Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə104/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   100   101   102   103   104   105   106   107   ...   112

ortalama olarak kırk yaşında kabul ettiğinden ve insanın bedeninde çalışan

zerrelerin tamamına yakın bir bölümü, her altı ayda bir tazelenip değiştiğini

ilmen kabul ettiği için, kendi o günki mevcud olan bedenini, yetmiş dokuz

tane Saidlerin günahlı, elemli ölmüşlerinin, içinde yığılmış oldukları bir

yıkılmış mezar kabul etmekte ve öyle de tasvir etmektedir. Sekseninci, yani

sekseninci Said'i de, bütün o iç içe yığılan, ölmüş yetmiş dokuz tane

Saidlerin başında bir mezar taşı olarak tasvir etmiştir.

Lemaatın başındaki şu açık manasını yazdığımız iki beytin zahir manalarını

biraz daha açıklıyan Hazret-i Üstad'ın "İşârât" isimli eserindeki şu

satırlarıdır:

"Ben bu anda seksen Said'den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel

şahsî kıyametler ve müteselsil istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni

fırlatmışlar

Şu Said: Yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı natıkın fihristesidir: Eğer

zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini

görseler,şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımıyacaklardır.

Ben onların üstünde; yuvarlandım.. Hasenât, lezzât dağıldı kaldı, seyyiât,

âlâm toplandı yüklendi...(183)"

Hazret-i Üstad'ın bu çok ilmî ve çok veciz ve muammalı sözlerinin azıcık

açıklanması gerekir sanırım. Kısaca olarak şöyle:

"Ben bu anda seksen tane Said'den süzülerek meydana çıkmışım. O geçmiş

Saidler zincirleme şahsî kıyametlerle ve eklemli, bağlantılı çoğalmalarla

suretler bırakarak, çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlardır.

Şu mevcud hazır Said: Yetmiş dokuz ölü, bir konuşan diri Said'in

fihristesidir. Eğer zaman denilen nehrin suyu donup dursa, temessül edecek

o yetmiş dokuz tane Saidler birbirlerini görseler, muhalefet şiddetinden

birbirlerini tanımıyacaklardır. (Yani hiç biri diğerine benzemiyecektir)

Ben (yani hazır mevcud Said) onların üstünden yuvarlanarak bugüne

geldim. Güzellikler, lezzetli haller dağıldı geride kaldı. Amma günahlar ve

elemler ise toplandı hep başıma yüklendi.”

Lemaatın başındaki "Eddai" unvanı altında olan satırların sadece baştaki iki

satırının şifreli, işaretli ve remzli manalarını ise, şöylece izah edebiliriz:

2364


2365

(183)Asar-ı Bediiye S:94

2365

2366


2163

Önceleri bu manalar, (Remizli manalar) Hazret-i

Üstad'ın vefatından önce) tam olarak bilinememişti, bilinmesi de mümkin

değildi. Amma remizli işaretli olduğu herkes tarafından bilinmekteydi.

Fakat vaktaki, Üstad'ın vefatı hicrî takvim 1379 Ramazanında vaki’ oldu.

Kabrinin yıkılma hadisesi de hicri 1380 tarihi başında vuku' buldu. İşte o

zaman bu beyitlerdeki gizli, işaretli ve remizli manalarına da nazar-ı

dikkatler çevrildi.

Evet, madem mezkûr beytin iki satırında, birinde "79", ikincisinde "80"

ifadeleri vardır. Üstad'ın vefatıyla kabrinin yıkılması dahi peşpeşe dört ay

içinde, birisi hicri 1379'da, kabrinin yıkılması da 1380'de vaki’ olmuş

olarak; bu iki rakamlara, yani, Hicri takvime göre bu senelere tevafuk etti.

Elbette işaretli, remizli ve gizli ihbarlı olduğu meydana çıkmış oldu. Hem

Hicri takvim senelerinin son iki rakamını vermek suretiyle, ölümünden ve

kabrinin yıkılmasından işaretle bahsetmesi ve böylece karine ve tevafuk

işaretleriyle haber vermesi; elbette ve hiç şüphesiz gaybî bir hadiseyi otuz

dokuz sene öncesinden haber vermiştir diyebiliriz. Gaybî ihbar ise, ancak

bu kadar izhar edilebilir. Çünki daha fazla izhara ilâhi yasak vardır.

