İKİ Nebi Bozkurt
"Bülbülün çektiği dili belasıdır"; "Yürük at yemini kendi arttırır" vb. atasözleriyle "balık kavağa çıkınca", "aslan parçası", "şahin bakışlı" gibi deyimler ve "tilki gibi kurnaz", "kaz gibi aptal", "kuzu gibi munis", "katır gibi inatçı" vb. teşbihler bunlardan bazılarıdır.
İslâmiyet'ten önceki Türk edebiyatında hayvan gerek totem olma özelliği gerekse avcılık ve göçebelikte işe yaraması sebepleriyle önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde kullanılan on iki hayvanlı takvimde ay isimlerinin hayvanlardan seçilmiş olması, Türkler'in düşünce sisteminde hayvanın sahip olduğu yeri açıkça gösterir. Ata verilen özel değer ise yüzyıllar boyunca Türk topluluklarını temelden etkilemiş ve çeşitli destanlarından da anlaşıldığı üzere âdeta kendilerini bu hayvanla özdeşleştirmeleri sonucunu doğurmuştur.
Türkler'in İslâmiyet'e girmelerinden sonra oluşan edebiyatlarında, Kur'an ve hadislerde zikredilen hayvanlar kadar eski medeniyetlerinde önem verdikleri hayvanlar da eserlerine yansımıştır. Klasik Türk edebiyatının çevre ve tabiatla olan ilgisi çeşitli hayvanların birer vesile ile anılmasına zemin hazırlamış ve müstakil kitaplardan küçük nazım parçalarına kadar pek çok edebî üründe onlara da yer ayrılmasına sebep olmuştur. İslâm edebiyatında önemli yer tutan "Acâibü'l-mahlûkât" ve "Hayâtü'I-hayevân" türü eserlerle tanışan klasik Türk edebiyatının, hayvanları konu alan müstakil çalışmalar içerisinde tercüme yoluyla yakından tanıdığı ilk kitap, Hintli filozof Bey-debâ'nın (Bidpây) fabl özelliği taşıyan Keiîle ve Dimne'sidir. Değişik asırlarda ve
farklı isimlerle {Keiîle ue Dimne, HCtmâ-y unnâme, Simârü 7-esmâr [Zübdetü 'i-ez-hârj, Nârıu'i-âsârvb.) birçok defa Türkçe'ye çevrilen Keiîle ve Dimne'öen sonra bu alanda Ferîdüddin Attâr'ın Man-tıku't-Tayr's ile Nahşebî'nin Tûtînâme-si büyük değer taşır. Bu üç eserin günümüze kadar gelen manzum ve mensur çevirileri, asır asır Türk insanının hayvanlar dünyasına bakış açısını göstermesi bakımından önemlidir.
Klasik Türk edebiyatındaki ilk müstakil hayvan risaleleri "Harnâme" adıyla bilinir. Germiyanlı Şeyhfnin manzum, Molla Lutfî'nin mensur olarak yazdıkları Har-ndme'lerde, devrin yaşanmış bazı olayları fabl özelliğine büründürülerek eşeklerin başından geçmiş gibi anlatılmıştır. Daha sonraki dönemlerde hayvan merkezli edebî eserlere ilgi azalır ve Köse Me-âlî ile Sâbit'in manzum. Ebûbekir Kânî'-nin mektup türündeki mensur Hİrrenâ-me'leri dışında önemli bir esere rastlanmaz. Ancak klasik Türk edebiyatının alegorik mesnevileri içinde kahramanları hayvanlardan oluşan aşk hikâyelerinin de önemli bir yeri vardır; Zâtî'nin Şem' ü Pervâne'Si ile Kara Fazlfnin Gül ü Bül-bül'ü bunlardandır. Bu tür mesnevilerde hayvanlara daha ziyade temsilî roller verilir ve aşkın felsefî yorumları yapılır. Bunu, İslâmî gelenekte Derviş Şemsî'nin Dehmurg'u gibi örneklerine sıkça rastlanan ahlâkî-didaktik eserlerdeki hayvan sembolizmine bağlamak mümkündür. Nitekim daha Mevlânâ'nm M esne vf sinden itibaren çeşitli Gülistan tercümelerinde ve telif mesnevilerde kıssadan hisse çıkarılabilecek hayvan hikâyeleri sıkça yer alır ve bu hikâyelerde felsefeden sosyo-
D) Edebiyat. Diğer milletlerde olduğu gibi Türkler'de de pek çok hayvan müstakil olarak veya başka eserler içinde çeşitli maksatlarla edebiyata konu edilmiştir. Dünyanın en eski yazılarında yer alan bazı piktogramlara hayvan figürlerinden istifade edilerek biçim verildiği bilinmektedir (bk. elifba ). Bu şekilde pek çok yazı türünün oluşmasına katkıda bulunan hayvanlar bütün dillerde teşbih, istiare ve mecazlar teşkil ederek anlatıma güç katmışlardır. Meselâ Türkçe'deki, "Eşeği düğüne çağırmışlar, ya odun eksiktir ya su demiş"; "Aslan yatağından belli olur";
HAYVAN
lojiye. folklordan geleneğe kadar her türlü bilgi birikiminin aktarıldığı görülür. Bunu Türk halkının minyatür, hat, dokuma, ahşap oymacılık, madenî eserler vb. geleneksel el sanatlarına yansıyan hayvan sembolizminin yazılı eserlerdeki tezahürü olarak değerlendirmek mümkündür.
