KiŞİsel tarih ve kiMLİK İNŞasi



Yüklə 186,04 Kb.
səhifə5/5
tarix28.10.2017
ölçüsü186,04 Kb.
#17630
1   2   3   4   5

Bu konudaki iyimserliğimi bilim dünyasında haklı çıkaran gelişmeler de yok değil. İnsanın kendi değerlerini mutlak doğrular sayan, diğerlerine bu zaviyeden bakılmasına yol açan, toplumlara zehir saçan etnosantrizmin ayrımcılığa, yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa yol açtığını artık bilmeyen pek kalmadı. Nitekim etnosantrizmin temelinde biyolojik belirleyiciler olduğunu savunarak ırkçılığın da son tahlilde bilimsel bir gerçeğe işaret ettiğini ileri süren sosyobiyoloji uzmanları da artık iddialarını gözden geçirmeye, daha nüanslı önermelerde bulunmayı tercih ediyorlar. İnsanoğlunun sahip olduğu genetik ögelerin etnosantrizme ve son raddede ırkçılığa mutlak surette ve şaşmaz bir biçimde elveren bir etken olmadığını onlar da teslim etmiş bulunuyorlar11. Demek ki, dışlamacılık gibi bir toplumsal-siyasal davranış genetik kodumuzun insan doğasına verdiği olmazsa olmaz bir komut değil. O halde, temelde anlayışsızlıktan kaynaklanan ve bir ideolojik tutuma dönüşen etnosantrizme yatkınlığımızı törpüleyebiliriz, gemleyebiliriz, yok edebiliriz. Bu mümkün. Ve işte burada devreye irade giriyor, etnosantrik kültürlerin değişmesi giriyor, bu değişime zemin oluşturacak ve ivmelendirecek siyaset giriyor. Ve işte bu nedenledir ki, sahip olduğu tarihten ötürü özellikle Türkiye’nin, 20. yüzyılın ta başından beri sahne olduğu etnosantrik kimlik geriliminin üstesinden gelmeye muktedir olduğunu düşünüyorum. İmparatorluk tecrübesinden geçmiş Türkler’in, sahip oldukları kültürleri gereği dışlamacılık gibi bir yaklaşıma yatkın olduklarını varsaymanın onlara haksızlık etmenin de ötesinde, cehalet ürünü bir yakıştırma olduğuna inanıyorum. Çokkültürlü toplum deneyimini yüzyllar boyunca yaşamış olan Türk halkında hasıl olan etnosantrik eğilimlerle dışlamacı siyasal tutumların gerçekte dağılmanın ve toprak kaybıyla ortaya çıkan yenilgi psikolojisinin, izdüşümleri günümüze kadar süren kolektif travmasının bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Sorunlu bir savunma güdüsü. Sorunlu bir var olma tarzı. Sorunlu bir kendini kabul ettirme çabası. Sorunlu ve sorun yaratan. Buna karşılık, farklı olana hayat hakkı tanımanın ötesinde, ona bu hak kadar önemli bir husus olan yaşam mutluluğu hakkını tanımanın, kamu düzenine zarar vermediği sürece kendi kültürünü doyasıya yaşama ve geliştirme hakkını teslim etmenin de tekil ulus-devlet yapılanmasına aykırı olduğunu hiç ama hiç düşünmüyorum, çünkü değil.

Farklı olana karşı vesveseye düşmenin dinde ve psikolojide tam olarak neyin karşılığı olduğunu ve nasıl açıklandığını gerçi enine boyuna bilmiyorum ama sosyolojide bunun yerellikten ve yerelliğe bağlı önyargılar yumağıyla gelişen bir takım hurafelerden, yani bilgisizlikten kaynaklandığını biliyorum. Bunun insanın kendi köyünün, kendi vadisinin, obasının ya da mahallesinin fiilen ya da zihnen dışına çıkamamasının bir tezahürü olduğunu biliyorum. Bu güvensizliğin etkileşimsizlikten ileri gelen bir toplumsal görgüsüzlük hadisesi olduğunu anlıyorum. Theodor Adorno’nun “otoriter kişilik” adı altında tanımladığı kişilik tipi de işte toplumsal görgüsüzlük ortamında yeşeriyor. Bağnaz, önyargılı, kuşkucu, saldırgan ve cinsiyetçi bir ahlâk bekçiliğine soyunan insanlar. Varlıklarını, çocukluklarından beri kendilerine öğretilen her türlü kötülüğün bir nevi simgesi ya da Vamık Volkan’ın deyimiyle “rezervuarı” olan, yabancılara karşı besledikleri düşmanlık üzerinden kurgulayan insanlar. Her türlü melaneti atfettikleri ve tiksindikleri yabancıya karşı duyulan nefretle kimliklerini koruyan insanlar. Ürettikleri eserlerden ziyade cengâverlik kültürüyle övünen insanlar. Ne var ki, toplumsal görgüsüzlük ortamının meydan verdiği bu durumun bunca göçe tanık olmuş, bunca farklı din ve kültür gruplarıyla tanışmış olan Türkiye’nin tarihine ve sosyolojisine denk düşmediğini de bildiğim içindir ki işte, Türkiye’nin kendi gerçekliğini inkâr anlamına gelen bu türden bir çapsızlığa müstehak olmadığını savunuyorum. Türkiye’nin insanlarına bu mutsuzluğu reva görmüyorum. Türkiye, etnisitesi farketmeksizin herkesin sahiplendiği atılımların ülkesi. Bazılarına had bilmezlik gibi gelen dev ihtirasların ülkesi, önüne dikilen engelleri göğüslemekte şaşırtıcı bir kararlılığın ülkesi. İmrendirici bir azmin ülkesi. Genç, büyük ve çoğul. Hayat hikâyem ve yol boyunca yaşadığım hadiselerle, edindiğim bilgilerle, gözlemlerimle ve bütün bunların zihnimde yankılanmalarıyla ben bunu biliyorum, bunu bilirim. Bunun içindir ki zaten bakmaya, seyretmeye, duymaya, dinlemeye ve yudumlamaya doyamadığım ülkenin geleceğine günü birlik siyasî patavatsızlıklar ve savrulmaların etkisiyle bazen inişli çıkışlı bir şekilde de olsa, güven duyuyorum. Bu duygu beni hiç terk etmiyor, ben de bu duygunun beni yarı yolda bırakmasına izin vermiyorum. Türkiye’nin belki de hiç görmeyeceğim geleceğine güven duymamın kimliğimin de güvencesi olduğunu hissediyorum. Bu farkındalıktır zahir tanık olduğum, gözlemlediğim, tespit ettiğim ve bu sohbette sere serpe aktardığım tüm olumsuzlukların üstesinden gelmeme yardımcı olan, yılgınlığa geçit vermeyen. Çünkü Türkiye’ye güvenirken kendime de güvenmiş oluyorum.

Bununla beraber, kimliğimi inşâ etmemin evrelerini zihnimde canlandırmaya çalışırken, kişisel tarihime dalış yapmanın çok da kolay olmadığını tabii ki, hissetmedim değil. Geçmişimde gezinmeye koyulmuşken zihnim birden geleceğe doğru fırlıyor, beni günümüzden fersah fersah ileriye doğru sürüklüyor, tanımlamakta güçlük çektiğim bir duygu cümbüşüyle tanıştırıyor. Geçmişin anıları, yaşamaya vaktimin yetmeyeceğini bildiğim ama yine de bana ait olduğunu sezinlediğim bir geleceğin resmini çizimliyor, hem flu hem çok net, güzel. Özlemler aksiseda yapıyor, çok yakınımdaymış gibi geliyor, hoşuma gidiyor. Ama kara deliğe doğru yolculuk hep ana caddede değil, zaman zaman şen şakrak sek sek yapmanın mümkün olmadığı daracık ve engebeli ara sokaklarda da seyrediyor. Yer yer dikkat kesilmek gerekiyor, kasmalar oluyor, kaçışlar, sendelemeler, sığınmalar. Loş patikalarda yol almak ve tekrar gün ışığına çıkabilmek geçmişin yükünü taşımayı ve sadece yitip gidenin değil, gitmeyenin de yasını tutmayı, var olup da artık hiç var olmayacak olanın da acısını tatmayı gerektiriyor. Hafıza boşlukları düğüm üstüne düğüm atıyor, içgörüde teklemelere yol açıyor, yaşanılmışlığı yer yer perdeliyor. Arayışımda beni âdeta bir simyacı titizliğiyle ölçüp tartmaya zorluyor. Muazzam bir bellek çalışması gerektiren bu serüven, bir de görüyorum ki, geçmişin sınırlarını aşıyor ve sadece bugünün değil, geleceğin de belirleyicisi oluyor. Kimliğinizi kurcaladığınız, iğneyle kuyu kazdığınızı sandığınız anda meğerse su avucunuzda, berrak. Özel olanla öznel olan birbiriyle sarmalanıyor. Kişisel olanla kolektif olan birbirine nazire yapıyor. Bakıyorum, çocukluğumda “demir leblebi” meselesiyle başlayan Türk kimliğimi inşâ etme tarihim tarihle iç içe giriyor. Kimlik sübjektiviteyle inşâ edilmeye başlıyor ve somut bir gerçeklik kazanıyor. Nesnelleşiyor. Bağlıyor, bağımlılaştırıyor ve paradokslarla tanıştırıyor. İlüzyon olmaktan çıkıp, hatırdan çıkmaz oluyor. Benliğin sorgu sual kabul etmeyen gerçeğine dönüşüyor. Evet, Paul Ricoeur’ün dediği gibi, “tarihin altında, hafıza ve unutma. Hafıza ve unutmanın altında, hayat” var. Ama “hayatı yazmak başka bir hikâye. Sonuçsuzluk”12.




1 P. Fougeyrollas, La Nation, Fayard, Paris,1987.

2 J. Malaurie, Les derniers Rois de Thulé, Pocket, Paris, 2001

3 G. Pommier, Comment les Neurosciences Démontrent la Psychanalyse, Flammarion, Paris, 2004

4 F. BRAUDEL, L’Identité de la France, Flammarion, Paris, 1999

5 A. Wendt, Social Theory of International Politics, Cambridge University Press, 1999

6 T. Atabaki, “Beyond Essentialism: Who Writes Whose Past in the Middle East and in Central Asia?”, Açış Konferansı, Amsterdam Üniversitesi, 2002 (http://atabaki.nl/upload/Beyond%20Essentialism.pdf)

7 M. Oakeshott, On Human Conduct, Oxford University Press, 1975

8 J. Wilson, Nostalgia, Sanctuary of Meaning, Bucknell University Press, 2005

9 Z. Toprak, “Türkiye’de Fizik Antropolojinin Doğuşu”, Toplumsal Tarih, 204, 2010

10 L. Pospisil, The Kapauku Papuans of West New Guinea, Yale University Human Relations Area FilesPress,1963

11 V. Reynolds, I.Vine ve diğerleri, The Sociobiology of Ethnocnetrism: Evolutionary Dimensions of Xenophobia, Discrimination, Racism, and Nationalism, University of Georgia Press, 1987

12 P. Ricoeur, La Mémoire, l’Histoire, l’Oubli, Seuil, Paris, 2000


Yüklə 186,04 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin