Bibi. Eldem, Boğaziçi Anılan, 66-91; TA, c. VII, s. 368; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 258; R. Serhadoğlu, Büyük istanbul Albümü, ist., 1955, s. 439; S. Ayverdi, Boğaziçinde Tarih, ist., 1976; Eyice, Boğaziçi, 25; M. Sertoğlu, Hayat Tarih Mecmuası, S. 11 (Kasım 1977), s. 43; Fatih Devri Mimarisi, ist., 1953, s. 28; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, 34; C. Kayra-E. Uye-pazarcı, ikinci Mahmut'un istanbul'u, îst., 1992, s. 120-121; O. Erdenen, Boğaziçi Sahil-haneleri, c. IV, İst., 1994, s. 792-805; Eldem, Türk Bahçeleri; Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri; Z. T. Özgeç, Taşınmaz Kültür ve Doğa Varlıkları Kuruçeşme Pilot Projesi, Rapor II, îst., 1994.
TÜLAY TAŞÇIOĞLU-ZEYNEP TÜLİN ÖZGEN
KURUÇEŞME AKADEMİSİ
Rumlar tarafından 1803'te Kuruçeşme'de kurulmuş yüksek öğrenim kurumu. Kuruçeşme Üniversitesi olarak da anılır.
Okulun dil-edebiyat, hendese-riyaziyat (geometri-matematik) ve tıp bölümleri bulunmaktaydı. Okul hakkında Türkçede ya-' pılmış bazı yayınlarda burada Fener Patrik-hanesi'ne bağlı olarak öğrenim yapıldığı öne sürülmüş ise de, kaynaklar incelendiğinde, bu okulun Rum Ortodoks Patrik-hanesi'yle organik bir bağı bulunmadığı, tersine laik sayılabilecek bir eğitimi be-
nimsediği (hattâ bu yüzden dindar Rum çevrelerinin tepkilerine maruz kaldığı), tıbbiye bölümünün ise Osmanlı Devleti tarafından resmi tıp mektebi sayıldığı, aynı yerde bir de hastanenin faaliyette bulunduğu anlaşılmaktadır.
Rum Ortodoks Patrikhanesi bünyesindeki Rum mektebi (Rum Mekteb-i Kebiri) adlı dinsel nitelikli okulun öğrencileri yaz olunca derslerini Kuruçeşme'de Patrikha-ne'ye ait bir binada sürdürürlerdi ve bu nedenle burası bir çeşit yaz okulu işlevi görürdü. 19. yy'm başlarında bazı Rum aydınları ile tüccarları bir yüksekokul açmak ve orada kilise eğitiminden ayrı, çağdaş öğretim yapmak istediler. Böyle bir isteği ortaya koyanlar 18. yy'm Aydınlanma Çağı sonuçlarından, ileriye dönük fikir akımlarından ve özellikle 1789 Fransız Devrimi' nin tüm Avrupa'da estirdiği atmosferden önemli ölçüde etkilenmişlerdi.
Osmanlı Rum aydınlarının ve yenilikçilerinin çabaları sonuç verdi, Kuruçeşme' deki binada Divan-ı Hümayun tercümanlarından (o sırada Boğdan voyvodasının kardeşi olan) Dimitraşko Morozbeyzade' nin yönetiminde, 1803'te, III. Selim'in (hd 1789-1807) müsaadesiyle, okul Millet-i Rum Talimgahı adıyla öğretime başladı.
Okulun müdürü, Patrikhane'ye değil, bir mütevelli heyetine bağlıydı, bünyesindeki tıbbiye bölümü (tıphane) ve hastanesi Osmanlı Devleti'ne tabip yetiştirmek bakımından da işlev gördü; hastanesinde din ve etnik grup ayrımı yapılmadan hastalara bakıldı.
Kuruçeşme Rum Üniversitesi hakkında 1805'e ait Dimitraşko Morozbeyzade imzalı bir dilekçede, "işe yarar mütercim ve hizmetkâr yetiştirilmek kasıt ve niyyet-i ha-lisesiyle (iyi niyetiyle)" okulun sorumlularının bir hayli masrafa katlanarak ve gece gündüz çalışarak gösterdikleri çabalara rağmen, rahatsız edildikleri, gerek muallimlerin, gerekse şakirtlerin (öğrenci) taarruza uğradıkları belirtilerek, bunları yapanların okula garez besleyen fesat ve kıskanç Rumlar olduğu, bazı Müslümanların da kışkırtıldığı söyleniyordu.
Okulun varlığından rahatsız olanlar bu türlü davranışlarından vazgeçmediler. Aynı yıllarda Osmanlı Devleti içinde Yunanistan sorunu büyümeye başlamıştı. Sonuçta 1820'deki Mora ayaklanmasıyla ve Rum tercümanların -bu arada Dimitraşko Mo-rozbeyzade'nin- Babıâli'deki görevlerinden uzaklaştırılmalarıyla okul kapandı.
İSTANBUL
KURUÇEŞME CAMÜ
bak. TEZKİRECÎ OSMAN EFENDİ CAMİİ
KURUKAVAK CAMÜ
bak. SEMİZ ALİ PAŞA CAMİİ
KURUYEMİŞÇİLER
Eski İstanbul yaşayışı içinde her sınıf ve yaştan müşterinin en çok rağbet ettiği esnafın başında kuruyemişçiler gelmekteydi. Aslında kuruyemiş, karın doyurma ve beslenme gayesi taşımayıp vakit geçirmek
için yenildiğinden, halk arasında "eğlencelik" olarak adlandırılmıştır.
Eski dönemlerde kuruyemişçiler, birçok esnaf gibi mahalle aralarında dolaşarak mallarını satarlardı. Genellikle Çankırı ve çevresinden gelen kuruyemişçiler, sırtlarında kıldan mamul bir elbise, ayaklarında yemeniye benzeyen pabuç, fes üzerine sarılmış yazma çevre, yemeni, ellerinde terlerini silmeye yarayan çaputla bağırarak sokaklardan geçerlerdi.
Kuruyemişçilerin en çok sattıkları malların başında leblebi gelirdi. "Ey leplebu, tezze gettüm, ıscak ıscak" nidasıyla heybelerinin içinden çocuklara para bazen de mal karşılığı satış yaparlardı. Bazı kuruyemişçiler ise leblebinin başka bir çeşidi o-lan, yine çocukların çok sevdiği leblebi şekeri, pestil, fıstık gibi şeyleri de satarlardı.
Gezgin kuruyemişçiler meyhane önlerinde ve mesirelerde de satış yaparlardı. Günümüzde de faaliyetlerini sinema, meyhane, okul önleri ve pazarlarda sürdürmektedirler. Bunlar mallarını artık heybeler içinde değil, iki ya da üç gözlü sepete benzeyen camlı kutularda satmaktadırlar.
Kuruyemişçiler, 20. yy'm başlarında toptan ve perakende satış yapan dükkânlara yerleştiler. Eminönü'nde Yemiş İskele-si'nfn baş tarafında kuruyemişçilerin toptancıları faaliyet göstermekteydi. 1940'lı yıllarda sayıları 100'e yakın olan bu dükkânlar, gittikçe azalmaya ve çeşitlerini de değiştirmeye başlamışlardır. Bu dükkânlarda Anadolu, Suriye ve Rumeli'den gelen çeşit çeşit yemişler satılmaktaydı. Ayrıca, tahta kutular içinde meyve murabbaı denilen marmelatlar, cevizli ve bademli köftürler, cevizli sucuklar, "nardenk" adı verilen nar ve üzüm suyuyla yapılan bir nevi marmelat satılırdı.
Perakendeci kuruyemiş dükkânları, ilk önce kışlık sinema girişlerinde veya yakınlarında, daha sonra da semtlerin değişik yerlerinde açılmaya başladı. Bu dükkânların müşterilerinin başında gelen çocukların en çok sevdikleri ve aldıkları şey leblebi unuydu. Leblebi ununu şekerle karıştırarak yedikleri gibi bazen de birbirlerine üfleyerek oyun oynarlardı. Kuruyemişçiler, zamanla daha lüks yemişler de satmaya başladılar. Ayıklanmış antepfıstığı, kabak çekirdeği bu lüks yemişlerin en çok sevilenlerindendir. Kuruyemişçilerin sattıkları mallar arasında sadece ramazanlara has hurma ve güllaç da bulunurdu.
Günümüzde kuruyemişçilerin çeşitleri son derece zenginleşmiş ve eskiye oranla hayli farklılaşmıştır. Yemişin dışında değişik şekerlemeler, sakız çeşitleri, kurukah-ve gibi mallar da müşterilere sunulmaktadır.
Bibi. V. Hiç, "Ayak Esnafı (Leblebici)", ISTA, III, 1405; Musahibzade, istanbul Yaşayışı, (1992), 190-191.
t:!ğur GÖKTAŞ
KUŞ EVLERİ
Serçe, saka, kırlangıç, güvercin, leylek vb kuşların barınması, konaklaması amacıyla tasarlanmış küçük boyutlu mimari maket niteliğinde konutlar ya da duvar etine
Üsküdar'daki
Ayazma
Camii'nin kuş
evleriyle süslü
iki cephesinden
görünümler.
Tahsin Aydoğmuş,
1993
oyulmuş yuvalar. Kuş evleri, kuş köşkü, güvercinlik, serçesaray vb isimlerle de bilinmektedir.
İnsanoğlunun hayvan sevgisinin göstergesi olan bu yapıların Türkiye'de oldukça erken tarihlere indirilen örnekleri vardır. Osmanlı dönemi bu tür yapılar açısından zenginlik arz etmektedir. İstanbul ise 16. yy'dan bu yana sergilediği çeşitlemelerle önemli bir merkezdir.
Kuş evlerinin gerek gösterdiği plastik özellikler, gerek heykel sanatına yaklaşan tasarımlar ve gerekse yitirilen konut mimarisinin üç boyutlu görsel belgeleri olması açısından Türk sanatında kendine özgü bir yeri vardır. Ev, kütüphane, medrese, sıbyan mektebi, sukemeri, maksem, çeşme, han ve camilerin yanısıra bazı portal-leritaçlayan kuş evleri bu yapılara insanoğluna hizmetin yanısıra ikinci bir fonksiyon eklemiştir.
Kuş evleri taş ya da almaşık duvar etine oyulan yuvalar ya da duvar etine giydirilen, geçirilen, monte edilen yüksek kabartma niteliğinde farklı malzeme ve tekniklerle yapılmış küçük boyutlu mimari tasarımlardan oluşmaktadır. Birinci grupta ya tuğlaları çeşitli yönlere oturtarak yapılmış hücreler ya da taş yüzeyine oyulmuş, küçük kemerlerle girişi sağlanan gözler vardır. Düz yüzeyli olan bu türde bazen pahlı köşeler çökertilerek meydana getirilmiş örneklere de rastlanmaktadır. İkinci
grupta ise ya duvar eti arasına yerleştirilmiş bir konsol üzerine oturtulmuş ya da duvar içinden gelen demir çubuk, kelepçe gibi ünitelerle bağlanan mimari maketler vardır. Genellikle küfeki taşından oyulmuş kafes niteliğindeki örneklerin mala-kâri tekniği ve yer yer tuğla işçiliği ile süslenmiş olanlarına da rastlanmaktadır.
Bazen tek katlı, tek gözlü, bazen tek katlı, çift gözlü ev, köşk olarak tasarlanan bu yapıların iki katlı ve iki-üç üniteli olanları da görülmektedir. Kapı, pencere vb ü-
Bağdat Caddesi 93 no'daki kuş evi. H. Örcün Barışta
KUŞADALI TEKKESİ
134
135
KUŞATMALAR
Darphane'nin iç avlusunda bir kuş evi. istanbul, S. l (1992)
niteleri detayları ile işlenmiş örnekler, düz çatı, kırma çatı, tonoz, kubbe vb değişik örtü sistemleri ile taçlandırılmışım Genellikle önünde kuşların konabilmesi için bir platform bulunan, saçak altlarına yapının güneş alan ünitelerine oturtulmuş örnekler arasında karışık teknikle yapılmış, yer yer ajur işçiliğiyle bezenmiş parçalar da bulunmaktadır. Çok katlı tasarlanmış yapılar a-rasında saraylar ve ikişer minareli cami formları, üst düzeyde taş işçiliğinin yanısı-ra estetikte ulaşılan düzeyi belirler.
istanbul'un semtlerine dağılmış bellibaş-lı kuş evleri kısaca şöyle sıralanabilir. Kuş evlerinin en erken tarihli örnekleri İstanbul Büyükçekmece Köprüsü(-») üzerindedir.
Benzer düzenlenmiş yuvalar 17. yy'da Yeni Cami duvarlarında görülmektedir. Bu camide aynı zamanda kıble duvarının bulunduğu yöndeki ayağın biri üzerinde ve deniz cephesinde küfeki taşından yapılmış tek katlı, önünde bir platform bulunan, iki gözlü kuş evleri vardır. Kuş evleri ile dikkati çeken bir başka cami 1708-1710 tarihli Üsküdar Yeni Valide Camii'dir. Üç cephesinde de ya küfeki taşına oyulmuş ya da küfeki taşından yapılmış kuş evleri bulunan bu yapıda, günümüze çok iyi durumda ulaşmış bir ev ve ikişer minareli, kubbeli, cami biçiminde tasarlamış iki kuş evi yer almaktadır. Plastik özellikleri bulunan cami formundaki kuş evleri aynı zamanda ajur işçiliğiyle çalışılmış pen-cereleriyle dikkati çekmektedir. Aynı caminin deniz yönündeki portali üzerinde tuğla ile oluşturulmuş bir kuş evi farklı teknikle yapılmış bir örnek oluşturmaktadır.
Kuşkusuz istanbul'un en zengin kuş evleri koleksiyonuna sahip olan eseri 1760 tarihli Üsküdar'daki, Ayazma Camü'dir(->). Burada tek katlı ev, köşk, çok katlı köşk, saray gibi çeşitlemeler dikkati çekmektedir. Caminin üç cephesi değişik sayıda kub-
be ya da tonozla örtülü iki katlı serçesa-raylarla göz kamaştırmaktadır. Küfeki taşından oyulmuş yapıların bazı pencerelerinde ajur işçiliği gözlenmektedir. Demir kelepçelerle beden duvarlarına monte e-dilmiş kuş evleri yüksek kabartma niteliğindedir. Karşılıklı iki portal çok sayıda tek katlı ev, iki kadı köşklerle donatılmış sanki bir kuş cenneti, bir açık hava müzesi niteliğindedir. Portali kuş evleri ile süslü bir başka yapı Eyüb Sultan Camii'nin 1800'de inşa edilmiş kapısıdır. Burada küfeki taşından oyulmuş iki katlı köşk biçimindeki kuş evi bir konsol üzerine oturtulmuştur. Kuş evleri ile ilgi çeken bir başka cami Üskadar'daki 1801 tarihli Selimiye Camii'dir. Caminin iki ayağının üzerinde küfeki taşından yapılmış iki katlı köşkler olarak birbirinden ayrı tasarlanmış kuş evleri vardır. Pencereleri ajur işçiliği ile bezenmiş bu evler plastik özellikler arz eden bir örtü sistemi ile taçlandırılmıştır.