Çocuklarına Aslan, Şahin, TUğrul gibi isimler verip bayraklarına aslan ve kartal motifleri işleyen Türklerin, yaşadıkları coğrafyada karşılaştıkları hayvanlar kadar kültürlerine girmiş anka, hümâ ve ejderha gibi efsanevî hayvanları da söz konusu ettikleri edebiyat mahsulleri daha ziyade şiirlerdir. Türk edebiyatında birer sembol teşkil eden hayvanlar teşbih, istiare ve mecaza konu oluşlarıyla da dikkat çeker. Ayrıca karada, havada ve suda yaşayan birçok hayvan divan şairinin İlham kaynakları arasında yer almıştır. Dört ayaklılardan ceylan (âhû). aslan (şîr). kaplan (peleng), kurt (gurk), tilki (rûbatı). sincap, samur (semmûr) gibi vahşi hayvanlar yanında deve(üştür). köpek(kelb, seg). eşek (hâr). at (semend, rahş. tevsen). koyun (güsfend). kuzu vb. evcil hayvanlar; uçanlardan genel anlamda kuş ile (mCırg. tu-yûr) bülbül (andelîb. hezâr), papağan (tûtî, bebgâ). şahin (şetıbâz), doğan (baz), akbaba (kerkes), çaylak (zegân), baykuş (bûm). karga (gurâb. zâg). keklik (kebk). sülün, güvercin (kebûter). serçe (usfur, güncışk), turna (küleng), yarasa (huffâş); yüzenlerden balık(semek. mâhî), yengeç, timsah (neheng): sürüngenlerden yılan ile (efî. mâr) böceklerden an (zünbûr). pervane, sinek (meges), sivrisinek (peşşe), Örümcek (ankebût), semender ve karınca (mûr) şairlerin en çok adını andıkları hayvanlardır. Bunların içerisinde bülbül, pervane ve at yalnızca divan şairlerinin değil halk ve tekke şairlerinin de ilgi alanına girmiştir. "Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler / Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler" (Kâmî); "ötme bülbül ötme bülbül / Derdi derde katma bülbül / Benim derdim bana yeter / Bir derd de sen katma bülbül" (anonim) mısralartyla, "Aşk odu evvel düşer ma'şûka ondan âşika / Şem'i gör kim yanmayınca yakmadı pervaneyi" (Fuzûlî) mısralarında bülbülün gül, pervanenin de mum karşısındaki durumları sevgili karşısındaki şairi (âşık) temsil eder. At ise gerek klasik şiirin gerek halk ve tekke şiirinin revaçta bulunduğu Osmanlı çağlarında en önemli binek, nakil, spor ve eğlence vasıtalarından olmakla ön plana çıkar. NefTnin elli üç beyitlik"Rahşiy-ye" kasidesinde IV. Murad'ın atlarından yirmi ikisi anlatılır. Bu kasideden alınan,
"Bârekallâh zehî rahş-ı hümâyun-saye / Kİ komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ" beytiyle, "Çamlıbel'e süreyidim yolunu / Altınlardan nalladayım nalını / Üç güzele dokudayım çulunu / Alma gözlü kız perçemli kır atım" (Köroğlu) kıtası bu önemi vurgulamaktadır. Yine halk şairleri sevgiliye benzettikleri için kekliği (Keklik gibi taştan taşa sekerek/Gerdan açıpge-lişini sevdiğim / Sağa sola taksim etmiş örgüsün / Onar onar bölüşünü sevdiğim / Ruhsatî) ve haberci kuş olarak da turnayı (Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle/anonim) sık sıkanmışlardır. Mevlid metinlerinin sonuna eklenen manzum hikâyelerden "Geyik", "Güvercin" ve "Deve" de Resûl-i Ekrem'in hayvan sevgisini yansıttıkları için yüzyıllarca Türk halkı tarafından dinî toplantılarda okunmuştur.
