KURBAĞAII DERE
istanbul Ili'nin Anadolu yakasında Marmara Denizi'ne dökülen başlıca akarsulardan biridir. Kaynaklarını Kayış Dağı e-teklerindeki Küçükbakkalköy yöresinden alan akarsu, Mimi Deresi ve Küçükçamlı-ca'dan gelen sularla da büyüdükten sonra Kalamış Koyu'nun kuzeyinde Marmara Denizi'ne ulaşır.
Günümüzden yaklaşık 3.000 yıl önce bu kesimde kıyı çizgisi Kızıltoprak'taki tren istasyonunun bulunduğu yerden geçiyordu. O sırada Kalamış Koyu bugünkünden daha geniş bir deniz girintisi oluşturuyordu. Eskiden derenin aşağı çığırı, yani yatak eğiminin iyice azaldığı son bölümü, Haliç'in(->) oluşmasına yol açan deniz basmasına uğradığından günümüzdeki durumundan çok daha derin ve genişti. Bo-ğaziçi'ndeki akarsular gibi Kurbağalı Dere de bir haliçti. O dönemde bu haliç Kalamış Koyu'nun kuzeydoğusunda Fikirte-pe önlerine kadar sokuluyordu. Günümüzde İncirlibostan adıyla anılan semtle Fikir-tepe arasındaki alana kadar vadinin alçak kesimleri bütünüyle deniz sularıyla kap-
lıydı. Kadıköy'de(->) ilk yerleşim izlerine Fikirtepe'de rastlanmasının başlıca nedeni, Fenikeli denizcilerin korunmaya elverişli bir barınak olarak tekneleriyle girerek sığındıkları bu kıyıya zamanla yerleşmiş olmalarıdır. Eskiden bu akarsuda bol miktarda tatlı su canlısı yaşadığı Fikirtepe kül-türünüC-») oluşturan kalıntıların arasında rastlanan buluntulardan anlaşılmaktadır.
Eskiden oldukça geniş olan akarsu ağzındaki halicin, zamanla alüvyon yığılması sonucunda dolduğu sanılmaktadır. Alüv-1 yonların daha çok Küçükçamlıca'dan kısa mesafede önemli bir yükselti farkıyla inen dereler tarafından taşındığı düşünülebilir. Zamanla kuruyarak oldukça düz bir vadi tabanı olan eski haliç, sonradan verimli bir tarım alanı haline geldi. Ancak akarsuyun ağız bölümünün doluşu uzun zaman aldı. 18. yy'ın başlarında bu haliç Hasan-paşa'ya kadar uzanıyordu.
Kurbağalı Dere eskiden Kadıköy Deresi ve Kuşdili Deresi adlanyla anılırdı. Akarsuyun son bölümü, denize döküldüğü yerdeki semtin adıyla Yoğurtçu Deresi olarak da adlandırılır. Suları tatlı olan bu akarsuda 1950'lere değin tatlı su canlıları yaşardı. Önceleri bugün Salıpazarı olarak anılan Kuşdili Çayırı çevresinde göllenen a-karsuyun kıyısında yaşayan binlerce kurbağa nedeniyle Kurbağalı Dere adı verilmiştir.
18. ve 19. yy'da Kurbağalı Dere, Göksu ve Kâğıthane derelerinde olduğu gibi sandalla gezintiler yapılan, kıyıları yemyeşil çayır ve bostanlarla kaplı bir mesire yeriydi. Mehtaplı gecelerde Kalamış'tan kayıklarla Kurbağalı Dere'ye girilerek eğlenceler düzenlenirdi. Bu eğlenceler bazen Ha-sanpaşa'da sandallardan inildikten sonra tırmanılarak çıkılan Fikirtepe'deki gazinoda devam ederdi.
