KULEKAPIMEVLEVÎHANESİ
bak. GALATA MEVLEVÎHANESİ
KULELİ ASKERİ LİSESİ
116
117
KULELİ BAHÇESİ
'"^-^-^'--^^'--'^1™-^--"***--*^-1*^--***^^
bir kararla Nisan 1845'te atılmıştır. Bu karar gereğince Mekteb-i Harbiye öğrencileri l ay süren sıkı bir imtihandan geçirilmişler, bunlardan orta derece alan 204 öğrenci, 21 Eylül 1845'te Mekteb-i Fünun-ı idadiye adıyla açılan askeri liseye ayrılmışlardır. Dolmabahçe Sarayı yanındaki Çinili Köşk'te açılan Mekteb-i Fünun-ı idadiye, 1845-1846 öğretim yılını Mekteb-i Harbiye ile burada tamamlamıştır. İdadi, ilk açıldığı zamanlarda bugünkü ortaokullar seviyesinde bir okuldu ve öğrenim süresi 5 yıldı. 1846-1847 öğretim yılında Der-saadet Askeri idadisi adını alan okul Maçka Kışlası'na taşınmıştır.
Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Maçka Kışlası'mn müttefiklere tahsis edilmesi üzerine Dersaadet Askeri idadisi, Üsküdar Yeni Mahalle'de bir binaya taşınmış, savaşın sona ermesinden sonra 5 Ekim 1856' da Maçka Kışlası'na geri dönmüştür. 1864' te Bahriye, Mühendishane ve Tıbbiye ida-dileriyle "Umum Mekteb-i Idadi-i Şahane" adı altında Galatasaray Kışlası'nda birleştirilen Dersaadet Askeri İdadisi, burada
Günümüzde Kuleli Askeri Lisesi. - Kadir Aktay/Onyx, 1994
l Eylül 1868'de Mekteb-i Sultani'nin (bak. Galatasaray Lisesi) açılması üzerine, 1872' de Kuleli Kışlası'na taşınmış ve artık Kuleli Askeri İdadisi olarak anılmaya başlamıştır.
Okul, Kuleli Kışlası'nda ancak 2 yıl kalabilmiş, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sebebiyle Kuleli Kışlası'mn tekrar hastane yapılması üzerine, 1879'a kadar eğitim faaliyetlerine Pangaltı'daki Mekteb-i Harbiye binasında devam etmiştir. 1879-1912 arasında Kuleli Kışlası'nda kalan Kuleli Askeri İdadisi, Balkan Savaşı sebebiyle kışlanın yeniden hastane olarak kullanılması üzerine taşınmak zorunda kalmış, öğrencilerinin bir kısmı Âdile Sultan Sarayı'na (Kandilli Kız Lisesi), bir kısmı da Beylerbeyi Sarayı'nın yanındaki binalara (Deniz Astsubay Hazırlama Okulu) nakledilmiştir. Kuleli Askeri İdadisi 1913 sonunda yeniden kendi kışlasına dönmüştür.
İstanbul'un 16 Mart 1920'de İtilaf devletlerince işgal edilmesi üzerine, İngilizler tarafından depo ve transit ambarı olarak kullanılmak üzere boşaltılan Kuleli Aske-
Allom'un betimlemesiyle Kuleli Süvari Kışlası. E. Walsh, Constantinople and the Scenery of the Seven Churches of Asia Minör, Londra, 1838 Galeri Alfa
ri İdadisi binaları, Ermeni Eytam Mektebi (Ermeni Yetimleri Okulu) olarak Ermenilere verilmiş, Temmuz 1920'de okulun öğrencileri ve eşyaları Kâğıthane'de Sünnet Köprüsü yakınlarında çadırlara yerleştirilmiştir, l Ağustos 1920'de Maçka Silahha-nesi'nin yanındaki karakola taşınan Kuleli Askeri İdadisi, 26 Aralık 1920'de Beylerbeyi Sarayı yanındaki eski Jandarma Okulu binasına geçmiş, 1923'te tekrar Kuleli Kışlası'na dönmüştür. İşgal yıllarında birçok Kuleli öğrencisi çeşitli yollarla Anadolu'ya geçerek Milli Mücadele'ye iştirak etmiştir.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla 1924-1925 öğretim yılında Kuleli Lisesi adıyla Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanarak sivil lise haline getirilen okul, 1925'te tekrar eski statüsüne döndürülmüş ve bu tarihten itibaren Kuleli Askeri Lisesi adını almıştır. II. Dünya Savaşı dolayısıyla Mayıs 194l'de Konya'ya nakledilen Kuleli Askeri Lisesi, 21 Ağustos 1947'de tekrar İstanbul'a dönmüştür. Ahşap kısımları kaldırılmak ve kuleleri yeniden yaptırılmak suretiyle 1964'te restore edilen okulun bahçesine ihtiyacın artmasıyla 1964-1981 arasında yeni binalar da inşa edilmiştir.