Mimari türleri arasında Laleli'deki III. Mustafa ile III. Selim'in türbesi mezar anıtı olarak özgün bir örnektir. Yapı küfeki taşından oyulmuş birbirinden ayrı tasarlanmış iki kuş evi ile bezenmiştir, îki katlı inşa edilmiş kuş evleri yüksek kabartma niteliğindedir. Birinin birinci katında malakâ-ri tekniği ile çalışılmış gözler fark edilmektedir. Pahlanmış köşelere oturtulmuş bu yapılar örtü sistemleriyle ilgi çekmektedir, istanbul'da bazı medreselerde de kuş evlerine rastlanmaktadır. 1745 tarihli Beyazıt'taki Seyyid Hasan Paşa Medresesi diğerlerinden farklı malakâri tekniğiyle almaşık duvar üzerine tasarlanmış kuş eviyle dikkati çekmektedir. Burada iki minareli, çok katlı inşa edilmiş cami formundaki kuş e-vinin pencerelerinde ajur işçiliği gözlenmektedir. Bir başka medrese Bereketzade Medresesi'dir. Burada küfeki taşından yapılmış iki katlı tonozla örtülü bir köşk bulunmaktadır.
Sivil yapılar arasında portali karşılıklı i-ki kuş evi ile bezenmiş 1732 tarihli Taksim Maksemi su yapılarında da kuş evlerinin varlığını ortaya koymaktadır. Küfeki taşından yapılmış tek katlı köşk biçimindeki bu evler hem üç üniteli konut mimarisi hem de örtü sistemleri ve örtüye geçiş elemanlarıyla belge niteliğindedir.
Eğitime yönelik yapılara gelince I. Mah-mud döneminde (1730-1754) inşa edilmiş Fatih Camii Kütüphanesi taşıntılı tasarlanmamış, almaşık duvar üzerine açılmış altı yuva ile değişik bir uygulama örneğine sahiptir. Buradaki kuş evi iki katlıdır. Bir başka eser Eyüp'te 1800 tarihli Şah Sultan Mektebi'dir. Mektebin önündeki Şah Sultan Sebili üzerinde yer alan kuş evi, küfeki taşından oyulmuş iki katlı bir köşk olarak tasarlanmıştır. Bir konsol üzerine oturtulmuş yapı örtü sistemiyle ilgi çekmektedir. Bir başka kütüphane Laleli'deki Ragıb Paşa Kütüphanesi'dir. Burada bazı üniteleri yıkılmış bir kuş evi özellikle tuğla işçiliğiyle ve duvar içine oyulmuş mimari bölümleriyle bu yapıların iç mekânı konusunda bilgi vermektedir. Her üç örnek değişik yaştaki gruplara kuş sevgisini aşılaması açısından önemlidir.
Kuş evlerinin sevilerek uygulandığı bir tür de hanlardır. Laleli'deki Taş Han bu konuda güzel bir örnek oluşturmaktadır. Yapı almaşık duvar yüzeyince, küfeki taşından bir hatıla monte edilmiş ve üç üniteli, tek ve çok kadı kuş evleri, kuş köşkle-riyle bezenmiştir. Mısır Çarşısı ise küfeki taşına monte edilmiş tek gözlü küfeki taşından yapılmış kuş evleriyle ticaret amaçlı yapılarda da bu tür uygulamaların varlığını ortaya koymaktadır. Almaşık duvar yüzeyine oturtulmuş kuş evleri, deniz cephesinde, saçak altında yer almaktadır. Esnafın her sabah dükkân açmadan yem serptiği kuşların barındığı bu evler İstanbul kültürünün ilginç uzantılarıdır.
20. yy'da yeni teknolojik olanaklarla yapılmış modern yapılarda, örneğin Bağdat Caddesi'ndeki 228 no'lu bir ev ve 423 no' lu bir dükkân üzerinde yer alan kuş evleri hâlâ kuş sevgisinin ve bazı geleneklerin süregeldiğini göstermektedir. Bibi. L. Ş. Merey, "Kuşevleri-Serçesaraylan", V. Uluslararası Türk Sanatı Kongresi, Budapeşte, 1978, s. 606; M. Aksel, "Kuşevleri ve Kuşlar", Sanat ve Folklor, ist., 1971, s. 187-197; ay, "istanbul Mimarisinde Kuş Evleri", istanbul Enstitüsü Mecmuası, S. 5 (1959), s. 33-55; Y. Ön-ge, "Mimar Gözü ile Kuşevleri", Kültür ve Sanat, S. 5 (1977), s. 86-91; H. A. Göksoy, "Osmanlılarda Kuş Sevgisi, Kuş Evleri", ilgi, S. 24 (1976), s. 13-15; C. Bektaş, "Kuşevleri", istanbul, S. l (1992), s. 133-143; H. Ö. Barışta, "Kuşevleri", Thema Larousse, c. VI, ist., 1994, s. 292-293
H. ORCUN BARIŞTA
KUŞADALI TEKKESİ
Fatih İlçesi'nde, Aksaray Sineklibakkal'da, Kâtip Muslihittin Camii Sokağı ile Sancaktar Müezzin Sokağı'mn sınırladığı arsa üzerinde idi. Tek bir yapıdan oluşan tekkeden günümüze yalnızca haziresi gelebilmiştir.