Kurbağalı Dere'nin vadisinde saray mensuplarına ait bazı çiftlikler vardı. Bunlardan biri de Şehzade Selahaddin Efendi'
Kurbağalı Dere
Nazım Timuroğlu, 1994
nin yönetimindeki Kurbağalıdere Çiftliği'y-di. Daha sonra bu çiftlik hazineye devredildi. Akarsuyun kenarında birçok köşk, konak, kır gazinosu, çay bahçesi, kayıkhane ve kayık imalathanesi yer alıyordu. Bu yapılardan en önemlisi ise, V. Murad'a daha şehzade iken yaptırılan av köşküydü. Kurbağalıdere Sarayı da denen bu köşkte meşrutiyet ilan etmek için çalışan birçok Osmanlı ileri geleninin toplantı düzenlediği bilinmektedir.
20. yy'ın ilk yarısında sandallarla kürek çekerek Söğütlüçeşme tren köprüsüne kadar gidilebiliyordu. Ama 1950'den sonra kalabalıklaşan çevre semtlerin kanalizasyonlarının Kurbağalı Dere'ye akıtılması, akarsu ve kıyılarındaki canlı yaşamın sona erişini başlattı. Önce kanalizasyonlardan gelen deterjanlı sular ve Kadıköy Gazhanesi'n-den gelen kapkara kirli sular, tatlı su canlılarını yok etti. Dereye adını veren kurbağaların vıraklamaları bir süre sonra duyulmaz oldu. Dere yatağının hızla dolmasına yol açan kanalizasyonların yaydığı pis koku zamanla Yoğurtçu civarında kanıksandı. Rüzgârın esiş yönü ve şiddetine bağlı olarak bu iğrenç koku giderek daha uzak semtlerde de duyulmaya başladı. 1970'le-re gelindiğinde, dolan, kirlenen, kokan ve kaynak suyu azalan Kurbağalı Dere'de mehtaplı gecelerde yapılan sandal sefaları da, kıyıdaki çay bahçeleri ve kır gazinoları da tarihe karıştı.
Günümüzde Kurbağalı Dere büyük ölçüde kanal içine alınmış durumdadır. Yağışlı günlerin ardından suyu çoğalan akarsuyun yukarı kesimi yazın hemen hemen tümüyle kuru bir dere görünümündedir. Günümüzde Kalamış Koyu'ndan gelen kayıklar ancak eskiden Kasr-ı Ali Köprüsü denen Kurbağalı Dere Köprüsü'nün altından geçip 30-40 m daha gidebilmektedir. Kurbağalı Dere'nin koku ve kirden a-rındırılabilmesi amacıyla yıllar süren bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışma sonucunda
kanalizasyon sularının arıtıldıktan sonra derenin ağız bölümüne akıtılmasını sağlayacak kolektörün yapımı sürdürülmektedir.
ATİLLA AKSEL
KURBAN NASUH MESCİDİ VE TEKKESİ
Üsküdar îlçesi'nde, eskiden "Debbağlar Meydanı" olarak bilinen semtte, Hayrettin Çavuş Mahallesi'nde, Büyük Selim Paşa Caddesi ile Ayin Sokağı'nın kavşağında yer almaktadır.
Söz konusu tesisin kuruluşuna ve banisinin kimliğine ilişkin aydınlatılmamış birçok husus bulunmaktadır. Hadîka'da baninin adı "Kurbağa Nasuh" olarak verilmekte, diğer taraftan Kurbağa Nasuh'un Atik Valide Camii'nin yapımı sırasında Koca Sinan'ın maiyetinde çalışan yardımcı mimarlardan birisi olduğu, kendi mescidini yapabilmek için şantiyeden malzeme aşırdığı ve bu durumun fark edilmesi üzerine katledildiği yolunda bir halk rivayeti tespit e-dilmektedir. Bu arada adı geçen şahsın mescidin haziresinde yer alan, ancak sonradan yenilendiği anlaşılan kabrinin, 995/1586-87 tarihli kitabesinde ise kendisinden "Kurban Nasuh Baba" olarak söz edilmekte, Hamza-vîlerin ileri gelenlerinden ve "dergâhın" banisi olduğu belirtilmektedir.
Yeni belgeler bulununcaya kadar karanlıkta kalacak olan bu hususta iki ihtimalden söz edilebilir: Ya halk rivayetinde nakledilenler büyük ölçüde doğrudur ve bu mescidin tekke olarak kullanılmaya başlandığı 19. yy'ın başlarından itibaren, aslında adi bir suçtan ötürü katledilmiş olan baniye daha "saygıdeğer" yeni bir kimlik kazandırılmak istenmiş, bunun için de çoğunluğu yönetimin hışmına uğrayan Ham-zavîlerden olduğu iddia edilmiş veya gerçekten, Bayramî Melamîliğinin bir aşaması olan Hamzavîliğe mensup şeyhlerden Kurban Nasuh Baba burada bir mescit-tek-ke inşa ettirmiş ve birçok yoldaşı gibi katledilerek yaptırdığı hayır eserinin bahçesine gömülmüştür.
16. yy'ın son çeyreğinde inşa olunduğu anlaşılan bu ilk tesis zamanla harap düşmüş, yine tespit edilemeyen bir tarihte Hacı Bekir (el-Hac Ebubekir) adında bir hayır sahibi tarafından yemden inşa ettirilmiş, bu arada, bir minber eklenmek suretiyle camiye dönüştürülmüş ve yeni vakıflarla donatılmıştır. Bu yüzden "Hacı Bekir Camii" olarak da anılan yapı, 19. yy'ın başlarında Rıfaî tarikatından Şeyh Mehmed Nuri Efendi (ö. 1856) tarafından ihya edilmiş, bu tarihten itibaren bir Rıfaî tekkesi olarak faaliyet göstermiştir.
Kaynaklarda "Şeyh Nuri Tekkesi" veya ayin gününden dolayı "Çarşamba Tekkesi" olarak zikredilen bu tesisin vakfiyesi 1270/1853-54 tarihlidir. Ancak tekkenin bu tarihten epeyce önce kurulduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Süleymaniye Kütüp-hanesi'nde bulunan ve 19. yy'ın ikinci çeyreğine tarihlenen Hankahname'âe, çarşamba günü ayin icra edilen tekkeler arasında Şeyh Nuri Tekkesi'nin adı verilmek-
Kurban Nasuh Mescidi ve Tekkesi'nin güney cephesinden görünümü. M. Baha Tanman, 1985
te ve -muhtemelen bir yangın sonucunda-ortadan kalkmış bulunduğu, yerinin arsa halinde olduğu belirtilmektedir. Bundan sonraki tekke listelerinin hemen hepsinde adı geçen Şeyh Nuri Tekkesi'nin yeniden inşa edildiği ve tekkelerin kapatılmasına kadar faaliyetim aralıksız sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
Şeyh M. Nuri Efendi'nin vefatından sonra tekkenin postuna oğlu Şeyh Tevfik Efendi (ö. 1899) geçmiş, ancak vakfının tevliyeti, hiç evlenmemiş ve tekkenin vakfını genişletmiş olan kızı Şerife Hediyetul-lahHanım'a verilmiştir. Tekkenin son post-nişini Şeyh Tevfik Efendi'nin oğlu Şeyh Hayrullah Taceddin (Yalım) Efendi'dir (1883-1954). S. N. Ergun'un Türk Musikisi Antolojisi'nde güftesi Şeyh M. Nuri Efendi'ye ait, oğlu Şeyh Tevfik Efendi tarafından dügâh makamında bestelenmiş bir ilahi tespit edilmekte, yine aynı kaynaktan son şeyh H. Taceddin Yalım'ın da şair ve bestekâr olduğu, ünlü zâkirbaşılar-dan "Malak Hafız" lakaplı, aynı mahalledeki Debbağlar (Tabaklar) Mescidi'nin i-mamı Hüseyin Efendi tarafından yetiştirildiği, gerek tekke, gerekse de cami musikisine vâkıf bulunduğu öğrenilmektedir. Ayrıca tekkede Üsküdarlı Asım Efendi'nin zâ-kirbaşılık, ibrahim Efendi'nin de reislik yaptıkları kayıtlıdır.
