa’nın 37. maddesinde hiç kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamayacağı, bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamayacağı; 142. maddesinde mahkemelerin kuruluş, görev, işleyiş ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hükümlerine yer verilmiştir.

  2. Yukarıda belirtilen kuralların amacı, mahkemelerin bağımsızlığının sağlanması istikametinde, demokratik toplumda yargı sisteminin, yürütmenin müdahalelerine karşı korunması ve sistemin münhasıran millet iradesini temsil eden parlamento tarafından şekillenmesinin sağlanmasıdır. Pek tabii bu kural, sistemin teşekkül ve işleyişine ilişkin tüm ayrıntılarının mutlaka kanunla belirlenmesini gerektirmemektedir. Ayrıntılara ilişkin koşullar, yargı denetimi sağlanmak koşuluyla ikincil mevzuatla belirlenebilir. Yine Sözleşme’nin 6. maddesi, kanunla kurulmuş olmak şartıyla özel mahkemelerin (örneğin terör mahkemeleri) kurulmasını yasaklamamaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. X ve Y/İrlanda [KK], B. No: 8299/78, 10/10/1980).

  3. Mahkemenin fiilen kanuna uygun olarak kurulmuş olması da kanunla kurulmuş olmanın diğer yönünü teşkil etmektedir. Buna göre bir mahkemenin, görev ve işleyişi ile ilgili kurallara uygun olarak teşekkül etmemiş ve faaliyet göstermemiş olması hâlinde belirtilen güvenceye aykırı bir durum oluşacaktır.

  4. AİHM, özel yetkili mahkemelerde yargılanmış olmasının şikâyet konusu edildiği bir başvuruyu incelemiş ve bu mahkemelerin kanun ile kuruluşu ve oradaki hâkimlerin teminatları gibi güvenceleri dikkate alarak bir sorun olmadığını ifade etmiş ve bu yöndeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Osman Keser/Türkiye, B. No: 29321/11, 15/10/2013, §§ 24-28).

  5. Somut davada başvurucuların yargılandıkları Mahkeme kanunla kurulmuş olup genel adli yargı sistemi içerisinde yer almaktadır. Öte yandan suç tarihinde başvuruculara yüklenen suçlara bakmakla görevli olan DGM’lerin hukuki dayanağını oluşturan Anayasa’nın 143. maddesi ve 2845 sayılı Kanun, suç tarihinden sonra yürürlükten kaldırılmış ve 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun’la 1412 sayılı mülga Kanun’a 394/a maddesi eklenmiş, daha sonra da 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 2. ve 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 250. maddeleri ile bu suçlara ağır ceza mahkemelerinin bakacağı belirlenmiş olup anılan Kanunların amaç, kapsam ve gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın 37. ve 142. maddesi hükümleri çerçevesinde, yargılamayı yapan Mahkemenin suçtan sonra ve bu sanıklara yönelik kurulan özel bir mahkeme olmadığı ve dolayısıyla doğal hâkim ilkesi ve kanunla kurulmuş mahkemede yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olmadığı açıktır.

  6. Öte yandan başvurucular, Mahkeme heyetinin tarafsız olmadığını, bu yönden yaptıkları “hâkimin reddi” taleplerinin sonuçsuz kaldığını belirtmişlerdir.

  7. Adil yargılanma hakkından bahsedebilmek için mahkemenin tarafsız olması gerekir. “Tarafsızlık”, ön yargılı ve yanlı davranmamak anlamına gelmekte olup bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği ancak her somut olayda öznel ve nesnel testler uygulanmak suretiyle saptanabilir. AİHM’e göre adil yargılanma anlamında tarafsızlığın varlığı, hem belirli bir davada belirli bir hâkimin kişisel düşüncelerini temel alan öznel bir teste, hem de hâkimin bu konudaki meşru şüpheleri giderebilecek güvenceleri taşıyıp taşımadığına ilişkin nesnel teste göre belirlenmelidir (Hauschıldt/Danimarka, B. No: 10486/83, 24/5/1989, § 46).