"Eddai" beytinin başındaki iki satırını tekrar nazar-ı dikkate arzetmek üzere

yazıyoruz:

"Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde, Said'den yetmiş dokuz emvat bâ

âsam u âlâma

Sekseninci ölmuştur mezara bir mezar taş, beraber ağlıyor hüsran-ı

İslâma."


Geri kalan üç satırın da gaybî ihbarlardan ve gelecek için müjdelerden hali

olmadığı kesindir. Amma açık tezahürleri meydana çıkmadan önce, bizim

gibi insanların onların hakikatlarını açıklaması ne haddidir ne de işi...

Bu beytlerin cifrî ve ebcedi hesapla da, belki bir çok esrarı bulunabilir.

Lâkin işin ehli olmadığımız için, bunada el uzatamadık.

Yalnız o beş satırdan en sonki satırının cifirce bir iki tarih gösterdiğini

göstermek isteriz, şöyle ki:

"Yakînim var ki istikbal-i semavatü zemin-i Asya,Bahem oIur teslim-iyed-i

beyzay-i İslâma”

Satırın son iki kelimesi olan “Yed-i beyzay-i İslâma” hariç diğer

kelimelerinin beraberce cifri hesabı 540 eder. Sadece “Yed-i beyzay-i

İslâma” cümlesi ise, 1513 eder.

Bu iki tarih ise; Risale-i Nurda mühim hadiseler tarihi olduğu malumdur.

2366


2367

2367


2368

2164


URFADAKİ CENAZE TÖRENİ

23 Mart 1960 - 25 Ramazan 1379 Çarşamba günü, Üstad’ın vefat ettiği

gündür. Urfalılar birbuçuk gün ve iki gecelik aziz misafirleri olan Hazret-i

Üstad’ın vefat haberini duyunca, köylüsü, şehirlisi, İpek Palas otelinin

etrafında toplanmaya başladılar. O gün Üstadın talebe ve hizmetkârları da,

öğleye kadar Üstad’ın vefat haberini hemen hemen Türkiyenin her tarafına

duyurdular.

Çarşamba günü öğle namazından sonra Dergâh camminde Üstad’ın gasil

ve tekfini yapıldı. Cenaze, Derâh camiinden Urfa Ulu Camiine getirildi.

İkinci günü (yani Perşembe günü) defnolacağı kararı alınarak etrafa

duyruldu. Böylece Türkiye’nin her tarafından Hazret-i Üstad’ın cenaze

namazına iştirâk için binlerce insan geldi. Üstad’ın gasil ve tekfin işleri şu

gelecek şekilde cereyan etti.

İpek Palas Oteli önünde yığılan binlerce insan kalabalığı tarafından Üstadın

na’şı buradan alınarak Dergah camiine, diğer adıyla Mevlid-i Halil’e

götürüldü. Dergâhta Üstad’ın defnedileceği mevkiin arka tarafında

cenazesi yıkandı. Yıkama vazifesini üzerine alan Molla Abdülhamit Efendi

idi. Yardımcıları da Elaziz’li vaiz Ömer Efendi, Urfalı Rafi’ Hafız Efendi ve

Üstad'ın bazı talebeleri idi. Kefenini biçip hazırlıyan da Urfa'lı meşhur

Kurra Mehmed Hafız Efendi idi. Urfa'lı Mahmut Hasırcı yemin ederek

diyor ki: Üstad'ın cenazesi yıkanırken, hava güneşli idi. Fakat gökyüzü

tarafından yağmur damlacıkları Üstad'ın cenazesine düşmekteydiler. Kendi

gözümle gördüm.

MOLLA ABDÜLHAMİD'İN RÜ'YASI VE HATIRASI

Hazret-i Üstad'ın mübarek cenazesini yıkamak şerefine nail olmuş olan

Molla Abdülhamid Efendi, aslen Erzurum'lu olup, Birinci Cihan Harbinde

muhaceretle Urfa'ya gelmiş. İlk geldiğinde çok genç imiş. Memleketteki

medrese tahsili yarıda kalmış. Urfa'ya geldikten sonra, Urfa'lı meşhur

Buluntu Abdurrahman Hocadan tahsilini tamamlamıştır. Bu zat Urfa da

herkesçe sevilen ve hürmet edilen ehl-i takva muhterem bir âlimdi.

Molla Abdülhamid Efendi Hazret-i Üstad'a çok muhabbet besliyen ve

Üstad'ın Urfa'daki talebelerine şefkatle kucak açan ve himaye eden bir

zattı. Sağlığında Üstad Hazretlerine bir çok Arapça mektuplar yazdı.

Kendisi Cizreli meşhur Şeyh Seyda hazretlerinin halifesi iken, Hazret-i

Üstad’ın Risale-i Nur mesleğini benimsedi ve yalnız Hazret-i Üstad'ın vird

edindiği dualarını okuyordu. Hazret-i Üstad'ın Urfa'ya gelişi ve vefatıyla

ilgili rü'yası ve hatırası da şöyledir: (Molla Abdülhamid bu rü'yasını bir çok

defalar, hatta her görüştüğümüzde bize anlatırdı)

2368

2369


2165

"Ben her sene Ramazanın yirmisinden sonra bir cami de i'tikafa girerdim. O

sene yine Kadıoğlu camiinde i'tikafda idim. Hazret-i Üstad'ın Urfa'ya

geldiği günde bana haber verdiler. Fakat ben i'tikafta olduğum için, şafiî

mezhebinde "çok zarurî bir sebeb bulunmazsa i'tikafdan çıkılmaz" diye

çıkma fetvası olmadığı için, çıkamadım. Amma çok üzgündüm. Birinci

günü öyle geçti. İkinci gün kuşluk vakti oldu. Ben Üstad ı görmeye ve

ziyaret etmeye çok çırpınıyor ve can atıyorum. Fakat i’ tikafdan da

çıkamıyorum. İki rek'at Duha namazını kıldım ve biraz yattım. Rü’yamda

Üstad’ı gördüm kendisine: "Seyda, ben i'tikafdayım, çıkamadım,

ziyaretinize gelemedim" dedim.

Üstad mütebessim bir çehre ile, bana Arapça olarak: Fihi vechün" dedi.

Başka bir şey demedi.

Bunun Türkçesi: "Bir yolu, bir fetvası vardır" demektir.

Uyandım, düşündüm; rü'ya olduğu için, rü'ya ile şer'î meseleler noktasından

amel edilmediği için, yine çıkmaya cesaret edemedim. Hem Üstad Urfa'da

çok kalacak zannediyorduk. O gün de çıkamadım ve akşam oldu.

O gecenin sabahında Üstad'ın talebeleri gelip beni aldılar. Üstad'ın yanına

götürdüler. Fakat eyvah Üstad'ı vefat etmiş buldum. Üstad'ın talebeleri

vefatından şüphelenerek gelip bana haber vermişlerdi. Tabii artık

gittiğimde her şey bitmişt.”

Molla Hamid Efendi'nin rivayet ve hatırası ve rü'yasının hakikatı böyle

olduğu halde, bazıları N.Şahiner'e yanlış şekilde aktarmış olacak ki;

"Bilmem Molla Abdülhamid rü'yasında Üstad ona, Mülteka'nın bilmem

hangi babında i'tikafdan çıkma cevazı vardır" gibi mübalağalarla yazıldı ve

şuyu' buldu. Bir kere Molla Abdülhamid Efendi Şafii' idi. Mültekâ'da olan

ki Hanefi mezhebine aittir- Bir mesele Molla Abdülhamid'e

söylenemiyeceği gibi, onun da onunla amel etmesi söz konusu değildi. Her

ne ise...

URFA'LILARIN BÜYÜK GAYRETİ

Üstad'ın cenazesi için Türkiye'nin her tarafından Urfa'ya akın eden binlerce

misafirleri Urfa'lılar büyük bir âlî-cenablık ile ağırladı, evlerine götürüp

misafir ettiler. Ulu Cami avlusunda kurbanlar kesip, kazanlar kaynattılar.

Gelen binlerce misafir hiç biri yemek ve yatmak hususunda sıkıntı çekmedi.

Urfa'lıların tamamı bu işe katıldı. En eski bir kısım CHP'liler de büyük

gayretler sarfetti misafirlere karşı... En büyük gayret sarfedenler ve en çok

misafir götürenler Urfa'lı şekerci Hacı Halil ile,CHPli Bakır Melik

idiler.Allah rahmet eylesin.

2369

2370


2166

DERGÂH'DA DEFN

Üstad Hazretlerini Dergâhda defnetme fikrini ilk önce Urfa'lı Mehmet

Hatipoğlu ortaya attı. Bu fikir herkes tarafından tasvib edildi. Üstad'ın

gelen talebeleri ve yanındaki hizmetkârları da münasib gördüler. Merhum

Mehmet Hatipoğlu türbe işini bizzat kendi üzerine aldı ve meşgul oldu.

Dergâhdaki türbeyi vefat gününden itibaren hazırlamaya başlamıştı. Bütün

masrafları da kendisi yapıyordu. Bilâhare Adana'dan hususî mermer taşları

ve mermerci ustayı yine o getirmişti, o yaptırmıştı. Allah rahmet eylesin

âmin.


Türbenin evveliyatı ve hikâyesi

Hazret-i Üstad'ın urfa'da defnedildiği Dergâh Camii içindeki köşe ve üstü

çift kubbeli türbe ve mezar şeklindeki yerle birlikte, Dergâh camii avlusu

ve etrafındaki eyvanlar, Ehlullah olan Urfalı Hacı Müslim Hafız Efendi

tarafından yaptırılmıştı. Bu zat 1950 senesinde Demokratların kapısını

serbest açtıkları Haccın, o sene Müslim Hafız Efendi de Hac farizasını eda

etmişti. Ka'be etrafındaki eyvanların şeklini ve minarelerinin durumunu

görmüş, Urfa Dergâh camiinin şeklini de, ona benzer küçük bir tarzını

yapmayı düşünmüş ve Hac dönüşünde hemen bu teşebbüse geçmiş ve

1951'de de inşasına başlamıştı. Müslim Hafız Efendinin bu teşebbüsünde

faaliyet gösteren Urfa'lı Rafı' Hafız Efendi de vardı. 1953'de bu inşaat

tamamlanmıştı.

Bu zat, yani Müslim Hafız Efendi, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin

bilâhare defnedileceği köşeyi garip bir tarzda planlamış, yaptırmıştı.

Üstünde çift kubbe altını köşeli, eğri büğrü yaptırmıştı. Bir kapısı câmî

avlusundan açılıyor, birisi de arkadaki o zaman mezarlık olan boş kısma

açılıyordu. Bu köşedeki küçük kubbenin altındaki eğri büğrü bölümlerin

duvarlarındaki taşlara da, Peygamber Efendimizin 201 esma-i mübarekeleri

nakşedilmişti.

Yani bu mevki’e, Hazret-i üstad defnedilmeden önce, bir odadır, bir

hücredir desek, değildi. Camiin bir eyvanıdır desek, o da değildi. Ne için

yapılmıştı, neye yaradığını kimse bilmiyordu.

Ancak bu inşaatın içinde bulunmuş olan Rafi Hafız Efendi diyor ki: "Orayı

biz Müslim Hafız ile beraber planlarken, Peygamberimizin sakal-ı şerif emâ

netini oraya aldırmayı ve orada muhafaza etmeyi düşünmüştük. Fakat

eskiden beri onun yeri ve makamı Dergâhdaki İbrahim Aleyhisselâmın

mağarasının girişinde, sol tarafta kalan hücre idi. Bu yüzden Müslim Hafız

Efendi sakal-ı şerifi yeni yere aldırmaya halkın tepkisinden çekindi ve

2370

2371


aldırmadı. Dolayısıyla o köşe ve o çift kubbelerin altındaki bölüm boş

kaldı.”