Tekkelerin kapatılmasından sonra bakımsız kalarak harap düşen mescit-tevhid-hanenin yerine, Şeyh M. Nuri Efendi'nin torunlarından bir hanımın eşi olan Prof. Dr. Sabahattin Tonguç tarafından 1974'te yeni bir cami inşa ettirilmiş, türbe de eski şekline uygun olarak onartdmıştır.
ilk inşa edilen mescidin (veya mescit-tekkenin) mimari özellikleri meçhuldür. Mamafih bu yapının kagir duvarlı ve çatılı olduğu tahmin edilebilir, ilk yapıdan günümüze intikal eden minare düzgün kesme taş örgüsü ve mukarnas dolgulu şerefesi ile klasik üslubu yansıtır. Hacı Bekir tarafından yaptırılan ikinci binanın fevka-
ni olduğu Hadîka'da. ifade edilmiştir. Vakıflar Arşivi'nde, 19. yy'ın ortalarında dördüncü kez inşa edilen yapının mescit-tev-hidhanesi ile türbesinin 1965'te alınmış rö-leveleri bulunmaktadır. O tarihte yarı yıkık durumda olan mescit-tevhidhanenin güney ve batı duvarlarının ahşap hatıllı moloz taş örgüye sahip bulunduğu, avlu yönündeki diğer iki duvarın da ahşap iske-letli olarak inşa edilmiş olduğu görülmektedir. Yamuk planlı olan harimin doğusunda, yine yamuk planlı ve kapalı bir son cemaat yeri bulunmakta, minare harimin kuzeybatı köşesinde yükselmektedir. Yuvar-laik kemerli mihrabın yanlarında dikdörtgen açıklıklı, ahşap pervazlarla çerçevelenmiş birer pencere yer alır. Bugünkü cami ise ilk yapıdan arta kalan minare ile gerek malzeme, gerekse de üslup bakımından tam bir uyum içindedir. Duvarları kesme küfeki taşı ile itinalı bir şekilde örülmüş, üzeri kurşun kaplı bir kırma çatı ile kapatılmış, cephelere iki sıralı pencereler yerleştirilmiş, harimi süsleyen kalem işleri ile çinilerde de klasik üsluba sadık kalınmıştır.
Şeyh Nuri Efendi'nin, kızı E. Hediyetul-lah Hanım'ın ve oğlu Şeyh Tevfik Efendi'nin gömülü oldukları türbe dikdörtgen planlı, kagir duvarlı ve beşik çatılı, basit bir yapıdır. Türbeye avludan girilmekte, ikisi avluya, biri de caddeye açılan yuvarlak kemerli üç adet pencere mekânı aydınlatmaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka^ll, 218; Aynur, Sa-Hha Sultan, 37, no. 147; Asitâne, 14; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 62-63, no. 268 (cami), 66-67, no. 113; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 12; Raif, Mir'at, 122; IhsaiyatlI, 20; Vassaf, Se-flne, V, 269; Ergun, Antoloji, II, 618, 652-653, 662, 671, 709-710; inal, Türk Şairleri, III, 1814-1815; Öz, İstanbul Camileri, II, 28; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 193-205.
M. BAHA TANMAN
KURŞUN DÖKME
Kişiyi sağlığına kavuşturmak ve kem gözlerden korumak için su içine eritilmiş kurşun dökerek yorum yapmaya dayanan ilkel bir uygulama.
Kurşun dökme, istanbul'da da eskiden beri yapılmaktaydı (bak. halk hekimliği). Özellikle büyü ve nazar sonucu oluştuğuna inanılan rahatsızlıklarda uygulanırdı. Bu işle uğraşanların muhakkak ocaklı veya el almış kişiler olmaları gerekmekteydi. Kurşun dökme daha çok kadınlar tarafından uygulanırdı.
Kurşun dökmek için kurşun eritmede kullanılan madeni çukur bir kepçe; madeni geniş ve derin bir tas; kurşun dökülecek kişinin başını örtmek için kalın bir bez ve 250-300 gr ağırlığında kurşun külçesi gereklidir. Kurşun dökenler, bu malzemeleri yanlarında taşırlar.
Uygulama başladığında kurşun külçesi madeni çukur kepçe içinde eritilir. Hastanın başı ve vücudu kalın bezle örtülür. Geniş madeni tasa su doldurulur. Kurşun döken kadın, erimiş kurşun bulunan kepçeyi sağ eline, su dolu tası sol eline alır. Kurşun önce hastanın başı üzerinde su dolu tasa dökülür. Bu sırada kurşun döken
KURŞUNLU HAN
126
127
KURTULUŞ
lunduğu tepeden güneye doğru önce dik, sonra da yumuşak bir eğilimle inerek, güneybatıya kıvrılan bu eski dere yatağının batıdan ve güneyden çevirdiği tepenin (ve civarındaki tepeciklerin) adı Aya Dimitri Tepeleri idi, oradaki yerleşim birimini de kapsayan bu isim 16. yy'da yapılan Rum Ortodoks kilisesinin adıydı (Ayios Dimitri-os). Sonraları orada tavlalar (at ahırları) yapılınca, semt, ahırları simgeleyen Tatavla adını aldı (Ta Taulon) ve Cumhuriyet'te isimlerin Türkçeleştirilmesine değin öyle kaldı.
Tatavla semti I. Süleyman (Kanuni) zamanında (1520-1566) kurulmuştur. Tarihçi Hammer'e göre, Barbaros Hayreddin Paşa'nın Ege adaları, Akdeniz, İyonya Adaları ve Peloponez'den aldığı 10.000 kadar
20. yy'ın başında Kurtuluş. M. Hristopulos, Ta Tatavla, ist., 1913 Nuri Akbayar arşivi
kadın besmele çekerek, "Benim elim değil, Ayşe, Fatma anamızın eli" der. Tasa dökülen kurşun alınarak tekrar eritilir, ikinci defa hastanın göbeği üzerinde ve daha sonra da ayakları, en son olarak hastanın yattığı odanın sağ köşesiyle, oda veya sokak kapısının eşiği üzerinde de kurşun dökülür. Suya dökülen kurşun, tekrar eritilmeden önce kurşun döken kadın tarafından incelenir. İnanca göre, kurşun çok kirli ise nazar veya büyü de çok kuvvetlidir. Kurşun üzerinde temiz kısımlar varsa, hastanın yüreğinin temiz olduğuna ve hastalığının çabuk geçeceğine inanılır. Daha sonra kurşun dökülen tastaki sudan hastaya birkaç yudum içirilmesi de geleneğe göre yararlı bulunmaktadır. Aynı sudan hastanın alnına, bileklerine, avuçlarına ve ayaklarının altına sürülür. Son olarak kurşun dökülen suya biraz ekmek doğranır ve bu ekmek, dörtyol ağzında köpeklere verilir. Bazı hastalara bir kere kurşun dökmek yeterli görülürken, bazılarına ise üç kere tekrarlanması gerektiğine inanılır. Uygulamadan sonra kurşuncu kadına hastanın mali durumuna göre para verilir.
Bibi. O. Acıpayamlı, "Anadolu'da Nazarla İlgili Bazı Âdet ve inanmalar", DTCFD, XX, (1963), s. 1-40; ay, "Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik ve Fonksiyonel Yönden İncelenmesi", Türk Halk Hekimliği Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1988, s. 1-8; Bayrı, istanbul Folkloru, (1972), 101; P. N. Bora-tav, 100 Soruda Türk Folkloru, İst., 1973; İ. Z. Eyuboğlu, Anadolu Büyülen, İst., 1978; Ş. Aytar, İstanbul Tıbbi Folkloru, İst., 1980.
ALPARSLAN SANTUR
KURŞUNLU HAN
istanbul tarihi yarımadasının karşısında ve Halic'in kuzey kıyısında, Galata surları i-çinde, kıyıya yakın ve surun iç tarafına paralel olarak inşa edilmiştir. Kuzeybatı köşesinde Galata Bedesteni(->) bulunur. S. Eyice'nin Galata ve Kulesi adlı kitabında "Ceneviz Katedrali, San Michele (Sen Misel) 1544-1550 yılları arasında tahrip olmuştu. Mimar Sinan, bu yerde Rüstem Paşa Kervansarayı'nı inşa etti" denilmektedir. Diğer taraftan Rüstem Paşa'nın 1561 tarihli vakfiyesinde de "Kurşunlu Han" adıyla tanınan bu yapıya yer verilmiştir. San Michele Katedrali'nin kalıntıları üzerine inşa
edildiği anlaşılan Kurşunlu Han'ın 16. yy' in ortalarında Sadrazam Rüstem Paşa tarafından iki katlı olarak inşa ettirildiği anlaşılmaktadır. Kurşunlu Han'ın mimarının, Rüstem Paşa'nın diğer vakıflarını planlayıp inşa ettiğini bildiğimiz Mimar Sinan olduğu da anlaşılmaktadır.
Kurşunlu Han batı yönündeki çıkmasıyla birlikte 83x35 m ölçüsündeki bir a-landa inşa edilmiştir. Yapının avlulu bölümünün boyutları ise 65x35 m ölçüsünde-dir. ince uzun avlu 9x45 m ölçüsündedir. Yapı, doğu-batı yönünde dikdörtgen olarak planlanmıştır. Güney cephesi eski Galata surlarına paralel ve sur hattı üzerinde yer almaktadır. Batı cephesi de bitişik nizam yapı durumu gösterir. Bu nedenle Kurşunlu Han'ın sadece iki dar cephesi, doğu ve batı cepheleri, cephe düzenlemesi ö-zelliklerine sahiptirler.
iki katlı yapının zemin katında paye ve duvarlarda görülen tuğla ve derz dokulu kısımlar, Bizans döneminden bir yapının varlığına işaret eder. Üst kısımlarda duvar ve taşıyıcı destek sistemi bütünüyle 16. yy Osmanlı mimarisinde görülen inşaat tekniğinin özelliklerini taşımaktadır.
Yapı, doğu ve batıdaki dar cephelerinde bulunan birer kapı ve kapıya bağlı çapraz tonoz örtülü giriş mekânıyla revak altına ve oradan da dar dikdörtgen avluya a-çılır. Burada genelde Osmanlı şehir ve menzil hanlarında (kervansaray) gördüğümüz girişin hemen iki tarafında revak altından taş merdivenlerle üst kata çıkış Kurşunlu Han'da görülmez. Bunun nedeni, 16. yy'ın ortalarında harap durumda olan San Michele Katedrali'nin bulunduğu alanın dışının tamamen daha o yıllarda yapılanmış olması ve Kurşunlu Han'ın, mevcut kalıntıların yer aldığı alanın sınırları içinde yeniden inşa edilmiş olmasıyla açıklanabil-mektedir. Dar avlunun ortasında dört yönlü merdiven düzenlemesi, avlunun dar durumuyla ilgili görülmektedir. Doğu ve batıdaki merdivenlerle avludan çıkılan merdiven sahanlığından kuzey ve güneydeki merdivenlerle üst kat revaklarma çıkılmaktadır.
Kurşunlu Han'da üst örtü sisteminde tuğ-la-derz kullanılmış, zemin katta mekânlar ve revak sisteminde beşik tonoz; üst kat-
Kurşunlu Han
Yavuz Çelenk, 1994
ta ise mekânlarda beşik tonoz, revak sisteminde ise kubbe örtü kullanılmıştır. Üst örtü sistemi günümüze çimentolu onarımla ulaşmıştır.
Kurşunlu Han, bulunduğu alanın koşullarına bağlı olarak, doğu ve batıdaki iki dar cephesiyle dıştan tanınabilmektedir. Ancak bu cepheler de günümüze yer yer yapılaşmayla gelebilmiştir. Bu nedenle cephe özellikleri tam yansımamaktadır.
Bu cephelerde yer alan giriş kapıları, taştan yuvarlak kemerli sade açıklıklar şeklinde ve pencereler, taş söveli, dikdörtgen şekilli olarak yer almaktadır. Dış cephelerde varlığı düşünülen tuğla kirpi saçak, avlu cephelerinde yer yer görülebilmektedir.
Kurşunlu Han, 16. yy'da İstanbul'un ticari potansiyeli yüksek Eminönü ve Haliç kıyılarının karşısında Galata surları içinde inşa edilmiş olmasıyla, Halic'in kuzey kıyılarında da ticari hayatın varlığını ve yoğunluğunu gösteren bir yapıdır.