  8. Buna göre “tarafsızlık” koşulunda, “işlevsel/nesnel” ve “şahsi/öznel” yanlılık hâlleri birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Aynı kişinin yargısal faaliyetler çerçevesinde farklı işlevlere sahip olması ya da yargılamanın diğer taraflarıyla arasında hiyerarşik veya benzer nitelikli bağlar bulunması, mahkemenin nesnel tarafsızlığına dair meşru bir şüphe ortaya çıkarabilir. Kişisel tarafsızlıkla ilgili olarak değerlendirilebilecek husus ise hâkimin kişisel tutumunun böyle bir şüphe oluşturup oluşturmadığı veya yanlı bir davranış teşkil edip etmediğidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kyprianou/Kıbrıs, [BD], B. No: 73797/01, 15/12/2005, § 122).

  9. Bir hâkimin başvurucuya karşı kişisel bir yanlılıkla hareket ettiğini gösteren bir delil olmadıkça hâkimin tarafsız olduğu kabul edilmelidir (Hauschıldt/Danimarka, § 47).

  10. AİHM, nesnel tarafsızlık testinde önemli olanın, demokratik bir toplumda mahkemelerin halkta ve ceza davalarında yargılanan sanıklarda oluşturacağı güven duygusu olduğunu vurgulamıştır. Nesnel tarafsızlık incelenirken mahkemenin tarafsız olmadığını iddia eden tarafın görüşü önemli ama sonuca etkili değildir. Mühim olan, tarafsızlıkla ilgili şüphelerin nesnel olarak haklı gösterilip gösterilmediğidir. Şayet hâkimin tarafsızlığına yönelik meşru bir şüphe varsa o hâkim davadan çekilmelidir (Fey/Avusturya, B. No: 14396/88, 24/2/1993, § 30; Hauschıldt/Danimarka, § 48).

  11. Nesnel tarafsızlık daha çok bir ceza davasında yargılamayı yapan hâkimin davanın önceki aşamalarına çeşitli nedenlerle katıldığı durumlarda teste tabi tutulmaktadır. Bir hâkimin aynı davada kovuşturmadan önceki aşamalarda görev ya da karar almış olması o hâkimin nesnel tarafsızlığına ilişkin şüphe veya endişeleri haklı kılmaz (Fey/Avusturya, § 30). Şayet soruşturma aşamasında savcılık sıfatıyla bir dosya ile ilgilenmesini gerektiren türden bir görev yapılmış ve daha sonra da aynı davada hâkim olunmuşsa ilgililerin o kişinin tarafsızlığını sağlamak için yeterli güvencelerin var olmadığı konusunda endişelenmeye hakları vardır (Piersack/Belçika, B. No: 8692/79, 1/10/1982, § 30).

  12. Yargıtay kararlarında da hâkimin nesnel tarafsızlığı tartışılmış ve hangi hâllerde tarafsızlığın ihlal edileceği saptanmaya çalışılmıştır. Buna göre, iddianame veya son soruşturmanın açılması kararındaki suç niteliği yönünden görevsizlik kararı veren, soruşturma sırasında doğrudan doğruya ya da talimatla sanığın sorgusunu yapan ya da tanıkları dinleyen, soruşturma aşamasında sanığın tutuklanmasına ya da salıverilmesine karar veren hâkimin asıl davaya bakan mahkemeye katılmasının sakıncalı olmadığı ve tarafsızlığı ihlal etmediği kabul edilmiştir. Soruşturma aşamasında değişik sebeplerle görev almış olan hâkim için önemli olan, söz konusu dava ile ilgili olarak oy ve kanaatini belli etmiş olup olmadığıdır. Gerçekten esaslı işlemler niteliğinde bir soruşturmayı yapan veya duruşmayı yöneterek delilleri toplayan, olay hakkında belli bir kanıya varıp suçun niteliği ve uygulanacak yasa maddelerini açıklayan ve böylece kanaat ve oyunu belli etmiş bulunan hâkimin, bu işe ait davada hükme iştirak etmesi tarafsızlığı şüpheli hâle getirebilir [Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK), E.1977/2, K.1977/3, 5/12/1977].

  13. Bu genel ilkelerden hareketle somut olay incelendiğinde başvurucular tarafından, başvurucuların avukatı ile duruşma Savcısı arasında meydana gelen olay ve bu olay kapsamında Savcının duruşmadan çekilmesi gerektiği yönündeki talep ve talebi yerine getirmediği için heyetin tarafsızlığını yitirdiği gerekçesi ile Mahkeme heyetinin reddinin talep edildiği anlaşılmıştır. Bu talep, dosyanın karar aşamasına geldiği, haklı gerekçe bildirilmediği ve yargılamayı uzatma amacına matuf olduğu gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un 31. maddesi uyarınca reddedilmiştir. Bu itiraz temyiz aşamasında da ileri sürülmüş ve Yargıtay tarafından da hâkimin reddi talebinin yerinde görülmediğine karar verilmiştir.