Şairlerin eskiden beri adını andıkları efsanevî hayvanların başlıcaları ejder (ejderha, şâh-ı mârân). anka, sîmurg. hümâ, kak-nus ve sonradan efsaneleşen hüdhüddür. Daha çok masallardan şiire geçen bu hayvanların olağan üstü özellikleri şairlerin hayal dünyalarında yeni ilhamlara vesile teşkil etmiştir. Masal ve efsanelerde normal hayvanlar da çocuk ruhunun terbiye ve gelişimine paralel olarak bazı olağan üstü nitelikleriyle ön plana çıkar. Üstlendikleri roller itibariyle kahramanın yanında veya karşısında gösterilen hayvanların fonksiyonları farklı farklıdır.
Tanzimat'la birlikte hayvan motifi edebiyatın şiir alanından nesir alanına geçer. Bu devirde Şinâsi'nin fabl türünde yazdığı "Eşekle Tilki" manzumesiyle Nâmık Kemal'in tenkidî mahiyetteki Hİrrenâme'-si ve yine Şinâsi'nin Tasvîr-i Efkâr gazetesinde yayımladığı, sahipsiz köpeklerin İstanbul'dan uzaklaştırılmasına dair makalesine Edhem Pertev Paşa'nın tepki olarak kaleme aldığı "Av"ave"si dışında müstakil hayvan konulu eser yok gibidir. Ancak Türk edebiyatının bu dönemde tanıştığı roman ve hikâye gibi mensur türlerde hayvan motiflerine sıkça yer verilmiştir. Bu geleneğin devamı olarak günümüz roman ve hikâyelerinde evcil hayvanlar başta olmak üzere tabiatta mevcut her çeşit hayvanı görmek mümkündür. Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatının en ünlü hayvan hikâyeleri, Orhan Veli Kanık'm La Fontaine'in fabllarından yaptığı manzum çevirilerde görülür. Son devirde ise Necip Fazıl Kısakürek'in At'a Senfonisi ve ünlü kedi severlerin (meselâ Nurullah Ataç. Mesut Cemil, Âsaf Halet Çelebi, Hasan Âli) kedi üzerine ka-
leme aldıkları yazılar dışında hayvan merkezli mensur eserler artık kaleme alınmamakta, ancak gerek nesir gerek şiir kitaplarına hayvanlarla ilgili mecazi manalı isimler koymaya devam edilmektedir (Sait Faik: Alemdağ'da Var Bir Yılan; Reşat Nuri: Çalıkuşu; Halit Fahri; Baykuş; Attila İlhan: Kurtlar Sofrası; Beşir Ayvazoğlu: Kakrtûs vb.). Kuşlarla ilgili isimler ise daha ziyade çocuk kitaplarında görülür (Cahit Zarifoğlu: Ağaçkakanlar, Motorlu Kuş, Serçe Kuş, Kuşların Dili; Mustafa Ruhi Şirin: Kuş Renkli Çocukluğum, Kuş Ağacı, Guguklu Saatin Kumrusu, Leyleğin Aklı vb.).
BİBLİYOGRAFYA :
Köprülü. Türk Saz Şairleri, Ankara 1962, tür.yer.; Ali Nihad Tarlan, Şeyhî Divanı'nı Ted-/cifc.İstanbun964, s. 171, 214; Abdülkadir İnan, "Türk Folklorunda Simurg ve Gamda", Makaleler ue İncelemeler, Ankara 1968, s. 350-352; NakiTezel, TürkHatkMasalları, İstanbul 1971, I, tür.yer.; Faruk K. Timurtaş, ŞeyhVnin Harnâ-mesi, İstanbul 1971, s. 10-13; Mehmed Çavu-şoğlu. Necati Bey Dtuânı'nın Tahlili, İstanbul 1971, s. 265-270; Harun Tolasa. Ahmet Paşa'nın Şiir Dünyası, Ankara 1973, s. 484-493; E. Kemal Eyüboğlu. Şiirde ue Halk Dilinde Atasöz-leri ve Deyimler, İstanbul 1973-75, [-11, tür.yer.; Mehmet Özbek. Folklor ue Türkülerimiz, İstanbul 1975, tür.yer.; Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Ankara 1979, s. 64; Abdülkadir Karahan, "Molla Lütfı'nin Har-nâmesi ve XV. Yüzyıl Sade Türk Nesri", Eski Türk Edebiyatı İncelemeleri, İstanbul 1980, s. 257-267; Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 138; a.mlf.. Dioan Edebiyatı, İstanbul 1984, s. 367-372; M. Nejat Sefercioğlu, Meu'İ Dîuânı'-nın Tahlili, Ankara 1990, s. 380-397; Ali Berat Alptekin, Hayvan Masalları, Ankara 1991; Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ue İzahı, Ankara 1992, tür.yer.; Baha-eddin Ögel. Türk Mitolojisi, Ankara 1993,1, 13-52, 569-599; 11, 101-132; Nurettin Albayrak, Dinî Türk Halk Hikayelerinden Geyik, Güvercin ve Deoe Hikâyeleri-Kaynakları ue Metin Tesisi iyüksek lisans tezi, 1993, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü); Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul 1995, s. 23-29; Cemal Kurnaz, Hayâlı Bey Diüânı'nın Tahlili, İstanbul 1996, s. 513-530; islâm Felsefesinde Sembolik Hikâyeler (1): İbn Sina - Sührever-di-A. Gazzâlî-ti. Râzîitic. Derya Örs v.dğr), İstanbul 1997; Özgün Baykal. "Mevlâna'nın Mesnevî'sinde Hayvan Hikâye ve Motifleri", ŞM, V (1964). s. 23-30; Ali Esat Bozyiğit "Halk Şiirimizde Keklik", TFA, X1V/28O (1972), s. 6479-6480; a.mlf.. "Halk Edebiyatımızda Bülbül", a.e, XV/290( 1973), s. 6749-6752; Orhan Saik Gökyay, "Tokatlı Lutfî'nin Harnâmesi", Türk Folkloru Belleten, 1/1, 1986, s. 155-182; İskender Pala. "Hayvanlar Âlemi", Türk Edebiyatı, sy. 274, İstanbul 1996, s. 35-36; a.mlf.. "Kuş Cenneti Şiirimiz", Tarih ue Medeniyet, sy. 34, İstanbul 1997, s. 64-67; Sargon Erdem -Süleyman Uludağ - İskender Pala. "Anka", DİA, ili, 198-201; Mustafa Uzun, "Ankebut", a.e., İli, 213-214.
İKİ Nurettin Albayrak - İskender Pala
102
HAYYÂT, Ebü'l-Hüseyin
HAYVE b. ŞUREYH
~l
l_
Ebü Zür'a Hayve b. Şüreyh
b. Safvân et-Tücîbî
(ö. 158/775 [?])
Mııhaddis, fakih ve zâhid.
J
Arap asıllı olup Kinde kabilesinin Kahi-re'de yerleşmiş kollarından Benî Tücîb'e mensuptur. Hocalarının çoğu Ukbe b. Müslim et-Tücîbî. Ebû Hüreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus Süleym b. Cübeyr ed-Dev-sî, Bekir b. Amrel-MeâfİrîveYezîd b. Ebû Habîb gibi Mısır'da yerleşen tabiîn neslinden âlimlerdir. Kendisinden fıkıh ve hadis dersi alanlar arasında Mısırlı âlimler-den Abdullah b. Mübarek, Leys b. Sa'd, Abdullah b. Vehb ve İbn Lehîa gibi isimler yer almaktadır.
Ahmed b. Hanbel. Yahya b. Maîn. Ebû Hatim er-Râzî ve Ebü'l-Hasan el-İc!î gibi hadis tenkitçileri Hayve'nin hadis rivayetinde güvenilir olduğunu belirtmiş, Ebû Hatim er-Râzî. onu Mısır'ın ünlü fakihi Leys b. Sa'd'dan daha üstün gördüğünü söylemiş. İbn Hibbân da ona Kitâbü'ş-Sikât adlı eserinde yer vermiştir. Birçok rivayeti âlî isnadlı olup bu rivayetlerin bir kısmı Kütüb-i Sitte'öe mevcuttur. 144 (761) yılında Mısır valisi tarafından Mısır kadılığına getirilmek istenen Hayve b. Şüreyh bütün ısrarlara rağmen bu görevi kabul etmemiştir. Hayve 158 (775) veya 159 (776) yılında Mısır'da vefat etti.
Zühd ve takvâsıyla, ayrıca duası makbul bir âlim olmakla tanınan Hayve gösterişten uzak bir hayat sürmüştür. Onun derslerini dinleyen İbn Vehb, ibadetlerini bu kadar gizli yapan başka bir kimse görmediğini söylemiş. Hayve'yi öven Abdullah b. Mübarek de onun üstün vasıflarının sözle anlatılamayacağını belirtmiştir (İbn Hacer, lll, 70). Hayve'nin. kendisine verilen yıllık 60 dinar maaşın hepsini evine gelinceye kadar yoksullara dağıttığı rivayet edilir. Hayve b. Şüreyh'in devrin idarecilerine öğüt verecek kadar itibar sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Mısır nâiblerinden birine şu tavsiyede bulunmuştur: "Sakın ülkemizden silâhı eksik etmeyin. Çünkü aramızda Kiptiler. Ha-beşîler, Rumlar ve Berberîler var. Kıptî-ler'in ne zaman antlaşmayı bozacağı. Habeşîler'in ne zaman baskın yapacağı, Rumlar'ın ne zaman ülkeyi istilâ edeceği. Berberîler'in ne zaman ayaklanacağı bilinmez" (Zehebî, VI. 405).
BİBLİYOGRAFYA :
Buhârî. et'Târthu'l-kebir.lU, 120;Vekî\ Ah-bârü'l-kudât, lll, 332-333; İbn Ebû Hatim, ei-Cerfı ue't-ta'dîl, lll, 306-307; İbn Hİbbân. eş-Şı-kât. VI, 246-247; a.mlf.. Meşâtıîr.s. 187-188; Kelâbâzî. Ricâlü Şahîhi't-Buhârî, I, 212-213; İbn Şahin. Târihu esmâ]("ş-şı/câ£|nşr. Abdülmu1-tî Emîn Kal'acî), Beyrut 1406/1986, s. 109; İbn Mencûye. Ricâlü Şahitti Müslim, I, 178; Yâküt. Mu'cemü't-bütdân.U, 16-17; İbnü'1-Esîr, ei-Kâ-mil, V|, 35-36; Zehebî, A'tâmü'n-nübelâ*, VI, 404-405;a.mlf.. Tezkiretü'l-huffâz.l, 185-186; ibn Hacer. Tehztbü't-Tehzîb, lll, 69-70; Süyûtî. Tabakâtü't-huffâz{lezne). s. 86-87; İbnü'l-İmâd. Şezerât, I, 243; Ziriklî. el-A'lâm, II, 331.
İRİİ Mehmet Ali Sönmez
HAYYAM (bk. ÖMER HAVYAM).
HAYYÂT, Ebü'l-Hüseyin
Ebü'l-Hüseyn Abdürrahîm
b. Muhammed b. Osman el-Hayyât
(Ö. 300/913[?|)
Mu'tezile'nin
Bağdat ekolüne mensup
kelâm âlimi.
Kâdî Abdülcebbâr ve İbnü'l-Murtazâ'-nın Mu'tezile'nin sekizinci tabakası arasında zikrettikleri {Tabakâtü'l-Mu'tezile, s. 296; Tabakâtü'l-Mu'tezile, s. 85) Hay-yât'ın doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. 234'te (848) vefat eden Ca'fer b. Mübeşşir'e yetişip bazı sorular sorduğu (İbnü'l-Murtazâ, s. 76) ve 273 (886) yılında doğan Kâ'bî'nin hocası olduğu dikkate alındığında onun 220'den (835) önce dünyaya geldiği ve 300 (913) yılı civarında öldüğü tahmin edilebilir. Nitekim Kâ'bî. 290'da (903) yazmaya başladığı {Elr., I, 360} Makâîâtü'l-İslömiy-yîn adlı eserinde Hayyâttan o sırada hayatta olduğunu ifade eder tarzda söz etmektedir {Zikrü'l-Mu'tezile min Makalû-Ü'l-İslâmiyyîn, s. 74].
Yûsuf b. Mûsâ el-Kattân'dan hadis öğrenen Hayyâfın hocaları arasında özellikle îsâ b. Heysem es-Sûfîve Ebû Mücâ-lid Ahmed b. Hüseyin ed-Darîr zikredilir. Hadis, fıkıh, kelâm ve tefsiri iyi bilen, gerçekleri başarılı bir şekilde ifade eden. doğru bildiği yolda yılmadan yürüyen ve uğradığı sıkıntılar karşısında sabreden bir kimse olarak tanıttığı Ebû Mücâlid {Kitâbü'l'İnüşâr, s. 77), Hayyâfın fikrî şahsiyetinin oluşmasında büyük çapta etkili olmuştur. Hayyât kelâmcıların görüşleri hakkındaki geniş bilgisiyle temayüz et-
miştir (İbnü'l-Murtazâ, s. 85). Nitekim yaptığı nakiller sayesinde ilk dönemdeki birçok kişi, fırka ve konu hakkında bilgi edinmek mümkün olmaktadır {Kitâbü't-İnüşar, bk. İndeks, s 145-151; ayrıca bk. Kâdî Abdülcebbâr, Tabakâtü't-Mu'tezite, s. 228, 269-270, 283-284, 299). Bunun yanında Hayyât hadis ve fıkıhta da söz sahibi kabul edilmiş, bu özelliği dolayısıyla Şafiî fakihi Ebü'l-Abbas İbn Süreye, Mâli-kî fakihi İbn Müntâb el-Kerâbîsî ve Zâhi-riyye mezhebine mensup İyâzî gibi âlimler, aradaki mezhep farkına rağmen kendisinden faydalanmışlardır (Kâdî Abdülcebbâr. Tabakâtü'l-Mu'tezile, s. 301)
Hayyâfın yetiştirdiği talebeler arasında en meşhuru Kâ'bî nisbesiyle anılan Ebü'l-Kâsım el-Belhî'dir. Makölöt başta olmak üzere bütün eserlerinde hocasından faydalanan Kâ'bî, üstün kabiliyeti sayesinde daha öğrenciliğinde Mu'tezile çevrelerinde ün yapmış, bu sebeple Hayyâfın özel ilgisine mazhar olmuştur. Öyle ki, Kâ'bî'nin Bağdat'ta Öğrenimini tamamlayarak memleketi olan Horasan'a dönerken Basra'ya uğrayıp orada Mu'tezile ekolünü temsil eden Ebû Ali el-Cüb-bâî İle görüşme isteğini Hayyâf a bildirdiği, ancak Hayyâf m Kâ'bî gibi kabiliyetli bir öğrencisinin yalnız kendisine bağlı kalması ve herhangi bir şekilde Cübbâî'-nin öğrencisi olarak tanınmaması için buna izin vermediği rivayet edilmektedir. Kâ'bî Horasan'a gidişinden sonra da Hayyâf la irtibatını devam ettirmiş ve bazı konularda görüşüne başvurmuştur (a.g.e., s. 296-297; İbnü'l-Murtazâ. s. 87-88).
Hayyât. Mu'tezile'nin çalkantılar içinde bulunduğu ve mezhepten kopmaların başladığı bir dönemde yaşamıştır. Mezhepten ayrılan kişilerin Mu'tezile'ye ve daha da ileri giderek İslâm'a saldırmaları 111. (Vill.) yüzyıl Mu'tezilîler'ini harekete geçirmiştir. Nitekim bu dönemde ayrılanlardan sadece İbnü'r-Râvendî'nin eserlerine karşı Mu'tezile mensuplarınca kırka yakın reddiye kaleme alınmıştır (Ess, Theologie und Gesellschaft, VI. 438-441). lll. yüzyılın sonlarında Basra ekolünün başında Cübbâî, Bağdat ekolünün başında Hayyât vardı. Bişr b. Mu'-temir'le başlayan Bağdat kelâm geleneğinin içinde yetişen Hayyât. mihne* olayından sonra giderek zayıflayan Mu'tezi-le'yi savunmaya büyük gayret göstermiştir. Bu amaçla yazdığı eserlerden biri olan el-İntişâr'öa, kelâm ilminin inceliklerini nazar ve marifet ehli olan Mu'tezile âlimlerinden daha iyi bilen hiç kimsenin bu-
103
HAYYÂT, Ebü'l-Hüseyin
lunmaclığını belirtir (s. 43). Bununla birlikte Hayyât, Mu'tezile mensupları arasındaki görüş ayrılıklarının farkındadır, fakat bu ihtilâfların kelâmın tâli meseleleriyle ilgili olduğuna inanmaktadır (s. 106). Mu'tezile âlimlerinin en karmaşık kelâm meselelerinde sadece karşı fikir sahibi Mu'tezilî kişi veya gruplardan alıntı yapmaları, bu ekole bağlı olmayanların ise Mu'tezile'den intihal dışında kendilerine ait herhangi bir görüşlerinin bulunmaması, ona göre kelâm ilminde sadece bu mezhebin söz sahibi olduğunun delilidir (s. 15). Öte yandan Hayyât, benzer bazı görüşleri sebebiyle Cehm b. Safvân gibi kimselerin Mu'tezile'ye nisbet edilmesine karşı çıkmış ve bir kişinin Mu'tezilî sayılabilmesi için her şeyden önce usûl-i hamse*nin bütününü benimsemesi gerektiğini ifade etmiştir (s. 92-93).
Sıfatların nefyi. halku'l-Kur'ân, rü'ye-tullah ve kader gibi temel kelâmı konulardaki benzer görüşleri sebebiyle Hay-yât'ın Bağdat Mu'tezile ekolü içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Aslında Mu'tezile kelâmcılan, ilk iki asırda düalist ve mülhid akımlarla yaptıkları mücadeleden sonra Selefi / Sünnî kelâmın yeni yeni yerleşmeye başladığı III. (IX.) yüzyılda daha çok varlık ve tabiat meselelerine ilgi duymaya başlamışlar; Allah'ın varlığı ve sıfatları gibi konulardan tefekküre dayalı âlem ve insan problemlerine, Hayyât'ın tabiriyle "celî ve zahir kelâm"dan "dakîk ve gamız kelâm"a {Kitâbü'l-İntisâr, s. 43) yönelmişlerdir. Bu sebeple mezhepler tarihi kaynaklarının da kaydettiği gibi Hay-yât'ın öne çıkan temel görüşü "ma'dûm" konusundadır. Kaynaklarda kendisine atfedilen, ancak e}-İnüşâfda belirgin şekilde ortaya çıkmayan bu konudaki yaklaşımına göre ma'dûm, Mu'tezile'nin çoğunluğunun kabul ettiği gibi yalnızca bir "şey" ya da "cevher" değil aynı zamanda bir "cisinV'dir. Çünkü hudûsu anında cisim vasfı sabit bulunan bir varlığın adem halinde de o vasfa sahip olması gerekir. Dolayısıyla eğer bir cisim henüz var olmadan yani ma'dûm iken cisim değilse onun hudûsü. diğer bir ifadeyle yaratılışı gerçekleşmez. Şu halde ma'dûmda sadece hareket / sükûn vasfı eksiktir, bunu da yaratılıştan sonra kazanır (ibn Hazm, V, 42; Nesefî, s. 75). Ancak Hayyât'ın bu düşüncesinde, Ehl-i sünnet kelâmcılarının "şey" bile kabul etmediği ma'dûmda bulunmayan ve hudûs anında da sabit olmayan hareket vasfını ma'dûmun sonradan nasıl kazandığı sorusu cevapsız kalmaktadır. Bir nevi determinizm olan "tevlîd" na-
zariyesi gereğince tabiattaki sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu olduğu fikrinde ısrar eden Hayyât [Kitâbü't-İntisâr, s. 60; Eş'arî, s. 314) muhtemelen bu sebeple ma'dûm görüşünü benimsemiştir. Hay-yât'ın ma'dûm anlayışı diğer bazı Mu'tezile âlimleri tarafından tenkit edilmiştir; nitekim Ebû Ali el-Cübbâî ona karşı yazdığı müstakil bir eserde, ma'dûmun cisim sayılmasının cisimlerin kıdemi anlamına geleceğini belirterek söz konusu anlayışı reddetmiştir (Bağdadî, s. 180).
Bilgi vasıtaları için kesinlik şartı koyan kelâmcıların metoduna uygun olarak ha-ber-i vahidin delil sayılamayacağı görüşüne katılan Hayyât bu konuya dair bir de eser telif etmiştir. Abdülkâhir el-Bağ-dâdî'nin, onun bu görüşüyle çoğu haber-i vâhidlere dayanan şer'î hükümleri inkâr etmeyi amaçladığı iddiası {a.g.e., ay) meselenin tartışılan yönüyle ilgisiz görünmektedir. Çünkü kelâmda haber-i vâ-hid, dinin temel ilkelerinde delil olup olamayacağı açısından ele alınmakta, fer'î hükümler için delil sayılabileceği ise kabul edilmektedir. Öte yandan Hayyât, müminler veya kâfirler tarafından nakledilmesi dolayısıyla mütevâtir haberin değerinde bir farkın söz konusu olmayacağı, ancak mümine yalnızca dine bağlılığı sebebiyle bir öncelik tanınabileceği görüşünü destekler {Kitâbü'l-İntişâr, s. 45).
Hayyât, insanların uymakla emredildi-ği peygamberlerin dinî konularda yanılmasının imkânsızlığını savunan {a.g.e., s. 71), Şia'nın "bedâ" ve "rec'at" görüşlerini reddeden [a.g.e., s. 93-97) ve müminlerin büyük günahları konusunda irca (bk. mür-CİE) telakkisini benimseyen Mu'tezilî Ebü'l-Hüseyin es-Sâlihî ile münazaralar yapmıştır (İbnü'l-Murtazâ, s. 72). İmametle ilgili olarak Bağdat ekolünün görüşü doğrultusunda, bütün iyi hasletleri kendisinde toplayan Hz. Ali'yi sahabenin en faziletlisi saymakla beraber Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra Ebû Bekir'in halife seçilmesini sahabenin bir tercihi olarak görmüş ve bu seçimde Ali'ye karşı beslenen kin duygusunun etkili olduğu yönündeki Şiî görüşünü reddetmiş, Hz. Ali'nin de bu sonuca itiraz etmemesini göz önüne alarak sahabenin bu ortak tavrını meşru saymıştır [a.g.e., s. 86; krş. Kitâbü'[-İnüşâr,s. 76). Zeydiyye'nin, imamette iyinin en iyiye tercih edilebileceği şeklindeki görüşüyle benzerlik gösteren bu yaklaşımı dışında Hayyât. özellikle Hz. Osman ve Ali zamanında ortaya çıkan hadiseler ve bu sırada sahabe arasında vuku bulan mücadeleler konusunda Mu'te-
zile âlimlerinin tevakkuf ettiğini, ancak Muâviye ve Amr b. Âs'ın hakem olayı sırasında takip ettikleri yöntemi hiçbir Mu'-tezilî'nin onaylamadığını kaydeder {Kitâbü'l-İntişâr, s. 73-74).
Ebü'l-Hüseyin el-Hayyât, ilmî şahsiyeti ve bazı görüşleri sebebiyle Mu'tezile'nin Bağdat ekolü içerisinde önemli bir yer edinmiş, burada Hayyâtıyye olarak adlandırılan bir grubun kurucusu kabul edilmiştir. Ma'dûm konusundaki farklı görüşlerinden dolayı bu gruba Ma'dûmiyye de denilmiştir (Bağdadî, s. 179-i 80).
Eserleri. 1. el-İntişâr*. Hayyât'ın günümüze kadar gelebilen tek eseridir. Kitap. Mu'tezile mezhebinin üstünlüğünü belirtmek ve bu mezhebe yöneltilen eleştirilere cevap vermek amacıyla Câhiz tarafından kaleme alınan Fazîletü'l-Muc-tezile adlı esere İbnü'r-Râvendî'nin yazdığı Fadîhatü'l-Mu'tezile isimli reddiyeye cevap mahiyetinde telif edilmiştir. Eser, bilinen tek nüshasına dayanılarak H. S. Nyberg tarafından neşredilmiş {Kahire 1344/1925), daha sonra Albert N. Nader kitabı Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır (Beyrut 1957). 2. Nakiu Kitabi'1-Cârûf. Mu'tezile'den ayrılıp Râfıza'ya meyleden Ebû Hafs Ömer b. Ziyâd el-Haddâd'a nisbet edilen ve birçok Mu'tezile âlimi tarafından eleştirilen (Kâdî Abdülcebbâr, Teşbîtü deia'iiVn-nü-büuue, 1,51) Kitûbü'I-Cârûf fi tekâ-fü.'i'1-edille adlı esere reddiyedir (İbnü'n-Nedîm, s. 216). Bizzat Hayyât el-İntişâf-da (s. 73). Ebû Hafs el-Haddâd'a cevap verdiğini kitap ismi zikretmeden bildirmektedir. 3. er-Red hîâ men eşbete ha-bere'l-vâhid. İbnü'n-Nedîm'den naklen İbn Hacer el-Askalânî tarafından müellife nisbet edilmektedir [Llsânü't-Mîzân, IV, 9). Hayyât'ın haber-i vahidi delil saymadığı yönündeki bilgiler de (Bağdadî, s. 180) böyle bir eserinin varlığını desteklemektedir. 4. el-İstidlâl bi'ş-şâhid 'ale'l-ğa'İb. Duyulur âleme bakarak duyu ötesi âlem hakkında hüküm verme şeklindeki kelâm yöntemiyle ilgili olan eser bazı kaynaklarda Hayyât'a isnat edilmektedir (Jbn Metteveyh, s. 167; Zehebî. XIV. 220). 5. Nakzu Kitâbi'l-cAks. Abbâd b. Süleyman es-Saymerî'ye nisbet edilen Kitâ-bü'J-VUs'a reddiyedir (Fück, XC |1936|, s. 302). 6. er-Red b/â Kitâbi'l-Burhân (a.g.e., ay). Buradaki Kitâbü'l-Burhân muhtemelen Organon'un II. Analitikler bölümüdür [EF, IV, 1162). 7. er-Red hlâ men köle bi'1-esbâb (Zehebî, XIV, 220).
Dostları ilə paylaş: |