Kuleli Askeri Lisesi'nde eğitim-öğretim süresi, 1975-1976 öğretim yılından itibaren birinci yılı hazırlık sınıfı olmak üzere 4 yıla çıkarılmıştır.
KENAN SAYACI Mimari
Kuleli Askeri Lisesi binası kışla olarak ampir üslubunda inşa edilmiştir.
II. Mahmud'un (hd 1808-1839) Yeniçeri Ocağı'nın yerine kurduğu Asâkir-i Man-sure-i Muhammediye'nin(->) Avrupai usullere göre eğitimi için ilk Kuleli Kışlası
1828'de Kuleli Bahçesi(->) ve yanındaki Ni-kola ve Atanaş isimli iki Kumdan satın alınan arazi üzerinde inşa edildi. 1839'a kadar süvariler için kışla olarak kullanılan yapının birçok yazara göre ahşap olarak inşa edildiği düşüncesine karşın, 1838'de basılan R. Walsh'ın Constantinople adlı kitabında görülen T. Allom'un(-») gravürün-deki yapı ile bugünkü lise binası arasında, ortadaki Hünkâr Kasrı'nın dışında çok fark olmadığı ve kagir olmasının daha muhtemel olduğu anlaşılmaktadır. Tayyarza-de de ilk yapının ahşap değil, kagir olduğunu belirtmektedir.
Kışla, 1837-1842 arasında karantina binası olarak hizmet verdi. Eskiyen kışla, gerekli onarımın yapılabilmesi için 1842'de boşaltıldı ama onarıma başlandığı sırada 1844'te tamamen yandı. 1845-1847 arasında bina bu defa yan ahşap, yarı kagir ve iki katlı olarak inşa edildi. Yanma bu dönemde bir de hastane binası yapıldı. Bugünkü lisenin giriş kapısı üzerinde bulunan tuğrada 1845 tarihi yer almaktadır. Suyollarının tamiri ile arazide bulunan tek kubbeli hamamın da inşasının bu döneme rastladığı tahmin edilmektedir.
Hastane ve kışla, Kırım Savaşı sırasında (1853-1856) müttefik askerlerince kullanıldı. Savaşın sonunda müttefik askerleri İstanbul'u terk ederken denize bakan tarafına büyük zarar verecek şekilde Kuleli Kışlası'nı'yaktılar.
Kışla, amacına uygun olarak 1863'te Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafından tekrar yaptırıldı. Ampir tarzında olan ve günümüzde Kuleli Askeri Lisesi(->) olarak kullanılan bina bu binadır. "Şeref Kapısı" olarak adlandırılan deniz tarafındaki kapının üzerinde bulunan Abdülaziz tuğrası ve ta'lik kitabesi Abdülfettah Efendi(->) tarafından yazılmıştır. Tarih kıtası Keçecizade Fuad Paşa'ya aittir. Kışlanın arkasında yine bu dönemde Fuad Paşa tarafından yaptırıldığı bilinen dört tarafı kurnalı büyük çeşme de bugün yerinde değildir.
Okulun öğrenci sayısının artması üzerine mevcut binaya ek olarak 1893'te bir hastane binası ile yeni bir bina daha yaptırıldı. İçinde kimyahane, kütüphane, arziyat müzesi, mütalaa ve şeref salonları ile okul müdürü odalarını barındıran bir ilave bina daha 1909'da Kuleli Kışlası'mn Va-niköy yönünde inşa edildi.
19. yy'da yapılan diğer kışlalar gibi, bu bina da ortası avluludur. Dikdörtgen planlı olan yapının avlusuna kemerli bir alt yapıdan girilir. Bunun üzerinde her katında üçlü gruplar oluşturan dikdörtgen pencerelerin bulunduğu iki kat daha mevcuttur. İki köşesinde bulunan beşer katlı kuleler ve cephenin ortasındaki teraslı Hünkâr Kasrı, yapının en özgün mimari özellikleri olarak 1838'den beri her onarım ve yeni inşada yerlerini almışlardır.
