Haremlik-Selâmlık
Yine aynı şekilde zorlaştırılan bir konu da, “haremlik-selâmlık” konusudur. Tabiî ki, dinimiz bir şeyi haram etmişse ona götüren yolları da yasaklamıştır. İslâm dininde zinâ haramdır, ona götüren yollar da haramdır. Meselâ, nâmahrem olan kadınla yalnız bir odada kalmak câiz değildir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü bu takdirde üçüncüleri şeytandır.” 101
“Yanında mahremi olmayan kadınla kimse başbaşa kalmasın.” 102 Bu hadisler bir kimsenin eşi ve nikâh düşmeyen yakın akraba ve hısımları dışında kadınlarla yalnız kalmasını haram kılmaktadır. Böyle bir durum hem karşı cins için tahrik edicidir. Hem de dedikoduya sebep olabilmektedir. Dolayısıyla yabancı kadınlarla yalnız bir arada kalmamaya özen gösterilmelidir. Fakat kadın kocasının erkek kardeşi, dayısı, amcası, dayı ve amca çocukları ya da daha uzak akrabalar gibi nâmahremler varsa kadın tam tesettürüne, oturuşuna, kalkışına, gülüşüne, konuşmasına dikkat ederek, onların yanında kokulanmamaya ve süslenmemeye onlarla teke tek bir odada kalmamaya özen göstermek şartıyla bir arada bulunabilir. Beraber yemek yiyebilirler, ancak bu durumda kadının tesettürlü olması, göğüs, kalça gibi vücut hatlarını belirtecek elbiseler giymemesi gerekmektedir.103 Yani, kadın dişiliği ile değil, kişiliği ile o ortamlarda olmalıdır. Fitneye ve fesada sebep olmayacak şekilde kadınlar, erkekler yalnız kalmamak şartıyla bir arada bulunabilirler.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman da bu konuda şunları belirtmektedir:
İslâm, kadın-erkek ilişkilerini sınırlamış olmakla beraber, kadını dört duvar arasında hapsetmemiştir. İslâm’ın ilk devrinden beri müslüman kadınların savaşa katıldıklarını biliyoruz. Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.)’in eşi Sevde’ye “Allah ihtiyacınız için evden çıkmanıza izin vermiştir.” 104 Ve ümmetine hitaben “Allah’ın kadın kullarını, Allah’ın mescidlerine gitmekten men etmeyiniz.” 105 buyurarak kadınların ilim, alış- veriş, düğün, ibâdet gibi meşrû sebeplerle dışarı çıkabileceklerini ifâde buyurmuştur.
Kadın ve erkeklerin küçük yaştan itibaren beraber bulunmaları ve serbest ilişki içinde yetişmelerinin saldırganlığı azaltacağı birtakım komplekslerin doğmasını önleyeceği nazariyesi İslâmî toplumlar için geçerli değildir. Diğer toplumlar arasında da gerçeğin hayale uymadığı âşikârdır. Bu sebeple İslâm, kız- erkek beraberliğini serbest bırakmamış, kayıt ve şartlara tâbi kılmıştır
Bir müslümanın evine akrabası dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi doğaldır. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız ve kadının misafirlerine hizmet etmesi söz konusu olabilir. Ashâbdan Ebû-Üseyd evlenirken, düğün gecesi Hz. Peygamber ve dostlarını dâvet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamış, bir şey de ikram edememiştir. Ancak eşi, geceden bir taş kabın içine hurma ıslatmış, Hz. Peygamber (s.a.s.) yemeğini bitirince bunu ezip sulandırmış, şerbet yapmış ve misafirlere ikram etmiştir. 106 İbn Hacer ve Aynî gibi Buhârî şârihlerinin işaret ettiği üzere bu hadisi şerif ve benzerlerinden şu netice çıkarılmıştır: Kadın, kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir, ancak bu durumda tesettürüne riayet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları için tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. Evin dar olması, ancak bir odanın ısıtılmış bulunması, bir büyüğünün sohbetinden kadınların da faydalanmalarını sağlamak gibi durumlar da (gerektirdiğinde) şartlara riâyet edilerek kadınlar erkeklerle beraber oturabileceklerdir. Bu durumların dışında ayrı oturmak evlâdır.107 Değerli âlimlerden Yusuf el-Kardavî de bu konuda şöyle der: Kadın giysisinde, süsünde, konuşmasında ve yürüyüşünde İslâm âdâbına uygun olduğu müddetçe kocasının (veya kendi yakınlarının) huzurunda onun misafirlerine gereken hizmeti yapabilir. Bu durumda kadın misafirleri, onlar da kadını görebilirler. 108
Araştırmacı yazar Ahmed Kalkan hoca da bu konuda şunları belirtmektedir: Müslüman bir aile, evlerinde haremlik-selâmlık uygulayabilir. Ev sahibi erkek, bunun kendi hanım veya kızları ve misâfir erkekler açısından daha ihtiyatlı olduğu anlayışında olabilir. Buna kimsenin bir şey diyeceği olmaz. Ama bunu İslâm’ın emri olarak görüp göstermek istemesi önemli bir yanlış ve dine bir iftiradır, hiçbir müslümanın buna hakkı yoktur.109
Bu açıklamalardan da görüldüğü gibi, kadınlar tesettüre ve şartlara riayet ettiklerinde nâmahrem de olsa, erkeklerle yalnız kalmamak şartıyla bir ortamda bulunabilirler, konuşabilirler.
“Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar da birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcıları)dır; onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” 110
İctimaî şuur, fertlerin dinî ve ahlâkî kusurları ve kötülükleri karşısında da duyarlı olmak zorundadır.
Nitekim, yukarıdaki âyette, kadın olsun erkek olsun mü’minlerin birbirlerine iyiliği emredip kötülükten (günahlardan) alıkoymalarının aralarındaki velâyet bağı ve kardeşliğin zarûrî bir sonucu olduğuna işaret edilmiştir. Bu görev ve yetki (tebliğ), cinsiyet farkı gözetmeden İslâm toplumunun bütün fertlerine verilmiştir. 111
Mü’min erkeklerle kadınlar birbirlerine İslâm’ı tebliğ yapmalıdır. Bu tebliği yapanlar hakkında hemen art niyet aramamak lâzımdır. “Mü’minler ancak kardeştir.” 112 Kardeşlik gereği kadınlara da maddî ve mânevî yardımlarda bulunmak gerekir. Tabiî ki, kadınlara bu tebliği ve yardımı yaparken fitneye, fesada dedikoduya sebep olmayacak tedbirler alınmalıdır.
“Mü’min, insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.” 113
“Mü’min, diğer mü’minlerin onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” 114
Mü’min, emin olunan (kimseye zarar vermeyen) kişidir. Dolayısıyla mü’min, kendisine çok dikkat etmesi, müslümanlara zarar vermemek için elinden geleni yapması gerekir.
Yukarıdaki izahlardan da açıkça anlaşıldığı gibi, nâmahrem olan kadın-erkek, yalnız kalmamak şartıyla, dikkat etmesi gereken hususlara dikkat ederek bir arada olabilirler. Buna rağmen bazı kişiler şöyle söylüyorlar:
“Kadın-erkek bir arada kalabalık da olsa, tesettürlü de olsa ne şekilde olursa olsun, bir ortamda (bir arada) bulunmaları haramdır.” Böyle söylemek çok yanlıştır, dini zorlaştırmaktır, aşırı gitmektir. “Allah sınırı (haddi) aşanları sevmez.” 115
Bu hususlara çok dikkat etmek gerekir. Mü’minler Allah’ın sevdiği bir kul olmaya çalışmalıdır.
Allah Sevgisi
İnsan, kendisine iyilik edeni sever. Allah, iyilik edenlerin başındadır. İnsana varlığını, rızkını, sağlığını, sahip olduğu her şeyi veren Allah’tır. “Allah’ın verdiği nimetleri sayacak olsanız sayıp bitiremezsiniz” 116 buyrulmaktadır. Hatta, Allah’tan başkasının iyiliği de gerçekte, Allah’ın iyiliğidir, O’nun nasip etmesiyledir. Çünkü başkalarının kalbini, birine iyilik yapmaya yönelten O’dur. O’dur ki, kullarının birine onu sevdirmiş, böylece o kimse kendisine iyilik etmiştir. Allah Teâlâ, müslümanları birbirine kardeş yapmış, 117 birbirine iyilik ve yardım etmeyi de emretmiştir. 118 Ve bu şekilde de insanların birbirine iyilik ve yardım yapmasını sağlamıştır.
Demek ki insanların birbirine yaptıkları iyilikler, gerçekte, Allah’ın iyiliğidir. Rabbimiz Allah, bunu bildirmektedir: “Sana (insanlara) gelen her iyilik (imkân) Allah’tandır (Allah’ın nasibi iledir).” 119
“O (Allah) ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” 120
“Ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” 121 Dolayısıyla “Mü’minler en çok Allah’ı severler” 122 Ve sevmelidir. Rasûlullah (s.a.s) de şöyle buyurur:
“Kişi, Allah ve Rasûlü’nü, o ikisi dışında kalan her şeyden daha çok sevmedikçe imanın tadını bulamaz.” 123 “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” 124
“Kim Allah için tevâzu ederse Allah onu yükseltir. Kim de kibirlenirse Allah onu alçaltır. Kim Allah’ı çok zikreder/anarsa (O’na kulluk yapmaya gayret ederse) Allah onu sever” 125 buyrulmaktadır.
“De ki: (Rasûlüm) Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” 126 Âyet ve hadislerden, Allah ve Rasûlü’nü her şeyden fazla sevmenin önemi anlaşılmaktadır. “Allah ve Rasûlü’nü sevmek” Allahu Teâlâ’nın emrettiğini yapıp yasaklarından sakınmakla mümkündür.
Mü’minler İslâm’ın prensiplerine bağlı kalmalıdır. İfrat ve tefritten sakınarak, “ümit ve korku” içerisinde “ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et” 127 emrine uyarak yaşamlarını sürdürmelidir. Allah’a kulluk için yaratılmış olan insan, bu kulluk görevlerini yerine getirip getirmediğinin tespit edilmesi için imtihana tâbi tutulmuştur.
Bu imtihanı kazanmak ve cehennemden kurtulup cennete gitmek isteniyorsa Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği hak yoldan gidilmesi, yani Kur’an ve sünnete (İslâm’a) uyulması gerekir.
Dünya ve âhirette huzur, saâdet ve mutluluk isteniyorsa bu böyledir! Başka çıkar yol yoktur.
“Bunlar Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse (emirlerini yerine getirirse), Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş (saadet ve mutluluk) budur. Kim Allah’a ve peygamberine karşı isyan eder ve (koymuş olduğu) sınırlarını aşarsa (emir ve yasaklarına uymazsa), Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe (cehenneme) sokar ve onun için alçaltıcı azap vardır.” 128
Hadis-i şerifte belirtilen şu duaları tekrarlıyoruz;
“Allah’ım! Kötü ahlâklı olmaktan, çirkin işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan Sana sığınırım.” 129
“Allah’ım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru” 130
“Allah’ım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl!” 131
“Allah’ım! Seni sevmeyi ve Seni seveni sevmeyi ve Senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasip et ve Senin sevgini bana kendimden, ailemden ve (sıcak ve hararetli günde) soğuk sudan (her şeyden) bana daha sevimli kıl.” 132
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik (mutluluk) ver, âhirette de iyilik (mutluluk) ver. Bizi cehennem azabından koru.” 133
“Ey Rabbimiz! Hesap görülecek günde (âhirette) beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla.” 134
Dostları ilə paylaş: |