2371

2372


2167

Lâkin Rafi Hafızın bu rivayetinin zıddına ve hilafına olarak bir iki rivayet

şekli daha vardır: ,

Bunlardan birisi: Dergâh camii avlusunun eyvanları inşa edilirken, Müslim

Hafız Efendinin müridlerinden o zaman taş yonucusu ve aynı zamanda

Dergâh inşaatında çalışan işçilerin başında Çavuş, Urfa'nın Tülmen

köyünden Hacı Mehmet Kesik ise şöyle anlatıyor:

(Mehmet Kesik bu rivayeti 29 Mayıs 1987 günü bizim cami hücresinde bir

bir iki talebe arkadaşlarım da hazır bulunduğu zamanda anlatmıştı)

"Dergâh camii etrafindaki eyvanlar yapılırken, ben Müslim Hafiz Efendinin

hem işçisi, hem vekili. hem kâtibi gibi idim. Üstad Bediüzzaman

Hazretlerinin defnedildiği iki kubbeli köşenin yapıldığı zaman, ben orayı bir

şeye benzetemedim. Daha çok bir türbe ve bir mezarı andırıyordu. Ben

Müslim Hafızın yanında biraz serbest olduğum için, bir gün kendisine:

"Efendim burayı kendiniz için mi yaptırıyorsunuz?" dedim. (Yani türbe

olarak...)

"Hayır!.” dedi. "Buranın sahibi gelecek. Ben eğer Urfa'da vefat etsem,

Harran Kapı mezarlığını vasiyet edeceğim" dedi. Nitekim henüz vefat

etmeden, Harran Kapı mezarlığında (184) kendisine bir mezar hazırlatmıştı."

Hacı Mehmet Kesik'in anlattığı bu rivayet şeklinin aynısını, bir de Müslim

Hafız Efendinin en yakın halifelerinden bir zat, şeyhi ve üstadı Müslim

Hafız Efendiden bizzat böyle duyduğunu bir çok kimselere anlatmış,

Urfalılarca meşhurdur.

ÇEŞİTLİ KUŞ VE SESLERİ

Hazret-i Üstad'ın Urfa'da vefat edeceği akşam ve gecesinde, Urfa'nın

fezasını çınlatan çok çeşitli ve garip kuş seslerinin duyulması hadisesi bütün

Urfa'lılarca meşhurdur. Kimisi o kuşları bizzat şahsen görmüşlerdir. Kimisi

sadece seslerini duymuşlardır. Urfa'lılar, kimisi bu kuş seslerinin Turna

seslerine benzediğini, kimisi hiç duymadıkları bir kuş sesi türü olduğunu

beyan ederler.

Bütün Urfa'lılar, bu kuşları daha önceleri Urfa'da görmediklerinde ittifak

ediyorlar. O gece sabaha kadar bu kuşların Urfa semasında çığlık

kopardıklarını herkes söylüyor.

Ezcümle, dinlediğim şahidlerden bir kısmının adları şöyledir: iki yaşlı ve

müttaki halalarım Hayriye ve Âdile Badıllı. Mahmut Hasırcı, Eyyüp

2372


2373

Karakeçili, Erzurum'lu Kemaleddin Çeviz, İpek Palas oteli müsteciri

Mahmut

(184)Müslim Hafız Efendinin vefatı 1959'dur. Ve türbesi de Urfa Harran



Kapı mezarlığında yapılmış, Hususî kubbenin aItındadır. A.B.

2373


2374

2168


Erbaş, Ekrem Kara vesaire yüzlerce insan o gece çeşitli garip kuş seslerinin

duyulduğunu söylüyor ve şâhidlik ediyorlar. Bazı zatlar bu kuşların karın

kısımları beyaz, sırtları siyah kuşlar olduğunu da söylerler.

2374


2375

2169


ÜSTAD'IN DEFNEDİLİŞİ

24 Mart 1960 Perşembe günü Urfa Ulu camii'nde, öğle namazından sonra

Üstad'ın cenaze namazı, görülmemiş bir kalabalık insan kitlesi tarafından

kılındıktan sonra; Dergâhda hazırlanan mezarına defnedilmek üzere

mübarek na'ş omuzlara alındı. Askerî birlikler ve bir çok komşu

vilayetlerden getirtilen polis ve jandarma tarafından yolu açmak ve

selametle götürüp defnetmek için uğraşmalarına rağmen, beş dakikalık bir

mesafede olan yolu, ancak birbuçuk-iki saatlik bir zamanda Ulucamiden

Dergâh'a ulaşılabildi.