Bibi. Y. Büyükanıt, Kuleli Askeri Lisesi Tarihi, ist., 1985; C. Kayra-E. Üyepazarcı, ikinci Mahmut'un istanbul'u, ist., 1993, s. 70; T. Ünal, "122 Yıllık Bir İrfan Yuvası Kuleli Lisesi", Hayat Tarih Mecmuası, S. 7, 8 (1968); P. A. Dethier, Boğaziçi ve istanbul, İst., 1993, s. 90; M. Alus, "Anadolu Hisarı'ndan Kuzguncuk'a", istanbul Yaz^^n, ist., 1994, s. 52; Şehsuvaroğ-
Kuleli Bahçe Camii
Tahsin Aydoğmuş
lu, Boğaziçi, 269-270; tnciciyan, istanbul, 130, 131; R. Ziyaoğlu, Yorumlu istanbul Kütüğü, ist., 1985, s. 38, 39; N. Arslan, Gravür ve Seyahatnamelerde istanbul (18. Yüzyıl Sonu ve 19. Yüzyıl), ist., 1992, s. 208, 210; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 317-330; Raif, Mir'at, 203-206. MEHMET YENEN
KULELİ BAHÇE CAMÜ
Çengelköy ile Vaniköy arasında, sahildedir. Kaymak Mustafa Paşa Camii olarak da tanınır. 1133/1720'de III. Ahmed zamanında (1703-1730), Nevşehirli İbrahim Paşa' nın damadı Kaymak Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Son cemaat yerinin kapısı üzerindeki Şair Pertev Paşa'nm hazırladığı dört satırlık kitabede yer alan 1253/1837 tarihi ise yapıya sonradan eklenen ve II. Mahmud'a (hd 1808-1839) atfedilen hünkâr mahfili ve son cemaat yerlerinin kitabesidir.
Kareye yakın dikdörtgen planlı olan yapı kagirdir. Bir merkezi kubbe ve bu merkezi kubbenin köşe boşluklarında yer a-lan 4 adet kubbecikle örtülü yapı, ahşap çatılıdır. Yapı mihrap cephesi ve yan cephelerde yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlanmaktadır. Yapıya sonradan (denize bakan cephesine) bir son cemaat yeri ve ahşap hünkâr mahfili eklenmiştir.
Yakın zamanda esaslı bir onarım gören yapıda ahşap son cemaat yerinin üst kısmı da kadınlar mahfili olarak kullanılmaktadır. Bu bölüme son cemaat yerinin
sağ tarafından, basamaklı bir girişle ulaşılır.
Bu ahşap ilave bölümlerde pencereler mescit binasından (kagir bölümden) farklı olarak dikdörtgen sövelidirler. Soldan 9, sağdan 10 mermer basamakla ulaşılan fevkani caminin girişi her iki yana yerleştirilen birinci katta üçer, ikinci katta ise ikişer pencere ile simetrik olarak düzenlenmiştir.
Caminin sağında yer alan hünkâr mahfili, günümüzde imam evi olarak kullanıldığından özelliğini yitirmiştir.
Minare, caminin solunda, ahşap ilave bölüme taşmamak kaydıyla ana gövdeye bitişik olarak yer alır. Kaidesi iki sıra tuğla, bir sıra taş malzeme ile oluşturulmuştur. Gövdesi ise düzgün kesme taştan inşa edilmiştir. İç ve dış bükey hatlarla geçilen konsolun ardından, şerefe sadedir.
Caminin mihrabı, onarımlara rağmen
anahatları ile ampir üslubunun(-*) özellik
lerim korumaktadır. Minber ve vaaz kürsü-
sû orijinal değildir. ^^ ÇELEBÎ
KULELİ BAHÇESİ
Boğaziçi'nin Anadolu yakasında Çengelköy ve Vaniköy arasında, bugün içerisinde Kuleli Askeri Lisesi'nin bulunduğu bahçe.
Osmanlı döneminde Kuleli Bahçesi veya Kule Bahçesi adı verilen bu yörede, şimdiki Kandilli Rasathanesi(~») civarında
KULELİ OIAYI
118
119
KULLUKLAR
Kuleli Manastır bulunmaktaydı. Bu manastır İstanbul'un fethinden sonra yeniçeriler için kışla olarak kullanıldı.
II. Bayezid (1481-1512) ve I. Selim (Yavuz) (1512-1520) zamanında bu koruluğun uygun yerlerinde sebze ve çiçek yetiştirilmeye başlanmış ve buraya bostancılar için bazı binalar yaptırılmıştır. Bahçenin içindeki kulede de görevliler bulunuyordu. Evliya Çelebi'ye göre I. Süleyman (Kanuni) (hd 1520-1566) burada birkaç katlı, çok süslü bir kasır yaptırmıştı.
Kuleli Bahçesi III. Ahmed döneminde (1703-1730) padişaha has olarak verildi. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın(->) damadı olan Kaymak Mustafa Paşa'nın kendi adıyla ya da bahçenin ismiyle anılan camii sahil kenarında inşa edilmişti (bak. Kuleli Bahçe Camii). Caminin yanındaki çeşmeden başka muhtemelen 18. yy'da yapılmış olan Kuleli Baba Türbesi ise bugünkü Kuleli Askeri Lisesi'nin sağ tarafında ve Kuleli Namazgâhı'nın önünde bulunuyordu. 1217/1802 tarihli Bostancıbaşt Defteri'nde ayrıca bir bostancı ocağı ve Kasr-ı Cedid'den söz edilmektedir.
II. Mahmud döneminde (1808-1839) ihtiyaç duyulması sebebiyle iki Rumdan alınan araziyle Kuleli Bahçesi'nin sınırları genişletilerek buraya süvari birlikleri için bir kışla yapıldı (bak. Kuleli Askeri Lisesi).
Bibi. Y. Büyükanıt, Kuleli Askeri Lisesi Tarihi, ist., 1985; S. Üçer, "Kuleli Askerî Lisesi Tarihçesi", Türk Kültürü, S. 70 (Ağustos 1968), s. 76-86; Erdoğan, Bahçeler, 198-199; Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri, 42; Evliya, Seyahatname, I, 467-468; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 52; Boğaziçi, 120.
TÜLİN ÇORUMLU
KULELİ OLAYI
1859 başlarında cereyan eden, adını komplocuların yargılanmak üzere götürüldükleri kışladan alan olay.
Kuleli Olayı tam olarak aydınlanmış olmamakla birlikte genel olarak Osmanlı İmparatorluğu'nda Batı etkisinin giderek artmasına karşı oluşan tepkilerden birisi olarak nitelenmektedir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa olayında zayıflıkları iyiden iyiye ortaya çıkan Osmanlı Devleti, Kırım Sava-şı'yla birlikte Batılı güçlere daha fazla yaslanmak gereğini duymuştu. Bu arada Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermam(->) Batılı güçlerin etkisiyle gündeme gelmiş ve her iki belge de gayrimüslim azınlıklara ve yabancılara tanınan hakları artırmıştı. Gerçi bu haklar bütün halk için geçerliydi ama fiiliyatta Batılıların koruması altındaki Hıristiyanlar lehine işlediği görülüyordu. Nitekim bundan cesaret alan azınlıklar örgütlenmelerini geliştiriyor ve sık sık açık isyan haline geçiyorlardı. Devletin bunları bastırmak için müdahaleleri ise Batılı devletlerin engellemeleriyle karşılaşıyordu. Ayrıca ticaret imtiyazlarının artması, Batılıların bu alandaki etkinliğini de artırıyor, yerli üretim hızla geriliyordu.
Dış borçlanmanın tam da bu dönemde başlaması, devletin Batılılar karşısında elini kolunu bağlayan bir başka faktör-
dü. İşte bu ortamda 15 Temmuz 1857 tarihli Cidde Olayı yabancı nüfuzuna karşı tepkilerin ilk somutlanması olarak görülebilir. Cidde'de büyük bir halk topluluğu Hıristiyanların üzerine yürümüş ve kavgalar çıkmıştı. Bu arada Fransız konsolosu ile İngiliz konsolos muavininin öldürülmesi üzerine bu devletler donanmalarını göndererek kenti bombalamışlar ve ayrıca
10 kişinin idam edilmesini sağlamışlardı.
Bu durum Osmanlı Devleti'nin içişlerine
ağır bir müdahale idi. Devletin yabancılar
karşısında düştüğü aciz ve kişiliksiz du
rum ise birçok kişide tepki uyandırmak
taydı.
Bu ortamda istanbul'da Süleymaniye-
11 Şeyh Ahmed'in liderliğinde gizli bir ör
güt kurulmuştu. Şeyh Ahmed'in Ferik Çer
kez Hüseyin Daim Paşa'yı da örgüte dahil
ettiği ve onu bir çeşit ikinci başkan payesiy-
le yanında tutarak nüfuz ve parasından is
tifade ettiği anlaşılmaktadır. Tophane kâ
tiplerinden Arif Bey'in ise en faal üye ola
rak bir nevi genel sekreter gibi çalıştığı da
ifade edilmektedir. Caferdem Paşa ve Ra-
sim Bey isimli şahsiyetlerin adları da örgü
te ilk giren kişiler olarak geçmektedir. Bun
ların amaçlarına gelince, Batılılara aşırı ta-
vizkâr davrandıklarına inandıkları Abdül-
mecid'i ve bazı paşaları şeriat adına öldür
meyi düşündükleri ifade edilmektedir. Bun
lar daha sonra azınlıklara tanınan ayrıca
lıkların kaldırılması yolunda hareket ede
ceklerdi.
Konuyla ilgili tüm araştırmacılar içerisinde sadece Engelhard! ve Vambery'nin bu olayı meşrutiyet ve hürriyete doğru ilk hareket olarak addettikleri, tüm diğerlerinin ise Tanzimat'a karşı şeriatçı bir tepki olarak değerlendirdikleri görülür. Engel-hardt örgütçülerin herhangi bir programa sahip olmadıkları ve ortak noktalarının tepki olduğu şeklinde bir görüş ileri sürmektedir. Ona göre bu karışık topluluk i-çinde kimileri Müslümanlığın ve Avrupa müdahalelerinin öcünü almayı amaçlıyor, kimisi de meşrutiyet istiyordu ve şayet ihtilal başarılsaydı ortaya çıkan bunalım çok büyük olacaktı. R. G. Okandan ise Tanzimat, Islahat ve diğer reformlann asla halkta var olan bir isteğin yansıması olmadığını ve keza bunlara karşı oluşan tepkilerin de hiçbir zaman kitlevi olmadığını belirtir. O da Kuleli Olayı'nın Hıristiyanlara verilen ayrıcalıklara karşı Abdülmecid'i düşürmeyi hedefleyen bir komplo olduğu kanaatindedir. S. Aksin ise Islahat Fermam'nın yanısıra artan sefalat ve israfın da o günlerde oluşan tepkide rol oynadığını belirtmektedir.
Örgüt üyelerinin yakalanması ise içeriden yapılan bir ihbar sayesinde olmuştur. Üyelerden Hasan Paşa tarafından yapılan bir çağrı üzerine Kılıç Ali Paşa Camii'nde toplanmaya gelenler yakalanmışlardır. Sanıklar Kuleli Kışlası'nda yargılanmak üzere nakledilirken Caferdem Paşa denize atlayıp intihar etmiştir. Şeyh Ahmed ve diğer 3 sanık idama mahkûm edilmiş, ancak cezalar son günlerini yaşayan padişah ve sadrazam tarafından hafifletilmiş ve küreğe çevrilmişti.
Bibi. S. Aksin, "Siyasi Tarih", Türkiye Tarihi, III. Osmanlı Devleti 1600-1908, İst., 1988; M. Çulcu, Osmanlı'da Çağdaşlaşma ve Taassup Çatışması, ist., 1990; R. G. Okandan, "Amme Hukukunda Tanzimat Devri", Tanzimat, I, İst., 1840, s. 97-128; F. Armaoğlu, Siyasi Tarih 1789-1960, Ankara, 1968; U. iğdemir, Kuleli Vak'ası Hakkında Bir Araştırma, Ankara,
M. TANJU AKAD
KULİS
Ermenice yayımlanan tiyatro, sanat ve e-debiyat dergisi.
Türkiye'de yayınımı sürdüren en eski tiyatro dergisidir. 1946'da Galata, Billur Sokağı, Gül Ham'nda tiyatro sanatçısı Hagop Ayvaz tarafından kuruldu. Derginin ana konusu tiyatroydu. Başta 16 sayfalık haftalık bir dergi olarak yayımlanmaya başlayan Kulis, birkaç sayı sonra 15 günlüğe çevrildi. Dergi 1947 sonunda Perşembepa-zarı'nda Sinason Hanı'na taşındı. Başlangıçta 500 nüsha basılan derginin tirajı sonraları 1.500'e yükseldi. Yurtdışında da izlenen derginin Halep, Beyrut, Bağdat, Tahran ve Kahire'de okuyucuları vardı. Daha sonra Avrupa ve Amerika'ya da açılan Kulis için 1948'de "Mavi Boncuk" adlı basımevi kuruldu. 6-7 Eylül Olayları'nda zarar gören Kulis dergisi, daha sonra Cağa-loğlu, Cemal Nadir Sokağı, Milas Han'a taşındı. 1963'te Cağaloğlu Yokuşu no. 10/A' ya taşınan Kulis idarehanesi ve basımevi 26 yıl boyunca çalışmalarını burada sürdürdü.
1971'de Tahran'da Kulis'in kuruluşunun 25. yılı kutlandı. 1986'da ise İstanbul ve Kanada'da 40. yılı kutlandı. İstanbul' daki kutlamalar Şehir Tiyatroları Muhsin Eıtuğrul Sahnesi'nde ve Pangaltı Lisesi'n-den Yetişenler Derneği Merkezi'nde yapıldı.
Kısa bir süre sonra aylık dergiye dönen Kulis'in matbaası Topkapı Litros yolu, 2. Matbaacılar Sitesi'ne taşındı. 1989'dan
Kulis'in ilk sayısının kapağı. Vağarsag Seropyan arşivi
bu yana ise Beyoğlu'ndaki Nork Dizgie-vi'nde dizilip, Babıâli'de basılmaya başladı.
10-15 yıldan beri içeriğini sanatın yanında edebiyata ve araştırmalara da açan Kulis"leki en ilgi çekici yazıların başında İstanbul'da Ermeni Patrikliği'nin kuruluşunun 500. yılı için (1961) Berç Erziyan tarafından kaleme alınan "İstanbul Ermenileri Patrikliği" adlı yazı dizisi gelir.
Derginin bugünkü sahibi Garo Ayvaz' dır. Yazı işleri sorumluluğunu ise Mardiros J. Toran yürütmektedir.
VAĞARSAG SEROPYAN
KULLUKLAR
Yanlış olarak "kolluk" da denmiştir. 1826' da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasına kadar, İstanbul semtlerinde kapıkulu, bostancı, levent, azap askerlerinin güvenlik nöbeti tuttukları karakollardı. 1826'dan sonra bunların yerini, Asâkir-i Mansure-i Muhammediye(->) erlerinin beklediği ka-ravulhaneler, 1845'te Zaptiye Nezareti'nin kurulmasından sonra ise zaptiye karakolları almıştır. Kulluklar, nöbetçi askerlerin mensup oldukları ocaklara ve sınıflara göre "yeniçeri kulluğu", "kalyoncu kulluğu", "bostancı kulluğu" vb adlarla anılıyordu. Semtlere göre ise Ayazma Kulluğu, Altmışlar Kapısı Kulluğu vb adlar veriliyordu.
İstanbul'un güvenliği açısından birinci derecede önemli olan sur kapılarındaki asıl kulluklarda, kul kethüdasının seçtiği, yaşlı ve deneyimli yeniçeriler, üçer aylık nöbetlerle oturmaktaydılar. Bu nöbete giren her sınıftan askere İstanbul cihetinde "kullukçu", Galata tarafında "kullukçu" veya "yasakçı" denmekteydi. Çok sayıdaki kulluğun nöbet değişimleri ile diğer işlemlerini kul kethüdası yapmakta; bir kulluk kâtibi de parasal işlemlere bakmaktaydı. 17. yy'da kulluk tevcihlerinde nefer başına 85 akçe tevcih resmi alınmakta, bunun 70 akçesi kul kethüdasına, 10 akçesi kethüda saracına, 5 akçesi de kulluk kâtibine düşmekteydi. Kulluk görevi alanlar ise bu ödemelerine karşılık, gece güvenliğinden sorumlu oldukları semt veya çarşı halkından para ve bahşiş almakta, bununla ulufeleri dışında ek bir gelir sağlamaktaydılar. Bunların iaşelerini de bağlı oldukları ocak temin ederdi. Orta kazanından ayrılan çorbaları, kullukçu neferler-ce alınır, başkarakullukçunun gözetiminde kulluklar dolaşılarak tevzi edilirdi.
İstanbul'da genel kent güvenliğinin bölge özelliklerine göre başka başka amirlerin sorumluluğunda olması nedeniyle, Kasımpaşa, Galata kulluklarını kaptan-ı derya, Tophane ciheti kulluklarım topçubaşı, Boğaziçi, Adalar, Üsküdar ve Kadıköy kulluklarını bostancıbaşı, İstanbul'daki kullukları ise semtlere göre, yeniçeri ağası ile ce-becibaşı denetlemekteydiler. Kulluklar, çarşı pazar yoğunluğu olan yerlerde daha sık, meskûn bölgelerin ise uzağında veya girişinde olurdu. En büyük kulluklardan biri Ağa Kapısı'nda(-+) diğeri ise Yemiş İske-lesi'ndeydi. Buradaki Çardak Kulluğu, ay-
nı zamanda suçlu yeniçerilerin idam edilmezden önceki son duraklarıydı. Buradan, kayıkla Rumeli Hisarı'na götürülüp gece boğulurlardı. Kulluk tesisinde, semt halkından ya da esnaftan gelen istekler göz önünde tutulmaktaydı. Çünkü, halk ya da esnaf, kulluğun ve neferlerinin giderlerinden bir bölümünü karşılamakla yükümlüydüler. Bunun yanında Kum Kapısı, Aya Kapısı, Yahudi Mahallesi, Balat İçerisi, Ba-lat Dışarısı, Fener İçerisi, Fener Dışarısı, Eyüp Kapısı, Edirne Kapısı gibi önemli kapı kullukları, kent güvenliği açısından zorunlu karakol noktalarıydı. Büyükkara-man, Küçükpazar, Hocapaşa kullukları ile ikincil başka bazı kulluklar ise yeniçeri yayabaşılarına, bölükbaşılanna aitti ve buralar kul kethüdasına bağlı kulluklardan ayrıydı. Yine, sekbanbaşının da biri Fatih' te Sarmaşık semtinde, diğeri Vefa'da iki gümrük kulluğu vardı. Bunlar her yıl iltizama verilir, gelirinden sekbanbaşma pay ayrılırdı.
İstanbul'da, adları suyolu haritalarından saptanabilen diğer kulluklar Edirne-kapı'da hamam karşısında, Karagümrük girişinde, Fatih Camii avlusunda (aynı yerde şimdi de karakol vardır), Atpazarı'nda, Zeyrek Camii karşısında, Saraçhanebaşı'n-da Tezgâhçılar Camii karşısında, Tavuk-pazarı'nda, Simkeşhane karşısında, Bah-çekapı'da bulunmaktaydı. Ayrıca İstanbul surlarının büyüklü küçüklü bütün kapılarında da birer kulluk vardı. Cebeali (Ci-bali), Bâb-ı Ayazma, Ayvansaray, Yenika-pı, Balıkpazarı, Ayasofya-yı Kebir, Acıçeş-me, Latifpaşa, Kapan-ı Dakik (Unkapanı), Eğrikapı, Edirnekapı, Topkapı, Bâb-ı Mevlevihane, Bab-ı Silivri, Langa Kapısı, Sa-matya Kapısı, Bâb-ı Kule-i Heft (Yedikule), Fener Kapısı, Zindan Kapısı, Çardak Kapısı, Sultanselim, Mercan, Hacılar Köşkü, Yedikule Tabakhanesi, Kocamustafapaşa, Altımermer, Yenibahçe, Avratpazarı, Ali-paşa-yı Atik, Karagümrük, Salmatomruk, Kadıçeşmesi, Saraçhane, Macuncu, Has-köy, Galata, Üsküdar, Sarıgüz, Parmakka-pı, Atpazarı, Eyyub-i Ensari, Altmışbir Kapısı, Kırkdört Kapısı, Elliiki Kapısı, Ellial-tı Kapısı, İkinci Kapı, Onüç Kapısı bunlardandı. Galata çavuşu, Galata Kulluğu'nun ve o bölgenin inzibat amiriydi. Karakullukçularla kalyoncuların disiplininden de sorumluydu. Galata, Tophane semtlerinde, kulluk askerlerine "yasakçı" ve "değenek-çi" de denmekteydi. Her kullukta başlangıçta bir veya iki nefer varken, sonradan buraların birer zorbalık ve haraç yuvası olması nedeniyle nefer sayıları da artmıştır. Her kulluğun amirine "kulluk çorbacısı", diğerlerine "kullukçu" veya "nefer" deniyordu.