Tekke, 1819'da Hacı Halil Ağa (ö. 1820) tarafından dönemin ünlü mutasavvıfı Ku-şadah ibrahim Efendi(->) adına inşa ettirilmiştir. Doğum yerine nispetle "Kuşadalı" lakabıyla tanınan ibrahim Efendi (ö. 1845), Halvetîliğin Şabanîlik koluna bağlı Çerke-şîlikten kendi adına ayırdığı Kuşadavîlik ya da Ibrahimîlik olarak tanınan tarikatın kurucusudur.
Tekkenin ilk postnişini İbrahim Efen-di'dir. 1819-1833 arasında meşihat görevini sürdüren İbrahim Efendi, 1833'te çıkan bir yangında tekkesinin yanmasından sonra tarikat faaliyetlerini kendi evinde yürütmüştür. Bir süre harap kalan tekke, 1840' tan sonra Halvetîliğin Bekrî koluna mensup Şamlı ibrahim Efendi (ö. 1872) tarafından ihya edilerek faaliyete geçirilmiştir. Kendisinden sonra meşihat makamına Şeyh Safî Efendi ile Mehmed Cemal Efendi (ö. 1893) oturmuşlar ve İstanbul'da yaygın olmayan Bekriliği temsil etmişlerdir. 1925'ten sonra kaderine terk edilen tekke zamanla harap olmuş, 1951'den az sonra ise tamamen ortadan kalkmıştır. Tekkenin ayin günü perşembe idi.
Tekkenin arsası doğuda Kâtip Muslihittin Camii Sokağı, batıda Sancaktar Müezzin Sokağı, güneyde ve kuzeyde ise komşu parseller ile çevrilidir. Tek bir yapıdan oluşan tekke, arsanın hemen bütününü iş-
gal etmektedir. Haziresi de doğuda sokağın karşı yakasındadır. Bölümlerin tek bir yapı içinde toplandığı Kuşadalı ibrahim Efendi Tekkesi'nde selamlık ve tevhidha-ne doğu yönünde, harem ise batı yönünde yer almaktaydı. Cümle kapısı Kâtip Muslihittin Camii Sokağı'na, harem kapısı ise Sancaktar Müezzin Sokağı'na açılmaktaydı.
Ahşap iskeletli olan yapı iki kadıdır. Zemin katın doğusunda alt kesimde ahşap dikmelerin arası, tuğla hatıllı moloz taş ile örülmüştür. Bunun dışında bütün duvarlar ahşap kaplama, içeriden bağdadi sıva ile teşkil edilmiştir. Döşeme ve tavan kaplamaları ile çatı ahşap olup alaturka kiremitle kaplıdır.
Dikdörtgen ya da kare planlı olduğu anlaşılan tevhidhaneye Kâtip Muslihittin Camii Sokağı'na açılan cümle kapısından ve selamlığı teşkil eden giriş bölümünden geçilerek varılmaktadır. İki kat yüksekliğindeki bu mekânın üst kesiminde, kafesler ile kapatılmış yarım daire kemerli açıklıklar ile tevhidhaneye bakan kadınlar mahfili görülmektedir. Bunun yanında ahşap korkulukları olan diğer bir mahfil vardır ki hünkâr mahfili olması muhtemeldir. Altta ise selamlıktan tevhidhaneye açılan kapı ile servis penceresi niteliğinde iki adet pencere görülmektedir. Bunların meydan odasına ya da şerbethaye açıldığı tahmin edilebilir.
Yapının cephelerinde cümle kapısının yer aldığı doğu cephesi, alt kesimindeki kagir örgü ve bunun üstünden başlayıp saçağa kadar devam eden ahşap kaplamalar arasındaki doku farkı ile anlam kazanmış olup, üst katta girişin hizasındaki üçgen planlı çıkma ile de hareketlendirilmiş-tir. Cümle kapısının sağında ve solunda birer topal pencere görülür. Bunlar kare şeklinde olup demir parmaklık ile donatılmışlardır. Sola doğru bunlar ile aynı ebatta ve görünümde pencereler devam etmektedir. Üst katta ise çıkmanın ortasında alt hizası diğerlerinden daha düşük olan basık kemerli bir pencere ve bunun yanlarında birer dikdörtgen pencere vardır. Sola doğru bu dikdörtgen pencereler devam etmektedir.
Batı cephesi doğu cephesine nazaran çok daha dar olup hareme aittir. Altta üç,
üstte iki dirdörtgen pencere; ahşap kafesler ve demir parmaklıklar ile teçhiz edilmiştir. Her iki cephe de tamamen mesken görünümü arz etmektedir. Yapının dini muhtevasını dışa aksettiren hiçbir unsur görülmemektedir. Herhangi bir üslup kaygısından ve süslemeden de söz etmek imkânsızdır. 19. yy İstanbul'unda mahalleleri dolduran ve sade görünüşlü fakat olgun nispetli cepheleri ile sokaklara ananevi perspektiflerini kazandıran ahşap meskenler ile bu tekkenin dış görünüş a-çısmdan hiçbir farkı yoktur.
İçeride süsleme olarak dikkati çeken yegâne unsur ise tevhidhanenin zemin kat duvarlarında görülen kalem işleridir. Duvarların sathı dikdörtgen panolara ayrılmış ve bunların içleri kısmen eklektik karakterde renkli bezeme ile doldurulmuştur.
Tekkenin haziresi 1930'larda moloz taş örgülü iki duvar parçası arasında, barok başlıklı iki mermer sütunun meydana getirdiği üç açıklık ile Kâtip Muslihittin Camii Sokağı'na açılmaktaydı. Sütunların ü-zerinde ahşap bir hatıl ve aralarında demir parmaklıklar vardı. Halen bu sütunlar ortadan kalkmış ve nazire açıkta kalmıştır.
Bibi. Aynur, Saliha Sultan, 36; Âsitâne, 18; 1301 istatistik Cedveli, 54; Osman Bey, Mec-mua-i Cevâmi, I, 86-87, no. 136; Münib, Mec-mua-i Tekâyâ, 14; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 39; Ihsaiyat II, 21; Vassaf, Sefine, IV, 78; Y. N. Öztürk, Kuşadah İbrahim Halveti, Hayatı, Düşünceleri, Mektupları, ist., 1982.
M. BAHA TANMAN
KUŞAKÇI HANI
Eminönü İlçesi'nde, Kapalıçarşı çevresinde kümelenen hanlardan olup, Eminönü, Mercan Ağa Mahallesi'nde, Mercan Caddesi ile Örücüler Kapısı Sokağı'mn sınırladığı alana inşa edilmiştir. Kitabesi olmayan yapının inşa tarihi veya banisi hakkında herhangi bir bilgi mevcut değildir.
Günümüze büyük değişikliklerle gelebilen yapının orijinal plan şemasını ve mimari özelliklerini tespit etmek mümkün değildir. Bugünkü haliyle, düzgün olmayan dikdörtgen bir avlu etrafında gelişen hanın Örücüler Kapısı Sokağı'na bakan giriş cephesi bütünüyle yenilenmiş, hattâ avluya doğru yeni ilaveler yapılmıştır. Avluya beşik tonozlu bir koridorla ulaşılmakta, av-
Kuşadalı Tekkesi'nde tevhidhane. Encümen Arşivi, 1939
Kuşakçı Hanı
Yavuz Çelenk, 1994
lunun gerisindeki bölüm "U" formunda o-lup, önde bir sıra revak uzanan iki katlı bir düzenleme göstermektedir. Kare kesitle ayakların taşıdığı sivri kemerli, beşik tonoz örtülü zemin kat revaklarının gerisindeki mekânların avlu ile bağlantı şekli bütünüyle değişmiştir. Revak altından taş merdivenlerle çıkılan üst kat mekânlarına basık kemerli birer kapı ile girilmekte, kapıların hemen yanında dikdörtgen formlu birer pencere yer almaktadır. Bu mekânların üst örtüsü aynalı tonozdur.
Taş, tuğla ve derz ile inşa edilen hanın avlu ve dış cephelerinde, ilave ve değişikliklere bağlı olarak yeni şekillenmeler söz konusudur.
Mevcut plan kuruluşu ve mimari özellikleri dikkate alınarak bir tarih tespit etmek mümkün değildir. Ancak Kapalıçarşı çevresindeki 18. ve 19. yy'larda gerçekleşen ticari yapılanma ve üretime dönük faaliyetlerin artması göz önüne alınırsa, 19. yy'ın başlarında inşa edilmiş olduğu düşünülebilir. Bibi. Güran, istanbul Hanları, 152.
NURi SEÇGİN
KUŞATMALAR
İstanbul Bizantion(->) adıyla küçük bir Yunan kolonisi olduğu zamanlarda da, Kons-tantinopolis adıyla bir imparatorluğun başkentiyken de stratejik konumu, ticari ö-nemi, zenginlik ve ihtişamı, birbirine muhtaç Doğu ve Batı coğrafyalarını birleştirmeyi hedefleyen bütün cihan imparatorluğu vizyonlarının önündeki kilit konumu nedeniyle, gerek doğu, gerekse de batı yönlerinden kopup gelen istila tehditlerine maruz kalmıştır. Kent surlarına bu ölçüde büyük önem verilişi ve çeşitli imparatorlar döneminde berkiltilip genişletilmesi bu nedenledir (bak. surlar).
İlk Kuşatmalar: Bizantion'u ilk zapt et-
KUŞATMALAR
136
137
KUŞATMALAR
lan silahlandırarak kendi birliklerine kâttı. Kuşatmada kullanmak üzere 5.000 araba yaptırarak Bizans'ın Arkadiopolis (Lüleburgaz) garnizonunun önüne geldi. Garnizonu ele geçiren Bulgarlar kent surlarının görece zayıf olduğu Ayvansaray önlerinde toplandılar. Bulgar ordusunun gücü kenti savunanların karşı koyamayacağı kadar büyüktü. Ancak bir mucize gerçekleşti ve Bulgar Hanı Kurum 13 Nisan 814'te Yedi-kule'de Altın Kapı önlerinde aniden öldü.
