BÖLÜM 23
1921 senesinin, benim ve Nasyonal Sosyalist hareket için büyük bir hususiyeti vardır.
Ben Alman işçi Partisi’ne girdikten hemen sonra, propagandanın idaresini elime aldım. O günlerde Propaganda konusunu çok önemli görüyordum. Önce teşkilât işleri ile uğraşmanın gereği yoktu. Bence önemli olan, Nasyonal Sosyalist fikri mümkün olduğu kadar çok sayıda kimselere duyurabilmekti. Propaganda, teşkilâttan çok önde yürümeli ve önce bu teşkilâtla yoğrulacak insan malzemesini sağlamalıdır. Bunun için, ben bilgi satan ve bilgiçlik taslayan teşkilâta karşıyım. Bu şekilde hareket edilmezse ortaya ölü bir mekanizma çıkar, canlı bir teşkilâtın meydana geldiği pek enderdir.
Bir teşkilât mevcudiyetini organik bir hayata ve organik bir gelişmeye borçludur. Belirli miktarda birtakım insanlar arasında yayılan fikirler devamlı bir nizama doğru meyleder. Bundan büyük bir netice çıkar. Fakat burada da insanların zaaflarını nazarı itibara almak şarttır, insanların bu zaafları bağımsız ve ferdi bir otoriteye karşı, içgüdüleri ile direnç göstermeleri şeklinde meydana gelir, işte böyle bir şekilde bir teşkilât tepeden aşağıya doğru mekanik bir yolla gelişirse büyük tehlike doğar. Meselâ, kendisini henüz kâfi derecede kabiliyetli görmeyen ve lideri olduğu partinin fikirlerine intibak edemediğini itiraf eden bir kimse, partinin içinden daha istidatlı kimselerin yükselmelerine ve ön plâna geçmelerine kıskançlık şevki ile mâni olmaya teşebbüs eder. Böyle bir şey ihtimal dahilinde olsa bile vukua geldiği takdirde bundan en çok zarar gören, genç hareket olur. işte bundan dolayı, bir müddet propaganda ile meşgul olarak, ilk önce merkezi bir noktaya ait bir fikri yaymalı, daha sonra yavaş yavaş çoğalmış olan insanlar arasında “FÜHRER KAFALAR” aramalıdır. Bu “kafaları” tecrübe etmek lâzımdır. Çünkü öyle tesadüfler olur ki esasen pek kıymetsiz olan kimseler, “anadan doğma Führer” diye vasıflandırılırlar.
Nazari malûmatın zenginliğini bir Führer olmak için ehliyetin ve liyakatin değeri zannetmek tamamen yanlıştır. Bunun tersi pek sık olur. Büyük nazariyecilerin büyük teşkilâtçı oldukları pek nadirdir. Keza, bir kuramcının büyüklüğü ilk önce soyut olarak kanunları bilmekten ibarettir. Halbuki, teşkilâtçı her şeyden önce bir psikolog olmalıdır. Teşkilâtçı insanı olduğu gibi kabul etmelidir. Bu bakımdan teşkilâtçı, insanı bilmek mecburiyetindedir. Teşkilâtçı, insanın kıymetini az görmemeli, fazla görmekten de kaçınmalıdır. Sarsılmaz bir hayat kuvvetine sahip olması icap eden teşkilâtçı, bir fikri yaymaya ve o fikri başarıya ulaştıracak yolu açmaya kabiliyetli bir insan grubu meydana getirmek zorundadır. Ancak bütün bunları yaparken de insan zaafını dikkate almalıdır.
Büyük bir kuramcıdan büyük bir Führer çıkması ender görülen bir hâdisedir. Bir hareketi idare eden bir kimse çoğu zaman bir Führer olabilir. Halbuki ilmi bir ruha sahip olan kimselerin büyük bir kısmı, bu hakikati makul bir şey olmasına rağmen pek kolay teslim etmezler.
Bu fikri, geniş topluluklara yaymak kabiliyetini ortaya koyan bir hareket, elebaşısı bir demogogtan ibaret olsa bile, onun mutlaka bir psikolog olması gereklidir. Böyle bir kimse, insanlardan uzak kalarak düşüncelere dalan bir kuramcıdan çok daha iyi bir Füh-rer’dir. Çünkü insanları sevk ve idare etme meziyetinin, bir Füh-rer’in liyakat ve kabiliyeti ile münasebeti yoktur.
Mühim olan ideal ve insanlık gayelerim bulmak değildir. Mühim olan, bu ideal ve gayeleri gerçekleştirmektir. Eğer ikincisi olmazsa, birinci daima ahmakça bir şey gibi kalmaya mahkûmdur. Fevkalâde olan nazari bir telâkki, eğer topluluklar Führer tarafından bu fevkalâde harekete doğru sevk edilmezlerse gayesiz ve değersiz kalır. Ancak bir nazariyeci de insanlığın mücadelesi için amaçları tespit etmelidir. Yoksa bir Führer’in bütün deha ve kabiliyeti bir iş görmez.
Demek oluyor ki, nazariyeci, teşkilâtçı ve Führer, bir kimsede birleşirse bu müthiş bir şey olur. Buna dünyada pek ender rastlanır. Bu birleşme büyük adamı vücuda getirir.
Propagandanın küçük bir topluluğu yavaş yavaş yeni doktrin ile doldurulabilecek ve ilerde bir teşkilâtın ilk unsurlarım meydana getirebilecek malzemeyi yetiştirmesi lâzımdır.
işte bundan dolayı propagandanın gayesi kendi sınırlarını aşarak genellikle teşkilâtın vazifesine tecavüz eder.
Propagandanın vazifesi taraflar toplamaktır. Teşkilâtın vazifesi ise partiye üye kaydetmektir. Eğer bir hareket, bir memleketi ve daha sonra bir dünyayı altüst etmek ve onun yerine yeni bir memleket veyahut yeni bir dünya kurmak niyetinde ise ve kendisine bir miktar taraftar toplamışsa, bu ilkeden hiçbir zaman ayrılmamalıdır. Taraftarlar ve üyeler, (işte bu iki grupla meşgul olacak organların isimlerini yukarda verdim.) Bir hareketin taraftarları, o hareketin amaçlarını tasvip ve tasdik ettiğim ifade edenlerdir. Bir partinin üyesi ise partinin getirdiği hareket uğrunda mücadele eden kimsedir.
Taraftarları, propaganda bulur ve harekete doğru onları çeker. Üye ise teşkilât tarafından toplanır. Taraftar olmak, yalnız bir fikri pasif şekilde kabul etmeğe lüzum gösterir. Üye olmak ise, fikrin faal bir şekilde temsil ve müdafaa edilmesine ihtiyaç gösterir. Meselâ on taraftar arasından ancak iki üye çıkabilir.
Taraftarlık, yalnızca bir tasdik çabasını göstermeyi gerektirir. Üye olmak için, doğru bulunan fikri temsil etmek ve yaymak cesareti gösterilmelidir.
Sadece kabul ve tasdik etme pasif bir harekettir. Bu, tem bel ve korkak olanların işlerine gelir. Üye olmak ancak bir kısım kimselere uygun düşer.
işte bundan dolayı propaganda bütün dikkatim bir fikrin devamlı bir şekilde taraftar kazandığı hakikati üzerinde toplamalıdır. Daha sonra, teşkilât taraftarları arasında yetenekli üyeler aramak hususunda çok hassas hareket etmelidir. Bundan dolayı, propaganda, harekete geçirdiği kimselerin her birinin, iktidar, kabiliyet ve malûmat sahibi olup olmadıkları, zekâları ve karakterleri hakkında kafa patlatmağa mecbur değildir. Öte yandan teşkilât bu yeni taraftarlar arasında hareketin başarısını hakikaten mümkün hale getirebilecek kimseleri büyük itina ile seçmek zorundadır.
Propaganda bir doktrini milletin bütün kişilerine duyurmaya ve nüfuz ettirmeye çalışır ve görevi budur. Teşkilât kendi kadrosuna, yalnız psikolojik sebeplerden dolayı fikrin yayılmasına zarar vermeyecek olan kimseleri alır.