Yüzlerce şahidin ihbarı ve şehadetiyle; o gün Urfa'da esnaf ve bütün herkes

dükkânlarını kapadı. Herkes cenaze merasimine iştirak etti. Urfa valisi

Şerafeddin Atak ve Garnizon kumandanı da Üstad'ın cenaze namazına

iştirak ettiler. Hatta vâlinin kendini tutamıyarak gözyaşlarını akıttığını

görenler var. Türkiye'nin bütün foto muhabirleri de o günü Urfa'da

mevcuddu.

Üstad'ın mübarek tabutu omuzlar üzerinde değil, adeta parmak uçları

üzerinde gidiyormuş. Denizin üstünde boş bir kayık gibi gâh geri gelir, gâh

2375


2376

2170


yana. doğru gider, gâh ileri gidiyormuş. Herkes hiç olmazsa bir parmağımı

tabuta değdireyim diye var gücüyle uğraşmaktaymış. Tabut adeta kendi

kendine hareket ediyor gibi o tarafa, bu tarafa dalgalanıp gidiyormuş.

Tekbir sadaları, ilahiler, zikirler, cezbe ile cuş u huruşlar birbirlerine

katılıyormuş.

O izdihamda sıkışan ve bağıranların hesabı da yokmuş. Kol saatini

ayakkabısını, külâhını düşürüp kaybedenler de yüzlerce...

Bir buçuk-iki saat kadar mübarek tabut parmaklar üzerinde dolaştıktan

sonra, askeriyenin de yardımıyla zor-bela Dergâh'a nihayet ulaştı. Ve

öğleden sonra saat 14 sıralarında mübarek kabrine -Fakat hariciler tipi

vahşi canavarlar tarafından rahatsız edildiği muvakkat kabrine- indirildi.

Âlem-i İslâmın bir çok memleketlerinde leyle-i kadir gecesi olan o günde

Dergâh-ı İbrahim Halilullah'daki mübarek muvakkat menzilinde Rabbisine

teslim edildi.

2376

2377


2171

2377


2378

2172


2378

2379


2173

KABRİ HAKKINDAKİ ÜSTAD'IN VASİYETNAMELERİ

Üstadın vasiyetnameleri bir kaç tanedir. Bilhassa kabrinin durumu ve

ziyaretçiler mevzuunda hepsi aynı şeyi söylemektedir. Biz bu bir kaç tane

olan vasiyetnamelerden bazı bölümler alıyoruz:

"Vasiyetnamenin Haşiyesidir

Üstadımız ahir ömründe insanların sohbetinden men'edildiği cihetle anladı

ki; bu zamanda şahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Risale-i

Nurun mesleğindeki azami ihlas için bu hastalık verilmiş. Çünki bu

zamanda şan ü şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından azami ihlas ile

bütün bütün enaniyeti terk lazımdır.

Dostlar uzaktan ruhuma fatiha okusunlar. Manevî dua ve ziyaret etsinler.

Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i

Nurdaki azami ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevi

sebeb hissediyorum. Kendini Risale-i Nura vakfetmiş olan yanımda

bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu manayı

lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler.

Said-i Nursi"

İkinci bir vasiyetnamesinden:

"... Bu mübarek bayramda Üstadımız şiddetli hastalığı için talebelerine

dedi: Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç

kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünki dünyada

sohbetten beni men'eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat

bu surette beni mecbur ediyor."

Biz de Üstadımızdan sorduk:

Kabri ziyarete gelenler fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete

binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men'ediyorsunuz?

Cevaben Üstadımız dedi ki: "Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki

firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve

mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi; enaniyet ve

benliğin, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları

manay-i harfîden manay-i ismîye, tamamen kendilerine çevirtmeleri.. ve

Uhrevi istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski

zamandaki lillah için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikata

muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verip,

2379


2380

öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nurdaki a'zami ihlası kırmamak için

ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta,

hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları fatihalar ervaha gider.