^!Jjj^^ T^wA^
> •''••.'•cHwfr>w4>™^w*r--Ki'r-
10. yy'da Rusların şehre saldırıları sırasındaki bir deniz savaşını betimleyen minyatür.
Skilitezes Yazması, Ulusal Galeri, Madrid/N. Neciboğlu koleksiyonu
me girişimi Makedonya Kralı II. Filip'e (hd MÖ 359-336) aittir. MÖ 340'ta gerçekleşen bu kuşatma, kentin şiddetli direnişi ve Yunanlılardan gelen yardım nedeniyle başarılı olamamıştır. Bu kuşatmadan yaklaşık bir buçuk yüzyıl sonra, MÖ 194'te Roma İmparatoru Septimius Severus Bizantion'u 3 yıl sürecek bir kuşatma çemberi içine almış ve açlıktan mukavemeti kırılan Bizanslılar kentlerini Severus'a teslim etmişler a-ma yine de talan ve katliamdan kurtulamamışlardır.
Hun Tehlikesi, Avar-İran ve Bulgar Kuşatmaları: Hunların 374-375'te Avrupa' nın doğu kapılarında görünmeleri, Volga' yi aşarak Güney Rusya'ya yerleşmeleri ve 5. yy'ın başlarında Balkanlar'a sokulmaları, Bizans'ı yeni bir tehditle karşı karşıya bırakmıştı. Hunlar II. Teodosios döneminde (408-450) Trakya'ya kadar gelmişlerdir. Hunların yerlerinden kopardığı kavimler Bizans'a sığınmışlar, bu da büyük bir istikrarsızlık kaynağı haline gelmişti. II. Teodosios bu büyük tehlike karşısında kent tahkimatını sağlamlaştırarak, surlara günümüzde de varlığını koruyan biçimini verdi. Yapımı 4l3'te tamamlanan bu surlar, 1204'teki Latin istilası hariç tutulursa yak-
laşık 1.000 yıl boyunca Bizans başkentini dış saldırılardan koruyacaktır. Ama surlar başkentin korunmasında yalnızca bir faktördür. Bizans siyasetinde diplomasi, surlardan ya da askeri güçten daha da fazla belirleyici olmuştur. Bizans imparatorluğu 4. yy'm ilk çeyreğinde Hun Imparatorlu-ğu'na tabi olmayı, yılda 350 libre altın tutarında vergi vermeyi, Hun imparatorluğu' na tabi ülkelerden asker toplamamayı kabul etmişti. Atilla'nın hükümdarlığı sırasında (434-453) vergi iki katına çıkarılmış, Bizans'ın Don Nehri-Adriyatik hattının kuzeyindeki ülkelerle siyasi ve ticari ilişkisi tamamen kesilmişti. II. Teodosios bu barış dönemini Hun egemenliğinden kurtulmanın koşullarını yaratmak için değerlendirmeye çalıştı. Batı Roma imparatorluğu ile ilişkilerini pekiştirdi ve iran'da Sasaniler-le yarım yüzyıldır süregelen bozuk ilişkileri bir antlaşma ile düzeltti, iki imparatorluk arasındaki siyasi ilişkiler zaman zaman askeri yüzleşmelerle sonuçlansa bile Bizans diplomasisi Hun birliklerinin bugünkü Büyükçekmece dolaylarına kadar gelip durmasını sağlamıştır.
Bizans'ın batı yönünde karşılaştığı Hun tehlikesi 6. ve 7. yy'larda yerini Avar teh-
t ait t S".
Avarlar ve Sasaniler Konstantinopolis önlerinde (üstte) ve Arapların şehri kuşatmalarını
betimleyen bir resim.
Konstantinos Manesses Kroniği, Vatikan /N. Neciboğlu koleksiyonu (üst) Skilitezes Yazması, Unsal Galeri, Madrid
likesine bıraktı. Bizans imparatoru Fokas (hd 602-610), 6. yy'ın sonlarında Çorlu'ya kadar sokulmuş olan Avarları hanlarına yıllık vergi vermeyi kabul ederek durdurmuştu. Ama Avarlar ölö'da Konstantinopolis surları önlerinde göründüler.
Ancak kentin kuşatılması bundan 10 yıl sonra 626'da gerçekleşti. Bu sırada Bizans' m başında Herakleios (hd 610-641) bulunuyor ve imparatorluk doğuda Sasani tehlikesiyle uğraşıyordu. Herakleios 622-626 arasında Sasani Hükümdarı II. Keyhüsrev' in ordularına karşı çeşidi başarılar elde etmişti. Ancak 626'dan sonra durum kötüleşmeye başladı. Sasani Hükümdarı II. Keyhüsrev bir yandan ordusunu güçlendirirken, bir yandan da Bizans'ın Balkanlar' daki hasmı Avarlarla temas kurmuş ve Doğu Roma imparatorluğu başkentinin birlikte kuşatılması için görüşmelere başlamıştı. Sasani kumandanı Şehrveraz Nisan 626'da Boğaz kıyılarına sokulmuş ve haziran ayının ilk günlerinde Halkedon (Kadıköy) ile Hrisopolis (Üsküdar) arasında karargâh kurmuştu. 30.000 kişilik Avar ordusunun öncüleri 29 Haziran 626'da, I. Anastasios'un (hd 491-518) yaptırdığı ve Marmara ile Karadeniz arasında tüm Trakya Yarımadası'nı enine kat eden Anasta-sios Suru'nun(-t) önlerine kadar geldiler ve temmuz başında da Boğaz kıyıları ve Galata sırtlarında görülmeye ve karşı kıyıdaki Sasani birlikleri ile işaretleşmeye başladılar. Bizans elçisi iki kez Avar hanı ile görüştü. Hanın kentin kayıtsız şartsız teslimini istemesi nedeniyle bir barış anlaşmasına varılamadı. Avar birlikleri 31 Temmuz' dan itibaren kenti sıkı bir kuşatma altına aldılar ve Haliç'ten Marmara kıyılarına kadar yayılarak çeşitli savaş aletleri yardımıyla surlara saldırdılar. Bizanslıların sur üzerinde sağa sola hareket edebilen uzun bir direğin ucuna bağladıkları geniş bir sepet Ayarların önemli kayıplar vermelerine neden oldu. Sepetin içindeki Bizans askerleri surlara tırmanmaya çalışan Avar askerlerinin başına ateş yağdırıyor ve kuşatma araçlarını yakıyordu. Bizans senatosu kuşatmanın üçüncü gününde yeniden barış girişimlerinde bulundu. Elçiler Avar hanının otağına vardıklarında üç Sasani komutanının da orada bulunduğunu gördüler. Denizi geçme olanağına sahip olmayan Sasaniler surların önünde cereyan eden çatışmalara katılamıyorlardı.
Kara surlarmdaki saldırıları başarısız kalan Avar hanı savaş sandalları ve ordusundaki Slav birliklerini kullanarak Haliç'te yeni bir cephe açmayı denediyse de Bizans donanması bu girişimi kolayca bertaraf etti. Avarlar Bebek Koyu'nda küçük bir filo oluşturarak Sasanilerden yardım almaya çalıştılar. Ama Bizans donanması bu filoyu da Boğaz sularına gömmeyi başardı. Avar hanının son girişimi yine Haliç'te gerçekleşti. Kâğıthane Deresi ağzında toplanan Avar filosu, kara yönünden gerçekleşecek hücumla birlikte harekete geçecek ve böylece kent iki yönden ele geçirilecekti.
Ama Bizans donanması bu girişime i-zin vermeyerek Haliç'teki Avar kuvvetlerini tamamen imha etti. Ayvansaray önlerin-
«ası «a^s-iJ..;-» -i .& .-9 '*?w 'j&£^ı--.-,» s
Haçlıların Konstantinopolis surlarına saldırısını betimleyen bir ortaçağ Fransız minyatürü. Galeri Alfa
rış teklif etti. iki taraf, beşer kişilik heyetlerle barış şartlarını konuşmak üzere Bla-hernai Sarayı(->) yakınlarındaki surların biraz ilerisinde buluşmaya karar verdiler. Ancak Leon bu buluşma sırasında Bulgar Hanı Kurum'a pusu kurdu. Canını güçlükle kurtaran Kurum, civardaki tüm yerleşim birimlerini yağmaladı ve kentin önünden geçici olarak çekilerek yeni bir kuşatmanın hazırlıklarına başladı.
Kurum Han ilk iş olarak Slavları ve Avar-
de karaya çıkabilen Avar birlikleri ise Bizans ordusundaki Ermeni kıtalarınca yok edildi. Avarlar bu yenilginin ertesi günü 31 Temmuz'dan 13 Ağustos'a kadar süren kuşatmayı kaldırarak geri çekildiler.
1. yy'a kadar Güney Rusya'da yerleşmiş bulunan Bulgarlar Bizans imparatoru Ze-non döneminde (474-475 ve 476-491) Bal-kanlar'da görünmeye başlamışlar ve 679' da Dobruca'ya gelerek bugünkü Bulgaristan'ın temellerim atmışlardı. Zamanla güçlenen Bulgar devleti 9. yy'da Bizans için büyük bir tehdit oluşturmaya başladı. Bulgarlar için Bizans Imparatorluğu'nu Orta ve Kuzey Avrupa'ya bağlayan ticaret yolları hayati bir önem taşıyordu. Bu yolun iki önemli düğüm noktası olan Belgrad ve Niş'i daha önce almışlardı. Konstantino-polis'in ele geçirilmesi söz konusu ticaret yolu üzerindeki Bulgar egemenliğini tamamlayacağı için çok önemliydi. İki devlet arasında Balkanlar'da ve Trakya'da bu nedenlerle beliren çıkar çatışmaları 811 ve 813'te orduların karşı karşıya gelmesi ve Bizans'ın mağlubiyeti ile sonuçlandı. Bulgarlar 813'teki zaferlerini Konstantinopo-lis'i ele geçirerek tamamlamak istediler ve kentin etrafında, Marmara'dan Halic'e kadar uzanan sahada hendekler kazdırıp tahkimat yaptılar. Bulgar Hanı Kurum, Bizans İmparatoru V. Leon'a (hd 886-912) yıllık vergi ve elbiselik kumaş karşılığında ba-
Dostları ilə paylaş: |