Propaganda, topluluklara bir fikri telkin eder. Amacı, zafer anında toplulukları kendisi için hazırlamaktır. Oysa teşkilât, taraftarları arasında en azimli ve yetenekli görünen ferdi tarafından yöneltilen mücadele ile zafer gününe ulaşır.
Toplulukların bir bölümü üstünde çalışan ve mücadeleyi genel bir şekilde idare eden propaganda ne kadar toplu, kuvvetli ve sağlam olursa bir fikrin zaferi de o kadar kolaylaşır.
Propaganda bir memleketin tamamım bir fikirle doldurdu mu, teşkilât bir avuç adamla bütün olumlu neticeleri alabilir.
Propaganda ile teşkilât, yani taraftarlarla, üyeler belirli bir halde birbirlerine tekabül edecek şekilde bulunurlar. Propaganda ne kadar iyi çalışırsa gerçek üyeler o kadar sınırlı olabilir. Taraftarların sayısı ne kadar çok olursa üyelerin adedi de o kadar azdır. Bunun aksi de geçerlidir. Propaganda kusurlu olursa, teşkilâta çok iş düşer. Eğer bir hareketin taraftarları zayıf kalmış ve hâlâ o hareket başarı vaat ediyorsa, işte o zaman üyelerin sayısı çok olmalıdır.
Propagandanın ilk vazifesi, teşkilât için taraftar temin etmektir. Teşkilâtın birinci görevi ise propagandanın devamı için adam kazanmaktır. Propagandanın ikinci görevi ise, yeni doktrini empoze etmektir. Teşkilâtın ikinci görevi de doktrini kesin bir şekilde zafere kavuşturmak için mücadele etmektir.
Eğer bir devrim sonunda, yeni bir dünya görüşü bütün millete öğretilirse, hatta gerektiğinde zorla kabul ettirilirse ve hareketi yöneten merkezi teşkilât, devletin kilit noktalarını işgal etmek için gerekli sayıda insanlardan meydana gelirse, işte o zaman kesin başarı elde edilir.
Dünyayı altüst edecek kuvvette olan her harekette, propaganda önce bu hareketin fikrini yaymalıdır. Propaganda yeni fikirleri açık bir halde millete takdim etmeğe çalışmalıdır. Böyle çalışacak olan bir propagandanın bir “bel kemiğe” sahip olmaya ihtiyacı vardır. Bunun için doktrin, sağlam bir teşkilâta istinat ettirilerek, propagandanın ihtiyacı olan belkemiği meydana getirilir. Teşkilât, üyelerini propaganda sayesinde hareketi benimsemiş olan taraftarlar arasından tespit eder. Propaganda ne kadar şiddetli olursa, teşkilât da o kadar hızla büyür, öte yandan, propagandanın arkasında bulunan teşkilât ne kadar kuvvetli olursa, propaganda da o kadar iyi ve rahat çalışır.
Teşkilâtın en büyük vazifesi, hareketin üyelerinin parti içindeki çalışmalarını zaafa uğratmamasını temindir. Daha sonra teşkilât hücum ruhunun bir an dahi sönmesine, yenileşmesine ve daima kuvvetlenmesine dikkat etmekle mükelleftir. Bundan dolayı, teşkilâtın üyelerinin ilâhiyane çoğalmasına gerek yoktur. Sadece belirli ve sınırlandırılmış bir grubu enerjik ve cüretkâr tutmak kâfidir. Teşkilâtı ilelebet artacak ve çoğalacak olan bir hareket herhangi bir gün, bu gereksiz gelişmeden dolayı zayıf düşer.
Büyük teşkilât yavaş yavaş da olsa, kavga kabiliyetini kaybeder. Böylece fikrin yayılmasına azimli bir şekilde ve tecavüz ruhu ile yardımcı olamaz. Bir fikir, inkılâpçı hareketler itibarı ile zengin ve olumlu olursa, o fikri yayanların faal olmaları gerekir. Çünkü böyle bir hareket ne kadar karışık olursa, bu hareketten korkak burjuvalar o kadar çekinir ve kaçınırlar. Belki bu küçük burjuvalar harekete içlerinden taraftar olurlarsa da hislerini açığa vurmazlar, işte bundan dolayı devrimci bir fikrin teşkilâtı, kendine üye olarak, yalnızca en faal taraftarlannı almalıdır. Tabii bir hatırlatma ile sağlanan bu faaliyette, gerek hareketin ilerde yapılacak propagandasının ve gerek fikrin gerçekleştirilmesi için gereken başarılı bir mücadelenin şartları saklıdır.
Bir hareketi tehdit edebilecek en büyük tehlike pek fazla bir başarı neticesinde üyelerinin anormal bir şekilde artmasıdır. Bu hareket, mücadele etmek zorunda bulunduğu zaman âdi, korkak ve bencil olan kimseler, o hareketten uzak olurlar. Fakat parti gelişir ve başarısı gayet açık bir şekilde görülürse, işte o zaman bu kimseler hemen üye olmaya çalışırlar. Zafere ulaşmış birçok hareketin kesin başarılarından ve amaçlarının tamamen sağlanmasından önce, birdenbire geri kalmalarının ve parti içinde zaafa düşerek, mücadelelerine ara vermelerinin, gevşeyip çekilmelerinin tek sebebi budur. Bazen, ilk başarıların neticesi olarak, partinin teşkilâtına öyle â-di ve korkak herifler girer ki, bu korkaklar bir zaman sonra çoğunluğu ellerine geçirerek partinin mücadeleci elemanlarını bozarlar. Bu gibi kimseler partinin istikametini kendi menfaatlerinin bulunduğu tarafa çevirirler. Hareketi kendi miskin ve tembel kahramanlıklarının seviyesine indirirler. Böylece fikrin ilk zaferine yeni bir şey katmazlar, işte o zaman taassup yumuşar, mücadele kuvveti felce uğrar. Burjuvaların dediği gibi parti, “şarabına su katmış” olur. Bütün bunlardan çıkan netice şudur: Bir hareket devamlılığını sağlayabilmek için, zafer kendi lehine neticelenir neticelenmez, sonu gelmeyen kalabalığa kapısını kapatmalıdır. Bir hareket ancak bu şekilde davranırsa, kendini meydana getiren çekirdeği taze ve sağlam olarak muhafaza edebilir. Hareketi bu çekirdek sevk ve idare etmelidir.
Hareketin ilk büyük fikirlerine dayanarak bir merkezi idare organı kurmak teşkilâtın vazifesidir. Bu şekilde çalışma, partinin fikir ve telkinleri yeni devletin çekirdeğini meydana getirinceye kadar devam etmelidir. Ancak böyle hareket edilirse, partinin ruhundan çıkmış olan devletin esas teşkilâtı dahili bir mücadele neticesinde kurulabilir.
Bütün büyük hareketler, dini veya siyasi mahiyette olabilirler. Fakat zafere ulaşmalarının tek sebebi bu ilkelerin bilinmesinden ve kullanılmasından ibarettir. Bu konulara uyulmadıkça, hiçbir zaman devamlı basan tasavvur edilemez. Bir partinin propaganda şefi sıfatı ile sadece gelecek hareket için bir zemin hazırlamakla kalmadım, teşkilâtın yalnız kıymetli kimseleri içine alması için de sıkı bir şekilde çalıştım. O kadar şiddetli ve sert çalıştım ki propagandamız korku ve dehşet saçtı. Böylece zayıf, korkak ve tereddüt içinde olan kimseler sadece taraftar olarak kaldılar. Bunların teşkilâtımızın ilk çekirdeğine girmelerine engel oldum. Sonunda seslerini yükseltmek fırsatını bulamadılar. Belki taraftar olarak kaldılar, ama endişe ve sessizlik içinde yaşadılar. Bu kimselerin çoğu bana gelip, hareketimizle tam bir mutabakat içinde olduklarına dair yeminler etmişlerdir. Fakat hiçbir zaman partiye üye olamıyorlardı. Kendi kanaatlerine göre hareket pek şiddetli idi ve bundan dolayı birtakım tehlikeler seziliyordu. Bu arada namuslu ve sakin olan burjuvalara söz söylemek yersiz olur. Çünkü bunlar kalben bizimle beraberdir ve bir kenarda oturmaktadırlar.
Evet, işte durum böyle idi.
Aşırı devrimci vasıtalara taraftar olmayan bu kimseler o zaman üye sıfatı ile partimize gelmiş olsalardı, yine kendimizi bir dinsel kuruluş gibi sayabilirdik. Fakat hiçbir zaman genç ve kavgadan zevk alan bir hareketin mensupları olamazdık.
O günlerde propagandamıza verdiğim canlı ve mücadeleci şekil hareketimizin nefret uyandıran eğilimini arttırdı ve bunu teminat altına aldı. Keza bir iki kişi hariç, sadece hakikaten nefret uyandıran kimseler üye sıfatı ile benimle birlikte çalışmaya hazırdılar.
Bu şekil yürüttüğüm propaganda öyle bir tesir meydana getirdi ki, kısa bir zaman içinde yüz binlerce adam bize içlerinden hak veriyorlardı. Belki, dâvamız uğrunda fedakârlık göstermiyor ve mücadelemize katılmıyorlardı ama zaferi kazanmamızı da arzuluyorlardı. 1921 senesi ortalarına kadar, sadece taraftar toplamaya inhisar eden çalışmalarımızın harekete de faydası dokunuyordu, işte 1921 yılının yaz ayları sonunda meydana gelen bazı hâdiseler bize teşkilâtı propagandanın sabırlı başarısına uydurmanın yerinde olacağını gösterdi. Bu günlerde hayal içinde yüzen bir ırkçı grup, partinin idaresini ele geçirmeye teşebbüs etti. Fakat bu entrika çabuk yıkıldı. Neticede genel bir toplantıda üyelerin büyük bir kısmı hareketin idaresini topyekûn bana verdi.
Bu arada yeni bir nizamname de kabul edildi. Bu nizamnameye göre hareketin birinci lideri tam bir yetkiye sahip oluyordu. Yeni nizamname idare heyetinin karar verme yetkisini kaldırıyor, buna karşılık yeni bir iş taksimatı sistemi ortaya koyuyordu.
Böylece 1921 senesinin Ağustos ayının ilk günlerinden itibaren hareketin iç teşkilâtı için çalıştım ve bu sırada asil ruhlu ve seçkin bir grubun yardımından istifade ettim.
Teşkilât bakımından propagandanın neticelerine bir kıymet vermek ve bu kıymetlerden istifade edebilmek için de bugüne kadar olan alışkanlıkların hepsini atmak gerekliydi. Bu itiyatlar atıldıktan sonra hiçbir parti tarafından kabul edilmemiş birtakım ilkeler koydum.
1919 ve 1920 senelerinde bizim genç hareketimizin başında mevcut üyenin genel meclislerine seçilmiş idare heyetleri vardı. Heyet bir başkan, bir başkan vekili, iki delege ile birinci ve ikinci sekreterlerden teşekkül ediyordu. Ayrıca her teşekküle üyeler, propaganda şefi ve daha birçok kimse katılıyordu.
Bu heyet pek gülünç görülüyordu. Çünkü bizim hareketimizin büyük bir şiddetle aleyhinde bulunduğu sistemi canlandırıyordu. Partinin bu şekil heyetlerle idare edilmesi bugünkü vilâyet ve devlet idarelerini hatırlatıyordu. Bugün hepimiz bu sistem altında büyük acılar çekiyorduk. Hareketin, kabiliyetsiz temsilcileri tarafından ebediyen bozulması ve bir gün asil ve muhterem görevini yapmaktan âciz bir duruma düşmesi istenmiyorsa bir değişiklik yapmak mutlaka gerekli idi.
Bir protokole bağlı olan ve kararlarını çoğunluk ile alan heyet, bu durumu ile küçük bir parlamentoyu andırıyordu. Bu durumda şahsi değer ve sorumluluk yoktu. Bizim büyük devletin temsili meclislerinde hüküm süren aynı manasızlık bu heyetimizde de vardı.
Bizim heyetimize sekreterler, kasa hesabım tutmak için muhasipler, teşkilât mensuplarını yetiştirmek için üyeler, propaganda için bir sürü herifler ve daha neler neler için birtakım kimseler tayin ediliyordu, işte bu kimseler bir araya gelerek hiçbir mevzuda aynı kafaya sahip olmamalarına rağmen, bir kararı çoğunlukla almaktadırlar. Örneğin propaganda işlerini gerçekleştirme amacı ile heyete alınan bir kimse mali mevzulara burnunu sokmakta ve bu hususta oy kullanmaktadır. Diğer taraftan bir muhasebeci teşkilâta dair bir iş için oy vermektedir.
Eğer, sekreterler, delegeler ve diğerleri propaganda konusunda oy kullanacaklarsa, o heyete neden bir veya birkaç propagandacı tayin edilir?
işte ben bu saçmalığa boyun eğemezdim. Bir müddet sonra, heyetin toplantılarına katılmamaya başladım. Yalnız propagandaya devam ediyordum. Bu da bana kâfi geliyordu. Rasgele bir kabiliyetsiz herifin bana vergi olan bir sahaya burnunu sokmasını daima önlü-yordum. Bu arada ben de diğerlerinin işlerine karışmıyordum.
Partinin nizamnamesinde yapılan tadilât ve böylece yeni nizamnamenin kabul edilmesi sonunda başkanlığa getirilmem ile kurduğum otorite ve bu otoriteye dayanan hukuk, bütün bu saçmalıkları ortadan kaldırdı. Heyetin karartan yerine, benim sorumluluğum ilkesi ittifakla kabul olundu.
Birinci başkan hareketin tamamen sevk ve idare edilmesi hususlarından sorumludur. Birinci başkan kendi idaresi altında bulunan heyetin bütün kuvvetlerini, yapılacak her türlü iş için lüzumlu olan çalışma arkadaşlarım kendi seçer. Bu seçilmeye lâyık olan kimseler, itiraz kabul etmez bir şekilde sorumlu oldukları vazifelerden mesuldürler. Bunların hepsi, birinci başkana bağlıdırlar.
Mutlak bir sorumluluk zorunluluğu hareketimize, hattâ partinin sevk ve idaresi meselesine yavaş yavaş bir açıklık kazandırdı. Bu prensibin küçük yerlerde kabul edilmesi biraz uzun sürdü. Korku ile dolu kalpler ve yeteneksiz olanlar böyle bir şeyi hiçbir zaman arzulamazlar. Bu gibi kimselerin nazarında bir teşebbüsün tek bir sorumlusu olması hoş bir şey değildir. Her önemli karar için bir heyetin çoğunluğu bu gibi herifleri sorumluluktan kurtarır. Böylece kendilerini daha hür ve daha rahat hissederler.
işte böyle bir alışkanlığa karşı vaziyet almak gereğim duydum. Mesuliyet korkusuna boyun eğmeyecek bir Führer lâzımdı. Parlâmento budaklıkları ile mücadele etmek isteyen bir hareket kendi bünyesinde parlamenter bir sistemi andıran idare tarzım değiştirmelidir. Ancak böyle bir temel üzerinde yapılan mücadele zafere ulaşır.
Bugün Almanya’yı idare eden meclisin durumunu görüp de bu neticeyi çıkarmayan kafalar sadece acınır.
Çoğunluğun hâkimiyeti zamanında, Führer’in tefekkürü ve sorumluluğu ilkesine sıkı bir şekilde istinat ettirilen bir hareket, bugüne kadar Almanya’yı sömüren mevcut vaziyeti kati bir şekilde yere serecek ve böylece Führer idaresi muvaffak olacaktır.
Bu fikir, hareketin içinde yeni bir teşkilât meydana getirilmesini gerektirdi. Hareketin mantık ve akla dayanan gelişmesi, iktisadi faaliyetlerle, genel ve siyasi sevk ve idareyi de birbirlerinden açık bir şekilde ayırma meselesini ortaya koydu.
Sorumluluk düşüncesi, ilke itibariyle partinin genel faaliyetine de dahil oldu. Böylece iktisadi meseleler her türlü siyasi nüfuz ve tesirlerden kurtarılıyordu. Bunun neticesi partinin hareketlerini daha tesirli bir hale getirdi.
Ben partiye girdiğim zaman partide tam altı kişi vardı. Bu sırada partinin sabit bir idare merkezi olmadığı gibi, ne bir memuru, ne bir nizamnamesi vardı. Hattâ partinin mührü ve matbu kâğıtları dahi yoktu.
Altı kişilik heyetin merkezi Herren Gasse’de bir lokanta idi. Daha sonra merkez Am Gasteig’de bir kahveye taşındı. Bunun böyle devam etmesi imkânsızdı. Münih’te birçok otel ve lokantayı dolaştım. Tal Caddesi’nde Sternecker Birahanesi’nde üstü kemerli bir küçük salon vardı. Bu salon bir vakitler Bavyera’da imparatorluk müşavirlerine meyhane hizmeti görmüştü. Salon karanlık ve kasvetli i-di. işte bundan dolayı eski işine ne kadar uygun düşüyorsa, bugün yeni işine o kadar ters geliyordu. Tek penceresi dar bir sokağa açıldığı için, yazın en uzun ve en aydınlık günlerinde dahi salon loştu. Fakat burası bizim ilk merkezimiz oldu. Kirası 50 markı geçmediği için bize çok uygun geliyordu. Duvarlarında müşavirler zamanından kalma tahta rafların kaldırılmasını bile isteyemezdik. Bu yeni merkez bir bürodan ziyade bir mezara benziyordu. Fakat bağımsız ve sabit bir merkezimiz olması büyük bir gelişme idi.
Bir müddet sonra elektrik ve telefon aldık. Daha sonra ödünç bulunan bir masa ile birkaç sandalye salonu süsledi. Bundan sonra bir dolap bulduk. Otel sahibine ait olan iki büfede de broşür ve ilânlarımızı muhafaza ediyorduk.
O zamanlar, haftada bir toplanıyorduk. Bu şekilde devam etmeye imkân yoktu. Ücreti parti tarafından ödenen bir memura gereksinim vardı. Fakat ücret ödemek o zaman pek zordu. Partinin üyesi azdı. Bunlardan toplanan pek az bir para ile bir memur tutmak büyük hüner isteyen bir işti. Çok uzun süren aramalardan sonra partiye bir sekreter bulduk. Bu ilk sekreter askerdi ve benim eski arkadaşımdı. Adı Schüssler idi. Önce her gün saat 18-20 arası yeni merkezimize geldi. Daha sonra saat 17’den itibaren gelmeye başladı. Bir süre sonra öğleden sonraları vazifesine devam etti. Nihayet bütün vaktini bize verdi. Sabahtan geç saatlere kadar yeni merkezimizde çalışıyordu. Schüssler mert ve namuslu olduğu kadar gayretli ve çalışkandı. Hiçbir vazifeden kaçınmıyordu. Genç harekete sadıkane bir şekilde bağlanmıştı. Schüssler kendi malı olan Adler yazı makinesini de beraberinde getiriyordu. Nasyonal Sosyalist Hareketin hizmetinde kullanılan ilk makine Schüssler’in daktilosu oldu. Daha sonra aidatlardan artırılan para ile bu daktiloyu Schüssler’den satın aldık.
Üyelerin şahsi hüviyet ve dosyalarını çalınmaktan muhafaza etmek için kasaya ihtiyacımız vardı.
Aradan bir buçuk sene geçti. Artık kanuni merkezimiz bile küçük geliyordu. Bundan dolayı Comelius caddesinde yeni bir binaya taşındık. Bu yeni bina da otel idi. Fakat burada üç odamız ve bir de gişesi olan salonumuz vardı. Bu bizim için o vakitler lükstü. Burada 1923 senesinin Kasım ayına kadar kaldık.
Dostları ilə paylaş: |