Bibi. G. Cantay, "Anadolu'da Osmanlı Devri Kervansaraylarının Gelişmesi", (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, yayımlanmamış doktora tezi), İst., 1975; S. Eyice, Galata ve Kulesi, İst., 1969, s. 53; Güran, istanbul Hanları, 89-91.
GÖNÜL CANTAY
KURŞUNLU MAHZEN CAMÜ
bak. YERALTI CAMİİ
KURŞUNLU MAHZEN KÖŞKÜ
Beyoğlu îlçesi'nde, Karaköy'de, Mustafa Paşa Mahallesi'nde, Kemankeş Caddesi ü-zerinde, bugünkü Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü binasının yerinde bulunmaktaydı.
Tamamen ortadan kalkmış olan bu köşk, Osmanlı kaynaklarında "Kurşunlu Mahzen" olarak anılan, 18. yy'ın ortalarında "Kurşunlu Mahzen Camii" veya "Yeraltı Ca-mii"(->) adlarıyla camiye çevrilen Bizans alt yapısının bir köşesine oturmaktaydı. Ha-dîka'da köşkün Rebiülahir 1128/17l6'da Sadrazam Şehit Ali Paşa (ö. 1716) tarafından yaptırıldığı, 1235/1819 başlarında yangın geçirdiği, akabinde Sadrazam Derviş Mehmed Paşa'nın (ö. 1837) köşkü o-narttığı, 1237/1821-22'de ise yanına İstanbul Limam'na girip çıkan gemilerin yoklaması için bir resmi dairenin (kalemin) yerleştirildiği belirtilmektedir. İstanbul'un en az tanınmış hünkâr köşklerinden birisi o-lan bu yapının II. Mahmud döneminde özgün kullanımını yitirmeye başladığı ve resmi hizmetlere tahsis edildiği anlaşılmakta, günümüzde aynı yerde bulunan bina da bu geleneği sürdürmektedir.
Baker ile Lewis'in 1813 ve 1824 tarihli litografileri, Meyer'in 1824'te yaptığı desen, son olarak da Robertson'un 1854'e ait bir fotoğrafı köşkün 1819 onarımından önceki ve sonraki dış görünümünü belgelemektedir. İnşa edildiği dönemde yalı konumunda olan ahşap köşk yüksek kagir duvarlara oturmakta, rıhtıma açılan basık kemerli ve saçaklı kapıdan yandaki avluya (veya sete) girilmekte, buradan da çift kollu ve merdivenli bir geçitle arkadan köşke giril-
Meyer'in çizgileriyle Kurşunlu Mahzen Köşkü'nün 19. yy başındaki görünümü. Eldem, Köşkler ve Kasırlar
mektedir. Haçvari bir kitleye sahip olan yapının merkezi sofalı ve dört eyvanlı bir divanhane şeklinde tasarlandığı hemen kesin gibidir. Deniz cephesinde ve arka cephede yer alan eyvanlar, uzun ve kavisli eliböğründelerin taşıdığı çıkmalar teşkil eder. Deniz tarafındaki çıkmanın eliböğ-ründeleri ahşapla kaplanarak son derecede ahenkli ve hareketli bir görünüm elde edilmiştir. Köşk çepeçevre, duvarların yarı yüksekliğindeki dikdörtgen pencere sıraları ile kuşatılmış, pencerelerden geriye kalan cephe yüzeyleri düşey ahşap kaplamalarla donatılmıştır. Yangından önce kurşunla kaplı olduğu ve beş adet alemin yer aldığı anlaşılan, geniş saçaklı çatının onarımdan sonra kiremitle örtüldüğü ve alemlerin ortadan kalktığı gözlenmektedir.
Kurşunlu Mahzen Köşkü'nün tasarımıyla ve özellikle cephe düzenlemesi ile Top-kapı Sarayı'ndaki 1754 tarihli III. Osman Köşkü'ne(->) öncülük ettiği, ayrıca S. H. El-dem'e Taşlık'taki Şark Kahvesi'nin biçim-lendirilmesinde ilham kaynağı olduğu söylenebilir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 39-41; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 180-187
M. BAHA TANMAN
KURTULUŞ
Şişli îlçesi'ne bağlı büyük bir semt.
Taksim Meydanı'nın ve semtinin kuzeyinden Harbiye'ye doğru uzanan Cumhuriyet Caddesi'nin (orada yer alan Elmadağ ve Harbiye semtlerinin) batısı, eski bir dere yatağı içinden geçen Dolapdere Cad-desi'ne doğru iner, bu caddenin de batısında, yamaç yukarı doğru Kurtuluş semtinin doğu kesimi başlar. Semt kuzeyde (Pangaltı'nın batısına düşen) Feriköy'e değin uzanır, güneyde ise Dolapdere Caddesi (kurumuş dere yatağı) güneybatıya doğru bir yay çizerek Hacı Hüsrev Caddesi'ne ve Mahallesi'ne kavuşur. Bugünkü röper-lerle söyleyecek olursak, Pangaltı'nın bu-
tutsak, bu bölgeye yerleştirilmişti. Ayrıca, Girit ve İyonya Adaları'ndan gelen ve Azap-kapı Tersanesi'nde çalışan Yunanlı işçilerin çoğu da bu bölgede toplanmışlardı. Daha sonra, Piyale Paşa'nın Yunan adalarından getirdiği tutsaklar da Tatavlalı olmuşlardı. (Şunu da eklememiz gerekir ki, Piyale Paşa, Peloponez'i işgal ettikten sonra, Tripoli yakınındaki Tegea'ya bağlı bölgeye, o günden bugüne dek Piali adı verilmiştir.)
Tutsaklardan sonra, İstanbul'la ticaret yapan Sakız Adalılar da Tatavla bölgesine yerleşmişlerdi.
Barbaros Hayreddin Paşa'nın koruması altında olduğu ve oradaki halkın bundan yararlandığı söylenen Tatavla'nın sınırları, zamanla Sinenıköy'e kadar genişlemiştir. 1802'de, İngiltere hükümetinin önerisiyle ticaret ilişkilerinde bulunmak üzere kimi İngiliz aileleri de bu bölgeye yerleştiler. Bunlar arasında, Osmanlı sarayının mubayaa müteahhitliğini yapan G. Sim-mans'a, Tatavla'nın kuzeyindeki Kayade-re ve Dolapdere bölgeleri bağışlanmış, bu yüzden de bu çevreye Sinemköy adı verilmiştir.
18. yy'ın sonlarına doğru, sayıları 20.000'i
bulan Rumlar, yabancıların Tatavla'ya gir
melerinin engellenmesini istediler ve bu
nunla ilgili olarak bir ferman çıkarttırma-
yı başardılar. Yabancıların Tatavla'ya gir
meleri yasağı, Cumhuriyet dönemine -çıkan
büyük yangından sonra ve bölgeye Kur
tuluş adının verilmesine- değin sürdü.
19. yy seyyahı de Amicis(-») 1870'ler-
de Pangaltı (tepesi) eteğinden geçen ku
ru derenin karşısındaki tepede Rum ma
hallesi olduğunu, burada bolca meyhane
bulunduğunu yazar.
Tatavla'nın ilk halkına, Tersane'de işçi olarak çalışmaları nedeniyle Tersindiler denilirdi. Sonraları çeşitli mesleklerle de ilgilenmeye başlayanlar oldu. Örneğin, Ta-
KURTULUŞ BAYRAMI
128
129
KURUKAHVECİ MEHMET
KURUKAHVECİ MEHMET EFENDİ MAHDUMLARI
İstanbul'da kahveyi ilk kez öğüterek tiryakilere sunan asırlık müessese.
19. yy'ın ikinci yarısında, Hasan Efendi tarafından işletilen baharat ve çiğ kahve satan küçük bir dükkân olarak faaliyete geçti. Hasan Efendi'nin 1857'de Fatih'te doğan oğlu Mehmed Efendi, Fatih Timur-han Mektebi'nde ve daha sonra da Süley-maniye Medresesi'nde okuduktan sonra babasının dükkânında çalışmaya başladı.
Dostları ilə paylaş: |