KUNG FU PANDA 2
Gösterim Tarihi: 10 Haziran 2011
Dağıtım: UIP Filmcilik
PRODÜKSİYON NOTLARI
“Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?”, “Şrek”, Oscar ve Altın Küre adayı “Kung Fu Panda”yı sinemaseverlerle buluşturan DreamWorks Animation, erişte dükkânı çalışanından bir kung fu ustasına dönüşen sinema tarihinin en ilginç kahramanlardan birinin son maceralarını beyaz perdeye taşıyor.
“Kung Fu Panda 2”de, sonunda hayallerini süsleyen Ejderha Savaşçısı unvanını alan Po (JACK BLACK), arkadaşları ve kung fu ustası arkadaşlarının (Kaplan (ANGELINA JOLIE); Maymun (JACKIE CHAN); Mantis (SETH ROGEN); Engerek (LUCY LIU); and Turna (DAVID CROSS) ) kurduğu Öfkeli Beşli’yle Barış Vadisi’ni koruyor. Serinin ikinci filminde Po’nun akıl hocası kung fu ustası Şifu’yu yine DUSTIN HOFFMAN ve Po’nun kasabanın en popüler erişte dükkânı sahibi olan babası Bay Ping’i JAMES HONG seslendiriyor.
Po’nun mükemmelliğin peşinden koştuğu yeni hayatı, heybetli ve korkutucu düşman Lord Shen’in (GARY OLDMAN) ortaya çıkışıyla tehlikeye girer. Lord Shen’in planı gizli, durdurulamaz bir silahı kullanarak Çin’i ele geçirmek ve kung fu’yu ortadan kaldırmaktır. Po’nun düşmanını alt edebilmesi için ihtiyacı olan gücü serbest bırakması, bunun için ise geçmişine dönüp gizemli kökeninin sırlarını ortaya çıkarması gerekmektedir.
Filme yeni katılan isimler arasında Lord Shen’in hizmetinde çalışan ve gelecekle ilgili öngörüleriyle kadere şekil veren kâhin Falcı rolünde MİCHELLE YEOH, Shen’in kölesi Kurt Lider rolünde DANNY MCBRIDE ve Usta Fırtına Öküz rolünde DENNIS HAYSBERT bulunuyor. Animasyona sesini veren diğer isimler arasında Usta Timsah’ı seslendiren aksiyon filmlerinin başarılı ismi JEAN-CLAUDE VAN DAMME ve Usta Gürleyen Gergedan’ı seslendiren VICTOR GARBER da yer alıyor.
Filmin yönetmen koltuğunda JENNIFER YUH NELSON otururken, filmin yapımcılığını yine MELISSA COBB üstleniyor. JONATHAN AIBEL, GLENN BERGER ve SUZANNE BUIRGY’nin ortak yapımcılığını üstlendikleri serinin devam filminin senaryosu JONATHAN AIBEL ve GLENN BERGER’a, müzikler ise HANS ZIMMER ve JOHN POWELL’a ait. Dövüş sahneleri ve hafif derecedeki şiddet unsurları sebebiyle filmin ebeveyn eşliğinde izlenmesi gerekiyor.
PANDANIN ALTIN ÇAĞI ŞİMDİ DAHA DA PARLAK
“Kung Fu Panda 2”nin yönetmeni Jennifer Yuh Nelson’ın serinin ilk filmi “Kung Fu Panda”da üç farklı görevi vardı: baş senarist, aksiyon sahneleri danışmanı ve hayalî sahneler yönetmenliği. Tabii Po bir Ejderha Savaşçısı olma yolunda ilerlerken Nelson da kendi yolunda ilerliyordu.
“Jen en başından beri bu işin içindeydi ve hikâyeye şekil vermemize çok yardımcı oldu. Bu karakterleri ve dünyayı herkesten daha iyi tanıyan bir kişi varsa o da Jen’dir. Bu sebeple ‘Kung Fu 2’nin yönetmeni olması zaten kaçınılmazdı” diyor yapımcı Melissa Cobb.
Jennifer Yuh Nelson, “Hong Kong aksiyon filmleriyle büyüdüm ve bu bilgi dağarcığını Kung Fu Panda'nın baş senaristliğine taşıdım. Hepimizin aynı zihniyette olması bana şevk veriyordu ve bu şevkimi filme yansıttım. Bence en önemli noktalardan biri hepimizin artık bu hikâyede deneyim sahibi olması. Kung Fu Panda 2 üzerinde çalışırken paylaştığımız bu deneyim, anlattığımız hikâyeyi ve onu nasıl anlattığımızı şekillendirdi. Amacımız, Kung Fu Panda ve Po’yu bir üst seviyeye taşımaktı” diyor.
Po, giderek daha iyi bir savaşçı olduğu için yeni macerasında da kung fu dünyasının daha derinlerine iniliyor. Nelson bunu şöyle açıklıyor: “Bu filmde dövüş sanatları filmlerinde gördüğümüz detaylar daha çok yer alıyor. Henüz rüştünü yeni ispatlamış bir kahramanın geçmişini sorgulayan ve otoritesine karşı gelme peşinde olan birçok kişi var. Bunun dışında, ‘Kung Fu Panda’nın gösterime girdiği günden beri insanların bir türlü cevabını veremedikleri bir soru mevcut. Bu, Po’nun babasının neden bir kaz olduğu sorusu. Zaten bu filmde, Ejderha Savaşçısı Po da sonunda onun biyolojik babası olmadığını anlıyor ve kökenini araştırmaya karar veriyor. Bu araştırmalar sırasında kökenlerinin Lord Shen’inkilerle kesiştiğini öğreniyor. Yani, demek ki bu tavus kuşunun ona meydan okuması bir tesadüf değilmiş, ki bu tür tesadüfler dövüş sanatları filmlerinde sıkça rastlanılan öğelerden biridir. Zaten Po da ancak kendi kökenini keşfedip kim olduğunu öğrendiği zaman Shen’e ve ordusuna karşı gelebiliyor.”
Nelson devam ediyor: “İlk filmde kahramanların herhangi bir formda ve bedende olabileceklerini Po, kaderinde yazılı olanı Ejderha Savaşçısı unvanını alarak izleyenlere gösterdi. İkinci filmde ise kaderimizin bizi koruyan insanları ve bize meydan okuyanları hayatımıza sokarak potansiyelimizin farkına vardırdığını ve yaşamımızı yönlendirdiğini öğreniyoruz.”
Po’nun hikâyesi DreamWorks Animation’ın 2008 yılının yazında “Kung Fu Panda” filmini tüm dünyada yayınlamasıyla başladı. Hayalperest eriştecinin kung fu’nun yüceliğine karşı duyduğu hayranlık dünya çapında büyük yankı uyandırdı ve izleyiciler Po’nun büyük bir kung fu hayranından kung fu ustasına dönüşme yolculuğunda onu yalnız bırakmadılar. Aksiyon dolu aile komedi filmi, tüm dünyada 633 milyon dolardan fazla hasılat yaptı ve En İyi Animasyon Filmi dalında Oscar’a aday gösterildi. Aday gösterildiği bir diğer önemli etkinlik olan Annie Ödülleri’den ise 10 ayrı kategoride birincilikle ayrıldı.
Yapımcı Cobb şöyle diyor: “İlk filmde, insanların gelecek yıllarda da aileleriyle birlikte izleyip eğlenebilecekleri bir animasyon yapmayı hedefledik. Hem her dönemde severek izlenecek hem de Kung Fu aksiyon türüne sadık bir film olmasını istedik. İlk filmi çektiğimizde derinliği olan bir karakter ve üzerinde oynama yapamadığımız katmanları olan bir hikâye yarattığımızın farkındaydık. Bu ikinci filmde ise bir kahramanın dönüşümü söz konusu ve bu dosdoğru ya da sıradan bir yoldan gerçekleşmiyor, zamanla gerçekleşiyor. Biz de Po’ya bu yolculuğunda eşlik ediyoruz. Kung Fu Panda 2, ilk hikâyenin doğal bir uzantısı olarak şekillendi.”
‘Kung Fu Panda’nın senaristleri Jonathan Aibel ve Glenn Berger, Po’nun hikâyesini yazmaya devam edecekleri için çok heyecanlanmışlar. “İlk filmde muhteşem, harika bir ekip işi çıkardık. Diyebilirim ki, ilk filmde çalışan istisnasız herkes, ikinci filmin de parçası olmak istedi. Bu, Hollywood için benzerine pek rastlanmayan bir durumdur. İkinci filmin neredeyse her departmanının başında duran kişi ilk filmde de mutlaka yer almıştı. Po için çalışmaya başlayan kimse onu bırakmak istemedi” sözleriyle yaratıcı ekibin düşünce ve duygularını özetliyor Aibel ve devam ediyor: “İlkinde daha çok, filmin temelini oluşturmak ve karakterleri yaratmak için çalıştık. Şimdi ise içimizdeki yaratıcı enerjiyi serbest bırakıp sınırlarımızı zorladık ve çalışırken ne kadar eğlenebileceğimizi görmek istedik. Tabii bu enerji, ikinci filme daha büyük aksiyon sahneleri, daha derin karakter çalışmaları ve bu büyüleyici dünyaya daha geniş bir bakış açısı sunmak olarak yansıdı.”
Serinin her iki filminde de yer alan sanatçılar arasında yapım tasarımcısı Raymond Zibach, karakter animasyon şefi Dan Wagner, editör Clare Knight, sanat yönetmeni Tang Kheng Heng, besteciler John Powell ve Hans Zimmer, animasyon şefi, kung du koreografı ve görsel senaryo tasarımcısı Rodolphe Guenoden ve daha birçok isim bulunuyor.
EJDERHA SAVAŞÇISININ GİZEMİ ORTAYA ÇIKIYOR
Senaryo yazarları Aibel ve Berger, ilk filmin yapımcılarıyla hikâyeyi derleyip toparlamak üzere buluşmuşlar. Hayalî eski Çin ve kung fu karakterleri tapınağı arasından en işe yarayacak olanları seçmeleri gerekiyormuş. Senaryonun ilk hâlinde oldukça fazla çeşitliliği sadeleştiren ise, hikâyeyi yeniden Po’nun üzerinde yoğunlaştıran ve senaryonun tonunu belirleyen Aibel ve Berger olmuş. Hikâye en sonunda istedikleri hale gelince kalemleri bırakmaları, “Kung Fu Panda 2”yi yazmamak için kendilerini durdurmaları gerekmiş. Aynı durum ortak yapımcılar için de geçerliymiş.
Cobb bunu şu sözleriyle destekliyor: “Eğer bir karakterin gelişimine kapılırsanız kendinizi asla durduramazsınız. Mesela biz Po’nun ilk yaratıldığı andan itibaren hep, onun ve onun yolculuğu hakkında anlatacak daha çok şey bulduk.”
“Glenn’le benim Po, Şifu ve diğer karakterler üzerinde çalışmayı sevdiğimiz gibi işinizi sevince, beyniniz durmadan onlarla ilgili yeni şeyler üretiyor. Senaryonun temel öğelerinin belirlenmesinde büyük rol aldığımız ve karakterleri çok iyi tanıdığımız için onları her yeni iş gününde bir adım ileriye taşıyacağımızı bilmek bize inanılmaz bir keyif verdi ve heveslendirdi” diyor Aibel ve Berger onun sözlerini şu cümlelerle tamamlıyor: “Po, Ejderha Savaşçısı ve Öfkeli Beşli’nin lideri olmayı artık sindirdiğ için artık kafasında daha önceden sormaya çekindiği sorular dönmeye başlıyor. Nereden geldi? Buraya nasıl geldi? O bir pandayken babası neden bir kaz? İşin kötüsü şu ki, babasının da Po’ya verecek bir cevabı yok. Bu yüzden Po, filmin geri kalan bölümünde bu sorulara yanıt bulmaya çalışıyor. Bulacağı cevaplar ise babasıyla olan ilişkisini sonsuza kadar değiştirecek.”
İlk film için çalışılmaya başlandığı zaman, Po’nun annesi ya da babası diyebileceğimiz bir figür henüz yokmuş. Senaryo geliştikçe yazarlar böyle bir rolün pandanın hikâyesi için gerekli olduğuna karar vermişler. Peki baba rolü için bir kaz olan Bay Ping nasıl oluşturulmuştu? Jonathan Aibel bu soruya şöyle yanıt veriyor: “Aslında en doğal olanı Po’nun babası için bir panda yaratmaktı ama biz hep Po’nun kasabadaki tek panda olmasını istedik.”
Glenn Berger lafa giriyor: “Biz de animatörlere ‘Neler hazırladınız?’ diye sorduk. Tavşanlar, ördekler ve bir de bu kaz vardı. Onu görünce ‘Babası kaz mı olsa acaba? Ama bunu hikâyeye nasıl yedirebiliriz ki?’ diye düşündük. Sonra Po’nun, onun biyolojik babası olmadığını bilip bilmediği sorusu üzerine kafa yorduk. Elbette yaptığımız seçim alışılmadık bir seçimdi ve bunun temelini sağlama oturtabilmek için ‘Ping, Po’nun babası olursa ne olur?’ sorusuna ikna edici cevaplar bulmamız gerekti. Ama sonuç olarak bence bu seçim, filmi daha da ilginç kıldı.”
Jack Black için Po karakterini yeniden canlandırmak, sinemanın en çok sevilen karakterlerinden biriyle daha çok vakit geçirmek demek. Po sayesinde Black, 2008 Cannes Film Festivali’ni (festivalin açılış filmi “Kung Fu Panda”ydı) panda kostümü giymiş bir geçit grubunu yöneterek açma şansına sahip oldu.
Black, Po’yla ilişkisinin ona sunduğu bir diğer fırsatı ise şöyle anlatıyor: “Birkaç ay önce Atlanta Hayvanat Bahçesi’ne gittim ve orada esaret altında doğan son pandayı gördüm. Ona Po adını vermişler. Bence bu büyük bir olay. Tamam, daha henüz ona buna meydan okuyacak duruma gelmemiş ama biraz zaman verin. Harika bir panda olacak, bundan eminim.”
“İlk filmin son hâlini gördüğüm an, kariyerimde en çok gurur duyduğum anlardan biridir. Böyle bir film yapmak, içinde hiçbir animasyon sahnesi olmayan normal bir film yapmaktan çok daha uzun zaman alır çünkü animasyon filmleri çok daha fazla emek ister; hikâye gelişimi, çizimler… Özellikle şunu söyleyebilirim ki, DreamWorks Animation çalışanları filmleri, onlara gerçekten çok ana çok emek vererek yapıyorlar” diyor Black.
Ünlü oyuncu için Po’yu yeniden canlandırmak, aynı zamanda onun karakterinin daha başka alanlarını da gün ışığına çıkarmak demek. Black devam ediyor: “İkinci filmde Po, çocukluğuna geri dönüyor. Bir kaz olan babasıyla yaşamaya başlamadan önceki zamanlara… Ve böylelikle, evlat edinildiği gerçeğini keşfediyor. Ne gerçek ailesinin nereye gittiğine ne de kasabadaki diğer pandalara ne olduğuna dair bir fikri var. Neden ondan vazgeçtiklerini de bilmiyor. Yani bu film, günü kurtarma peşinde olan bir kahramanın hikâyesinin yanı sıra o kahramanın kendi benliğini keşfetme hikâyesini de anlatıyor.”
Pek dikkatli olmayan bir izleyici için bile erişte yapan bir kaz olan Bay Ping’in Po’nun biyolojik babası olmadığı çok açık ama hikâyede zaten bir ebeveyn olmanın esas manası anlatılıyor. Black şöyle diyor: “Po evlat edinilmiş olduğundan şüphelenmeye başladığı anda babasıyla yüzleşiyor. Ping onu, o henüz küçücük bir bebekken bulduğunu kabul ediyor. Ama onu kendi oğlu gibi kabul etmiş ve o şekilde yetiştirmiş. Po buna inanıyor ama yine de aklında bazı soru işaretleri var. Bu soruların Po’nun kafasında yeşermeye başladığı zaman tam da bir tavus kuşu olan yeni düşmanı Lord Shen’in ortaya çıktığı zamana denk geliyor. Çok garip, değil mi?”
Yer aldığı bu projeyle dövüş sanatlarına olan hayranlığı kat kat artan Black, filmden sonra kung fu’ya merak saldığını kabul ediyor: “Evet, her iki film için de kung fu dersleri aldım. Sadece olayı tam olarak kavrayabilmek amaçlı değildi tabii, biraz şekle de girmek istedim. Kung fu’da beni kendine çeken egzersizle kendini korumayı birleştirmesi. Bu ikisinin yanında bir de pek fark edilmeyen ama çok önemli bir öğe daha var: manevi yönü. Kung fu yaparken, onu gerçekten yaşıyor ve hissediyorsunuz, yani işin içine meditasyon yönü de dâhil oluyor. İnanç gibi bir şey. Esasında bir sanat türü, zaten bu yüzden ona dövüş sanatı diyorlar.”
İkinci filmde Ejderha Savaşçısı, Öfkeli Beşli’yle birlikte geri dönüyor. Senaristler Aibel ve Berger tüm karakterlerin bir arada olmalarından çok büyük mutluluk duymuşlar. Berger bunu şöyle anlatıyor: “İlk filmde Po’nun Şifu’dan aldığı eğitimi anlatmakla meşguldük, bu sebeple Öfkeli Beşli’yle istediğimiz gibi ilgilenme fırsatımız olmadı. Ancak şimdi Po’ya yolculuğunda eşlik ettikleri için onları daha çok sahnede kullanabiliyoruz. Bu da Angelina (Kaplan), Jackie (Maymun), Seth (Mantis), Lucy (Engerek) ve David (Turna) için daha çok hikâye yazmak demek. Herhangi bir yazar için bu saydıklarımdan biriyle ilgilenmek yeter de artar bile. Beşiyle birden ilgilenecek olmak bizim için gerçekten büyük bir fırsat.”
Öfkeli Beşli’nin belki de en başarılı dövüşçüsü olan Kaplan’ı seslendiren Angelina Jolie, aynen Black gibi filme geri dönmekten ve canlandırdığı karakterde bazı değişiklikler olmasından duyduğu heyecanı şu sözlerle anlatıyor: “Her şeyden önce, Kaplan bir dövüşçü ve kötülerin yakasını asla bırakmıyor. İkinci filmin senaryosunda en çok hoşuma giden şey, Kaplan’ın büyük bir değişim yaşayıp daha kibar olmayı öğrenmesi. Ejderha Savaşçısı onu seçmediğinde gururu kırılmıştı ve bu da onu hem Po’ya hem de tüm dünyaya karşı çok kızgın yapmıştı.”
Yazarların Kaplan’a biraz daha yumuşak bir yön eklemeleri, Jolie’ye karakterini daha derinlemesine inceleme ve tanıma fırsatı vermiş. Yazarlar bu konuda duydukları heyecanı anlatıyorlar: “Kaplan’ın yumuşak yönünü daha çok ortaya çıkarsak nasıl olur?’ diye düşündük. Bu fırsatı Angelina’ya vermek ve onun bunu nasıl mükemmel bir şekilde kullandığına şahit olmak gerçekten harikaydı. Bazen animasyon karakteri, onu canlandıran oyuncunun bambaşka bir yönünü ortaya çıkarır. Seslendirme sanatçısı olarak, seyircilerin sizden live-action filmlerden beklediği şeyler animasyon filmlerinde yoktur.”
Jolie devam ediyor: “Çok saf, çok güzel bir karakter. Hikâyesi çok ilginç. Öksüzler yurdunda kendi gücünün farkına varmadan, kim olduğunu anlayamadan büyümüş. Fakat daha sonra, başkalarının ‘sert’ diye tanımladığı bu güçlü kadına dönüşmüş. Kendini korumak adına karakterinin daha yumuşak yönünüm, duygularının açığa çıkmasına izin vermiyor. Bence çoğu insanın kendini onunla özdeşleştirmesinin esas sebebi de bu.”
Serinin ilk filminin neden bu kadar başarılı olduğunu (ve bu hikâyenin devam ettiğini) sorduğumuzda Jolie şöyle cevap veriyor: “Film hem eğlenceli, hem abartısız hem de bugüne çok uygundu, içinde bir tarih ve kültür barındırıyordu. Aynı zamanda tam anlamıyla klasik bir animasyon filmiydi çünkü size nasıl biri olmanız, arkadaşlarınıza nasıl davranmanız gerektiğine dair öğütler de veriyordu. Ama bence bunların hepsinden daha çok, oyuncu kadrosunda Jack Black gibi bir ismi barındırdığı için insanlar filmi izlemeye gittiler. En azından ben olsam, sırf bu sebepten filmi gider izlerdim! O çok eğlenceli biri. Öfkeli Beşli’yle kurduğu ilişki klasik bozuk aile düzeniyle neredeyse tıpatıp aynı.”
Jolie anlatmaya devam ediyor: “Beni en çok etkileyen ise ikinci filmde yapımcıların zor yolu seçmiş olmaları. Bazen, devam filmlerinde işleri biraz daha hafife alır, kolay yolu seçersiniz ama onların yaptığı seçimler hikâyeye bambaşka bir derinlik katmış. Sanırım yazarlar ve yapımcılar bu filmde kendini ve kimliğini sorgulama konusuna değinmek istemişler. Böyle sorular, hayata öksüz veya yetim olarak başlamış ya da evlat edinilmiş herkesin soracağı sorulardır. Yönetmenimiz Jen’le çalışmaksa harika. Sanırım Jen, hayatımda tanıdığım en sakin insan. Bu iki film için de yaklaşık yedi buçuk yıl çalıştı. Duygularını çok güzel yansıtan biri, hikâyeye çok ilginç detaylar kattı. Jen’de inanılmaz bir geliştirme becerisi, zekâ ve derinlik var.”
Çalışma arkadaşlarına duyduğu hayranlığı bir kenara bırakıp, “Panda” filmlerinde çalışmanın en güzel yanının ne olduğu sorumuza esprili bir şekilde şöyle cevap veriyor: “İşe pijamalarınızla geliyorsunuz.”
Açıkça görülüyor ki, iş kıyafeti seçimleri Dustin Hoffman’ın ikinci filme dâhil olmasında büyük rol oynamış. Hoffman şöyle diyor: “Yeniden Şifu’ya sesini vermek, rahat kıyafetler içinde meditasyon yaparmışcasına sakin bir duruşla dingin bir kafa yapısına bürünmek gibiydi. Ayrıca bu anlattığım, DreamWorks Animation film yapımcılarının bizim için yarattığı ortamı da oldukça iyi anlatıyor.”
“Şaka bir yana, her iki ‘Panda’ filminde de çok eğlendim. Gördüğüm yaratma tutkusu ve yetenek beni inanılmaz etkiledi. Yönetmenimiz Jennifer Yuh Nelson ve yapımcımız Melissa Cobb işleri sanki rahatlatıcı bir deniz yolculuğundaymışız gibi yürüttüler. Sadece shuffleboard ve mahjong değildi, yapım açısından neredeyse zen gibiydi. En azından benim dâhil olduğum kısım öyleydi ve bunun için onlara son derece minnettarım. Bilemiyorum, belki de Jack’le kedi köpek gibi didiştikleri için herhangi bir aptallık yaptığımda ya da üretken davranmadığımda beni azarlayacak hâlleri kalmamıştı.”
Jackie Chan’in rolü içinse çoğu zaman aptal gibi davranmak elzemdi. Canlandırdığı karakterin şaka yapma tarzı Chan’in şen şakrak çalışma biçmiyle çok iyi örtüşüyordu. Chan anlatıyor: “Bana iş yapıyormuşum gibi bile gelmeyen Maymun’u canlandırmak çok keyifliydi. Birbirimize çok benziyoruz: ikimiz de dövüş sanatlarında iyiyiz, şakacı yönümüzü kendimizi gizlemek için kullanıyoruz, düşmanlarımız gülüp daha neyin ne olduğunu anlamadan onları yenmiş oluyoruz. Ama Maymun’dan farklı olarak çoğu zaman, sırf eğlence olsun diye de şaka yaparım ben.”
Küçük ama güçlü Mantis’i canlandıran Seth Rogen için filmdeki şaka öğesi serinin başarısında oldukça önemli bir rol oynuyor. Rogen Öfkeli Beşli’den şu sözlerle bahsediyor: “Karakterler arasındaki dinamik oldukça eğlenceli. Açıkçası fiziksel açıdan bakıldığında da birlikteyken çok komik görünüyorlar. Gerçek hayatta bu hayvanları bir arada görmek neredeyse imkânsızdır. Oyuncuların karakterleri canlandırırkenki hâlleri de epey komik. Mesela David Cross ve Jackie Chan’le saymaya başlayabilirim. Jackie biliyor mu bilmiyorum ama gerçekten inanılmaz komik biri. Lucy de öyle. Ve Jack… Arada sırada ekibi bir araya topluyor ve komiklikler yapıyor. Angelina’ysa hem komik hem de seksi. Anime bir kaplan olmasına rağmen bunu nasıl başarıyor, hiç bilmiyorum. Çok etkileyici. Bu durum animasyonun önüne geçiyor. Yani kısaca, bence karakterler arasındaki ilişki ve seslendirme yapan herkesin çok eğlenceli insanlar olması, filmin bu kadar keyifle izlenmesini sağlıyor.”
Bazı sanatçılar seslendirmeyi çok sınırlayıcı bulsalar da Rogen bunun tam tersini düşünüyor: “Seslendirme yapmaktan gerçekten çok keyif alıyorum. İşin garip yanı şu ki, bana göre live-action çekilen bir filme göre çok daha fazla performans gerektiriyor. O tür filmlerde çok daha fazla teknik husus var. Belli bir şekilde durmanız, belli bir yere bakmanız ve doğru ışığı bulmanız gerekiyor. Tüm bunların yanında söyledikleriniz çekimlerde çok daha önemsiz kalıyor. Ama seslendirmede her şeyi yapmak durumundasınız. Söyleyeceklerinize odaklanmanız ve kelimelere kendinizi kaptırmanız gerekiyor. Ve bunu birçok farklı şekilde yapabilirsiniz. Diğer oyuncularla da uğraşmanıza lüzum yok ki bu harika bir şey. Sadece siz varsınız. Rolünüz ne kadar küçük olursa olsun, filmin yıldızı sizsiniz.”
Baştan çıkaran dövüşçü Engerek rolünü canlandıran Lucy Liu, serinin ikinci filminin çekileceğini öğrendiğinde mutluluktan havalara uçmuş: “İlk film benim için mükemmel geçmişti. Daha sonra, devam filminin çekileceğini öğrendiğimde inanılmaz sevindim. Heyecanım daha çok, tanıdığım çocukların ilk filmi çok sevdiklerini bilmemden kaynaklandı. Filmi izlerken, çoğu benim Engerek’i seslendirdiğimi bilmiyordu. Çünkü genellikle küçük yaştaki çocuklardı ve sesimi henüz benimle bağdaştıramıyorlardı. Ama benim seslendirdiğimi öğrendiklerinde bir anda bana sanki Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanıymışım gibi davranmaya başladılar! Hayatlarında çok önemli biri oluverdim. Benimle filmin devamının çekilmesi gerektiği konusunda bıkmadan usanmadan konuşuyorlardı.”
Filmden sonra aldığı övgüler bir yana, filmin sanatsal açıdan kalitesi de Liu için oldukça önemliymiş. Bunu şu sözleriyle açıklıyor: “Bu sefer 3D ile çekildiği için animasyon daha da etkileyici olacak. Kung fu dövüş sahneleri, hareketler, Çin’in görüntüsü, Shen’in şehrinin mimarisi… Gerçekten üzerinize doğru geliyormuş gibi hissettiren bu derinlik, animasyonun ve sahnelerin kompozisyonunun güzelliğini daha da vurguladı.”
Hep alaycı hâliyle görmeye alışık olduğumuz David Cross, bu işte yer aldığı için duyduğu mutluluğu yine şakacı bir dille anlatıyor: “İlk film gerçekten çok eğlenceliydi. ‘Kung Fu Turna’ diye bir devam filmi çekileceğinden emindim. Şunu kabul edelim,lütfen. Kim zar zor kazandığı parayı böyle bir film için harcamak istemez ki? Arkabalarım ve birkaç arkadaşımın dışında, tabii… Fakat bu işte yer almak da çok güzeldi. Turna harika bir karakter, hatta vücudunda birkaç dövmesi olsaydı daha da güzel olurdu.”
Po’nun babası Bay Ping’i canlandıran 60 yıldan fazla bir süredir sinema kariyerini sürdüren tecrübeli karakter oyuncusu James Hong, biyolojik bağ konusunu hiç aklına takmamış. “Filmin tamamından, yapım sürecinden, her şeyin bir araya geliş şeklinden çok etkilendim. Sesimi Ping olarak gördüğümde inanamadım. Sanırım ilk kez galada izlemiştim. Sesim görüntüyle o kadar güzel iç içe geçmişti ki, ben mi Bay Ping’im yoksa Bay Ping mi ben olmuş, onun ayırımını yapamadım. Hatta bir ara Ping’in benden daha derin bir karakter olduğunu bile düşündüm. Birçok farklı yönü var. Onu şu şekilde tanımlayabilirim: Musevi bir anne ve Çinli bir babanın çocuğu olan yalnız bir ebeveyn. Haydi, aklınızda canlandırın bakalım!”
BİR TAVUS KUŞU KADAR GURURLU, BİR SAVAŞÇI KADAR GÜÇLÜ
“Kung Fu Panda 2” karakterlerine ev sahipliği yapan eski Çin’de havai fişekler ya da diğer adıyla gökyüzü çiçekleri hükümdar tavus kuşlarının egemenliğindedir. Ta ki tahta çıkmayı bekleyen bir tavus kuşu, bunların yok etme amaçlı kullanılabileceğini keşfedene kadar. Shen adındaki bu tavus kuşu, yapıcı havai fişekleri yıkıcı emelleri için kullanıp karanlık hedeflerine doğru ilerlemeye karar veriyor ve böylece farkında olmadan hayatı, Po adındaki pandayla kesişiyor.
Jonathan Aibel Shen’in ortaya çıkış hikâyesini şöyle anlatıyor: “İkinci filme fikir bulmak için çalışmaya başladığımızda, ilk filmde mükemmel bir kötü adam yarattığımızı biliyorduk: Tai Lung. Kung fu’nın gücünün ulaşabileceği son noktayı temsil ediyordu. Po’nun onu yenmesi ise yumuşaklığın sertliğe karşı kazandığı bir zaferdi. İkinci filmde Tai Lung’dan daha güçlü bir karakter yaratamayacağımızı biliyorduk. Bu yüzden yeni düşmanı entelektüel ve duygusal açıdan tehdit edici bir karakter olarak oluşturmaya karar verdik. Bu düşüncenin neticesinde de albino tavus kuşu Lord Shen ortaya çıktı.”
Yönetmen devam ediyor: “Bu filmdeki kötü adamı oluştururken, çok sert ve acımasız biri olan Tai Lung’u oluştururken kullandığımız yoldan çok daha farklı bir yol denedik. Hem ondan daha güçlü bir karakter de yaratamazdık zaten. Bu yüzden daha farklı bir yönden tehdit edici bir karakter yaratmak istedik. Daha entelektüel, daha zeki ve üçkağıtçı. Po, kung fu sanatında artık ustalaşmıştı ve bunun üzerine çıkacak bir şeye ihtiyaç vardı. Lord Shen ilk bakışta gösterişsiz duran biri. Beyaz bir tavus kuşu ne kadar tehditkâr olabilir ki, öyle değil mi? Dövüş konusundaki ustalığının yanında oldukça hızlı ve çok iyi silah kullanıyor. Kendine has bir kötülüğü ve korkutuculuğu var.”
Bu kadar zeki, renkli ve başarılı bir kuşu seslendirmek için yapımcılar eğlence sektörünün en iyi ve çok yönlü karakter sanatçılarından Gary Oldman’ı uygun görmüşler.
Yönetmen bu kararı nasıl aldıklarını şöyle açıklıyor:”Gary’nin mükemmel performanslarının arasında kötü adam diye nitelendirebileceğimiz karakterler de var. Hatta o karakterlerin öyle bir albenisi var ki kötülükleri neredeyse ikinci planda kalıyor. Bram Stoker’dan Dracula filmindeki performansıyla bize bir canavarın insanî yönünü göstermişti. Yeteneğinin Shen’i geliştireceğini, intikam peşinde koşan sıradan bir karakterden çok ilginç, içinde birçok farklı ruh barındıran dikkat çekici bir karaktere dönüştürebileceğini düşündük. Çünkü kötülük içinde çeşitlendirildikçe daha da çekici olur.”
Yapımcı Cobb ekliyor: “Gary’nin öyle mükemmel bir sesi var ki, bir an nezaketle iyi duyguları yansıtırken, bir an sonra tüyler ürpetici kötülüğü aktarabiliyor. Bu kombinasyon Shen için çok faydalı oldu, ona duygusal bir yoğunluk kattı.”
Gary Oldman konuşmaya katılıyor: “Bir karakteri yalnızca sesinizi kullanarak seyirciye aktarmanın zorluğunu çok seviyorum. Shen çok ilginç bir karakter. Zekâsı ona yanlış hesaplar yaptırıyor ve kutlamaya değer bir icat çıkardığını sanan Shen, dünyaya korku salan bir silah yarattığını anlıyor. İşte tam da o anda, yaptığı şeyle çok gurur duyan bir çocuğun, elde ettiği başarının aslında çok yanlış olduğunu anladığını görüyoruz. Bu, insanın canını çok acıtan bir durumdur. Böyle bir durumda, kişi yalnızca doğru olduğunu ve değerli bir şey yaptığını kanıtlamaya çalışmaz, aynı zamanda bu süreçte yoluna çıkan herkesi de devirmek ister. Shen, hakkı olan şeyi almaya geliyor. Bence bu karakter, Oldman’ın kötü karakterler galerisine gayet uygun.”
Başrol oyuncularından lider pandayı canlandıran Jack Black, yönetmeninin ve yapımcısının sözlerine katılıyor: “Bu seferki düşmanımız kötü kalpli bir tavus kuşu ve bu karakteri bana göre ‘Sid ve Nancy’den beri gelmiş geçmiş en iyi oyunculardan biri olan Gary Oldman canlandırıyor. Hayat verdiği kötü karakterler arasından en sevdiğim ise ‘Dracula’. Beyaz kurtla karşılıklı oynadığı sahnede kıza ‘Senden hoşlanıyor’ diyor. O sahnede, o kötü adamda inanılmaz bir nezaket var ve bu muhteşem bir şey bence. Shen’i onun canlandıracağını öğrendiğimde gerçekten çok heyecanlandım.”
“Kibire birçok isim takılmıştır. İnsanoğlunun yaptığı en kötü şeylerin sorumlusu olarak bilinmiştir. Shen de çok kibirli. Tavus kuşu olduğu için neredeyse genlerinde var diyebilirim. Eğer Shen kibirini alçakgönüllülük ve şefkatle birleştirebilseydi mükemmel bir lider olurdu. Ama mevcut hâliyle acımasız bir düşman” sözleriyle anlatıyor canlandırdığı karakteri Oldman.
Shen’in kurt sürüsünün başı, çetesine yakışır bir isme sahip olan Kurt Lider’i ise Danny McBride seslendiriyor. Oyuncu rolünden şu şekilde bahsediyor: “Canlandırdığım karakter oldukça acımasız ve soğukkanlı. Onu canlandırmanın belki de en güzel tarafı, tek gözünün olmaması. Bu, bir karakteri her zaman daha sert kılan bir özelliktir. Western türü filmlerde tek gözü olmayan kişilerin hepsi mutlaka dikkate alınması gereken karakterler olur. Böylesine büyük, kötü kalpli bir kurdu canlandırmayı kim istemez ki?”
Michelle Yeoh, her ne kadar “KFP2” onun ilk dövüş sanatı filmi olsa da, aslında heybetli kötü adamlara ve dövüş sanatlarına pek de uzak sayılmaz. Oyuncu daha önce hiç dövüş sanatı eğitimi almamış fakat seksenli yılların ortasında Hong Kong merkezli bir şirket için aksiyon filmleri çekmeye başladığında çocuk yaşlarında aldığı dans eğitiminin epey faydasını görmüş. Amerika Birleşik Devletleri’nin dışında çok tanınmış bir sanatçı olan Yeoh’nun yerel popülaritesi Ang Lee’nin “Kaplan ve Ejderha” filmindeki performansıyla birden bire tavan yapmış. Yeoh KFP2’de, “Macbeth”in cadı karakterlerine benzeyen yaşlı ve bilge büyük boynuzlu koyun kâhin Falcı’yı seslendiriyor. Falcı’nın önsezileri (eğer tamamen belirli değiller ise) filmin en kilit noktalarından birini oluşturuyor.
Yeoh şöyle diyor: “’Kaplan ve Ejderha’ filminde rol aldım çünkü bu türün şu anda gördüğünden çok daha fazla saygı ve değer görmesi gerektiğini düşünüyordum. Bu tür, tarihin ve bizim kültürümüzün bir parçası ve ayrıca, bana göre Western izleyicilerinin gözünü de epey açtı. Kung Fu Panda da aynısını farklı bir şekilde yapıyor. Bu filmde insanlar, farkına vararak ya da varmadan, Çin kültürünü, dövüş sanatlarını ve efsaneleri keşfediyorlar. Ve bu, öylesine güzel bir biçimde yapılıyor ki, kimse bunu sanki bir ders anlatılıyormuş gibi görmüyor. Ekip, izleyiciyi eğlendirme konusunda da çok başarılı. Bu işin bir parçası olduğum çok mutluyum.”
GÜZEL VE ESKİ BİR DÜNYAYI YENİDEN ZİYARET ETMEK…
“Filmimizde basit ya da bariz olan hiçbir şey yer alamaz.”
Bu sözü, filmin yapımcısı Cobb ve diğer yapımcılar serinin ilk filmi “Kung Fu Panda” için söylemişlerdi. Bu mükemmelliyetçiliğe ikinci film için çalışmalara başlandığı anda yeniden dönüldü. Her iki filmde yer alan çoğu çalışan için ikincisi, ilkinin sanatsal başarı çıtasını daha da yükseltmek için kendi sınırlarını zorlayacakları mükemmel bir fırsattı.
“İlk filmde Tai Lung’la birlikte oynadıkları o mükemmel sahnelerden daha iyisini nasıl yapacaklarını açıkçası aklım almamıştı. Çünkü o sahneler gerçekten insanın aklını başından alacak kadar güzeldi. İşte Jen ve ekipteki herkesin amaçladıkları ve en sonunda da başardıkları şey bu. Filmde yalnızca kung fu dövüş sanatının çıtası yükselmedi, aynı zamanda o sahneler de boyut atladı. Şehrin geniş plan görünümü, harika eski Çin manzaraları, gün batımları… Üstüne üstlük bu filmde, bunların hepsi 3D! Bu kelimeyi çok sık kullanıyorum, biliyorum ama gerçekten mükemmel. Lord Shen’in genel merkezi olan devasa büyüklükte bir pagoda var. Nefes kesici! Söylemem gerekiyor mu bilmiyorum ama Po’nun o tüylü ihtişamının yıldırım hızında size doğru gelişi iki boyutta bile sizi uçururken, 3D’de hem sizi hem de ailenizi yerlerinizden uçuracak. Koltuklarınızdan o rüzgârla uçup gitmeniz olası” diyor Jack Black.
Jennifer Yuh Nelson ikinci filmde beklentilerin çok daha ötesine geçebileceklerini görmüş. Bunu şöyle anlatıyor: “Şu an kullanabileceğimiz efektler birkaç sene öncesine göre çok daha gelişmiş. Özellikle de 3D özelliğini eklendiği zaman. Bu sayede aksiyon sahnelerini tam da istediğimiz şekilde yapabildik. Bunu Barış Vadisi’nin güvenli rahatlığında dolaştığımız ilk filmde yaratmak istediğimiz için ikinci filmde Po’yu güvenli bölgesinden çıkarıp daha göz korkutucu bir yere taşımak istedik. Bu deneyimi yaşamak, alan ve ölçek hissini yakalamak, Po’nun ve Öfkeli Beşli’nin yüzleşecekleri zorlukları deneyimlemek istedik.”
Editör Clare Knight’a göre 3D beraberinde çeşitli zorluklar da getiriyor ama bu, onun büyük bir zevkle kabul ettiği bir durum: “3D’nin zorluğu iki boyuta göre çok daha detaylı olması. Mesela 3D bir filmi düzenlerken benim neredeyse ekranın her noktasına bakmam gerekiyor. Seyirciler de çok daha fazla detay görüyorlar. Yani şu an çok daha dikkatli ve özenli olunması gerekiyor. Montaj boyunca görsel detaylara da çok dikkat ediyorum. Çok daha fazla, çok daha hızlı olmasının sonucu baş ağrısı ve göz yorgunluğu. 3D çok daha zor bir deneyim. Ama işte tam da bu sebepten 3D ile çalışmak diğerlerine göre çok daha zevkli ve heyecan verici. Özellikle bu filmde 3D, hem aksiyon sahnelerini hem de şehrin güzel görüntüsünü hakkını vererek yansıtmamıza, hikâyeyi istediğimiz şekilde aktarmamıza olanak verdi. Şu an için ulaşabileceğimiz en son noktadayız. “
Filmin genel görüntüsünü denetleme görevi yapım tasarımcısı Raymond Zibach’a ait. Görevini şöyle anlatıyor Zibach: “Benim görevim esasen filmdeki görsel olan her şeyi denetlemek. Karakter tasarımından, yer tasarımına, filmin genel renginden ışıklandırmaya, yani tüm sanatsal işler… Kısaca, böyle söylememde bir sakınca yok ise, ‘sanat yönetmeninin yönetmeni’ de diyebilirsiniz bana.”
YENİ DÜNYADA YOLCULUK
Karakterler Barış Vadisi’nden Gongmen Şehri’ne gitmek için kendilerini tehlikeye attıklarından “Kung Fu Panda 2”nin ilk filme göre daha geniş bir alana oturtulması için hatırı sayılır derecede bir zaman ve çaba gerekmiş. Daha çok mekân daha çok detay demek. Bu sebeple departman şefleri gerçek yerlerden ilham almak üzere Çin’e gitmişler.
Glenn Berger anlatıyor: “Raymond’ın her şeyi nasıl yarattığını bilmiyorum ama bunu yaptığı için mutluyum. O dünyanın içinde yazdığımız için çok şanslıyız. Departman şefleriyle Çin’e gittiğimizde durmadan çizim defterlerini çıkarıyor, her yerin fotoğraflarını çekiyorlardı. İşte o çizimleri ve fotoğrafları, filmde manzara ve şehir peyzajı olarak görüyoruz. Bu adamların yaptıklarına gerçekten inanılmaz büyük bir hayranlık ve saygı duyuyorum.”
Yapımcı Cobb ekliyor: “Raymond görsel sınırları aşma konusunda çok cesaretli. Aklına bir fikir geldiğinde onu mutlaka filmde kullanıyor. Jen’le de çok iyi bir ekip oldular. Birbirleriyle uyum içinde çalışıyorlar. Zaten ilk filmde de birlikte birçok şey yapmışlardı. Bu filmde de aynı şekilde devam ediyorlar. Filmin nasıl olacağı hakkındaki düşünceleri ortak. Raymond bu düşünceyi görsel yeteneğiyle birleştirip projeyi daha da ileri götürüyor. Işık, efektler, karakterlerin görünümü, filmdeki mekân zenginliği ve detayları… İkisi de o kadar cin gibi ki, birbirlerinin yapabilecekleri en iyiyi keşfedip, onu ortaya çıkarıyorlar.”
Aibel devam ediyor: “En son Çin gezimizde, Çin Seddi’nin önünde ve tapınakların, anıtların önünde çektiğimiz fotoğraflara baktım. Daha sonra ise Raymond’la sanat yönetmeni Tang’in çektiklerine… Tuğlaları, yosunları, eski ağaçlık yerleri, hurdaya çıkmış binaları çekmişler. İşte filmde tüm bu detaylar var. Filmdeki her şeyi en baştan yaratmak gerekti, gördüğümüz her alanı, her detayı, her dokuyu. Filmde yer alan bir mekâna baktığımda sanki o yerin gerçeğine bakıyormuş gibi hissetmemin sebebi sanat ekibinin başarısıdır.”
Berger de konuşmaya katılıyor: “Evet, o sahneleri izlerken içimden ‘Biz onlardan çok daha iyi vakit geçirmişiz’ dedim. Çünkü onlar gerçekten çalışmışlar! Yani mesela biz sırf eğlenceli olduğunu düşündüğümüz için gayet lakayıt bir şekilde bir falcı keçinin tavus kuşunun ipek cübbesini kemirdiğine dair bir diyalog yazabiliriz. Onların ise biz onu yazdık diye gerçekten ipek bir cübbe, keçi dişi ve tükürükten ıslanmış ve çiğnenmiş bir kumaş tasarlamaları gerekir. Bence müthiş bir şey. Bu kadar meşakkatli bir işi yapan kişiler biz olmadığımız için çok seviniyorum!”
İlk film için birçok referans malzemesinden (Çin sanatı ve mimarisi, sembolizm, kostümler, mutfak, manzara hakkında hem kitap hem internet araştırmaları, aynı zamanda tüm bunlar için kültür uzmanlarından danışmanlık) yararlanılırken ikinci filmde yapımcılar, Çin’e yaptıkları geziden kazandıkları deneyimlerden faydalanmışlar.
Zibach anlatıyor: “İlk filmde ‘uzaktan uzağa’ bir çalışma yapmamıza rağmen seyirci üzerinde doğru etkiyi yaratabilmiştik. Bazı insanlar ‘Bir Amerikalı olarak bunu nasıl başardınız?’ diye soruyordu. Bu cümle beni şımartmak için söyleyebileceğiniz en güzel cümle. Kültürü seviyorum. Bence bir kültürün en derininden çıkan sanattan etkilenerek işe başlamamız ve bu etkiyi hikâyeye yansıtmamız Çinli seyircilere bile filmle ilgili çok gerçekçi bir his verdi. “
Nelson ise “Çin’de olmak büyüleyiciydi. Çünkü o şehirde bulunduğunuzda, bir kitaptan asla edinemeyeceğiniz dokunsal bir tecrübe yaşıyorsunuz. Gerçekten orada olup oranın havasını solumak, ışığın binaları nasıl aydınlattığını görmek gibi küçük detaylar filme yapım aşamasında çok şey katmanızı sağlıyor” sözleriyle anlatıyor Çin seyahati deneyimini.
Sichuan bölgesi pandaların doğal yaşam alanları ve şu an Chendgu’nun birkaç kilometre aşağısında yer alan Panda Üreme ve Araştırma Merkezi sayesinde ülkedeki panda popülasyonunun yüzde 80’ine ev sahipliği yapıyor. Pandaları yakından görme şansına erişmiş Jonathan Aibel bu sevimli hayvanlar hakkında düşündüklerimizi haklı çıkartıyor: “Kimsenin şaşırmayacağını biliyorum ama pandalar gerçekten de olmalarını umduğumuz kadar kibat, eğlenceli ve muzipler.”
Glenn Berger ekliyor: “Koruma altındaki pandalarla tanıştık, onları okşadık ve hatta öptük! Bir beşikte beş küçücük bebek panda duruyordu. Aralarından bir tanesini gizlice cebime koyup getirebilmeyi çok isterdim. Ama şunu fark ettim ki, ne kadar sevimli olurlarsa olsunlar, hiçbiri Jack kadar komik değil.”
Jack’i, dolayısıyla da Po’yu bu kadar komik yapan şey karakterin ekranda yapabildikleri. Görsel efektler süpervizörü Alex Parkinson işini “animasyonun bilgisayarla birleşmesi” olarak tanımlıyor ve devam ediyor: “Yaptığımız işi şöyle özetleyebilirim: yönetmenin, yazarların oluşturdukları senaryoyu alıp, iyapım tasarımcısı ve sanat yönetmeninin yarattıkları büyüleyici sanat çalışmasıyla çindeki tüm öğeleri bir araya getiriyor ve bunu ekrana yansıtıyoruz. Kısaca tüm bilgisayar grafiklerini ve yapım sürecinin bir kısmını biz idare ediyoruz.”
Parkinson da ilk filmde yer alanlardan biri. “Dünyada bu filmi izleyen herkes gibi bende Po’nun geçmişini öğrenmek istedim. Bence ilk filmin en güzel taraflarından biri akıllarda soru işareti bırakarak bitmesiydi. Herkes Po’nun babasının neden bir kaz olduğunu, kasabada neden Po’dan başka bir panda olmadığını öğrenmek istiyor. Bu sorulara yanıt vermenin en güzel yolu ikinci film için çalışmalara başlamaktı” diyor Parkinson.
Tüm bunlara ek olarak, cevapsız bırakılan soruları yanıtlamak ekibe, ilk filme göre çok daha geniş bir çerçevede çalışma olanağı sundu. Özellikle de Gongmen Şehri (“Çin mimarisinin genişleyen parçası!”) ve tavus kuşu Lord Shen’in ayırt edici özelliklerinden birinin üzerinde: “Tüy kürkten çok daha zor çünkü birbirlerinin içinden geçtiklerini görebiliyorsunuz. Kürk daha ince olduğundan dikkat çekmiyor ve göze batmıyor. Ama tüyler öyle değil. Birbirlerinin içinden geçtikleri için temas ettiklerini görüyorsunuz. Bu yüzden her tüyün ayrı ayrı göründüğünden emin olmak ve iç içe geçmelerini engellemek için hepsini ayrı ayrı çizdik.”
Peki ya dijital animasyonun her türlü zorlayıcı yönünü birleştiren sahneler? “Kung Fu Panda 2” yapımcıları asla kolay yoldan gitmeyi düşünmemişler. Hem senarist hem de ortak yapımcı olan Glenn Berger anlatıyor: “Bizim için senaryoda ‘şurada şöyle büyük bir savaş oluyor, şöyle şöyle şeyler ouyor ve bir top var, Po da o topa tüm cesaretiyle karşı koyuyor’ demek çok kolay. Ama bunun beş dakikalık muhteşem bir savaş sahnesine dönüştüğünü izlemek inanılmaz.”
Senarist/ortak yapımcı Jonathan Aibel devam ediyor: “Ve daha sonra bu, yüzlerce insanın iki yıllık emeğine dönüşüyor. Bizim birkaç günde yazdığımız şey diğer departmanların görevi oluyor. Bu süreçte, elbette ki biz de animasyonla ilgili çok ilginç şeyler öğrendik. Mesela biz, topların tüm şehri havaya uçurmasının çok pahalıya mal olacağını ve çok uzun sürede yapılacağını düşünmüştük. Oysaki karakterlerin ıslandığı sahnelerin yapımı bundan çok daha pahalıymış. Kürkler ıslanıyor, tüyler ıslanıyor… Bu görüntüyü yaratmaktan öte, yaratılan görüntüyü gerçek kılmak gerekiyor ki esas zor olan da buymuş zaten. Hem zor, hem de epey pahalıymış, bunu öğrendik.”
Berger esprili bir dille konuşmaya devam ediyor: “Evet, bu fikm için hiçbir masraftan kaçınmadık. Çok fazla patlama sahnesi ve ıslak tüyler, kürkler kullandık! Bir yazarın yazabileceği en pahalı cümlenin şu olduğu söylenir: ‘Ve sonra yağmur yağmaya başladı.’ Bu filmde de yağmur var!”
Gerçek anlamda, film çalışanlarına dersini veren kişi animasyon süpervizörü, görsel senaryo çizimi sanatçısı ve dövüş sanatları süpervizörü ve koreografı Rodolphe Guenoden. İkinci filmden bahsederken diğer KFP çalışanlarının duygularını paylaştığını söylüyor: “Ölçü çok önemlidir. İlkinden çok daha destansı bir film oldu ikincisi. Bunu her anlamda söylüyorum: arka plan, genel görünümler, ekrandaki karakter sayısı, dışa vurulan duygular… Görsel açıdan gerçekten çok dikkat çekici sahneler. Müthiş.”
Ama bu çok daha büyük, daha keyifli olan 3D dünyasında bile bazı şeyler hiç değişmiyor. Guenoden devam ediyor: “Birden Po’nun Bruce Lee olmasını istemedik, bu onu çok ciddileştirirdi. Her ne kadar daha çok antrenman yapsa da, düşmanlarının canına artık okuyabilse de yine de Po’nun hâlâ biraz şaşkın olmasını istedik. Hâlâ öğreniyor ve kendi stilini geliştiriyor. Ayrıca aksiyon sahnelerinde bile komik öğeler bulunuyor. Mesela Po klasik kung fu öğreniyor ama öğrendiklerini kendi panda stiliyle uyguluyor. Yani komik öğeler Po savaşırken ortaya çıkıyor. Yüzünün bazı mimiklerinden ve sık sık nefes alıp verirken bu komik görüntü oluşuyor. Onun oyun yüzü Kaplan’ınki gibi değil.”
Yeni düşman Shen’inle birlikte yepyeni (ve hatta beklenmedik) etkiler de ortaya çıkıyor. Po’nun en yeni düşmanının dövüş stili hakkında düşünürken Guenoden, Beijing Olimpiyatları’nda gördüğü bazı alışılmadık hareketler aklına gelmiş: “Shen zarif, şık ama birden tehditkâr, korkutucu ve hatta öldücü bile olabiliyor. Karakter üzerinde oynamak çok eğlenceliydi. Onu ilk keşfetmeye başladığımızda taslak çizimler hazırlıyor, bir yandan da Beijing Olimpiyatları’ndaki ritmik jimnastikçileri izliyordum. Kızlar sıradan objeleri kullanarak çok esnek ve akıcı hareket ediyorlardı. O anda bunu dövüş sanatlarıyla ve bu tür şaşırtıcı hareketlerle birleştirmenin çok iyi bir fikir olabileceği aklıma geldi. Garip olmanın sınırında hareketler… Bu hareketleri yapabilecek bir dövüşçünün neredeyse kafasına kadar çıkan upuzun bacaklarının ve bir kılıcının olması gerekiyordu. Kahramanımız tavus kuşu olduğundan, onun o devasa kuyruğunu da dövüş sırasında bir zırh, siper olarak ya da sert bir hareket yapması için kullandırmaya karar verdik. Bir karakter yaratırken çok yaratıcı şeyler bulabiliyorsunuz, çok eğlenceli.”
YOLCULUĞA DEVAM
Tüm teknolojik gelişmelere, dozu yükseltilmiş aksiyona, daha geniş ölçeğe be hatta 3D’nin görsel etkisine rağmen “Kung Fu Panda 2” aslında hâlâ Po adındaki bir hayalperestin yolculuğundan başka bir şey değil.
Jonathan Aibel şöyle diyor: “Çoğumuz ileride kung fu ustası olacak pandalar değiliz ama hepimizin gizli hayalleri, hisleri vardır ve herhangi bir sebeple bu yapmak istediklerimizi başka insanlar bize yeterince iyi olmadığımızı söyledikleri için yapamıyoruzdur. Hikâyeye kendimizi bu kadar yakın hissetmemizin sebebi bence, Po karakterinin kırılganlığı fakat hiçbir zaman yılmaması ve en sonunda amaçladığını başarması.”
Melissa Cobb devam ediyor: “Ayrıca tüm bu zorlukların, mücadelelerin arasında Po yine aynı Po. Kung fu’da çok daha iyi ama hâlâ biraz şapşal ve sakal. Hâlâ çok iştahlı ve bazen coşkusu yeteneğinden daha ağır basıyor. Ama kendini hangi duruma sokarsa soksun, izleyiciler kendilerini onunla özdeşleştiriyor ve onu izlerken inanılmaz keyif alıyorlar.”
Yönetmen Nelson’a göre onu Po’nun hikâyesine geri getiren şey aynı fikirde olduğu sanatçılarla ortak yolculuğuna devam etmesi. Bunu şu sözlerle anlatıyor: “Birlikte çok ama çok uzun panda zamanları geçirdik, bu sebeple hepimiz karakterleri çok iyi tanıyoruz. Filmi biliyoruz ve her şeyin güzel olması için oldukça korumacı davranıyoruz. Herkes filme tutkuyla bağlı. Harika bir şey ortaya çıkartabilmek için herkesin sorumluluğunu fazlasıyla yerine getirdiği bir ekiple çalışmak gerçekten büyük şans. Sormanıza hiç gerek kalmadan onlar şöyle derler: ‘Daha iyi olabilirdi bence. Bu yüzden bunun üzerinde çalışmaya devam edeceğim.’ Bunu siz onlardan rica etmeden yapmaya başlarlar. Bu filmi mükemmel yapmak onlar için onur meselesi hâline gelmiş durumda. Ve bence bu harika. Bu egosuz, harika insanlar için film her şeyden önce gelir. Ben buna ‘mükemmeliyetçiliğin ortak bir amaçla birleşimi’ diyorum.”
Jack Black ekliyor: “Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor her şey. Bu karakteri beş yıldır canlandırıyorum. Çocuklara eğlenebilecekleri bir şeyler sunmaya çalışıyorum. Bunu yapabilmek için varınızı yoğunuzu bu işe vermeniz gerekiyor, tabii. Bir konuda ne kadar başarılı olacağınızı önceden bilemezsiniz. Kendinizi daha kapıdan adımınızı atmadan hayal kırıklığına uğratabilirsiniz. Ama yine de başarmak için elinizden ne geliyorsa yapın.”
Dostları ilə paylaş: |