2380

2381


2174

Dünyada beni sohbetten men'eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da

o hakikat bu suretle beni sevab cihetiyle değil, dünya cihetiyle men'etmeye

mecbur edecek" dedi.

Hizmetinde bulunan talebeleri"

Gıyabî cenaze namazları

Hazret-i Üstad'ın vefat haberini duyup da cenazesine yetişemiyen bir çok

beldelerde giyabi cenaze namazları kılındı. Ezcümle Cizreli Şeyh Seyda

Hazretleri, Cizre'de kalabalık bir cemaatle birlikte kalkmış, Urfa'ya taraf

gelmekte iken; Mardin-Idil'de Üstad'ın defin haberini alınca, orada büyük

bir cemaatle Üstad'ın gıyabi cenaze namazını kılmıştır. Bu hadisenin bir çok

şahitlerini bizzat dinlemişimdir.

Diyarbekir Müftüsü de, Diyarbekir ulu camiinde büyük bir cemaatle

Üstad'ın gıyabî cenaze namazını kıldırmış ve daha bunlar gibi şarkta bir çok

yerlerde gıyabî namazlar kılındığı gibi, definden sonra da, kafile kafile

Urfa'ya gelen Müslümanlar, Üstad’ın kabri başında hep cenaze namazını

kılmışlardır. Çünki Şafiî mezhebinde cenaze namazı ölünün defninden

sonra da hem giyabî, hem de kabri başında kılınabilmektedir.

Üstadın ardından yazılan mersiye ve şiirler

Üstad Hazretlerinin vefatı münasebetiyle Nur talebelerinin yazıp

neşrettikleri yazılar ve Üstad'ın vefatı arkasından yazılan şiir ve mersiyeler,

aynı zamanda bir çok dost gazetelerin yazıları da çoktur. Bizde bir iki

dosya dolusu mevcuttur. Biz sadece bazı nümuneler vererek iktifa

edeceğiz.

İlk neşredilen yazı, Urfa Nur talebeleri adına neşredilen yazıdır. Yazının

metni aynen şöyledir: (Son kısmını alıyoruz)

“..."Çarşamba sabahı vefat eden Üstadımızın mübarek cenazeleri perşembe

günü öğle namazına kadar bekletildi. Her bakımdan sünnet-i peygamberiye

(A.S.M.) riayet eden halaskâr-ı İslâm Üstadımız, onbeş gündür bir şey

yememiş ve tıpkı Resulullah Efendimizin hastalığı gibi çok ateşli bir

hastalıkla vefata hazırlanmıştır.

İki gün kadar kabrine konulmıyan o Peygamber-i zişanımıza uygun olarak,

o da aynı zaman ve cuma gecesi, beş altı sene evvel yapılan bir hazır

türbeye defnedildi.

2381

2382


Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın bir menzili ve doğum yeri olarak tarihçe

kabul edilen Halilur-Rahman Dergâh Camii beş altı sene evvel hamiyetli

Urfa'lılar tarafından tamir edilmişti. Urfa'nın büyük sevgisini kazanmış olan

mübarek bir zat (Müslim Hafız) o zaman iki kubbeli bir türbenin de

yapılmasına vesile olmuştu. Demek o mübarek makamın o türbe ile da

2382


2383

2175


ha ziyade ziynetlenmesi, Üstad'ımızın bu makamda ahirete teşrifini

senelerdenberi bekliyordu.Çok kudsî makam, sevgilisine ve çok müşfik

halaskâr-ı İslâm Üstad'ımız da bu mübarek yerde Rabbine hem şehid, hem

gazi ve mücahidler şahı olarak kavuştu. İstirahata ve dünyanın fani

sıkıntılarından kurtulup sükûn ve huzura burada kavuştu.

Üstad'ımız vefat edeliden beri her taraftan, en uzak yerlerden onu sevenler

ziyaretine gelmektedirler. Çok vilayetlerde gıyabî cenaze namazına iştirâk


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   100   101   102   103   104   105   106   107   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin