âyette geçen "Allah'tan başkası adına kesilenler" (el-Mâide 5/3) grubuna gireceğinden yenmez; ancak Allah'ın adıyla birlikte başkasının adının anılıp anılmadığı-nın araştırılması gerekmez (Kâsânî, V, 46; İbn Rüşd, 1, 450; İbn Kudâme, VIII. 578). MâLikî mezhebine göre Allah adının anılması müslümanlar için şart olmakla birlikte gayri müslimler için şart değildir. Aralarında Abdullah b. Abbas, Atâ b. Ebû Rebâh. İbn Şihâb ez-Zührî, Rebîatür-re'y, Şa'bî ve Mekhûl b. Ebû Müslim'in de bulunduğu bazı âlimlere göre yahudile-rin ve hıristiyanların "Mesih adına" veya "Üzeyir adına" gibi ifadeler kullanarak kestikleri de yenir. Çünkü onların yiyeceklerinin, yani kestikleri hayvanların helâl olduğunu ifade eden âyet indiği zaman da kesim anında böyle diyorlardı (Kurtu-bî, VI, 76). Bu durumda İslâm'a göre eti helâl olan hayvanların Eh!-i kitap tarafından usulüne uygun şekilde kesilmesi halinde yenmesi caizdir. Günümüzde bu konuda aksi sabit olmadıkça paketler üzerindeki bilgilere itibar edilir (Seyyid Sabık, III, 290; Ahmed eş-Şerebâsî, II, 302; Zuhaylî, III, 689)
d) Kesimin Yapılışı. İhtiyari tezkiye ne-fes ve yemek borusu ile bunların sağında ve solunda yer alan iki damar kesilerek yapılır ve buna tam kesim denir. Ebû Hanîfe'ye göre bunlardan en az üçünün, Mâlikîler'in meşhur görüşüne göre nefes borusu ile damarların. Şâfıîler'le Hanbe-lîler'e göre yemek ve nefes borularının, Ebû Yûsuf'a göre yemek ve nefes boruları ile damarlardan birinin, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî'ye göre yemek ve nefes boruları ile iki damardan her birinin ekseriyetinin kesilmesi halinde tezkiye gerçekleşir. Sığır ve davarlarda zebh. develerde nahr sünnet veya müstehap-tır. İmam Mâlik'e göre bir zorunluluk olmadıkça sığır ve davarda zebh, devede nahnn uygulanması şarttır, aksi takdirde kesilen hayvanın eti yenmez. Hayvanı ensesinden kesmek mekruhtur. Bu şekilde yapılan kesimde, hayvan ölmeden damarlarla yemek ve nefes borularına ulaşılır ve bunlar belirtilen farklı görüşlere göre asgari ölçüde kesilirse etinin yenmesi helâl olur. Av hayvanlarında ve herhangi bir sebeple yakalanması mümkün olmayan evcil hayvanlarda başvurulan zorunlu tezkiye ise hayvanı herhangi bir yerinden kesici, kan akıtıcı bir aletle yaralamak suretiyle olur. Bu hayvanlar aldıkları yara ile ölmeden ele geçirilebilirse ihtiyarî tezkiye şartlarına göre de kesimleri yapılır.
e) Sünnete Göre Kesim Şekli. Hz. Peygamber kendisi bizzat deve ve koç kurban ederek hayvan kesiminin nasıl yapılacağını göstermiş ve bu konuda önemli gördüğü noktalara işaret edip şöyle demiştir: "Şüphesiz Allah her şeye karşı iyi ve güzel davranmayı emretmiştir... O halde hayvan keseceğiniz zaman en güzel şekilde kesiniz. Bu işi yapacak kimse bıçağını bilesin ve keseceği hayvanı rahat ettirsin" (Müslim, "Şayd", 57; Ebû Dâvûd, "Edâhî", 12). Buna göre bıçak önceden bilenir, hayvan kesim yerine götürülürken canı acıtılmaz; imkân dahilinde diğer hayvanların gözü önünde kesilme-mesine dikkat edilir. Kesilecek hayvan koyun, keçi veya sığır cinsinden ise sol yanına yatırılır ve kıbleye çevrilir; daha sonra hareketiyle kanın çıkmasına yardımcı olması için sağ arka ayağı serbest bırakılarak üç ayağı bağlanır ve sol elle kafası çeneden tutulup "bismillâhi Allâhü ek-ber" veya "bismillah" denilerek sağ elle bıçak çene altından hızlıca çekilir; böylece yemek ve nefes boruları ile can damarları kesilir. Kesimin boyun omuruna kadar ulaşması, ancak içerideki omuriliğe varmaması, can çıkmadan başın hemen kopanlmaması ve hayvanın çırpınması dinmeden yüzmeye başlanmaması tavsiye edilir; aksine hareket edilmesi hayvanın acısını arttıracağından mekruh sayılmıştır. Bu tavsiyelerde, hayvana en az acı verme ve damarlarındaki kanın mümkün olduğunca çıkıp akmasını sağlama hedefi gözetilmektedir; dolayısıyla bu hedefi daha iyi gerçekleştirecek metotlar bulunduğu takdirde onlar uygulanır.
f) Kesilen Hayvanın Yenmeyen Kısımları. Hayvanın kanı, erkeklik ve dişilik organı, husyeleri, mesane ve ödü ile deri altında oluşabilecek bezeler yenmez. Kanının yenmesi âyette açıkça yasaklandığı için haram, diğerleri ise tahrimen mekruhtur. Bunlar pis şeylerden sayılmış. Hz. Peygamber'in de yenmelerini kerih gördüğü rivayet edilmiştir (Beyhaki, X, 7, 8; Kâsânî, V, 61). Usulüne uygun olarak kesilen hayvanın damarlarında ve etlerin arasında kalan kan parçacıklarının bir sakıncası yoktur.
g) Kesilen Hayvandan Çıkan Yavru.
Kesim sırasında hayvanın karnından canlı yavru çıkarsa yenilmek istenmesi halinde onun da ayrıca kesilmesi gerekir; organları tam gelişmemiş olan yavru ise yenmez. Yavrunun ölü olarak çıkması durumunda annesinin kesiminden önce öldüğü biliniyorsa yenmesi ittifakla haramdır; ölümünün annesinin kesilmesiyle ol-
97
HAYVAN
duğuna kanaat getirilirse Ebû Hanîfe'ye göre yine yenmezken Mâlikî, Şâfıî ve Han-belî mezhepleriyle Hanefîler'den Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, "Annenin kesilmesi karnındaki yavrunun da kesilmesi demektir" hadisine (Ebû Dâ-vûd, "Edâhî", !8;Tlrmizî, "Et'ime", 2} dayanarak yavrunun yenebileceğini söylerler (Serahsî, X, 6-7; Kâsânî, V. 42). İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise organları tam gelişmemiş yavrunun da eti yenebilir.
5. Diğer Fıkhı Hükümler. Hayvanların
dirisinin veya ölüsünün deri. kıl, ter, salya gibi parça veya salgılarının fıkhı hükmü etinin yenip yenmemesi konusuyla kısmen bağlantılıdır; ancak taharet ve namaz bahislerini yakından ilgilendirdiği için fakihler arasında ayrı bir tartışma konusu teşkil etmiştir. Hayvanlar diri oldukları sürece şer'an temiz sayılırlar (köpeğin ve domuzun durumu tartışmalıdır); bu sebeple canlı hayvanların bir suya girip çıkmaları genelde idrar, salya ve üzerlerindeki pislikler bulaşmadığı sürece o suyu necis kılmaz. Hayvanın suda ölmesi halinde suyun necis olup olmayacağı ise etinin yenip yenmemesi, suda kalma süresi ve suyun miktarıyla bağlantılı biçimde değişiklik gösterir. Hayvanların idrarları daima necis sayılmakla birlikte bunun derecesi (ağır veya hafif oluşu) hayvanın cinsine göre değişir. Dışkıları ise etlerinin yenip yenmeyişinden çok sakınmanın mümkün olup olmayışına göre bazı ayırımlara tâbi tutulmuş ve kolaylaştırıcı bir yol takip edilmiştir. Bu ayırımların daha çok kuyu ve havuz sularının temizlenmesiyle namazın sıhhatine engel oluşturan miktarın belirlenmesi açısından önem taşıdığı söylenebilir. Hayvanların salya ve terleri kural olarak etlerinin hükmüne tâbi ise de içtikleri suyun artığının temiz (tâhir) sayılması veya dinî temizlikte kullanılabilmesi (mutahhir) konusundaki görüşler farklıdır. Mâlikî ve Şâfiîler'in bu konuda daha müsamahakâr olduğu, Hanbelîler'in ve özellikle Hanefîler'in titiz davranıp hayvanların etlerinin yenip yenmediğine, salyalarının suya bulaşma ihtimaline, kaçınma zorluğuna, yani zaruret ve ihtiyaç ilkesine göre birtakım ayırımlar yaparak hüküm verdikleri görülür (bk. NECASET; SU; TAHARET). Hayvanla-rın içinde kan dolaşmayan boynuz, tırnak, kıl ve kemik gibi parçaları ölmeleriyle necis olmaz. Domuzun gerek bu tür kısımları gerekse derisi fakihlerin çoğunluğu tarafından meyte hükmünde görülüp necis sayılmıştır. Diğer hayvanlarınkiler
hakkında ise etinin yenip yenmemesine, ölüm şekline ve derinin tabaklanıp tabaklanmamasına bağlı olarak mezhepler ve fakihler tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Hayvanların verdiği zararların tazmini. İslâm hukukunda geniş ve ayrıntılı dokt-rinel tartışmalara konu olmuştur. Bir hadiste hayvanların cinayet ve zararlarının hukuken hükümsüz olduğu belirtilirken (Buhârî, "Diyât"r 28-29; Müslim. "Hu-dûd", 45) bir başka hadiste hayvanların bağ ve bahçelere gündüz değil gece verdikleri zararların hayvan sahiplerince tazmin edileceği (Şevkânî, V, 364), yolda ve kalabalık yerlerde verecekleri zararların yine sahipleri tarafından karşılanacağı (a.g.e., V, 364-365) ifade edilmiştir. Fakihlerin de hayvan sahibinin kusur ve ihmalinin bulunmasına, bölgenin örfüne, zararın önlenemez oluşuna, zarar konusuna, hayvanın cins, tür ve özelliğine göre birtakım ayırımlar yaptıkları ve sonuçta hayvan sahibinin kusurlu bulunduğu sürece kural olarak sorumlu tutulduğu, diğer durumlarda ise zarara uğrayanın haklılığı ve mağduriyet derecesi de göz önüne alınarak hakkaniyet ölçülerine göre hayvan sahibine sorumluluk yüklendiği söylenebilir. Hayvanların zekâtı, avlanması gibi meseleler de yine fıkıh literatüründe ayrıntılı bir şekilde incelenen konular arasında yer alır (bk. AV; ZEKÂT).
BİBLİYOGRAFYA :
el-Muüatta', ■■Taharet". 12; Müsned, II, 97; VI, 112; Buhârî. "Şirb", 9, "Cezâ'ü'ş-şayd", 7, "Mezâlim", 23, "Bed'ü'1-halk", 7, 16, 17, "Diyar, 28-29, "Enbiyâ3", 54,"Megazî", 65, "Ze-bâ'ih", 6, 10, 12, 13, 22, 25, 29, 52, "Edâhî", 7,8, 14,"eAkika", 3,4,"Edeb", 81, 112; Müslim. "Hac", 72-79, "Hudûd", 45,"Taharet", 93, "Müsâkât", 39, 43-60, "Şayd", 6, 7, 12-18, 57-60, "Edâhî", 17-19, 38, "Libâs", 81, 83, 106-112, "Selâm", 151-155, "Birr", 79-80,133-134, "Tevbe", 25, "Edeb", 30; İbn Mâce. "Taharet", 38, "Şayd", 10, 18, "EÇ^me", 31; Ebû Dâvûd, "Taharet", 41,"Menâsik", 39, "Edâhî", 11. 12, 18, "Etime", 32, 33,35, 36,"Tıb", 11, "Edeb", 10, 58, 69, 177, "Cihâd", 1, 44, 51, 112, "Taharet", 38; Tirmizî, "Menâkıb", 14. "Tahâref, 52, 69, "Cihâd", 30, "Şayd", 9, 11, 17, "Etime", 2;Nesâî. "Taharet", 47, "Edâhî", 42, "Şayd", 12, 13, 24; Sahnûn. el-Müdeoue-ne, II, 64 vd.; ibn Htbbân. el-Ihsân bi-tertîbi şa-hîhilbn Hibbân (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût). Beyrut 1407/1987, Vll, 557; Mâverdi. el-Ahıkâmü's-sultâniyye, s. 337; Beyhaki. es-Sünenü'l-küb-râ, X, 7, 8; Serahsî. el-Mebsüt, X, 6-7; XI, 220-256; Alâeddin es-Semerkandî. Tuh.fetü'1-fuka-hâ\ Dımaşk 1984,111, 82; Kâsânî. BedâV, Beyrut 1394/1974, V, 35-37, 39, 40,41,42,45-47. 60, 61; İbn Rüşd. Bidâyetü'l-müctehid, Beyrut 1398/1978, 1, 444-450, 464, 468-470; Mergi-nânî. el-Hidâye, İstanbul 1984, IV, 62-70; İbn Kudâme. et-Muğni, Kahire 1389/1969, III, 617;
V, 548-550, 552, 555; VI, 396-398; VII, 634-635; VIII, 539-617; Nevevî. el-Mecmû\ IX. 2-92; a.mlf.. Şerhu Müslim, IV, 14; XIII, 108; Mev-sılî, el-lhtiyâr, Beyrut 1975, V, 14; Kurtubî. el-Câmİ1, VI, 76; İbn Cüzey, et-Kauânînü'l-fıkhiy-ye, Beyrut, ts. (Dârü'l-Fikr). s. 192, 193, 205, 206; Zehebî. Kitâbü'l-Keba'ir, Beyrut, ts. (Dâru İhyâi't-türâsi'l-Arabî), s. 224-226; İbn Hacer, Fethu'1-bâri (Sa'd), XXI, 15; XXII, 224; Aynî. 'Umdetü'l-kâri, Kahire 1392/1972. XIV, 344-346; XVIII, 145; Heysemî, Mecma'u'z-zeuâ'id,
IV, 67; İbn Nüceym. el-Eşbâh ue'n-nezâ'ir (nşr. Abdülazîz Muhammed el-Vekîl), Kahire 1387/ 1968, s. 109; İbn Hacer el-Heytemî, ez-Zeuâcir 'an iktirâfı'l-kebâ'ir, Beyrut 1408/1988. II. 87; Şirbînî, Muğni'l-muhtâc, IV, 265-282, 297-310; Derdîr, eş-Şerhu'l-kebir, II, 115; Şevkânî, Ney-lü 'l-evtâr, V, 364-365; VIII, 168; İbn Âbidîn. Red-dü'l-muhtâr.V, 188, 194-195; Azîmâbâdî. 'Av-nü'l-ma'bûd, V, 299; Haseneyn Muhammed Mahlûf. Fetâvâ şefiyye. Kahire 1391/1971, II, 173-175; Şeyyid Sabık, Ftkhü 's-sünne, Beyrut 1971, III, 262, 285, 286, 290, 390, 396; Cezîri. Mezâhibü'l-erba'a, I, 722-735; II, 1-5; Ahmed eş-Şerebâsî, Yes'elûneke fi'd-dın oe'l-hayât, Beyrut 1980, II, 292, 301, 302; M. Abdütkâdir Ebû Fârİs. Ahkâmü'z-zebâ'İh ft'l-lslâm, Zerkâ 1401/1980, s. 17-71; Zühaylî. ei-Ftkhü'l-İslâmi, III, 504-514, 648-720; Ebû Seri" Muhammed Ab-dülhâdî, Ahkâmü'l-et'ime ue'z-zebâ'ih, Bey-rut-Kahire 1407/1986, s. 13-84, 147-252; Kâmil Mûsâ, Ahkâmü'l-etHme ft'l-lslâm, Beyrut 1407/1986; Bilmen. Kamus2, II, 511-517; Fethî ed-Dirinî, Dirâsât ve buhûş fı'l-fıkri'l-tslâml el-mıfâşır, Dımaşk 1408/1988, II, 750-756; Ab-dülhay el-Kettânî, et-Terâttbü'i-idâriyye(Öze\), II, 367-371; Sipahi Çataltepe, İslâm-Türk Medeniyetinde Vakıflar, İstanbul 1991, s. 55-56; ismet Sungurbey, Hayuan Hakları, İstanbul 1993, tür.yer.; M. Sıddîk Erşed Kûhtânî, "ez-Ze-bîha fi'1-İslâm". ed-Dirâsâtü'i-Islâmiyye, 111/2, İslâmâbâd 1968, s. 53-91; Mustafa el-Hadîdî et-Tayr. "Mâ halle mine'l-erzâk ve mâ haru-me", ME, L/5 (1978), s. 1116-1120; Hüseyin Emîn Zeytûn, "Şer'iyyetü'z-zebh fi't-bilâdi gayri■1-İslâmiyye", a.e., LVI/7 (1984), s. 1077-1079; Michael Cook, "Early Islamic Dietary Law", Jerusalem Stıtdies in Arabic and İslam, Vll, Jerusalem 1986, s. 217-277; Ali Bardakoğ-lu. "Mukayeseli Hukukta Hayvanın Verdiği Zararın Hukukî Sorumluluğu", EÖ ilahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 6, Kayseri 1989, s. 43-60; Abdullah b. Hamed el-Abûdî. " Vücûdu" r-nfk bi'1-hayevân ve tahrîmu zulmihî ve ta'zîbih", Mecettetü't-Buhûsİ'l-lslâmiyye, sy. 34, Riyad 1412, s. 149-167; Abdurrahman İbrîk, "Zebhu1!-hayevân vifk.a'ş-şerî'ati'l-lslâmiyye ve'l-ka-vâMdi'ş-şıhhiyye", Mecelletü Küllİyyetİ'd-di-râsâti'l-Islâmiyye ve'l-cArabiyye, IV, Dubai 1413/1992. s. 59-70; M. J. Kister, "The Looısfs Wing: Some Notes on Locusts in the Hadith". Le Museon, CVI/3-4, Louvain 1993, s. 347-359; Ch. Pellat. "Hayavvan", El2 (İng.). III, 306-309; "Etcime", MuF/,XlV, 264-303; "Et'ime", MnF,
V, 127-153; "Tezkiye", a.e.,Xl, 139-140; "Ha-yevân", a.e., XVIII, 335-338; "Zebâ'ih". a.e., XXI. 171-204; İbrahim Kâfi Dönmez. "Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar", Islamda İnanç, İbadet ue Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997,1, 502-509; Menderes Gürkan. "Hayvanların Kesimi", a.e, II, 219-224.
ffll Mehmet Şener
98
HAYVAN
C) Sanat. İnsanlık tarihinin en eski sanat eserleri hayvan resimleri olup dünyanın birçok yerinde son asırlarda keşfedilen mağara resimlerinin neredeyse tamamı hayvan ve av konuludur. Mağara resimleri daha çok bulundukları iklimin hayvanlarıyla ilgilidir ve bunların başlıcalan-nı bizon, at, balık, dağ keçisi ve deve oluşturur. Arap yarımadasının Asîr bölgesindeki Ebhâ'da ve yöresinde bu tür resimlere rastlanmıştır {Asır: türâş ue hadâra, s. 28-33,180-185). İnsan, en ilkel dönemlerinden bugüne kadar sanatının hemen bütün dallarında hayvanı konu edinmiştir
İslâmiyet'in üzerinde doğup geliştiği bölgenin mimarisinde süs unsuru, sembol veya kült objesi olarak hayvan tasvirlerine büyük yer verildiği görülür. Özellikle Mısır, Asur-Bâbil, Hitit, Med-Pers şehir ve saray kapılarında koruyucu {apo-tropeik) aslan, boğa veya sfenks gibi varlık heykellerine rastlanır. Yine saray ve mâbedlerde taş veya tuğla duvarlar üzerinde kullanılan en önemli kabartma motifi hayvandır.
İslâm yapı sanatında hayvan tasvirleri ilk olarak Emevî ve Abbasî saraylarıyla kasırlarında görülmektedir. Câhiz, Ubey-dullah b. Ziyâd'ın evinin girişine bir köpek, bir aslan ve bir koç kabartması yaptırıp, "Köpek havlar, koç süser. aslan ise kükrer -böylece eve düşman yanaşa-maz-" diyerek bunları uğur saydığını, halbuki tam tersi kendisine uğursuzluk getirdiklerini söyler [Kitâbül-Hayeoân, 1, 325). Emevî ve Abbasî saraylarının taş işçiliğiyle duvar resim ve mozaiklerinde hayvan figürleri fazlaca kullanılmıştır. VIII. yüzyılın ilk yarısında Ürdün'de Amman'ın güneyinde yapılmış olan Emevî-ler'in ünlü Kasrü'l-Müşettâ'sında bunların en güzel ve en zarif örnekleri bulunmaktadır. Bugün Berlin Müzesi'nde sergilenen binanın cephe kısmına ait parça-
larda zikzaklar ortasında yer alan dev stilize çiçek motifi altında birbirine bakan iki aslan bir kâseden su içerken tasvir edilmiştir. Arkalarındaki zeminden çıkan bitkisel motif üzerine yer yer kuşlar kon-durulmuştur. Hırbetü'l-mefcer ve diğer saray kalıntılarında da heykel, mozaik ve duvar resmi şeklinde hayvan figürlerine rastlanır. Endülüs'teki hayvan heykellerinin en güzel örneği, ünlü Elhamra Sara-yı'nın avlusunda bulunan ve ağızlarından su akan grup halindeki aslanlardır. Sarayın başka yerlerinde de ağzından su akan aslan ve fi! şeklinde çeşmeler vardır.
Orta Asya'da eski Türkler'den kalma bazı hayvan heykelleri bulunmuştur. Bunlardan, uzun ömrüyle devletin bekâsını sembolize eden kaplumbağanın bir hükümdar anıtının kaidesi olan dev heykeli, halen Moğolistan'da Erdene Yuu Budist Manastırı yakınındaki küçük bir tepenin üzerinde durmaktadır.
Kurganlardan çıkarılan dokuma, keçe, kılıç, mızrak, bıçak ve at koşumlarında, eyerlerde, bazı kaplarda mücadele eden hayvan figürleri hareketli, dinamik ve ta-biatçı bir görüşle tasvir edilmiştir. Hun sanatçıları yırtıcı hayvanların geyik, antilop, keçi, koyun, inek ve nadiren deve gibi hayvanlara saldırma sahnelerine çok rağbet etmişler, aynı temayı çok defa tekrarlamışlardır. Rostovzeffin ilk defa adlandırdığı "hayvan üslûbu" bu şekilde meydana çıkmış: Altaylar, Güney Rusya ve Kuzey Kafkasya'da yaygınlaşmıştır (Diyarbekirli, s. 123-124).
Türkler'de İslâmiyet'in kabulünden sonra hayvan tasvirleri daha çok Selçuklu mimarisinde görülmektedir. Hükümdarlarının bir kısmı aslanlı isimler taşıyan Selçuklular, değişik mimari eserlerinde özellikle aslan heykel ve kabartmalarına fazlaca yer vermişlerdir. Bunlardan bir kısmı, Diyarbakır Kalesi'nin bazı burçlarında ve Erzurum Yâkutiye Medresesi'n-
de olduğu gibi üstte çift başlı kartal, ortada hayat ağacı ve altta birbirine bakan simetrik iki aslan şeklinde bir kompozisyon teşkil eder. Selçuklu yapılarında aslan figürünün değişik şekillerde süs unsuru olarak kullanıldığına dair birçok örnek vardır. Boğaya saldıran aslan kabartması ve aslan başı şeklinde çörtenler bunlardan bazılarıdır. Çift ejder veya çift başlı ejder de Selçuklu mimarisinde önemli bir süsleme unsurudur. Yukarıda sözü edilen kompozisyonda bazan aslan yerine çift ejder konulmuştur; Erzurum'daki Çifte Minareli Medrese'nin taçkapısında bunun güzel bir örneği mevcuttur. Sivas-Kayseri yolu üzerinde bulunan Sultan Ha-nı'nın köşk mescidinde, bir kemerin üzerinde iki ejderin kıvrılıp kalp şekli oluşturarak simetrik bir biçimde kilit taşında birleştiği görülür. Selçuklu mimarisindeki hayvan kabartmaları arasında sfenks, siren, balık, geyik, kuş. tavşan ve on iki hayvanlı takvim figürlerine de rastlanır. Bunlar, genellikle Türkler'İn eski inançlarını ve karşılaştıkları toplumların onlar üzerindeki etkisini yansıtmaktadır. XIII. yüzyıldan itibaren hayvan figürleri yerini yavaş yavaş bitki formuna bırakmıştır. Anadolu'daki birçok Selçuklu taş. çini ve ahşap süslemelerinde ejderha, çift başlı kartal, grifon gibi esâtîrî hayvan figürle-
HAYVAN
rinin rûmînin içine gizlendiği ve bitki formunu aldığı görülür. Divriği Ulucamii'nin batı kapısının iki yanını süsleyen çift başlı kartalın kanat uçlarındaki ayrıntılara gizlenmiş olan ejder başlan, artık bitkiler dünyasına karışmakta olan zoomor-fik örneklerden birini temsil etmektedir. Bahrî Memiük sultanlarından I. Baybars da yaptırdığı birçok esere aslan heykeli veya kabartması koydurmuştur. Cres-well, bunların aslan değil Baybars'ı temsil eden panterler (bars = pars) olduğunu söyler ve The Müslim Architecture of Egypt adlı eserinde bunları kronolojik sırayla inceler (II, 150-154).
Anadolu ve Kafkasya'nın muhtelif şehirlerinde rastlanan, Karakoyunlu ve Ak-koyunlular'a izafe edilen koç. koyun ve at şeklindeki mezar taşları da muhtemelen sahiplerinin boylarını sembolize etmektedir. Gelenek hıristiyan Gürcü ve Erme-niler'i de etkilemiş ve XX. yüzyıla kadar devam etmiştir.
Üzerinde değişik hayvan tasvirleri bulunan çiniler iç dekorasyonda önemli bir yer tutar. Dış zemini kaplayan çiniler İse birleşerek dev motifler oluşturur; bunlar arasında hayvan tasvirleri de vardır. Meselâ Buhara'da XVII. yüzyılda yapılmış Nâdir Divan Begi Medresesi'nin taçkapı-sının iki yanında simetrik iki zümrüdü-anka yer almaktadır. Semerkant'ın ünlü Şîrdâr Medresesi'nin adı da taçkapısının iki yanındaki aslan (şîr) tasvirlerinden gelmektedir. Her iki aslanın sırtı üzerinden doğan güneş şeklinde birer insan yüzü bulunmakta ve bu kompozisyon muhtemelen Allah'ın aslanı ve aynı zamanda ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali'yi sembolize etmektedir. Aynı kompozisyon, II. Keyhusrev paralarında ve Antalya-Burdur yolu üzerindeki İncirhan'ın taçkapı-sında da görülmektedir.
İslâm sanatında sıva üstü duvar resim-ciliğinin daha çok Emevîler'le Abbasîler tarafından benimsendiği ve kompozisyonlarda hayvanlara da geniş yer verildiği görülür. Bu resimlerin en güzel örneklerine Kusayru Amre, Kasrü'1-hayri'l-gar-bî ve el-Cevsaku'l-Hâkânî saraylarında rastlanmaktadır.
Doruk noktasına Roma-Bizans döneminde ulaşan mozaik sanatı İslâm dünyasına Emevîler'le girmiş ve muhtemelen yine Bizanslı ustaların elinden çıkma, içinde hayvanların da sıkça kullanıldığı güzel örnekler vermiştir. Bu mozaikler-deki hayvan figürleri sadece dekoratif amaçlı olup herhangi bir sembolik değer taşımamaktadır. Hayvanlı örneklerin en güzeli, hiç şüphesiz Hırbetü'l-mefcer Sa-rayı'ndaki bir duvar panosunda yer alan aslanın ceylana saldırması sahnesidir.
İslâm sanatında hayvan figürleri en fazla madenî eşyada kullanılmıştır. Arabistan yarımadasının İslâm öncesi tarihinde önemli bir yeri olan Yemen'deki efsanevî yüksek bina Gumdan'ın köşelerinde birer tunç aslan heykeli bulunduğu ve rüzgârın esmesiyle kükreme sesi çıkardıkları rivayet edilir. Fav kazılarında da küçük boyutlarda tunçtan yapılmış deve ve yunus balığı heykelleri ele geçirilmiştir. İslâm maden sanatında, çoğunluğunu yine güç sembolü hayvanların oluştur-
duğu heykel şeklindeki buhurdan ve ibrik, sürahi gibi kaplar büyük bir yer tutar. Genellikle Orta Asya. İran ve Suriye atölyelerinde yapılan madenî kaplardan leğen, kazan ve kâse gibi diğer formlarda-ki parçalar üzerinde de daha çok çeşitli tekniklerde işlenmiş hayvan motifleri bulunur. Ayrıca altın, gümüş ve yeşim gibi kıymetli malzemeden yapılmış sürahi benzeri kapların kulpları Özellikle Orta Asya sanatında hemen daima ejder şeklindedir. Evliya Çelebi, Macaristan'ın Peçuy şehrindeki Ferhad Paşa Hamamı'nın so-yunmalığında yekpare mermerden oyulma büyük bir şadırvan havuzu ve bunun içinde altın renginde pirinçten geniş bir fıskiye gördüğünü, suların on iki ejderin ağzından fışkırdığını ve bu fıskiyenin "üç öküz kellesiyle üç kaplumbağanın üzerine oturduğunu" yazmaktadır. Bu bilgi, Orta Asya Türkleri'nde İslâm öncesi dönemlerden itibaren görülen ejder ve kaplumbağa motiflerinin Osmanlılar'da da sürdüğünü ve özellikle kaplumbağanın yine kaide olarak kullanıldığını göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
Madenî paralar üzerinde de hayvan tasvirlerine ve hayvanlı motiflere rastlanır. Daha çok Artuklu. Eyyûbî ve Anadolu Selçuklu paralarında görülen bu figürler genellikle süvari ve aslandır. Sikkelerinde hayvan tasvirlerine en fazla yer veren hükümdar Bâbürlü Sultanı Cihangir'dir; boğa, koç, yengeç, aslan, akrep, balık ve bazı mitolojik hayalî yaratıklar bunların başlıcalarını teşkil eder {Treasures of İslam, s. 389-391).
İslâm sanatının en önemli dallarından biri olan minyatürde hayvan çok işlenen bir motiftir. Konusu Kelîle ve Dimne gibi hayvan hikâyeleri veya Câhiz'in Kitû-bü'1-Hayevân'ı gibi doğrudan hayvan olan eserlerle Harnînin el-Makömât'\, Sa'dfnin Gülistân'ı ve Nizamînin Ham-se'si gibi dolaylı olarak hayvanlardan söz eden eserlerin minyatürlü nüshalarında hayvan tasvirlerinin en güzel örneklerini bulmak mümkündür. Ünlü usta Mehmed Siyahkalem'e atfedilen minya-
HAYVAN
türlerin önemli bir bölümü de hayvan konuludur.
Çoğunlukla kompozisyonları minyatür ustaları tarafından yapılan halıların bir türü hayvanlı halılar olarak anılır. Bu tür halılarda kuşlara, hayvan mücadelelerine ve mitolojik hayvanlara çokça rastlanır. Kumaş üzerine İşlenen motiflerin önemli bir bölümü de hayvandır. Hadislerde üzerinde hayvan tasviri bulunan bir perdeden söz edilir (Tecrid Tercemesi, VI, 414-421).
İslâm fildişi sanatının önemli konularından biri de hayvandır. Özellikle Endülüs'te yapılan sandukçeler, küçük yekpare kutular ve av borusu, kılıç kabzası gibi eşya üzerinde aslan, kuş, boğuşan hayvan motifleri ve av sahneleri oyma veya boyama tekniğiyle yer alır.
BİBLİYOGRAFYA :
Câhiz, Kitâbü'l-Hayeüân, I, 325;Yâkût el-Ha-mevî. Mu^cemü'l-büldân, IV, 210-211; Tecrid Tercemesi, VI, 414-421; G. Jobes. Dicüonary of Mythoiogy, Folkiore and Symbots, New York 1962, 11, 1590; Nejat Diyarbekirli. Han Sanatı, İstanbul 1972, s. 123-130; Gönül Öney. Anadolu Selçuk Mimarisinde Arştan Figürü | baskı yeri ve yılı yok], s. l-41;a.mlf., Anadolu Selçuk Mimarisinde Süsleme ue Et Sanatları, Ankara 1978, s. 31-58; Beyhan Karamağaralı, Muham-med Siyah Kalem'e Atfedilen Minyatürler, Ankara 1984, s. 57; a.mlf., Ahlat Mezar Taştan, Ankara 1992, s. 35-39; K. A. C. Creswell. The. Müslim Architecture of Egypt, New York, ts., ]], 150-154;^sfr.-(ürâşL>e/ıadâra, Riyad 1985, s. 28-33, 180-185; Treasures of islam, Singa-pore 1985, s. 389-391;R. Magovan, Fabted Cit-iesofCentratAsia, Samarkand, Bukhara, Khi-oa, London 1990, s. 16-17; Nebi Bozkurt. Sünnet Verilerine Göre Hz. Peygamber Deurinde Hicaz Folkloru: Mesken (doktora tezi, 1991, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü}, s. 14; Selçuk Mülayim, "Selçuklu Toplumunun İkonografık Hafızası", Antalya IV. Selçuklu Semineri: Bildiri-/er.Antalya 1993, s. 62-69; J. Lawton, TheTurks ofEurasia, Ankara 1996, s. 54, 55, 151; Hilmi Arel, "Divriği Ulu Camii "tekstil Kapısı ve Diğerleri", VD, V(l962),s. 113-117.
Dostları ilə paylaş: |