II. ALLAH'IN KÂİNATTAKİ DİĞER İCRÂÂTLARI
1- Cansızlarla İlgili İcraatı
Kur'ân'ı okuyan kimse, bütün varlıklarla olduğu gibi, cansız varlıklarla bile bir anlaşma ve uyuşma havasına girer. Bütün varlıkların kendisini saygıyla karşıladığını, aynı yüce Rabbın eseri olduklarını, bütün eşyanın kendisine munis bir dost gibi davrandığını hisseder. Materyalist düşünce sistemlerinde olduğu gibi, her şey kendisiyle mücadele edilmesi gereken bir vahşet ve düşmanlık intibaı vermez. Bilâkis tabiat dediğimiz bütün varlık ve hatta cansızlar bile ona, aynı Yaratıcının emirlerine boyun eğen, fıtrî vazifelerini sadakatle yerine getiren itaatli askerleri gibi görünür. Onların bu dünyadaki imtihanında, kendisine yardımcı olmak İçin emrine müheyya beklediklerinin şuu-rundadır. Çünkü "(...) Göklerin ve yerin askerleri -Allah'ın dır, Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır "fatih, 4).
Cansız tabiat dediğimiz eşya Kur'ân'da âdeta canlı gibidir. Allah onlara hitab eder. Tâ başta, kâinatın yaratılışında, "sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arza: "İsteyerek veya istemeyerek (varlığa) gelin" dedi "İsteyerek geldik" dediler. Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emirini (yani onu yöneten kânunlarını) vahyetti. Ve biz en yakın göğü lambalar ile ve koruma (koruyucu güçler) ile donattık. İşte bu, O aziz, alîm, (Allah)m takdiridir" [Fusstiet, 11-12) âyetinde belirtildiği gibi, bütün cansız eşyaya da emrini vahyet-rniş, bildirmiştir. "(Firavun): "Rabbmız kim ey Mûsâ?" dedi
(Mûsâ): "Rabbimiz her şeye yaratılışım (varlığını ve biçimini) verip sonra ona yol gösteren (yaratılış gayesine uygun yöne yöneltenjdir" dedi" fTâhâ, 49-50). Şu halde herkes ve her şey vazifeli bir memurdur. Emirle hareket eden bir askerdir. Bu ve benzeri âyetlerdeki hitab ve konuşmaların bir temsil olduğunu, gerçekte cansızların böyle bir konuşmaları ve cevap vermeleri bulunmadığını ileri sürenler bulunsa da, bu cansızlar âlemi tâ yaratılışlarından beri lisan-ı hâl ile Allah'ın emirlerine tam bir itaat ile boyun eğmektedirler. Yani cansız dediğimiz etrafımızdaki kâinat niçin yaratıldılarsa hiç sapmadan o gayeye hizmet ediyorlar. Cibilliyet ve fıtratlarındaki gayeleri tahakkuk ettiriyor ve kendilerine aynı Rabbın verdiği emri harfiyyen yerine getiriyorlar. Çünkü yaratma, emir ve idare O'na mahsustur (A'rtf, 54).
Daha düne kadar cansız dediğimiz tabiatın hareketsiz, donuk olduğu sanılırdı. Bugün artık maddenin dibindeki en küçük parçası olan atomun, güneş sistemine eş süratle ve düzenle hareket ettiği görüldü. Halbuki önceleri hareketin canlılara mahsus bir hususiyet olduğu sanılıyordu. Eğer frekansına inebilsek, bu zerrelerin ve bütün cansızların, kendi lisân-ı halleriyle yaptıkları teşbihlerini de işitebileceğiz. On asır önceki perdesi açık kulların "her şey canlıdır. Hayy isminin tecellîsine mazhar olmayan bir şey yoktur. Teşbihlerini işitiyoruz229 demelerinin, Kur'ân mantığına sahib bir kimse yadırgamaz. "Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunanlar, O'nu teşbih ederler. Hiç bir şey hariç değil, hepsi O'na hamd ile teşbih eder. Fakat siz onların teşbihini iyi anlamazsınız. O, hakîkaten halimdir, gerçekten çok bağışlayandır" (isrâ, 44). İşte şuursuz tanıdığımız hayvanların, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların ve bütün cansızların her zerresi bile, yüce Yaratıcının şanının yüceliğini söylemektedirler. Atomlardaki ve atomlardan meydana gelen kâinattaki bu düzen ve faaliyet, hepsinin bir yerden emir aldıklarını ve şevkle durmadan o emri yerine getirmek için çalıştıklarını haykırmıyor mu? Bundan sesli ilân mı olur?!! Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin tecellî ve nakışları olan cansızlar âlemi de, işte böyle çok sesli konuşan Allah'ın tekvînî âyetleridir.
Yalnız insan, Rabbini teşbihten gafil bulunuyor. Diğer varlıklardan farklı olarak insanın bu teşbihi iradeli ve şuurlu olarak yapması istenmiştir. İnsan, iradesiyle gaflete düşüyor. Halbuki Allah'a imâna, O'nu teşbih ve ibadete, Allah'ın kullarının en lâyık olanı insandır. İşte bunun için Abdullah oğlu Muhammed (sav) yürüdüğü zaman ayaklarının altındaki çakıl taşlarının teşbihini duyardı. Dâvud (as) da mezmurlarını okuduğu zaman dağlar ve kuşlar ve onunla birlikte zikre gelirlerdi.230 "Davud'a dağları ve kuşları boyun eğdirdik. Onunla beraber teşbih ediyorlardı. Biz (bunları) yaparız" (Enbiyâ, 79). "Biz dağları ona râm etmiştik; akşam sabah onunla teşbih ederlerdi. (Her taraftan) toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onun nağmesine katılırlardı" (Sâd. ıs-19). "Görmedin mi göklerde olan herkes (her şey), güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların bir çoğu hakîkaten Allah'a secde ediyor. Bir çocuğunu da üzerine azab hak olmuştur (...)" (Hacc, ıs). "(Yerden) biten (otlar) ve ağaçlar (Allah'a) secde etmektedirler" (Rahman, 6). "Allah'ın yarattığı şeylere bakmıyorlar mı?; gölgeleri (nasil) sağdan soldan sürünerek Allah'a secde ederek dönerler?" (Nahi, 48). "Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah'a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzayıp kısalarak O'na secde etmektedirler,)". Secde iki türlüdür: 1-Mükellef akıllıların meşru şekilde Allah'a taabbü-den yaptıkları secde, 2-Mahlûkâtın hepsinin Cenab-ı Hakk'-ın iradesinin gereğine boyun eğmeleridir,"231 Demek ki, bu varlıkların teşbih ve secdeleri fıtrîdir. Onlar fıtrat kanunlarına uymaktadırlar.
Maddî yönüyle insan için ve insanın faydalanması için yaratılan cansızlarla (Bakara, 29) insan, Kur'ân'da İşte böyle bir manevî bağ içerisine girer. Aynı Zât'ın eseri olduklarını beraber haykırırlar. "Sonra bunun ardından yine kalbleriniz katılaş-ti; şimdi onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Çünkü öyle taş var ki içinde ırmaklar fışkırır; öylesi de var ki Allah korkusundan yukarıdan (aşağı) düşer. Allah yaptıklarınızı bilmez değildir" (Bakara. 74). İşte Allah cansız varlıklarda da hüküm ve icrâatını böyle yürütür.232
2- Hayvanlarla İlgili İcraatı
Yaratılışlarını önceki mevzuda zikrettiğimiz hayvanları Cenab-ı Hakk insanların emrine vermiştir. Allah'ın her şeyi bir hikmetle yarattığı gibi hayvanları da bir çok faydalar için yaratmış, hem onlarla dünyayı şenlendirmiş, hem de onlarla insanları rızıklandırmıştır. Cenab-ı Hakk hiç bir mahlûku boşuna yaratmadığı gibi, başıboş da bırakmamıştır. Ne için yaratılmış-larsa o maksada uygun cihazlarla onları donatmış ve o gayeye yöneltmiştir. Bu itibarla yumurtadan henüz çıkan ördek yavrusu hemen suda yüzüyor, kuş yavrusu kanatlarını uçmaya hazır bulup uçuyor; diğerleri de böyledir. "(Mûsâ): Rabbimiz her şeye yaratılışım (varlığım ve biçimini) verip sonra ona yol gösteren (yaratılış gayesine uygun yola yöneten)dir, dedi" (nha, 50). Yani yüce Rabbimiz, kâinatı kuşatan merhametiyle mahlû-katını yaratıp ortada başıboş, şaşkın bırakmamış, onlara, ifâ edecekleri fonksiyona göre yollarını göstermiştir. Bütün hayvanlar ve kuşlar yuvasını yapmayı, rızkını arayıp bulmayı, düşmanından korunmayı, tenasül hayatını ve neslini korumayı vb. biliyor. Bütün bunları hayvanlara fıtrî ve cibilîî olarak Allah-öğretmiştir.
Allah cansız varlıklara vahyettiğine göre hayvanlara da elbette vahyetmiştir. Yani yaratılış gayelerine uygun bilgiyi onlara öğretmiştir ki bunda insanlar için çok ibretler vardır. "Hayvanlarda da sizin için ibret (alınacak dersler) vardır. Onların karınlarının içinden ve bağırsak muhteviyâtıyla kan arasındaki birleşmeden çıkan ve onu içenler için içimi kolay olan saf bir sütü, Biz size içecek olarak veriyoruz" (Nahi, 66). "Rab-bin bal arısına (şöyle) vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve kurdukları çardaklardan evler edin! Sonra her çeşit meyva-lardan ye de, Rabbinin yollarına boyun eğerek yürü1." Onun karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir millet için (Allah'ın büyüklüğüne) işaret vardır" (Nahi, 68-69). Burada, Allah'ın arıya bal yapmasını vahyetmesi yani bildirip Öğretmesi, diğer bütün hayvanlar için de sadece bir örnektir. Bunda ne kadar büyük bir ibret olduğunu düşünmeli! Bugün balı insanlar yapamıyor. Bala biraz şeker eriyiği karıştırılsa sahteliği hemen
anlaşılıyor. Şu halde Cenab-ı Hakk, bu uçar sineklerin ufacık vücudlannın her birine insanların yapamıyacağı böyle şifalı bir gıdayı imâl edecek fabrikaları yerleştirmiş, dağ bayır çiçekten çiçeğe uçuruyor. Hayvanların Allah'tan aldıkları bu talimlerine Kur'ân "vahy" diyor. İnsanlar, insiyak, içgüdü sevk-i tabiî gibi isimler veriyorlar. Böyle birer isim takmakla mesele basitleştiri-lip, ehemmiyetsizleştirilmeye çalışılıyor. Bir İsim takmakla işi izah etmiş mi oluyoruz? Hayır. Böyle bir isim takmakla, işin azameti gözlerden kaçırılmak istenmektedir. Bu maddeci taktik, bir çok konuda cereyan ediyor. Buna ileride genişçe temas edeceğiz.
Hayvanlar arasındaki muhabere, çok geliştirilmiş sinir sistemleriyle çarpıcı bir mahiyet gösterir. Arıların, karıncaların, yarasaların, örümcek ve kuşların muhaberesi bunlara örnek gösterilebilir.
Kuşların gökyüzünde uçuşları bize Allah'ın uçma kanununu öğretmiştir. Yerde iki ayakla, dört ayakla yürüyen hayvanlar, iki tekerli, dört tekerli vasıtaları, denizde yüzenler de yüzme kanununu öğretmiştir. İbret alacaklara daha nice örnekler ve dersler vardır. Biyonik ilmi bunun en yakın misâlidir. "Göğün boşluğunda Allah'ın emrine boyun eğdirilmiş olan kuşlara bakmadılar mı? Onları Rahman (olan Allah)dan başka tutan kimse yoktur" (Nahl, 7) "Üstlerinde kanatlarını açıp yumarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları (havada) Rah-mân'dan başkası tutmuyor" (Möik, 19). Çağdaş bilgiler uçuşlarını programlamak konusunda, bazı göçmen kuş cinslerinin ne derece mükemmel bir noktaya ulaştıklarını göstermiştir. Zira hayvanın genetik kodunda kaydedilmiş, gerçek bir göç programı vardır... Hiç tecrübesi olmayan, yardımcısı da bulunmayan yavru kuşlar, 25 bin km. uzunluğunda Pasifik Okyanusu üzerinde S şeklindeki karmaşık güzergâhını, hareket noktasında tesbit edilen tarihte dönecek şekilde tamamlayabiliyor. Böylesi bir seyahatin çok karmaşık direktiflerinin, mecburî olarak kuşun sinir hücrelerinde kayıtlı olması gerektiği kabul edilmektedir. O direktifler kesinlikle programlanmıştır. Programlayan kimdir?233
Kur'ân'da hayvanlar konuşturulur. Hz. Süleyman'ın hayvanlarla konuşması meşhurdur. "(...) De ki: "Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi. Ve bize her şeyden (bolca bir pay) verildi. İşte bu, büyük bir lütufdur" (Nemi, 16). Hayvanların kendi aralarında anlaştıkları herkesin bildiği bir gerçektir. Anlaşma vasıtalarına onların dili diyebiliriz. Nitekim karınca vadisinde Hz. Süleyman, bir karıncanın "Ey karıncalar, dedi, yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları, farkında olmayarak sizi ezmesinler" (Nemi. ıs] deyişini anlar, güler ve Rabbına şükreder. Hüdhüd kuşu Süleyman (asj'a Saba melikesinden haber getirir ve Hz. Süleyman'dan onları tevhide davet mektubu götürür.
Bütün canlıları idare eden Allah'tır. "(...) Hiç bir canlı yoktur ki Allah onun perçeminden tutmuş olmasın (onu dilediği gibi yönetmesin). Gerçekten Rabbim doğru bir yol üzerindedir. (O âdildir, yanında kimse zulme uğramaz)" (Hûd, 56).
Az önce hayvanların da toplulukları bulunduğuna temas etmiştik. Hayvanlar da kendi aralarında bir cemaat, bir ümmettir. "Yeryüzünde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitabda hiç bir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra (onlar), Rabblerinin huzurunda toplanacaklardır" (Enam, 38). Bu âyetin mânâsı şudur: Hayvanların hepsi de sizin gibi önce topraktan sudan yaratılmış, bir çeşit hayata kavuşturulmuş, bir düzen altına alınmış, hepsinin sizin gibi rızıkları, ecelleri takdir edilmiş, belli bir vakte kadar yer, içer, beslenirler. Hepsi sizin için birbirlerine benzer cinsiyet taşır, hepsi sizin gibi toplanır tanışır, yanaşır ve kaçar, koklaşır veya dövüşür, hepsi sizin gibi birbirlerinden doğar, ürer, bir asıldan çıkar, çoğalır, çeşitlenir, hepsi sizin gibi canlı hayatı yaşar, çeşit çeşit bölükler, birbirine uygun sınıflarladır. Yerde sürünenleri, havada uçanları ile her çeşidi size benzer, sizin benzerlerinizdir. Hepsi ilâhî takdir ve rabbani tedbir dairesinde özel nizamlar, geçerli kanunlar altına konulmuş, halleri mahfuz, işleri kanunlu, iyilikleri geçerli sizin gibi birer ümmet ve binâenaleyh size birer ders-i ibrettirler. Hepsi aslî yaratılışları ve varlık düzenleriyle ilâhî kudretin birer deliller dizisi ve hikmet kitabının âyetleridirler.234
Allah hayvanları yaratmış yeryüzüne yaymıştır. Nerede neyin yaşayıp barınacağını O biliyor. Ona göre dağıtmış yeryüzüne (Lokman, ıo). Her hayvan her yerde yaşamaz. Kutuplarda yaşayanlar başka, ekvatorda yaşayanlar başkadır. İnsanlar gibi çeşit çeşittirler (Fatır, 28). Herbirini yeryüzünde uygun yerlere O dağıtmıştır (şorâ, 29). Rızıkları Allah'a aittir |Hûd, 6). Onları insanlara ram etmiş, kocaman kocaman hayvanlara, hatta yırtıcılarına bile insanlar hâkim oluyorlar (Y&sîn, ?ı; zuhruf, 13). Sıcak çöllerdekilerini, kutuplardakilerini, kovuklardaki haşerelerini, toprak altındaki kurtçuklarını, üç karanlık içindeki cenînlerini, göklerdeki kuşlarını, suların derinliklerinde yüzen balıklarını hep O rızıklandınyor.
Cenab-ı Hakk'ın bunca icraatlarına meşher ve mazhar olan hayvanlar da Rablarını tanıyor. O'nu teşbih ediyor ve ibadetlerini biliyorlar. "Görmedin mi göklerde ve yerde olan kimseler, kanatlarını çırparak uçan kuşlar, Allah'ı tesbîh ederler? Her biri kendi duasını ve teşbihini bilmiştir. Allah da onların ne yaptıklarını bilmektedir" (Nor, 4i). ''Görmedin mi Allah'ı göklerde, yerde bulunan kimseler, güneş ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu hep O'na secde ediyorlar (?..)" (Hacc, 18). Cansızlar Allah'ı teşbih ve tenzih ederler.235 Hayvanların olsun bitkilerin olsun, doğma ve üreme şümullüne giren her şey, yeryüzünü istilâ edip hâkimiyeti altına almak azmindedirler. Böylece yeryüzünü kendisine ve zürriyetine mahsus özel bir mescid yapmakla hikmetli yaratıcının güzel isimlerini açıklayarak O'na sonsuz bir ibadette bulunmak isterler.
Teşbih ve ibadet sınırsız çeşitleriyle her şeyde vardır. Fakat her şeyin kendi teşbihlerinin ve ibadetlerinin bütün yönlerini bilip hissetmesi gerekmez. Çünkü bir şeyin olması, kalbin hâzır olmasını gerektirmez. Şu halde bütün çeşitleriyle hayvanlar da, bütün hareket ve sükunlanyla, Allah'ın nizamına boyun eğme-leriyle ve lisan-ı halleriyle Allah'ı teşbih edip yüceltiyorlar.236
Dostları ilə paylaş: |