Kul kethüdası, kullukçuluğu, buna istekli yeniçerilere tevcihte yetkiliydi. Kethüda saracı, kulluk tevcihlerinde aracılık yapar, ocaktan kullukçuluk isteyenleri kul kethüdası ile görüştürürdü. Kul kethüdası sefere çıktığında ise kethüda mührünü alıp ona vekâlet ederdi. Kullukçuluk tevcihinde yaşlı askerler tercih edilmekteydi. Çünkü kulluğa oturan, genç ve yaramaz askerler semt halkını her yönden rahat-
sız etmekteydiler. Bundan dolayı Acemi Ocağı yayabaşıları, yeniçeri çorbacıları İstanbul'da bulundukları sürece kulluk bekleyemezlerdi. Ancak bütün yeniçeriler sefer için İstanbul'dan ayrıldıklarında, yeter sayıda yaşlı çorbacı bulunamadığı için, Acemi Ocağı yayabaşılarına da kullukçuluk verilirdi. Ayrıca, bayram günlerinde izinli olan acemilerin kent içindeki taşkın-' lıklarım ve verebilecekleri zararları önlemek için, acemi yayabaşıları kullukçu yeniçerilerle inzibat denetimine çıkarlardı. Doğrudan acemi yayabaşılarının kulluk bekledikleri semtler ise, yine inzibatlık görevleriyle ilgili olarak Galata cihetinde Kalafatyeri, İstanbul tarafında da Güm-rükönü ve Odun Kapısı kulluklarıydı.
Kullukçulara, gece devriye gezdikleri için "karakullukçu" da denmekteydi. Kapı kulluklarında oturanlara ise daha çok "yasakçı" denirdi. Bunlar, kapıları sabah açıp akşam kapamakla, girenleri de denetlemekle görevliydiler. Kefilsiz ve izinsiz kente ve semtlere girmek yasaktı. Semtlerde ve kapı çevrelerinde çıkan kavgalara da kullukçular müdahale ederdi. Suçluları yakalayıp çorbacıya götürmek, suçuna göre değnek vurdurtmak da yasakçı ve kulluk-çuların görevlerindendi. Kol gezmede(->) sadrazam, yeniçeri ağası, kaptan-ı derya; tebdil gezmede(->) padişah, kullukların durumuna da bakarlar, disiplinsiz buldukları kullukçuları yeniçeri ağasına bildirip cezaya çarptırtırlar, iyi davranışlarını saptadıklarını da ödüllendirirlerdi.
Bir gelenek olarak kulluğun önünden ulemadan bir zat ya da tanınan sayılı birisi geçerken kulluk çorbacısı ve neferleri hürmetle selam verirlerdi. Oysa eski kulluk düzeninin ve Yeniçeri Ocağı geleneklerinin bozulmasından sonra bu gelenek bırakıldığı gibi kullukların önünde kürsü iskemle, hasır üstünde saygısızca oturan, yatan kullukçular, sabahtan akşama kadar tambura çalıp mani destan okurlar, geçenlerle alay ederler, daha kötüsü akşam karanlığına kalan ve kulluk önünden geçme cesaretini gösterenleri çevirip "Senden şüphelendik, buralarda bu vakitte işin ne?" deyip içeriye alırlar, üstünü aramak bahanesiyle saat, kese, köstek neyi varsa so-yarlardı. Giderek daha da bozulan kulluklarda türlü yolsuzluklar ve cinayetler işlenmeye başlandı. Semtlerin Müslüman ve gayrimüslim zenginlerinden haraçlar alınır olmuştu. Katiller ise sığındıkları kulluklarda kulluk çorbacısına para verip "Bu bizim yoldaşımızdır. Öldürülenin diyet akçesini orta sandığından öderiz" dedirtirler, davacılar ise korkularından kadıya gidemezlerdi. Paskalya ve yortularda ise zengin gayrimüslimlerin önlerine çıkıp izzet ve ikram etmek vaadiyle bunları kulluğa alırlar, zorla rakı ve şarap içirtirler, kendileri de Hz İsa'nın aşkına kadeh devirirler, sonra iyice sarhoş olan bezirganın önüne bahşiş tabağını uzatıp üzerinde ne kadar parası varsa alırlardı.
Kullukçuların subayları tören günlerinde ocak urbası, diğer günlerde ise başlarına kalafat denen astarsız kavuk, sırtlarına önü açık, dar yenli kaftan, bunun al-
Dostları ilə paylaş: |