PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR: Aysun Yüksel’e çok teşekkür ediyorum. Ben reklamların çok öyle takipçisi değilim ama söylediklerinden bir şey hatırladım; aslında kadınların reklamlarda otomobille birlikte görüldüğü durumlarda var, arabayı hatırlamıyorum ama bir kadıncağız duvardan atlayıp … düşüp, çekilince bütünüyle tek yasaklı bir reklam oldu bu. Çünkü şimdi anlıyorum ki tüm insan haklarına ve bireyin taşıttan önce geldiği kaygısı da var. Anladığım kadarıyla böyle değilmiş. Neden bir kadın otomobilden daha farklı bir yere konabilirmiş. Yasaklamış ama belki bunu bize Müjde Hanım dolaylı olarak anlatabilir, Müjde Hanım hem toplantıyı az önce tanık olduğumuz gelmeyenler, geç gelenler için toplantıyı düzenleyen kişi, kişilerden biri Müjde. Hem RTÜK Kurulu hem de UNESCO Türkiye … İletişim Komisyonu üyesi. Şimdi onun da pek çok şeyi var, şimdi anlatacak becerisini, buyurun efendim.
AV. MÜJDE AVCIOĞLU : Teşekkür ederim Hocam. Bende örnek vermekle başlayacağım. Çünkü bu Toyota reklamı hakikatten benim de çok ilgimi çekmişti. Yalnız bu iki yönden ilgimi çekti. Bütün araba reklamlarında erkekler kullanmışken, Toyota reklamında neden bir kadın vardı? Niçin bir genç kız vardı, genç bir erkek yoktu? Sonra içeriğine bir baktım aslında orada verilmek istenen mesaj toplumsal değer yargılarımızdan biraz uzak, bencillik, maddiyatçılık, yardımlaşmadan uzak bir takım değerleri gösteriyor gibi bir görüntü yarattığını görünce, bu tabi kadınlara yaraştırılması daha uygun olur. Erkek yapımcılardı, televizyon yapımcılarıydı diye düşündüm. RTÜK bunu yasaklamadı, Radyo Televizyon Üst Kurulu zaten sansür kurulu değildir biliyorsunuz. Sadece çocukların izleyeceği saatlerde yayınlanmaması için uyarıda bulundu. Şimdi burada tabi daha ziyade medya ve kadın olarak aldık. Niçin medya ve kadın doğal olarak soruldu hocamız tarafından. Hukukçular niye böyle bir panel düzenlediler? Aslında medya artık hepimizin bildiği gibi, birinci güç haline gelmiştir, dördüncü güç değil. Ve medyada kadın izleyici oranı her zaman erkek isleyici oranından çok daha fazladır. Bir nevi kadınlara yönelik olarak yapıldığı düşünülen programlarda, bunlar diziler olsun, filmler olsun, kadınlara yönelik programlar olsun veya ortak seyredilen şeyler, kadına biçilmiş bir rol var. Nuran Hanım’ında Aysun Hanım’ın da belirttiği gibi, nedir bu rol? Geleneksel bir roldür, iyi ev kadını, iyi anne, güzel, iyi eş diye gösterilir. Ve bu geleneksel rollerin dışına çıkarılmasına da imkan verilmek gerekmez. Verilmesi de istenilmez. Çünkü genel de ve biraz önce de değindiğim gibi televizyon şirketlerinin yönetim kurlu üyeleri, genel müdürleri, yani üst düzey yöneticilerin hepsi erkektir. Erkek bakış açısıyla o zaman programlar yapmaktadır. Televizyon medya sektöründe çalışan kadın oranına baktığınızda, belki fazla gibi gözüküyor ama nerelerde, sekreter olarak veya prodüktör yardımcısı olarak gibi daha alt düzeylerde yer alıyor. Bunları tabi doğal olarak ne yapıyorlar? Filmlerinde, dizilerinde bile yansıtıyorlar. Dikkat ediniz bir dizide çoğunlukla doktor erkektir. Kadın da hemşire rolündedir. Hasbelkader hemşire rolü vermeyip de eğer o dizide veya başka bir eserde doktor rolü vermişlerse bu taktirde mutlaka bir cümleyle “canım sen doktor olacağına, hemşire olsaydın daha iyi olurdu” gibi rol içinde bir cümle geçmektedir. Bundan da anlaşıldığı kadarıyla en önemli sorunumuz alsında burada yayıncılık sektöründe çalışan üst düzey kademelerin erkek olmasından kaynaklanmaktadır. Tabi bu zaman içinde belki bir parça daha kadın hareketleriyle biraz daha kadına karşı eşitlik sağlanmaya çalışılmıştır medyada ama burada da ne çıkmıştır o zaman. Daha değişik bir konum ortaya çıkmıştır. Nasıl? Kadına demişlerdir ki tamam, ürünlerde, medya ürünlerinde özgürsün ama nereye kadar, kendini özen alanında görevlendirilmiş görevlerini yaptığın sınıra kadar özgürsün. Yani sen gene iyi bir ev kadını olacaksın, iyi bir eş olacaksın, iyi bir anne olacaksın ancak bunları yaptıktan sonra geriye kalırsa özgür olacaksın. Tabi bu tip dizilerde bunu vermeye çalıştığı zaman, kadın da isyan ediyor havaya girdiği zaman ortaya bu sefer ne geliyor? Şiddet. Ekranlarda şiddeti görüyoruz. Fiziki şiddet, psikolojik şiddet. Her ikisini birden görüyoruz. Eskiden fiziki şiddeti görürdük, şimdi de psikolojik şiddet yanında gelmeye başladı. Dikkat ediniz Türk filmlerinde kadına bir tokat atılır, hiçbir şey yapılmasa mutlaka bir tokat atılır. Kadın mutlaka tecavüze uğrar, bütün Türk filmlerinde bu böyledir. Ben bazen oturup sayarım, kaç tane, saymak için Türk filmini izlerim. Yani kadının asıl gerçek rolünden sonrası özgür olarak kabul edilebilmektedir. Ve bunun için de özel çaba harcanmaktadır. Savaş filmlerine bakalım, haberlerine, burada bile kadın kullanılmaktadır. Burada kadın timsah gözyaşları dökülerek en mağdur olan kadınlar olarak gösterilmektedir. Ama başka bir şey söylenmemektedir, sadece budur. Öte yandan Irak’ ta Amerika Birleşik Devletleri’ nin bir kadın askeri esir alındı, günlerce haber yapılır. Bir erkek Türk mühendisi Afganistan’ da esir alınır, çok küçük bir haber olarak geçer. Çünkü burada önemli olan cinsiyet. O esir alınan askerin kadın olmasıdır. Savaşlar bile kadınlar üzerinden sömürülmektedir. Bakınız en çok dizilerden ve sitcomlardan büyük bir kısmının yapımcısı, isim veremeyeceğim, medyada cinsiyetçi yapının nasıl işlediğini yapılan bir röportajla oldukça açıkça göstermiştir. Yapım şirketi sahibinin kadını tanımlama biçimi, hem yapımcı hem yapım şirketinin sahibi, kadın zayıf, zarif, naif ve güzel, kadın kullanılmaya muhtaç, iyi davranılması gereken bir canlı, onlara cam fanus içinde çiçek gibi bakmak, zaman, zaman güneşe çevirmek, suyunu vermek gerekir. Bunu bir yapımcı söylüyor, televizyon yapımcısı ve meşhur bir yapımcı. Demektir ki aslında bu yapımcı kadının doğal, geleneksel kalıplarından dışarıya çıkmamasını isterken, diğer taraftan da bu kalıpları tüm dizilerinde tekrar, tekrar üreterek yaptığının toplumun genel yapısına uygun olduğunu savunuyor. Böylece standart bir kadın tipi kafalara yerleştiriyor. Sarışın ve aptal sanatçılara cinsel tacizi bir komiklik olarak gösteriyor ve meşrulaştırıyor. En çok reyting alan dizi yapımcısının medyadaki cinsiyetçi yapının nasıl kurulduğu ve meşrulaştırdığını görmek için önemli olan şu röportajın bir kısmını okuyacağım. Gazeteci soruyor; “En son Kumsaldaki İzler’ de yine Kadir İnanır ile çalıştınız, birlikte çalıştığınız bazı oyuncuları bazı konularda önceden uyarma ihtiyacı duydunuz mu hiç? “ Cevap; “Bekarlarsa erkek oyuncu arkadaşların çapkınlıklarına karışmam, zevk de duyarım. Aferin, yapın derim. Hele bir de gençlerse, ama kadın oyuncuya zaman, zaman dikkatli olun demişimdir.” Soru; “Yani siz ciddi,ciddi cins ayırımcılığı mı yapıyorsunuz?” Cevap; “Örnek olarak veriyorum, bu oyuncumuz sizi de köylü kızını oynuyor. Magazin dergilerinde de mini şortla dans ederken resimleri var, her tarafı açık. Şimdi burada bir imaj uçurumu yok mu?” Soru; “Namuslu aile babasını oynayan erkek oyuncu, her gece başka bir kadınla Laila da dans ediyorsa onu da ikaz ediyor musunuz?” Cevap: “O pek problem olmaz. Toplum böyle. Bizim firmanın prensipleri de kadın oyunculara daha fazla dikkat ettirilir. İşte bu Türkiye’nin önde gelen yapımcılarından birinin kafa yapısı ve bu kafa yapısıyla da çektiği dizilerin kadın rollerini çok açıkça biz görmekteyiz. Bu sitcomlarda genellikle yapılan tacizler, şiddetten dolayı ben Hocamın neden Medya ve hukukçular dediğinin cevabına gelmek istiyorum dönüp. Bu normalmiş gibi algılanmaya başladı toplumda. Çünkü toplumun değer yargıları genelde bu şekilde olduğu düşünüldüğünden o zaman o kadının hayatında da, gerçek hayatında da toplumsal, psikolojik ve fiziksel şiddet dağılımı var. Nitekim bakınız gelen şikayetlerde %87 kadına yapılan şiddet var. bunda medyanın hiç rolü yok mu? Tabi ki işte bu tip bir şeyde sahnede medyanın rolü olduğunu da çok rahatlıkla görüyoruz. Böyle yapımcılarla çekilen filmler neticesinde şiddetin daha çoğaldığını da görmek bence mümkündür gibi geliyor. Biz kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair bir sözleşmenin gölge raporunu hazırlayan bir grubun içindeydim ben de, hükümetin raporunun yanı sıra bir de gölge rapor hazırlandı. Bu gölge raporda CEDAW sözleşmesi de göz önüne alınarak CEDAW’ın 5. Maddesi, pardon 11. Maddesi medyayla ilintili olduğundan çalışmalarımıza medyayı da kattık ve atölye çalışmasında medyayı da ele aldık. Ve çıkan netice şu, medya ve kadın mevcut durum, kamu ve özel yayın kuruluşlarının karar mekanizmalarında kadınların yer almaması, erkek egemenliğinin vurgulandığı, kadının şiddet gördüğü, ihanete uğradığı, kumalığın özendirildiği, kadın kişiliğinin yok edilmeye çalışıldığı konuları işleyen dizilerin çoğunlukta olması, görüntülerde kadının imajının seks objesi olarak tanımlanması, cinsel meta olarak kullanılan kadının üretken değil, tüketici birey imajının verilmesi, geleneksel cinsiyet rollerinin pekiştirildiği programların yaygın olması. Medya kuruluşlarının karar mekanizmalarında erkek yöneticilerin hakimiyetinin söz konusu olması. Çoğu şiddet, çoğu kez toplumsal şiddete bağlı olarak ele alınmakta ve şiddetin benimsenmesi, pekiştirilmesi rolü medya tarafından üstlenilmektedir. Kaliteli kadın programlarına sponsor bulunmamakta, kaliteli yapımcılara maddi olanak sağlanamamaktadır diye raporlar yazıldı ve bu rapor New-York’da CEDAW İhtiyat protokolüne sunuldu. Çözüm rolleri derken neler çözüm rolleri olabilir diye bakıyoruz. Aslında radyo ve televizyonların kuruluş ve yayınları hakkında bir kanun var. Bu kanunun 4. maddesi var, 4. maddesi yayın ilkelerini sayar. O yayın ilkelerinin içinde de kadına, güçsüzlere, küçüklere karşı şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi ilkesi yer almaktadır. Ancak ne kadar, ne şekil uygulanabilecek tabi bu mümkün değil. %90 bu şekil yayın yapıldığı sürece hemen her yayın kuruluşuna da bizim … maddemiz olan 33. maddeyi uygulama olanağımız tabi mümkün değil. Ben bu arada ikinci tura RTÜK’den gelen alo 178 hattına gelen şikayet oranlarının neler olduğunu ikinci turda anlatmak istiyorum. Şimdilik bu kadar teşekkür ediyorum.
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Şimdi dilerseniz sizin katkılarınız ve sorularınıza sıra geldi. Eğer katkınız varsa lütfen onu alalım, sorunuz varsa sorularınızı yanıtlayalım. Soru sormak isteyen.
KATILIMCI : …(mikrofonsuz) Reklamlar gerçek hayatı ne kadar yansıtıyor benim hayatımı yansıtmıyor yani Amerikan kültüründe olduğu gibi son derece güzel evler, hayatlar gibi bir masalsı dünyalar çiziliyor ikincisi de İletişim fakültelerinde reklam senaryoları yazdırılırken nasıl bir konu veriyorsunuz? Kadın erkek eşitliği burada söz konusu oluyor mu? Senaryolarda size ne gibi reklam senaryoları sunuluyor ..... yani ekran bunları fark etmiyor mu?
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Bütün soruları almak istiyorum. ….
KATILIMCI : Ben Kadın Dayanışma Vakfı’ndan katılıyorum Birkaç sorum olacak birisi RTÜK de genelde yayını denetlerken şey yapıyor, müstehcenlik veya çocukların zarar görmesi üzerinden denetim yapıyor. Ama toplumsal cinsiyet ilkesinin çiğnenmesi üzerinden yapılamaz mı? Yani kadınların geleneksel rollerde gösterilmesi, erkeklerin de aynı şekilde. Kadınların cinsel nesne olarak gösterilmesi üzerinden bir denetim gerçekleştirilemez mi? Bir bunu sormak istiyorum. Gazetelerle ilgili bir şey sormak istiyorum. Son zamanlarda karşılaştığımız bir şey var burada gazetelerde taciz ve tecavüz haberleri verilirken bir kadının ismi yer alıyor zaman, zaman burada, adresine varıncaya kadar. İkincisi yaşadığı olay erotize diliyor. Yani oradan şey bir insanın bedeni üzerine istemediği bir şey yapılması üzerinden değil de, sanki bu bir erotik hikaye ve hani bu anlatılıyor biz. bununla ilgili olarak bir şey yapılabilir mi? Yani üçüncü kişilerin bununla ilgili bir şey yapması mümkün olabilir mi? bir onu sormak istiyorum. Bir de şey, Korkmaz beye bir şey soracaktım. İletişim Fakültesi öğrencilerine toplumsal cinsiyet dersi veriyor musunuz, bunun yolları nedir? Çünkü bazen bir şeyler gündeme geliyor … gazeteyle röportaj yapıyorsunuz, sizin haberinizi veriyor, sizin haberiniz birinci sayfada yer alırken, üçüncü sayfada bir mesela namus cinayetiyle ilgili bir demeç veriyorsunuz, bu demeç yer alıyor. Sonra da üçüncü sayfa da namus cinayetiyle ilgili haberi görüyorsunuz. Haber de şey var, işte öfkeden çılgına döndü, karısını öldürdü falan gibi. Yani şey gibi, bu bir cinayet, bu bir suç. Çünkü haberlerde de zaten yorumsuz verilmiyor. Orada verilen yorum insanlara şunu düşündürtüyor. Adamın öfkelenmeye hakkı var, adam öfkeden çılgına dönüyor ve bunu yapıyor. Sanki doğal bir süreçmiş gibi. Yani eğer onu içselleştiremiyorsa yazan muhabir ya da editör, şey çok önemli değil. Hani haber olarak sizin gazetede yer almanız çok önemli değil. Çünkü habere ilişkin aslında bizim açımızdan hatalı yapımlar var.
KATILIMCI: Benim burada söyleyeceklerim aslında soru olarak belki ifade edilmeyecek ama daha çok katkı olarak değerlendirilebilir. Amerika’da yapılmış olan ...... gazete özellikle reklamlar konusunda açısından önemli olduğu ... şimdi süper marketlerde alış veriş edenlerin yüzde oranına bakılmış ve bunların büyük çoğunluğunun kadınlar olduğu saptanmış. Onun için reklam firmaları reklamlarını yaparken daha çok kadına yönelik, kadın rollerinin yer aldığı reklamlara yer vermeye başlamışlar. Çünkü Amerikan ekonomisinin yönlendirilmesinde kadınların önemli rol oynadığı ifade edilmişti. Çok önemli bir açıklama bu yalnız. Belki bir çok araştırmanın sonucu da olabilir bu araştırma. Öte yandan medyada kadının yer alması konusuna gelince yine yapılmış araştırmalar ve çok yerlere gittiğimiz zaman kadınların medyada hiç yer almadığı, alsa bile çok alt düzeylerde görev aldığı konusu üzerinde basın ve yayın alanında çalışanların dikkatini çekmiş. Ve ondan sonra kadının gerçekten yaratıcı gücü, dahası kadınların çiftliklerde yaşarken bile çok önemli edebi eserle ortaya koydukları dikkati çekmiş ve ondan sonra kadınların medyada görev alması konusunda yayıncılar,basın alanında çalışanlar ve yayın alanında çalışanlar daha fazla yer alması konusunda hem fikir olmuşlar. Ondan sonra kadınların yavaş, yavaş yapımcı rollerinde ve yazar rollerinde, programcı rollerinde görmeye başlamışlar. Fakat hiçbir zaman toplumda yer aldığı kadar medyada yer almamış özellikle üst düzey görevlerde. Yine Türkiye’ de ki filmlere baktığınız zaman başından bugüne kadar hep hanımların ikinci düzeydeki rollerde görev aldığını da görüyoruz. Ama son zamanlarda daha çok başrolleri verilmeye başladı ama bunların yanında sınırlı olduğunu görüyoruz. Ben bu kadar katkı yapacağım. Teşekkür ediyorum.
KATILIMCI : Ben Müjde hanıma sormak istiyorum. Konuşmasında bunun bir bölümüyle, ne kadar ilgili bilmiyorum ama. Irak’ ta esir alınan Amerikan askeri, işte medyada çok haber yapıldığını ama, Türk mühendisinin medyada yer almadığını söyledi. Buna ilişkin olarak sormak istiyorum. Belki çok alakalı olmayabilir ama. Peki o zaman Radyo Televizyon Üst Kurulu Irak’ ta öldürülen kamyon şoförlerinin haber yapılmasını neden engellemiyor?
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR :Başka efendim?
KATILIMCI: Şimdi ben, biraz önce Müjde hanım da söyledi, .... baktığımızda büyük oranını kadınlar oluşturuyor. Ve bu kadınların büyük bir bölümü de çok eğitimli kadınlar değiller. Televizyonda kanallarında verilen kadın tiplemesini, anlatılan kadın tiplemesini kendileriyle çok özdeşleştiriyor kadınlar. Bizim Kadın Danışma Merkezimize gelen kadınlarda ben şunu görüyorum. Televizyonda onlara verilen bir kadın imajı var ve kendilerini o imaja ne kadar yakın, ne kadar uzak, buna göre bir değerlendirmeye alıyorlar. Hiç unutmuyorum bir kere merkezimize gelen bir kadın vardı, eşinden şiddet görüyordu ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun’ u uygulamıştık, bir gün geldi şöyle dedi; “avukat hanım ben vazgeçtim bunu yapmaktan.” Neden dedim, “e benim durumumda da bir şey yok ki, geçen televizyonda Güllü çıkmıştı, kocası onu da dövmüştü, koskoca şarkıcı kocası onu da dövüyor, e bende dayak yemiştim bende affettim kocamı” dedi. Şimdi birde şu var gelen kadınlar genellikle şiddete uğramıştır, nafaka istemiştir, alamamıştır. Şöyleydi, eskiden Reha Muhtar vardı şimdi Serap Ezgü’ler var. Ben “Kadının Sesi” programına çıkacağım, kendimi orada anlatacağım en son çare o. Medyada görünmek ve medya kendisine yardım edecek. Böyle olmuyor, medya bu kadınları kullanıyor ama hiçbir yardımda bulunmuyor. Medyaya Türkiye’ de çok büyük görev düşüyor, bizim kadınımız, kadın değil erkeğimiz de öyle okumuyor. Eğitme amaçlı yayınlar çok, çok önemli ve televizyonlarda maalesef bunlar yok. medyadaki kişiler unutmasınlar, kadınlar kendilerini televizyondaki kadınla kendini özdeşleştiriyorlar. Ya mankenle ya da orada ezilen kadınla. Bu ikisinin ortası bulunmalı diyorum, teşekkür ediyorum.
KATILIMCI: Hepinize iyi günler diliyorum. Ben, Avukat Yasemin Hanıma bir hafta önce gitmiştim. Bir ay önce de birkaç kere meselem olmuştu ve gitmiştim, çok heyecanlandım. Yasemin hanımla aynı konuyu paylaşmak istiyorum. Ben de Gazi Üniversitesi Mezunu emekli bir öğretmenim. Panelinize kadın sorunları var diye, merak içerisinde, heyecanla geldim. Ama biraz özür dilerim, Medya ve Kadın olduğu için sürekli medyanın konuşulacağını düşünememiştim. Çünkü ben de çok şiddet yaşayan bir kadınım. Ve hâla ne yapacağımı bilemiyorum, başa çıkamıyorum ki ben eğitimli olduğum halde. Eğitimsiz kadın ne durumda yani bilemiyorum. Sadece bunu söylemek istedim. Teşekkür ederim.
KATILIMCI: Bir önceki arkadaşımız, medyadaki durumu tespit ettiniz. Çok sağ olun. Aslında hepimizde bilimsel olmasa bile, farklı şekilde bu uyaranların ucundayız. Ama ne öneririz noktasında baktığımızda iletişim fakültelerinde toplumsal cinsiyetle eğitimi belki bir yolu olarak önerildi bir arkadaş tarafından ama, diğer bir arkadaşımızın söylediği şey çok daha önemli bence. Karar mekanizmalarında, medyanın karar mekanizmalarında kadının olmaması, özellikle kadın bakış açısı olan, toplumsal cinsiyet bakış açısı olan kadınların olmaması, aslında dönüşümü yavaşlatan bir şey. Belki bunu kıracak bir şeyler olanı değiştirir diye görüyorum. Nuran arkadaşımızın yaptığı programlarla ilgili belki bir gözlem, her ikisi de çok takdir aldı. Bildiğim kadarıyla da Nuran, kadın çalışmalarından gelen Türkiye’deki tek kadın belki medyada çalışan. Ama Türkiye'de kadın çalışmaları diye bölümler var üniversiteleri. Buradan çıkan insanlar mastırlar yapan insanlar, değişik farklı lisanslardan gelme insanlar kendi alanlarına dönüp, kadın bakış açısını yerleştirmeye çalışıyorlar. Medyada böyle insanların varlığı, karar mekanizmalarındaki varlığı şu sorunları çok daha sanıyorum. Benim sorum yok, bir katkı olsun anlamında söyledim.
KATILIMCI: Ben Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden geliyorum. Şimdi aslına bakarsanız kitle iletişim araçları meselesi yapısı gereği sistemin kendini yeniden üretmesi gibi bir anlamla karşı karşıya. Ve yaman bir paradoksta kitle iletişim araçlarının karşısında duruyor. Yani bir taraftan egemen varolanı sürdürmek bir taraftan topluma yenilikler sunmak gibi. Bu anlamda baktığınızda kitle iletişim araçlarının toplumda gördüğü bu işlevi kadın sorunu açısından ayrıca değerlendirdiğimizde ortaya enteresan bir tablo çıkıyor ama. ama asıl sorun, bilmiyorum ben bunu bir tür soru olarak desenlemeye çalışacağım, becerebilirsem. Asıl sorun bizzat kadınların bu egemen ideolojiyi yeniden üretme konusunda inanılmaz bir gayret içerisinde olma meselesi. Yani böyle bir yapılanma fevkalade rahatlatıcı bir şey çünkü burada son derece azınlıktayız, bunu itiraf etmekten kaçınıyoruz falan ama, yani bu erkek egemen toplumun uzantıları bizim için fevkalade rahatlatıcı olabilir. Ancak bizzat kadınların böylesi bir şeyi üretmeleri, örnek anneannem, annem evden gelin olup çıkarken şunu söylüyor, “beyaz gelinliğinle çıkıyorsun ama, beyaz kefenle dönersin ancak”. Yani kocana biat edeceksin, ne yaparsa yapsın sen ona uymak zorundasın. Anneannemi çok iyi hatırlıyorum, aynı zamanda işte kendi kocasının ona yaptığı baskılardan fevkalade söz eden, bunun haksız bir tavır olduğunu söyleyen bir kadın. Bunu bir sürü örneklerini şu anda çevremde çalışan arkadaşlarımda da görüyorum. Yani bu yaman paradoksun bir tarafta da denetim araçlarının sürekli giydirdiği birtakım değerler bir tarafta da kadınların sürekli ürettiği bu tür bir sistem meselesi, acaba ne yolla, -eğitim şart sloganı dışında- çözülebilir? çok merak ediyorum. Ve bir de gendır eğitimi dedi hanımefendi, okul, iletişim fakültesinde olduğumu için, bizim fakültemizde sanıyorum uzun bir süredir mastır ve lisans düzeyinde gendır dersi veriliyor. Bilmiyorum Gazi de durum nedir? Teşekkür ederim.
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR: Galiba sorular bu kadar, katkı da. Şimdi ben aşağı yukarı beş dakikayı aşmamak üzere konuşmacılara yine söz vereceğim. Fakat size yeteri kadar ayrılan oldu, artık açıklayabilirim. Baro toplantıdan sonra bir kokteyle davet ediyor sizleri. Ama şundan emin değilim, muhtemelen hanımlara gazoz, erkeklere şarap verecekler. Şimdi şaka bir tarafa gerçekten de konunun ne kadar karmaşık olduğunun farkındayız. Yani işin çok karmaşık bir toplumsal bileşke ilişkisi var. öbür taraftan bir sektörün kendi işleyişine ilişkin bir takım sorunları var. ama aslında bütün bunlar sadece bizde olan biten şeyler değil. aşağı yukarı bütün gelişmiş ülkelerin tamamında da aynı sorunlar var. Aynı şekilde, benzer şekilde yaşanıyor. Fakat bizdeki tuhaf tarafı bizi çok fazla meşgul ediyor. Yani bizim ana sorunumuz haline geliyor ve çözümsüzlüğü de biraz o yüzden mutsuz ediyor. Nereden başlayayım diye düşünürken, sondan başlayayım. Çünkü bu sefer Müjde Hanımla başlayalım.
AV. MÜJDE AVCIOĞLU : Şimdi müstehcenlik ile ilgili bir soru vardı herhalde yanılmıyorsam. Toplumsal cinsiyetten dolayı müeyyide uygulanıp, uygulanmayacağı yönünde. Tabi biz toplumsal cinsiyetten dolayı bir müeyyide uygulamamız olanaksız. Kanunumuzun maddeleri belirli. Kanunumuzun 4. maddesi d. bendinde; insanların din, renk, ırk, cinsiyet vb. nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması ilkesini koymuştuk ve biraz önce vurguladığım gibi u bendinde de kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi ilkesi getirmiştir. Bu iki ilkeye dayanaraktan tabi ki uygulamalarımız mevcuttur. Yayınlarımızda zaten bu ilkeye bağlı olarak ilgili raporlar yazılıyor ve sunulmaktadır müstehcenlikten de … kuruluşları korunmaktadır zaten bizim şeyimiz, demin onu unutmuşuz meğerse, ben de şimdi söyleyeyim fırsat bilip alo 178 telefon hattına gelen şikayetlerin oranlarına bakarsak ilgili daire başkanı arkadaşımız da burada, kendisine teşekkür ederim, kendisi hazırlayıp bana bugün ilettiler. Müstehcenlik hemen hemen kadına yönelik özel ürünlerdeki şikayetler sarı olarak gösterilendir. Müstehcenlik yeşil olarak gösterilendir, cinsel olarak gösterilen, bunlar şikayetler. Maalesef şu koyu renkli olarak gösterilen de kadın haklarına aykırılık şikayetleridir. Evet müstehcenlik her zaman için çok daha fazla ağır basmaktadır. Şiddette de öyle psikolojik şiddetin rengi sarıyla gözükendir. Bakınız şikayet oranı olarak %13, sarıyla gösterilmiş. Mavi ,koyu olan, %52 toplumsal değerlere aykırılık özellikle de gençlere yönelik yayınlar için kullanılmıştır. Ben ikinci soruya geçmek istiyorum, onu yalnız Fikret beye bırakacağım çünkü yazılı medyayla ilgili bir sorudur. Sayın İlkiz benden çok daha iyi açıklamada bulunabilir bu konuda. Haber yapılmasının engellenmesi, Irak’ ta öldürülen kamyon şoförlerinin neden haber olarak verilmesi engellenmiyor diye soruldu. Ben böyle bir şey bilmiyorum, böyle bir engelleme de olmadı. Belki de yanlış aksetme oldu bilmem. Ama böyle bir haberin engellendiği RTÜK tarafından olmadı. Herhalde bana yeni bir soru yok yönelten.
PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Aysun Hanım lütfen,
YRD. DOÇ. DR. AYSUN YÜKSEL: Bana şu soruldu, eğer yanlış anladıysam lütfen düzeltin beni. Masalsı dünyalar yaratılıyor, benim yaşantımda çocukların, kız çocuklarının babaları ile ilişkiyi de gerçekten doğruyu, gerçek hayatı mı yansıtıyor diye soruyorsanız, öncelikle şunu söyleyeyim, şöyle bir örnekten yola çıkalım televizyona özellikle bakıldığında çok fazla böyle güç sahibi olduğuna dair kanı var oysa örneğin çocukların şiddet uygulaması ile ilişkilendirilerek yapılan araştırmalarda eğer evde şiddet varsa çocuğun televizyondaki şiddetten daha fazla etkilendiği kendi yaşantısına kattığına dair bir takım sonuçlar var. bu demek oluyor ki iletişim araçları tek başına belirleyici değil. yani içinde bulunduğu ortamda son derece önemli. Eğer çocuk içinde yetiştiği ortamda eşitlikçi bir yapıyı gözlemleyebiliyorsa, medyada karşılaştığı bulmacalar olsun, reklamlar olsun başka şeyler olsun, karşılaştığı cinsel rollerde ona göre etkilenecektir. Yani olduğu gibi, bir sünger gibi çekmesi söz konusu değil, onu algılamayı hazırlayan öncüller var. yani sizin kendi yaşantınız var. bu bir bakış açısı. Bir de şu açıdan bakacak olursak, yine çocuklar üzerinde yapılan bir çalışma var. kız çocuklarıyla erkek çocuklarının kendilerine yönelik hazırlanmış öykülerde kahramanlarla kendilerini ne kadar özdeşleştirdikleri sorgulanıyor ve bakılıyor ki çocuklar için hazırlanmış bu kitapların asıl kahramanları çoğu erkek çocukları ve kız çocukları özdeşleşmekte güçlük çekiyorlar, çünkü temsiliyetleri yok. şimdi demek ki temsiliyet meselesi de önemli. Reklamlara bakacak olursak eğer, temsiliyeti var mı, yani kadını biz görüyor muyuz? Evet görüyoruz. Peki ne yaparken görüyoruz? Anlatmaya çalıştığım çoğunlukla kadının ya cinsel obje olarak konumlandırıldığı, ya itici iş kadınları olarak konumlandırıldığı ya da evde iş gören olarak konumlandırıldığı. Bu açıdan baktığınızda temsiliyeti var ama ne biçimde temsil ediliyor, bunu sorgulamamız gerektiğini söylüyorum. Reklamlar kısa yollar, kestirme yollar, yani çok kısa sürede bir çok şeyi anlatmak zorundalar. Dolayısıyla da bu cinsel rollere daha fazla başvuruyorlar. Bunun ayırtında olmamız gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım. E tabi ki reklamda ürünün yüceltilmesi gerekiyor. İşte bu ürünü aldığınızda size ya statü sağlayacak ya işinizi kolaylaştıracak, yaşantınıza yeni bir boyut katacak. Dolayısıyla bir ütopya sunuluyor çoğu zaman reklamlarda. Yani çok nadirdir, çirkin diye tanımlayacağımız insanları göremeyiz, çocuklara içimiz akmadan bakamayız reklamlarda. Yani bütün çocuklar mı bu kadar güzeldir, bu kadar sevimlidir. Bütün insanlar bu kadar ideal ölçüler içerisinde midir? Tabi ki masalsı bir hava var, tabi ki bir ütopya, belki hiç birimizin ulaşamayacağı bir ideal gösteriliyor. Ev kadınları resmedilirken, tanımlanırken, biçimlendirilirken yani kaçınız çevrenizde gördüğünüz ev kadınları gibi ev kadınlarıyla karşılaşıyorsunuz? Dolayısıyla bu çok idealleştirilmiş şeylerin arkasında bile, bize neyin anlatılmaya çalışıldığını, neyin yeniden üretildiğini sorgulamamız gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Okulumuzdaki reklamcılık bölümüyle ilgili eğitimi soruyorsanız eğer Sinema, Televizyon Bölüm hocasıyım, dolayısıyla bu konuda deyim yerindeyse ahkam kesmek istemiyorum. Ama fakültemizde her bölüme açık olarak toplumsal cinsiyet dersi verilmektedir, lisans ve yüksek lisans düzeyinde. Oradan faydalanan öğrencilerin umuyor ve diliyorum ki daha farklı bir bakış açıları vardır. süreç içerisinde bu tahmin ediyorum ki giderek artacaktır, bu konuda biraz direnç göstermek gerektiğini, çabuk yılmamak gerektiğini düşünüyorum. Ve biraz sabırlı olmak lazım, zaman içerisinde bu iş hallolacaktır diye düşünüyorum açıkçası. Sacide Hocama çok teşekkür ediyorum katkısından dolayı, evet amerikan ekonomisi kadınlar üzerinde duruyor, haklı ve doğru bir tespittir. Ama kadınlar tüketici oldukları için Amerikan ekonomisi bunlardan etkileniyor, onlar ürettikleri için değil. yani satın alan, tüketen, Altınbaşın reklamından çok da uzak bir şey değil. kadınlar para harcayacaklar, ekonomi öyle ayakta duracak. Kendimizi bir şey satın alarak var etmemizin ne kadar doğru olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Son bir şey, yaşadığınız şiddeti bizimle paylaşmanız çok manidar bir şeydir. Yani şiddeti yaşayıp bunun üstünü örten, görmezden gelen, görmemeye çalışan çok fazla insan vardır. Bunu dillendiriyor olmak aslında bu yolda çok önemli bir adımdır. Bu nedenle çok teşekkür ediyorum.
NURAN BAYER: Ben öncelikle arkadan gelen bir soruyu birazcık cevaplamak istiyorum, kadınlar egemen rollerin üretilmesinde daha gayretli oluyorlar dendi. Doğru haklılar, çünkü bilinen toplumsal cinsiyet, toplum tarafından öğretilen cinsiyettir. Yani doğduğumuz zaman değil, daha sonra öğrendiğimiz. Bunu sadece aileden öğrenmiyoruz. Toplumdan da, kültürler de bize öğretiyor. Diyebilirsiniz ki toplumsal cinsiyetin farklı kültürlerde farklı tanımları var. Örnek vereyim size mesela Trobian Adalarına giderseniz orada çocuk yetiştirmek erkeklerin görevidir. İran kültüründe duygusuz erkeğe yer yoktur, güvenilmez, duygulu erkeğe güvenilir. Şimdi bu sadece gördüğünüz gibi annenin, anneannenin öğrettiği şeyler değil, kültürlerinde öğrettiği şeyler. Sizin anneanneniz de daha önceki kültürlerden aldı. Çözümü kültürden bazında bakıp, gelenekler bazında bakıp yok etmek yoksa sadece ev içine hapsedersek toplumsal cinsiyetin öğrenilmesini değil. Biraz önce reklamlarda gördük kızın eteğinin kalkışına bakan erkek şimdi burada cinsellik var mı, yok mu? Korkunç bir cinsellik var, ciddi bir cinsellik var. RTÜK bunu yasklıyor mu? Hayır. Ama bazı filmlere cinsel ilişki bulunan filmlere yani insanların çok doğal, erotik bile olmayan filmlere işaretler koyarak tehlikeli olduğunu söylüyor. Orada bir şey öğretiliyor aslında erkek çocuklara, sizin hakkınız, buna bakarsanız tecavüzde edersiniz ilerde. Eğer kadının eteği kalkıyorsa ona tecavüz etme hakkınız doğar. Şöyle bir şey, nasıl baktığınız önemli benim size baştan beri söylemek istediğim o. Bir şey yapmak istiyorsanız, her yerde her şeyi yapabilirsiniz. Yani bugün şu yasa aslında kısıtlamıyor. Bugün imza attığımız CEDAW var, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi. Bu sözleşmeye göre bu reklamların, bu yayınların hepsi durdurulabilir. Bu bir özgürlük değil, bu bir demokrasi de değil. Bu bir çok seslilik de değil sadece kavramlar yozlaştırılıyor ve bize kavramlar yozlaştırılarak kuru bir özgürlük, medyanın özgürlüğü.. Böyle bir özgürlük yok aslında. Bu çünkü benim özgürlüğümü kısıtlıyor. Benim kız çocuğumun ya da erkek çocuğumun. Şimdi böyle bakarsak olaya çözüme ulaşabiliriz. Yoksa o yasayla bu yasayla değil. belediyelere baktığınızda da görürsünüz sığınma evi konusunda. İki alternatifi vardır belediyenin. Elinde parası vardır ya yol yapar, ya sığınma evi açar. Ama belediyeler yol yapar. Bu bir seçimdir. Onun için aslında Türkiye'de bunların hepsini engelleyebileceğiniz yasalar var, uygulayabileceğiniz alanlar var. ama istenmiyor. Önemli olan istenmesi. İstenmesi içinde belki kadınlar, zaten her şey için gayret ediyorlar. O kadar yoruldular, yani gazetede çıkan şu haber için, orada yayınlanan bir kelime için her şey için mücadele vermek zorunda kadınlar. Artık yoruldular. Yani erkeklerin, burada olan erkekler de çok hoş, bu kadar erkeğin olması bile bir mucize. Çoğu zaman bu tür toplantılara erkekler gitmezler. Hiç unutmuyorum, sizin toplantılarda belki Avrupa Birliği’nde bir takım espri konusu oluyor ama bizim, Avrupa Birliği konusunda denetlemeye gelen üst düzey bir erkek yönetici, bir kadın toplantısında çıktığında bana şunu dedi, “siz” dedi “eğer bu toplantılara üç tane erkek gelmiyorsa Avrupa’yı zor görürsünüz” dedi. yani oradan başlıyor, erkeklerden başlıyor aslında bütün çözümler. Çünkü o egemen ideoloji. Kadınlar medyada çok fazla. Evet, aslında bizde TRT’de bakın kadın prodüktör neredeyse erkek prodüktörden çoktur ama karar mekanizmalarına yok kadınlar. Karar mekanizmalarına olduğu zaman da kadınların kadın bakış açısıyla karar aldığını da sanmayın. Böyle bir şey de yok. çünkü yıllardır olagelmiş bir formatlama var kadınlar için. Siyasette de bunu gördük. Yani iktidarın cinsiyeti diye bir şey var. Aynen medyada da cinsiyeti var. Çünkü iktidarın cinsiyeti erkek ve oraya giren kadın eğer erkekleşemezse, en azından transseksüel olamazsa varolamıyor. Bunda da aynı şey. Varolabilmesi için o düzeneği sürdürmek zorunda. O kadını suçlayamayız. Yani çünkü öyle olmazsa o meslekte varolamayacaktır. Aynen kadın işi erkek işi gibi medyada yaptığınız programların da bir değeri var. Kadın konuları ile uğraşıyorsanız, sizin programlar değerli değildir. Siz arkeolojiyle ilgili bir belgesel yapmanız çok daha değerlidir bir kadın belgeseli yapmanızdan. O sizden daha iyi saatlerde yayınlanır. Bunların hepsi böyle üst üste biniyor. Yani bunlar orada kadınların daha çok, daha az olmasıyla falan ilintili değil. sadece biz CEDAW’ı uygulasak Türkiye'de sadece şunu uygulasak bunların çoğu zaten çözümlenir. Ama önemli olan bunları uygulamayı istiyor olan bir iktidara sahip olmamız. Teşekkür ederim.
AV. FİKRET İLKİZ : Ben tabi önce şu kafamda kalanı bir söylemek istiyorum. Şu Türk filmleri meselesi, ben orada kaldım çünkü. Niye kaldığımı da söyleyeyim. Yani benim meslektaşım filmlerde tokat atılan kadını bekliyor. Ben izliyorum tabi o daha hassas olduğu için. 1960 yıllardan sonra Türkiye’ de 1970’lerde şöyle bir akım gelişti, bunlardan birisi özellikle ortaya çıkan filmler, toplumsal kesitli filmler bir diğer ise seks filmleri. Ve bu da toplumda akıl almaz bir ölçüde, yaygın bir şekilde baskın hale geldi. Ama aynı dönemde Türkiye'de 1970’li yıllarda farklı filmler yapıldı ki bu farklı filmleri hatırlatmak için söylüyorum, bunların tümünde de kadın bakış açısının Türkiye'de ne kadar önemli olduğunu gösteren filmlerdir. Toplumsal içerikli filmlerde de kadına bakış açısı ciddi bir biçimde gerçekleştiriliyordu. Lütfü Akat’ın Gelin, Düğün, Diyet, Ömer Kavur’ un Yatık Emine’ si, Yılmaz Güney’ in Arkadaş filmi, Süreyya Duru’nun Bedrana’sı, Kara Çarşaflı Gelin’i, Türkan Şoray’ın Dönüş filmi, Atıf Yılmaz’ın Selvi Boylum Al Yazmalım filmi, Ali Özgentürk’ün Hazal’ı, Zeki Ökten’ in Sürü filmi doğrudan doğruya kadına gerçekçi bakış açılarıyla çekilmiş ve Türkiye'de de önemli bir yer almış olan filmlerdir. Bakın bunun devamı vardır. Atıf yılmaz 80-89 yılları arasında 17 film çekmiştir, 13’ü doğrudan kadınlarla ilgilidir yani kadın filmidir. Bir: Delikan, 2:Mine, 3:Bir Yudum Sevgi, Kadının Adı yok, Dul Bir Kadın, Ölü Bir Deniz Atıf Yılmaz’ın kadın üzerine çektiği şaheserlerdir bana göre. Ömer Kavur’un Ah Güzel İstanbul 1980 yılında çekilmiş olan önemli bir filmdir. Türkan Şoray’ın Yılanı Öldürseler, Şerif Gören’ in Derman, Erdem Kral’ın Ayna, Yavuz Turgul’ un Fahriye Abla, bilge Olgaç’ ın Kaşık Düşmanı, Sinan Çetin’ in 14 Numarası, Halit Refiğ’ in ...., Süreyya Duru’nun Fatmagül’ün Suçun Ne, Yusuf Kurçenli’ nin Gramofon Avrat ve Şahin ........... Afife Jale gibi filmleri en önemli filmlerdir. O nedenle ben biraz sinema filmleri ile ilgili olmak üzere tabi ki izlediğimiz filmlerde tokat atılan kadınların olduğu filmleri de görüyoruz. Ama bu filmlerin Türkiye olgusunda ve Türkiye gerçeğinde bu filmlerle beraber çok önemli yer aldığını görmüşüzdür. Bunları niye söyledim? Biraz önce Türk filmlerden de bahsedildi, reklamlardan da bahsedildi, reklam çözümlerine baktığımız zaman da kadınla ilgili reklamlarda olsun örneğin, diğer reklamlarda olsun olgular anlatılır. Sayın meslektaşım da gerçekten verileri değerlendirdi. Alo RTÜK hattına gelen 2003 yılında toplam telefonların kayıtları, şikayet 46.149 şikayet var. bunun %98’i radyo ve televizyon yayınlarının içeriğine ilişkin hususta, %2’si ise teknik konularda. Ve net bir tablo ortaya çıkmış. Kadının cinsel obje olarak kullanılmasına ilişkin şikayetler birinci sırada, yani %45. Biraz önce gösterildi. İkinci sırada kadınlar tarafından kullanılan hijyenik ürünleri içeren reklamlar, o da %36. Kadın haklarına aykırılık yönünden gelen şikayetler ise veri olarak %19 civarında. Şimdi bunlara böyle baktığınız zaman, bu şikayetlerin alo RTÜK hattından geldiğini dikkate alırsanız, dönüp 3984 sayılı yani kamu oyunun RTÜK diye bildiği kanuna bakmak lazım. Şimdi bu kanuna bakıldığı zaman neredeyse bu kanun madde, madde gidiyor. Bir taraftan Anayasa Mahkemesi gönderiyor, bir taraftan yeni kanunlar yapılarak bazı maddeler ortadan kaldırılıyor. Bu yasada yayın ilkeleri var, 4. Maddede. Şimdi 4. Maddedeki yayın ilkelerine baktığınız zaman alfabedeki z harfine kadar gidiyor. Yayın ilkeleri, hangi ilke olursa olsun yasayla belirlenmesi kadar tehlikeli bir olgu yoktur. Hükümetler gelir, önerilerini sunar, isterlerse bu yayın ilkelerini değiştirirler. Ama asıl olan evrensel ilkelerin yaşama geçmesi konusunda son konuşmacı olan hanım arkadaşımın söylediği gibi bazı uluslar arası sözleşmelerin yaşama geçirilmesini görev edinmektir. Neden? Bakın RTÜK’ teki yayın ilkelerinin özellikle u beni; kadınlara, küçüklere ve güçsüzlere şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi, bu bir yayın ilkesi. Bunun hemen üzerinde yani u bendinden önce s bendi; program hizmetlerinin bütün unsurları çok net, bütün unsurları insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması. Bu iki ilke de zaten böyledir. Bunun için ne yasaya, ne yayın ilkesine bakmak gerekir. Ama önemli olan siz, yapamadığınızı eğer bu anlamda şikayet konusu yaparsanız veya yaparsak o zaman da birilerine RTÜK dersiniz, onlarda bir izleme, değerlendirme dairesi oluştururlar, tüm bunların hepsini eleştiri için söylemiyorum, olanı söylüyorum, gerekirse de en sert biçimde de eleştiririm. O zaman bu bakış yani şu anda konuştuğumuz bakış açısına göre bu maddeler değerlendirilir. Bu bakış açısına göre maddelerle ilgili olmak üzere kitle iletişim araçları üzerinde gerekirse ifade özgürlüğüne aykırı sınırlandırmalar yaratırsınız. Dolayısıyla bazen bu anlamdaki bir takım yasal olgulara bakarak yol almamız veya bu yasal önlemlerin yaşama geçirilmesi konusunda ödev almamız gerekir. Bunu niye söylüyorum, bir yıl önce 2004’te kamu oyuna yasa yapıcıları, hükümet görevlileri dediler ki kadına verilen önem nedeniyle Anayasa’ da değişiklik yapıyoruz. Hatta ve hatta eşitlik anlamında yapıyoruz dediler. Bakın o da 07.05.2004 tarihinde Anayasa’nın 10. Maddesine hüküm olarak girdi. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Zaten öyledir. Peki Anayasa’ya yazdınız, devamındaki cümle şu, devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür devlet bu eşitliği toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanan ve Ankara Barosu Sayın Başkanının ifade ettiği biçimde yaşama geçirmiştir. Bunun yanlış olduğu söylenmiştir. Niçin bu kadar tepki gösterilmemiştir. Tepki göstermeme konusunda ileri sürdükleri gerekçe ise zaten onu gerçekleştiren kadınlar olduğu için daha az dövmeleri gerekir denmiştir. Bir başka cevap, hukukçu bir bakandan gelmiştir. Avrupa Birliği’ de küresellik karşıtı insanlara yapılanları görmüyor musunuz? Yani o evladır, o halde bu yapılması gerekir. Şimdi bu çerçevede ortaya çıkan ve parlamentoda üretilmiş olan bu Anayasa’ya baktığınız zaman o zaman daha evrensel bir konudan söz etmek gerekir. Yanı başımızda savaş var. bakın bu savaşta anneler var, bu savaşta kadınlar var. Gerçekten, yani yorgun olduklarını söylüyorlar ama yaşam yorulmaya izin vermiyor. Anne Rosfer Türkiye’ye 19 Şubat’ta geldiği zaman bu Amerika’daki Asker Aileleri Konuşuyor Örgütünün başındaki bir kadın, doktor. Yani 25 yıldan beri de sosyal adalet için dünya üzerinde iş yapıyor ve toplum sağlığı eğitiminde akademisyen birisi. Oğlu işte Musul’a gitmiş, Irak’ta savaşıyor. Asker Aileleri Konuşuyor Örgütünün başında bulunan bu kadınla bir söyleşi yapılıyor. Kadına diyorlar ki “Yani siz bütün bu işlemleri yapıyorsunuz, toplantılar düzenliyorsunuz, acaba bunların bir etkisi oluyor mu? Yani siyasilerle görüşmeniz, bunları yapmanız, karar alma mekanizmalarını etkiliyor mu?” Bakın yüzyılımızda, 19 Şubat 2005 tarihinde verilen yanıtta kadın diyor ki “Biz bir kamuoyu yaratmaya çalışıyoruz, barış örgütlerini devamlı harekete geçirmeye çalışıyoruz ama genel kamuoyuna ulaşmak açısından yeterince iyi tanınan bir örgüt değiliz çünkü Amerika’ da ve dünya üzerinde, Amerika bunun başlıca nedeni olarak medyanın sesimizi bastırmaya çalışmasıdır” diyor. Yani bu sesi medya bastırıyor. Bizim asıl konuşmamız gerekli olan budur. Bunun bizim tarafımızdan tartışılması gerekmektedir. “Hatta ve hatta medya asker ailelerinin Irak’taki durumu konusunda herhangi bir şekilde yayın yapmaya kalkarsa, bu yönde enformasyon vermiyor, bu yönde bilgi vermiyor” diyor. “Yani burada olup biten ve savaşla ilgili olan acıların ne olduğu konusunda medyanın kendisi bir önleme görevi yerine getiriyor” diyor. Nasıl çözeceğiz? Bakın nasıl çözeceğiz sorusu en önemli olan sorulardan birisidir. Ülkenizde ekmek parası için Irak’a giden şoförlerin ne olduğunu haber haline getirirseniz o haber birilerini harekete geçirebilir. Bu medyanın bir başka türlü de görevidir. Bu görüntüler çok vahşi olabilir, buna vahşiliğini en aza indirerek özen gösterirsiniz. Ama bunu yayınladığınız zaman RTÜK tarafından görüntülerin vahşi olması nedeniyle uyarılır o uyarıdan sonra da gerekirse ikinci bir uyarı verileceği konusunda uyarı gelmiştir. Sonra da dava açılmıştır, iptal edilmiştir. Sanıyorum meslektaşımın gözünden kaçan ama yaşadığımız dava dosyalarından biridir. Mutlaka böyle olması gerekir diye bir savunma yapmıyorum. Ama en azından olup biten ve yaşanılan olaylar içerisinde bizim karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi de bu görevi yerine getirirken, budur. Geliyorum en önemli ve geçekleştirilmesi gerekli olan son diyeceklerime. Ama ondan önce sorulmuş olan diğer yazılı basınla ilgili olan soruya yanıt vereyim. Eskiden 5680 sayılı kanun vardı, yani Basın Kanunuydu. Şimdi yürürlüğe giren, haziran ayında yürürlüğe giren yeni Basın Yasası var. Yeni Basın Yasası’nda sözünü ettiğimiz sınırlandırmalarla ilgili hükümler var. yani 19. maddeden sonra gelen 20. maddede yer alan özellikle bu görüntülerle ilgili olsun veya bu sözünü ettiğimiz başlıklarla ilgili olsun sınırlandırma maddeleri gelmiştir. Bu şekildeki haberler yüksek derecede para cezalarıyla cezalandırılmaktadır. Biraz daha mı rahat etmek istiyorsunuz? Görüşünüze katılmayarak söylüyorum, düzenlenmesi konusundaki görüşünüze katılmayarak söylüyorum. 01 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ceza Yasası’nda belki de bu görüntüler olmayacak, yani bu haberler belki de verilmeyecek. Ama şikayetçi olduğumuz, üçüncü sayfa haberleri diye değerlendirdiğimiz yazılı basındaki konu bir sorundur, dünya üzerindeki bir sorundur. En son sayın hocama söylediği kavram anlamında, reklamlarla ilgili olmak üzere de ve kadınlarla ilgili olmaz üzere her şeyden şikayetçi olabilirsiniz. Daha başka türlü bir varsayımla söyleyeyim, yapılanlar için bir iddianame düzenleyebilirsiniz, sanık olarak da erkekleri koyabilirsiniz. Yargılarsınız, mahkum edersiniz. Cezası neyse, müebbet derse müebbet hapis cezası verirsiniz. Bizim sorunumuz bence bu değil, daha doğrusu ben bizim meselemizin bu olmadığı fikrindeyim. Ama kadınlara, somut, özel, belirli, ayrıcalıklı ve cinsiyetçi yaklaşımlardan uzak güç ve statü imgelerinin tümü yüklenmelidir ve verilmelidir. Ve bu anlamda benlik oluşumları da kesin kez güçlendirilmelidir böylece onların kendi bilincinin varlıklarının varmaları demek giderek toplumun kendi bilincinin varlığına varması anlamına gelecektir. Ve Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ ne sunulan 2. ve 3. birleştirilmiş dönemsel ilke raporunun birinci maddesi Türkiye ile ilgilidir. Türkiye’nin kadın, erkek eşitliğini sağlamada mücadele etmesi gereken konular arasında, kentli, orta sınıflı kadınlarda, kırsal yöre kadınları arasındaki statü ve fırsat eşitsizliği, özel alanda kadına yönelik şiddet, medya alanında kadın profesyonellerin sayısının arttırılması, medyanın kadın ilerlemesine katkıda bulunmasının güçlendirilmesi, kadını anne ve eş gibi geleneksel rollerde resmetmek sürdüren eğitim materyallerinin gözden geçirilmesini tanımlamıştır. Benzer bir biçimde siyasi partilerce kota uygulanmasına rağmen parlamento ve siyasette katılımın da kadın oranının düşük olduğu belirtilmiştir. Bu 7. maddede Türkiye ile doğrudan doğruya ilgili olan sunulan rapordaki tespittir. Kadını geleneksel roller içinde gösteren reklamlar, erkek egemen bakış açısıyla oluşturulmuştur. Bu tür yaklaşımların karşısına çıkılan yasalarla kadının üzerindeki baskı, cinsiyetçi dayatma ve rol yüklemesi
I. VİDEO KASETİ SONU
2. VİDEO KASETİ
Dostları ilə paylaş: |