  14. Şikâyet konusuna ilişkin olarak Mahkemenin 25/2/2011 ve 25/3/2011 tarihli oturumlarındaki ara kararlarında şu tespitlere yer verilmiştir:

1-Sanık Ali Gül Alkaya müdafi Av. Faruk Nafiz Ertekin'in 17/06/2010 havale tarihli heyeti red dilekçesi duruşmayı uzatmak amacıyla yapıldığı anlaşıldığından CMK 31/c maddesi uyarınca red talebinin REDDİNE, Kararın Av. Faruk Nafiz Ertekin'e tebliğinden itibaren 7 günlük süre içerisinde 13. Ağır Ceza Mahkemesine itirazı kabil olmak üzere…” (25/2/2011 tarihli oturum);

1-Geçen celse 1 nolu ara karı uyarınca sanık Ali Gül Alkaya müdafii Av. Faruk Nafiz Ertekin'in 17/06/2010 havale tarihli heyeti red dilekçesinin duruşmayı uzatmayı matuf olduğundan bahisle CMK 31/c maddesi uyarınca red talebinin reddine karar verildiği ancak kendisine tebliğ edilmemiş olduğundan ve bu celse kendisine okunmakla sanık Ali Gül Alkaya müdafii Av. Faruk Nafız Ertekin'e bu günden itibaren 7 günlük yasal süresi içinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz hakkının bulunduğunun hatırlatılmasına, (ihtarat yapıldı)



2-Her ne kadar sanık …Hasan Özcan, Ahmet Doğan, … Hatice Duman… müdafii Av. Keleş Öztürk ve …sanıklardan Ali Gül Alkaya müdafii Av. Faruk Ertekin'nin özellikle mazeret nedeniyle mazeretlerinin yargılamayı uzatmaya matuf olduğu ve bunu alışkanlık haline getirdiklerinden bahisle barodan müdafii istenmesi ve yine daha önce duruşmalarda meydana gelen olaylar nedeniyle heyetin tarafsızlığını kaybettiğinden bahisle gerek önceki celse itibariyle ve gerekse bu celse itibariyle heyeti red taleplerinde bulunmuşlarsa da uzun zaman devam eden davanın karar aşamasında olduğu, sanıklar ve müdafilerinin heyeti red taleplerinin hiç bir geçerli sebebe dayanmadığı ve davayı uzatmaya yönelik olduğu anlaşıldığından CMK 31/c maddesi gereğince heyeti red taleplerinin REDDİNE, bu karara karşı yukarda belirtilen sanık ve müdafilerinin tebliğden itibaren 7 günlük süre içinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunabileceklerinin ihtarına, (ihtarat yapıldı)…

5-Sanık müdafilerinin özellikle heyeti red talepleri hususunda varsa itirazları ile ilgili hususlarda karara bağlandıktan sonra sanıkların… iddia makamının mütalaasına karşı savunmalarını hazırlamaları için yeniden ve son kez gelecek celseye kadar mehil verilmesine…” (25/3/2011 tarihli oturum).

  1. Şikâyet konusuna ilişkin olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.10066 sayılı ilamında şu gerekçeye yer verilmiştir:

CMK'nın 29 ve 31. maddelerinin kapsam ve gerekçesi, hakimin reddi talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddine dair mercii kararının hükümden sonra verilmiş olması göz önünde bulundurulup, CMK'nın ‘hakimin tarafsız olup olmadığı sorununun bir an önce çözümlenerek esasa ilişkin yargılamaya devam edilmesini’ öngören yaklaşımı dikkate alınarak; hakimin reddine ilişkin itirazların CMUK'nın 308. maddesi çerçevesinde Dairemizce ön sorun olarak incelenip sonuçlandırılması gerektiği değerlendirilerek yapılan incelemede;

Sanık Aligül Alkaya müdafiinin hâkimin reddi talebine ilişkin olarak ileri sürdüğü nedenlerin tüm dosya kapsamına göre yerinde olmadığı anlaşıldığından ret isteminin geri çevrilmesine ilişkin itirazın reddine,

Reddi hâkim talebine ilişkin yasal sürecin işleyiş biçimine bağlı olarak ileri sürülen savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin iddialar, reddi hâkim talebinin ileri sürüldüğü tarih, bu tarihte kovuşturmanın geldiği aşama, tüm savunmalar ve reddi hâkim talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddedilmiş olması karşısında yerinde görülmemiştir.”

  1. Buna göre başvurucuların hâkimin reddi taleplerinin genel ve soyut nitelikte olması ve yargılamayı uzatmaya matuf bulunması sebebiyle Mahkeme ve Yargıtay tarafından yerinde görülmediği anlaşılmıştır. Yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde anılan davada Mahkeme heyetinin öznel ve nesnel tarafsızlığı ile ilgili şüphe oluşmasına neden olabilecek bir husus saptanmadığı gibi başvuru dilekçelerinde de bu hususu ortaya koyacak esaslı bir bilgi ya da belge sunulmamıştır.

  2. Açıklanan nedenlerle başvurucuların “mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ile ilgili şikâyetleri yönünden bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Sürede Yargılanmama Şikâyeti

  1. Başvurucular, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

  2. Bakanlık görüş yazısında AİHM kararlarına atıf yapılarak yargılamanın (Aligül Alkaya ile ilgili olarak) iki dereceli yargılama sisteminde 9 yıl 5 ay 16 gün sürdüğü, ayrıca başvurucuların aynı nedenlerle Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurdukları, Komisyonun, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini tespit ederek başvuruculara 6.000 TL (Hasan Özcan için 5.250 TL) tazminat ödenmesine karar verdiği, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili başvurucuların mağdur sıfatlarının olup olmadığı konusunda yukarıda anlatılanların Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği ifade edilmiştir.

  3. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

  4. Başvuru konusu olayda başvurucular hakkında, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme” suçundan 1994 yılında soruşturma başlatılmıştır. İsnat olunan suç 5237 ve 3713 sayılı Kanun hükümleri kapsamında hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).

  5. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların (İlk gözaltına alınan başvurucular Aligül Alkaya ve Hatice Duman yönünden; diğer iki başvurucu ise daha sonraki tarihlerde yakalanmışlardır.) bahse konu suç kapsamında gözaltına alındığı anlaşılan 9/4/2003 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucular hakkında verilen mahkûmiyet kararının onandığı 25/9/2012 tarihidir.

  6. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde, yargılamanın konusunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile ilgili olduğu, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 9 yıl 5 ay 16 günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak anılan davada makul olmayan bir gecikme tespit edilmiş olmakla beraber başvurucuların “mağdur sıfatı”nı taşıyıp taşımadıklarının da incelemesi gerekir.

  7. Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 36. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, yargılama sürecinin ve usulünün adilliğine riayet edilerek ve hakkaniyete uygun, makul bir gerekçeye dayalı olarak verilen bir karar mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 61, 74).

  8. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01 ve 74860/01, 9/2/2006, § 68). Başvurucuya sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84; Yavuz Selim Akkoç, B. No:2012/1277, 20/11/2014, § 51; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Fatma Yüksel/Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, §§ 48, 49; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 116).

  9. Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak başvurucuların, makul süreyi aşan yargılama sebebiyle AİHM’e başvuruda bulundukları (bkz. §§ 34, 45, 56, 64), ayrıca 6384 sayılı Kanun gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına da başvurdukları; Komisyonun, başvurucular hakkındaki kararın Yargıtay tarafından onandığı tarihe kadar olan yargılama süresini hesap ederek “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvuruculara 6.000,00’er TL (Hasan Özcan için 5.250,00 TL) tazminat ödenmesine” karar verdiği ve itiraz edilmeksizin kararların kesinleştiği görülmüştür. Komisyonun kararından sonra başvurucular vekilinin talebi üzerine, başvurucular Aligül Alkaya, Hatice Duman ve Hasan Özcan için 14/3/2014 tarihinde, başvurucu Ahmet Doğan için 10/7/2014 tarihinde hükmedilen tazminatların ödendiği belirlenmiştir. Bu şekilde Komisyon tarafından açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı, başvurucuların iddialarının kabul edilerek başvurucular lehine hükmedilen tazminatların ödendiği ve başvuruya konu edilen mağduriyetin ortadan kaldırıldığı anlaşılmıştır.

  10. Buna göre başvuruya konu edilen şikâyetin Komisyon kararı ile başvurucular lehine sonuçlandığı, bu kararın başvurucular açısından belirli bir tatmin sağladığı ve ileri sürülen ihlal iddiasının bu yolla giderilmek suretiyle mağdur sıfatının ortadan kalktığı sonucuna varılmıştır.

  11. Açıklanan nedenlerle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti yönünden başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Başvurucular Hatice Duman, Ahmet Doğan ve Hasan Özcan’ın Soruşturma Aşamasında Müdafii Yardımından Yararlandırılmamasına İlişkin Şikâyetleri

  1. Başvurucular, soruşturma aşamasında bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadıklarını ileri sürmüşlerdir.

  2. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

  3. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:



c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek”



  1. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında, genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Her davanın kendine özgü koşulları çerçevesinde zorunlu sebepler ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir ise de bu hâllerde dahi suç şüphesi altındaki kişinin savunma hakkına, telafisi mümkün olmayacak şekilde zarar verilmemesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 55; Mustafa Gür/Türkiye, B. No: 39182/08, 14/1/2014, § 31).

  2. Başvuruculardan Hatice Duman’ın gözaltında tutulduğu dönemde, DGM’lerin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmanın ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabileceği kabul edilmiştir. Anılan tarihlerde, ilgili mevzuatta bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar için normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânı tanınmamıştır (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48).

  3. Buna göre dört gün gözaltında tutulan başvurucu Hatice Duman, avukatı olmaksızın 9/4/2003 tarihinde kollukta, 13/4/2003 tarihinde Cumhuriyet Savcısı huzurunda susma hakkını kullanmıştır. Başvurucu, bir kısım şüpheliler ile aynı tarihte çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise müdafii eşliğinde savunmasını yapmış ve kovuşturma süresince de avukat yardımından yararlanmıştır (bkz. §§ 36, 37, 38).

  4. Başvurucu Ahmet Doğan, müdafii eşliğinde 16/3/2004 tarihli kolluk ve aynı tarihli Savcılık ile sorgu ifade tutanaklarında susma hakkını kullandığını belirtmiş ve kovuşturma süresince de avukat yardımından yararlanmıştır (bkz. § 48).

  5. Başvurucu Hasan Özcan, 19/11/2005 tarihinde müdafii eşliğinde kollukta susma hakkını kullanmış, Savcılık ve sorguda müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde ise kollukta kötü muamele görmediğini belirterek suçlamaları reddetmiş ve kovuşturma süresince de avukat yardımından yararlanmıştır (bkz. § 58).

  6. Görüldüğü üzere her ne kadar başvurucular, gözaltında bulundukları sırada bir avukatın hukuki yardımından yararlanmadıklarını iddia etmişlerse de başvurucu Hatice Duman’ın hâkim huzurundaki sorgusuna kadar devam eden süreçte susma hakkını kullandığı için kendisini suçlayıcı herhangi bir beyanda bulunmadığı veya aleyhine herhangi bir delil göstermediği saptanmıştır. Başvurucunun, bir avukatın hukuki yardımından mahrum bırakılmış olması savunma hakkının kullanılması bakımından bir eksiklik ise de bu durum, başvurucunun savunma hakkı bakımından telafisi mümkün olmayan bir zarara neden olmamış ve belirtilen bu eksiklik, sorgu işleminde avukatın katılımı ile giderilmiştir. Ayrıca başvurucunun bu aşamada, avukat yardımından faydalanmak için açık bir talebi de olmamıştır. Diğer iki başvurucu ise tüm aşamalarda avukat yardımından yararlanabilmişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların belirtilen iddialarının, adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açıktır.

  7. Açıklanan nedenlerle başvurucuların soruşturma aşamasında bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadıkları iddialarının adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Başvurucu Aligül Alkaya’nın Müdafii Yardımından Yararlandırılmaması Şikâyeti

  1. Yapılan inceleme neticesinde başvurucunun bu şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

v. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği Şikâyeti

  1. Yapılan inceleme neticesinde başvurucuların bu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

  1. Yüklə 275,64 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin