Kuran & İtret ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı, diğeri İtretim; Ehl-i Beyt’imdir. Bu ikisine sarıldığınız müddetce benden sonra asla sapmazsınız. Hz. Muhammed (s a. a) Muhammed Hadi marifet kur’ÂN İLİmleri


Osmanî Mushafların Genel Özellikleri



Yüklə 1,21 Mb.
səhifə30/53
tarix31.10.2017
ölçüsü1,21 Mb.
#23316
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   53

Osmanî Mushafların Genel Özellikleri


Osmanî Mushafların en belirgin özelliklerinin başında sahabelerin Mushaf'ına benzemesi gelmektedir. Sürelerin tertip ve düzeni açısından aynı sahabelerin yazdıkları Mushaflara benziyordu, sahabe metodunda olduğu gibi büyük surelerden küçük surelere doğru sıralanmıştı. Osmanî Mushaflarda harflerin noktaları ve kelimelerin i'rabı belli işaretler ile yazılmıştı. Ayrıca bu Mushaflarda, dörtte bir, beşte bir veya onda bir gibi bölmeler yapılmıştı. Osmanî Mushaflarda çok açık yazım hataları ve hatta tutarsızlıklar bulunmaktaydı, bunun nedeni de o zaman kullanımda ve daha gelişmemiş yazım şeklinin ilkel olmasıydı.

Sonuçta Osman'ın hazırlatmış olduğu Mushafların genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

Önceden de söylediğimiz gibi günümüzdeki

Kuran surelerinin sıralanış şekli Osman'ın yapmış olduğu sıralayışın aynısıdır. Bu da bazı sahabelerin ve özellikle de Ubey b. Kâ'b'ın Mushaf'ıyla uyumluluk arz ediyordu. Osman'ın Mushaf'ıyla diğer sahabelerin Mushaf'ı arasında çok küçük bazı farklılıklar bulunmak taydı. Örneğin; sahabe Mushaflarında, Yunus suresi yedi büyük sureden biriydi ve sıralamada yedinci1 veya sekizinci2 sırada yer alıyordu. Oysa Osmanî Mushaf'ta Enfal ve Tevbe suresi birleştirilmiş ve bir sure olarak yedinci sıraya konulmuştu, böylece de büyük sureden biri sayılmıştı. Yunus suresi ise yüz ayetli (Mieyn) surelerden sayılmış ve yeri değiştirilmişti. İbn-i Abbas Osman'ın bu düzenlemesine itirazda bulunarak şunları söyledi: "Neye dayanarak 'Mesani' surelerden sayılan Enfal3 suresi ile 'Mieyn' surelerden sayılan Tevbe suresini, aradaki Besmeleyi kaldırarak bir sure yaptın ve büyük sureler grubuna dâhil ettin?"

Osman cevap olarak şöyle dedi: "Hz. Peygamber'e bazı sureler nazil olduktan bir müddet sonra bazı ayetler nazil oluyordu. Ayetler nazil olduğunda Peygamber (s.a.a) vahiy kâtiplerini çağırıp onlara "şu ayeti filan surenin filanca yerine yazın", buyuruyordu. Enfal suresi hicretin ilk günlerinde Medine'de nazil olan surelerdendir, Tevbe suresi ise son sıralarda nazil olmuştur, ama bu iki surenin içeriği birbirine benzemektedir. Ben bu iki surenin bir olduğunu zannediyordum, Peygamber de (s.a.a) Tevbe suresinin Enfal suresinin devamı olup olmadığını beyan etmeden vefat etti, işte bu yüzden ben bu iki sureyi birleştirdim, arasındaki Besmeleyi de kaldırıp, yedi büyük sureden biri yaptım."1

Bu durum, sahabenin Kuran surelerini düzenlerken kendi görüşlerine göre sıraladıklarını göstermektedir. Osman bazı ayetlerin sonradan nazil olduğunu ve Peygamber'in bu ayetlerin kendi yerlerine yazılmasını emrettiğini biliyordu. Osman, Enfal ile Tevbe surelerinin genel akışındaki benzerlikten dolayı, Tevbe suresinin Enfal suresinin bir uzantısı olduğunu tahmin etmişti.2 Şu açıdan, iki surenin akışı birbirine benzemektedir; her iki surede de İslam düşmanları, kâfir ve münafıklar sert bir dille kınanmakta, Müslümanların ise La ilahe illallah bayrağının tüm dünya coğrafyasında dalgalanması için vermiş oldukları mücadele, azim ve kararlılık övülüp, teşvik edilmektedir. Sonuçta bu iki sure hakkında bir şey söylenmediğinden dolayı, Osman bu iki sureyi birleştirerek bir sure yaptı ve yedi büyük sureden biri kıldı. Belki de Osman Tevbe suresinin Allah'ın kâfirlere vaat ettiği azabı bildiren ve şiddetli bir uyarı olduğundan dolayı, mutlak rahmet olan "Besmele" ayeti ile nazil olmadığını göz ardı etti ve bundan habersizdi. Tevbe suresi Besmelesiz başlı başına bir suredir, yüce Allah kâfirlere olan gazabını bu surede belli ettiği için rahmetinin göstergesi olan besmeleyi surenin başında buyurmamıştır; çünkü azap ve şiddetli uyarının rahmet cümlesi ile başlaması münasip olmaz. Bundan dolayı Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Bismillah güvence içindir, hâlbuki Tevbe suresinde kılıca ağırlık verilmiş tir."1

Böylece Osmanî Mushaf diğer Mushaflarla bazen fark ediyordu. Ama bu farklılık cüz'idir, surelerin öncelik ve sonralık açısından meydana gelmiştir.

2- Noktalama ve İşaretler:

Osman'ın Mushafları hazırladığı dönemde Arap harfleri noktasız olarak yazılmaktaydı ve Osman da Kuran'ı yazdırırken noktasız yazdırmıştı. Eski Arapça yazım şeklinde "ba-ta-sa" harfleri yahut elif ile birlikte yazılan "ya - sa" ve aynı şekilde "cim, ha, kha" harfleri de birbirinden ayırt edilemiyordu. Ayrıca kelimelerin i'rab ve harekeleri de üstün, esre, ötre veya tenvin ile gösterilmemekteydi. Arapça okuyan bir kimse ancak okuma esnasında kendince karine ve argümanlardan yararlanarak harfleri birbirinden ayırt edip, kelimelerin kip ve i'rabını koyuyordu.

Bu yüzden İslam'ın ilk yıllarında, Arapça okumayı öğrenmek ve Kuran'ı okuyabilmek daha çok nakle/duymaya dayanıyordu. Duyma yolunun dışında denilebilir ki, Kuran okunması yasaktı, Mushaf harflerinin noktalama işaretleri ve irabından yoksun olması nedeniyle oluşan farklı okuma tarzlarına şu ayetleri örnekleri verebiliriz: Bakara: 259,Âl-i İmran: 48, Yunus: 30, Yunus: 92, Ankebut: 58, Sebe: 17 Hucurat: 6.

Görüldüğü gibi Mushaflarda noktalama işaretleri ve irabın bulunmaması nedeniyle farklılıklar ortaya çıkmıştır ve bu daha sonraki dönemlerde farklı kıraatlerin oluşmasının başlıca nedeni olmuştur. Durum böyle olunca zaman aşamasında ayetlerin nakli veya işitilmesinde imlâ hatalarının vuku bulması mümkün olabiliyordu. İnsanoğlu bir şeyi ezberlemekte her ne kadar dikkat ederse etsin, yanlış ezberlemesi veya ezberlediğinden bazı yerleri unutması mümkündür, bu yanlışlıklara mahal vermemenin tek yolu yazmaktır. Bu yüzden, "Ezberlenen unutulur, ama yazılan her zaman kalır" denilmiştir.

Ayrıca Arap olmayan toplumların Arap bölgelerine veya etraf bölgelere yerleşmeleri, bununla birlikte İslam devletinin sınırlarının günbegün genişlemesi doğal bir şekilde kıraat farklılıklarını körüklüyordu. Bunlara da dikkat ederek, Mushafları tekleştirme komitesi, İslam dünyasını göz önünde bulundurması gerekirdi ve sadece Araplar için değil tüm Müslümanlar için bir Kuran hazırlanması gerektiğini önceden kestirmeliydi. Kuran'ı tekleştirme kurulunun üyeleri daha bir ileri görüşlü olmalıydılar, fakat yöneticilerin ihmalkârlığı ve bu husustaki gevşekliği bu önemli işin arzulanan şekilde gerçekleşmesini engellemiş oldu.

Kuran'a noktalama işaretlerinin konulmaması bir eksikliktir, oysa İbn-i Cezeri bunu bir eksiklik/hata olarak görmeyip, halifenin bir hikmete binaen böylesi önemli bir işi yapmadığını söylemektedir: "Peygamber'den ulaşan kıraatin kabul edilmesi için noktalama işaretleri konulmamıştır; çünkü o zamanlar yazı o kadar da önemli değildi daha çok ezbere önem veriliyordu."1

Zerkani de bu makul olmayan görüşü savunarak şöyle diyor: "Kuran'ın farklı okuyuş şekilleriyle okunması ve kıraatler arasında ihtilâfın oluşması için, o gün Kuran kelimeleri noktasız ve işaretsiz yazılmıştır."2

Hâlbuki o zamanlar Arapça noktalama işaretlerinden yoksundu, Arap toplumu okuma ve yazmaya yeni başlamışlardı, bu yüzden de noktalama işaretlerini bilmiyorlardı. Dolayısıyla İbn-i Cezeri ve Zerkani'nin söyledikleri kabul edilmez sözlerdir.



3- Yazım Hataları:

Yazının konulmasının nedeni, birisi konuştuğu zaman kelimeler yardımıyla anlatmak istediğinin başkalarına da ulaşmasını sağlamaktır. Aslında yazmak, başkalarının anlamasını istediğimiz cümlelerin yansıtılmasıdır. Söylenen ve anlatılmak istenenin aynısı yazılmalıdır, ancak bu şekilde yazı hiçbir eksiklik ve fazlalık olmaksızın cümle için ölçü olabilir.

Öte yandan imlâ ve yazım metotları yukarıdaki kural ile tam bir uyum arz etmemektedir, fakat yazı ile konuşma arasındaki farklılıklar herkes tarafından bilinir ve söylenmek istenenin anlaşılmasında bir aksama olmazsa bir sakıncası yoktur; çünkü Kuran, onun kıraatine bağlıdır, yazımına değil.

Osmanî Mushaf ile bugün yaygın olan ve elimizde bulunan Kuran'ı birbiriyle karşılaştırdığımız zaman; Osmanî Mushaf'ta birçok imlâ hataları, yazım ve dilbilgisi yanlışlığı olduğu gözlenecektir. Eğer Kuran ağızdan ağza hıfz ve tevatür yoluyla kayıt edilmemiş olsaydı ve Müslümanlar geçmişlerinden bir miras olarak bu metodu tam bir dikkat ve itina ile kullanmayıp Kuran'ın ezberlenmesine gayret göstermeseydiler bugün birçok kelimenin doğru okunuşu mümkün olmayacaktı. Bu durumun nedeni de; o günkü Arap toplumunun yazı metotları ve hat tekniğine vakıf olmamalarıdır. Çok az kişi yazmayı ve okumayı biliyorlardı, bu küçük grubun bildiği yazım şekli de çok ilkel, düşük seviyede ve gelişiminin ilk aşamasındaydı. İslam'ın ilk yıllarından günümüze ulaşan eserler bu durumu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.1

Diğer taraftan, Osman'ın Mushaf yazmakla görevlendirdiği kimseler hat ve yazı metodu hususunda oldukça bilgisiz kimselerdi. O dönemlerde hat ve yazının ilkel bir aşamada olduğu bir gerçektir, fakat bununla birlikte bu kişiler çok kötü bir yazıya sahiptiler. İbn-i Ebi Davud şöyle rivayet ediyor: "Mushaf nüshaları tamamladıktan sonra bir nüshayı Osman'a götürdüler. O, bu nüshaya baktıktan sonra dedi ki: Çok güzel hazırlamışsınız, ama bazı yanlışlıklar vardır, fakat önemli değil Arapların ana dili olduğu için kendileri anlarlar." Osman daha sonra sözlerine şöyle devam etti: "Eğer okuyup dikte ettiren Huzeyl kabilesinden ve yazan da Sakif kabilesinden olsaydı bu tür hatalar olmayacaktı."2

Osman'ın bu sözlerinden de açıkça, Huzeyl kabilesinin dikte metotlarına ve Sakif kabilesinin de güzel yazmaya ne kadar vakıf olduklarını bildiği anlaşılmaktadır. Osman Mushaf'ı kimin daha güzel hazırlayacağını bildiği halde, onları görevlendirmedi, kendi tanıdıklarını görevlendirdi, bu yüzden de hazırlanan Mushaf çokta güzel bir çalışma olmadı. Huzeyl ve Sakif kabilelerinden kimseyi bu işe atamaması, böylece baş gösteren ihmalkârlık ve dikkatsizliği önlemediği için bu bağlamda Osman'a bir takım eleştiriler yöneltilmiştir.1

Salebi kendi tefsirinde;"Bu ikisi sihirbazdır"2 ayetinin haşiyesinde şöyle diyor: "Osman dedi ki: Bu Mushaf'ta bazı yanlışlıklar var, fakat bu Arapça olduğundan her Arap bunu düzeltebilir." Osman'a,"Onları düzeltemez misiniz?" diye sorulunca dedi ki: "Gerek yok; zira ne bir helali haram ne de bir haramı helâl kılmıştır."

İbn-i Ruzbehan kendince Osman'ın bu yanlış uygulamasını örtbas etmeye çalışarak şunları yazmış: "Osman, Mushaflarda yazılan kelimelere uymayı zorunlu bildiği için yazım hatalarını düzeltmedi; çünkü bu gibi yazımlar bazı Arap sözlüklerine uygundu."

Sonuçta, zamanın yetkililerin titiz davranmamaları nedeniyle Mushaflardaki imlâ hataları ve bazı çelişkiler İslam ümmetinin içinde sürekli sorun olmuştur. Osman'ın hilâfetinden sonraki dönemlerde de bu hatalar düzeltilmedi, bunun en büyük nedeni de; çünkü İslam düşmanlarının bunu bir fırsat bilip Kuran'da bazı tahrifler yapabilirlerdi. İmam Ali (a.s) bu konu hakkında şöyle buyuruyor: "Kuran bugün ne değiştirilebilir ne de yeniden hecelenebilir."

İmam'ın bu buyruğu tüm Müslümanlar tarafından Kuran ile ilgili temel bir prensip olarak kabul görmüştür. Bu yüzden hiç kimse Kuran'a müdahale etmemiş veya bir değişiklik yapmaya kalkışmamıştır.

Şuna da çok dikkat etmek gerekir ki; Kuran'ın yazımında bulunan yanlışlar hiçbir zaman yüce kitabın doğruluğuna bir zarar vermez, Mushaflarda yanlışlıklar olsa da Kuran gene saygınlığını ve sıhhatini korumuştur, çünkü:

1- Kuran'ın hakikati okunandır, yazılan değildir. Kuran'ın okunuşu Peygamber (s.a.a) ve sahabelerin dönemindeki yaygın olan şekil ile okunduğu sürece hiçbir zarar söz konusu değildir. Önceden de belirttiğimiz gibi Müslümanlar İslam'ın ilk gününden bugüne dek Kuran'ın nassını sahih ve doğru bir şekilde muhafaza etmişlerdir.

2- Mushaflardaki bazı imlâ hataları ilk Mushaf kâtiplerinin cehalet veya titizlik göstermemelerinden kaynaklanmıştır, zira eleştiri okları bu insanlara yönelmiştir. Yoksa Kuran'ın kendisinde bir yanlışlık yahut eksiklik bulunmamaktadır, nitekim yüce Allah Fussilet suresinde Kuran'ı koruduğuna dair şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır, ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir."

3- Kuran'da şimdi dahi var olan ve değiştirilmeden hala duran yazım, imlâ ve dilbilgisi hataları Kuran üzerinde hiçbir değişikliğin yapılmadığını göstermektedir. Aslında imlâ hatalarının düzeltilmesi daha iyi olurdu, lâkin Kuran'ın saygınlık ve kerametinin korunması için eskiler böyle bir girişimde bulunmamış lardır. Bu da Kuran'ın hiçbir yerinde değişiklik yapılmadığını göstermekle birlikte, hiç kimsenin de Kuran'da değişiklik yapmaya yeltenmediğini de kanıtlar.

Daha ilginç olan husus ise Osmanî Mushaf'ın hattında var olan çelişkilerdir, öyle ki bir kelime bir yerde bir türlü ve aynı kelime başka yerde başka türlü yazılmıştır. Bu durumun kendisi, kâtiplerin hat sanatı hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğunu gösterir ki kelimelerin kaydı ve yazılışı hakkında en azından tek bir metodu dahi uygulayamamışlardır.

Örneğin Bakara suresinin 247. ayetinde yer alan "bestaten" kelimesi "sin" harfi ile yazılmışken, aynı kelime Araf suresinin 69. ayetinde "sad" harfi ile yazılmıştır. Ayrıca bu mastarın şimdiki zaman kipi olan "best" kelimesi Rad suresinin 26. ayetinde "sin" harfi ile yazılırken, aynı kelime Bakara suresinin 245. ayetinde "sad" harfi ile yazılmıştır. Bu tür çelişkilere Osmanî Mushaf'ta sıkça rastlanır.



Yüklə 1,21 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   53




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin