8- MÂLİKİ YEVMİ'D-DİN, MELİK, EL-MELİK, MALİKU'L-MULK:
“Din gününün Mâliki”.1003 Bu vasfın iyice anlaşılabilmesi için, terkibi oluşturan iki kelimeden her birinin üzerinde durmak gerekir.
Mâlik, miîk masdanndan ism-i fail olup sahiplik, yani malların kendileri ve menfeatleri üzerinde tasarrufu ifade eder. Bir başka mütevatir kıraate göre “Melik” diye okumak gerekir. Melik ise, hükümranlık manasına olan “mülk” masdanndan sıfat-ı muşebbehe sigasıdır. Memleketinde hükmü yürüten, istediği şekilde tasarruf eden anlamını verir. Aynı kökten olan “mülk ve milk” masdarları, kuvvet manasında müşterektirler. Ancak mülk, milki de gerektirir; dolayısıyla her melik mâliktir. Fakat her mâlik her zaman hüküm sahibi, yani melik değildir.1004
Meleke, “malik ve sahip olmak” demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de “kuvvetli” olmayı çağrıştırır.”Sahip ve malik” anlamında “melik, mâlik, melîk” kelimeleri kullanılır. Masdan olan mülk veya milk, hem üzerinde tarafta bulunulan “şey” i, hem de tasarrufta bulunmayı ifade eder. 1005 Bu tasarruf, hem insanlar (öncelikle insanlar), hem de “mallar” üzerinde tasarruftur. Nitekim Allah için “insanların Meliki” denirken “insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi” olduğu anlatılmak istenir. 1006
Melik, Mâlik vasfının Kur'an'da kullanılış şekillerini şu üç maddede toplamak mümkündür. 1007
a- Mutlak Anlamda Tasarruf:
Kur'an'da “mülk” kelimesi olarak Allah için kullanılmıştır ki, gerçek anlamda mülk Allah'ındır ve edebi olarak mülkün sahibi O'dur.
“Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin mülkü Allah içindir.” 1008 “De ki: “Allah'ını, (ey) mülkün (yegâne) sahibi; mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden alırsın.”1009
Bütün semavat-ü arz ve aralarındaki kâffe-i mevcudat mülk-ü melekûtu tamamen ve müstakilen Allah'ındır. Yani bütün mevcudat üzerinde icad-ü ifna, ihya-vü imate ve sair herhangi bir suretle tasarruf-ı mutlak ve hakk-ı hakimiyet Allah'ındır. Binaenaleyh Allah dilediğini ibka, dilediğini ifna eder. Ve böyle yapmakla ne bir haksızlık etmiş olur, ne de bir mukavamete maruz kalır. 1010
b- Sınırlı (İzafi) Tasarruf:
Yeryüzünde, yani dünyada kendisine izafi bir meliklik yetkisi tanınmış bulunan varlık insanoğludur. İnsan, yeryüzünde Allah adına tasarrufta bulunabilecek olan tek yaratıktır. Allah Teala, kendi adına yeryüzünde yasalarını pratize etsin, kendisine vekil olsun diye insanı yaratmıştır:
“Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demişti...”1011
Yani, kendi irademden, kudret ve sıfatımdan ona bazı salahiyetler vereceğim, o bana niyabeten mahlukatını üzerinde bir takım tasarrufâta sahip olacak, benim nâmıma ahkâmımı icra ve tenfiz eyleyecek, o bu hususta asıl olmayacak, kendi zatı ve şahsı namına bilasele icrayı ahkâm edecek değil (kendi heva ve hevesinden hüküm koyacak değil), ancak benim bir naibim, bir kalfam olacak, iradesiyle benim iradelerimi, benim emirlerimi, benim kanunlarımı tatbik memur bulunacak, sonra onun arkasından gelenler ve ona halef (onu takip edenler) olarak ayni vazifeyi icra edecek olanlar bulunacak, “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur.” (O'dur ki sizi yeryüzünde halifeler kıldı -hilafet verip bundan böyle ahkâm-ı ilahiyyenin icrasına memur eyledi-) sırrı zahir olacak.1012
Demek ki, Allah'ın halifesi sıfatıyla yaratılan insanlar yeryüzünde bir meliklik yetkisine sahiptirler; yani herkesin bir tasarruf sahası vardır; ama bu tasarruf sahası hiç bir zaman mutlak değil, sınırlı ve Allah'ın tanıdığı alanda sadece bir emanettir. 1013 Tarih boyunca insanoğlu ya bu emaneti yerli yerine oturtmuş, gerçek anlamda “halife” olmuş, ya da şirk koşmak suretiyle Allah'ın melikliğini ve yeryüzü mülkünü gasp etmiştir. Birinci şıkka Hz. Musa ve İsrailoğulları içerisinde Nebilerin emrinde bulunan melikler gönder” dediler... Nebileri onlara: “Allah Talût'u size melik gönderdi” dedi, “O bizim üzerimizde nasıl melik olabilir? Biz melikliğe ondan daha layıkız, ona geniş mal da verilmemiştir.” dediler. (Nebileri de:) “Allah onu sizin üzerinize seçti, onun bilgisini ve gücünü arttırdı” dedi.”1014
İkinci şıkka da Mısır mülkü üzerinde tasarruf sahibi olduğunu iddia eden Fir'avn en güzel örnektir.
Öte yandan, tek tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve mülklerinde nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da Allah her insana ayrı ayrı bildirmemiş, insanlar arasından seçtiği elçiler vasıtasıyla bildirmiş ve genel anlamda yeryüzündeki mülkiyetini bu elçiler aracılığıyla yürütmeyi dilemiştir. 1015
Cenab-ı Allah, bazen elçilerini hem râsûl, hem de melik kılmıştır:
“(Yusuf dedi:) “Rabbim, bana gerçekten mülkten verdin ve bana hadiselerin te'vilini öğrettin.”1016
“Allah ona (Davud'a) mülk ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti.”1017
“...Andolsun, İbrahim ailesi'ne kitap ve hikmet verdik ve büyük bir mülk verdik.”1018
“Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; O içinizde nebiler var etti, sizi melikler yaptı...” 1019
c- Sonuç:
Kur'an, buraya kadar açıklamaya çalıştığımız cihetle meliklik sıfatını öncelikle, gerçek ve mutlak olarak, hem dünyada ve hem de ahirette Allah'a tahsis etmektedir. Kur'an'da mülkün sadece Allah'a ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır:
“O gün onlar, ortaya çıkarlar. Onlardan hiç bir şey Allah'a gizli kalmaz. (Ve sorarlar onlara): “Bugün mülk kimindir? O tek ve Kahhâr olan Allah'ın!”1020
“İşte O gün gerçek mülk Rahman’ın dır, (bütün hükümranlık yalnız O'na aittir) ve o (gün), kafirler için çetin bir gündür.”1021
Zaten Tevhid akidesinin bir manası da şu ki, bu mefhum, bütün nimet ve zenginliklerin, bütün mevcudatın mülkiyet hakkını en mutlak ve asıl manasıyla Allah'a tahsis eder. O'ndan gayrı hiç kimse, re'sen, doğrudan doğruya hiç bir şeyin maliki ve sahibi olamaz. İnsanın elindeki her şey, ondan faydalanmak, ilerlemek ve yükselmekte yardımından istifade etmek üzere bir emanettir. 1022 İnsanoğlu yeryüzünde kendisine bir emanet olarak verilen bu izafi meliklik yetkisini Allah için kullanır ve mülkü de Allah yoluna sarfederse, yani kendisine verilen mülk üzerinde Allah adına tasarrufta bulunursa, işte o zaman ancak hakkıyla Allah'ın halifesi olabilir. Değilse, Allah'ın hakkına başkalarını ortak koşmuş olur ki, bu da şirktir ve bu ameli işleyenlerin mal ve mülklerindeki hiç bir sarfiyatları Allah katında kabul görmez. Bütün amelleri ve kazançları tağutlann uğruna heba olur gider.
“Allah'ın yarattığı ekin(ler)den ve hayvanlardan Allah'a pay ayırdılar. Zanlarınca: “Bu Allah'a, bu da şirk koştuklarımıza” dediler. Şerikleri için olan Allah tarafına geçmez, fakat Allah için ayrılan şeriklerine ulaşıyor. Ne kötü hüküm veriyorlar.”1023
Rivayete göre cahiliye Araplarından bazıları, ekinlerinden ve hayvanlarından bir kısmını Allah ile putları arasında bölüştürürlerdi. Şu Allah'ın payı, şu da tanrılarımızın payı, derlerdi. Allah için ayırdıklarını misafirlere ve fakir fukaraya sarfederler, tanrıları için ayırdıklarını da onların huzurunda yapılacak âyin vs. şeylere harcarlardı. Eğer Allah'ın hakkından tanrılarının hakkına bir şey geçerse onu öyle bırakırlardı. Şirk koştuklarının hakkından Allah için ayrılan tarafa bir şey geçerse, onu alıp tekrar şeriklerinin hakkına katarlardı: “Allah zengindir, bunlar fakirdir” derlerdi. Bu suretle ilahlarını Allah'a tercih ederlerdi. 1024 İşte bu ayet-i celile, Arap müşriklerinin akıl ve fikir kabul etmez cehalet ve sapıklıklarına, iktisadi ve sosyal hayatlanndaki perişanlık/çöküntüleriyle ilgili bazı fenalıklarına dokunuyor. Yine bu ayette, bu kötü yola işaret olunarak bu hareketin ameli yönden bütün kötülüklerini, günahların başı ve asli sebebi'olduğu vurgulanmak isteniyor. Binaenaleyh, ayetin ifade ettiği anlam iyice düşünüldüğünde anlaşılır ki, bu ifadeler, yalnız Arap müşriklerinin bu kötü adet ve sapık gidişatını tasvir değil, bütün müşrikliğin, yani şirk dini mensuplarının ameli noktada kendi tebaasını nasıl beyhude masraflara katlanmak zorunda bıraktıklarının, onların bütün enerjilerini kendi saltanatlarının devamı için nasıl hunharca kullandıklarının ve böylece onları ne tür bir iktisadi hastalığa dücar ettiklerinin de açık bir kanıtıdır.
İtikadi boyutuyla şirk, Allah'tan başka gizli veya açık prestij edilecek ma'bûd kabul etmek ve onları hakem tanımak demek olduğu için, bir müşrik, hal ve hareketlerinde bazen Allah'ı da hesaba katmakla beraber, çoğunlukla kendisine Allah'tan daha yakın müessir kabul ettiği diğer ma'bûtları/şerikleri adına hareket eder. Bu sebepten, kazancında Allah'ın hükümlerine muhalif yollar takip ettiği gibi, malını sarfetme hususunda da doğal olarak Allah Teala’nın yasakladığı, istemediği alanlarda, bu ma'but tuttuğu şerikleri adına bir takım vergilere ve boş masraflara mahkûm olur. Artık onun bütçesinde iki masraf vardır:
Birisi, sözde Allah için harcadığı kendi şahsi duygularıyla ihtiyaç hissettiği cüzi bir hak ve hayır masrafı; diğeri de şirk dininin mensuplarının heva ve heveslerinden kaynaklanan boş istekleri doğrultusunda şirkin ayakta kalabilmesi, daha çok yaşaması için beyhude, hayırsız ve helake götüren masraftır ki, memleketleri yıkan, milletleri ezip harap eden hayati ve ahlâki buhranların, sosyal ızdırapların en mühim sebeblerinden biri olan iktisadi sefaletin başgöstermesidir. Bu öyle bir masraftır ki hiç birisi Allah'ın rızasına yönelik değildir. İnsanı helake götürmekten ve boş yere soyulmaktan başka bir şey ifade etmez. Bilakis Allah için ayrılan kazançları, harcamaları da bütünüyle kendisine çeker. Allah'ın rızasını kazanmaya mâni olur. Ve artık bu hal üzere yaşamlarını sürdürenlerin hiç bir hayırları söz konusu değildir. Bütün amelleri ve bütün kazançları şeytanlar, tağutlar uğruna hebaen mensura telef olur gider.1025
Mutlak anlamda mülkün Allah'a ait olduğunu ve izafi olarak da mülk ve melikliğin insanoğluna bir emanet olarak verildiğini belirten Kur'an, aynı zamanda bir başka noktaya da dikkatleri çeker. Bu calib-i dikkat nokta Kur'an'ın insanların gerçek mülkü olarak hemen hemen yalnızca cariyeleri zikretmesidir:
“(Savaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariyeler) müstesna, evli kadınlarla evlenmeniz) de haramdır...” 1026; “Yahut elleriniz altında bulunan (mülkünüz olan) cariyelerle yetinin...” 1027; “İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse elleriniz altında bulunan (mülkünüz olan) inanmış genç kızlarınız (olan cariyelerinizden alsın...”; “Ancak eşleri yahut ellerinin altında mülkü olan (cariyeler) hariç, (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar”; “...yahut ellerinin altında bulunan (mülkü olan) köle ve cariyelerle...” 1028 Gibi ayetlerde insanların sahip olabildikleri mülkleri olarak hemen hemen sadece cariyelerin zikredilmiş olması şu anlama gelmektedir; yani insanlar yalnızca cariyelere mâlik olur, bunlar insanların mülküdür; başkalarıyla paylaşılamaz, belli ölçülerde dilenildiği gibi kendileri üzerinde tasarrufta bulunulur. Gerçek meliklik, yani mutlak anlamda mâlik olma Allah'a ait bir vasıf olduğundan dolayı, O mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır, istediği biçimde kendi mülkü üzerinde tasarruf hakkına sahiptir.
“De ki: “Allah'ım, mülkün (yegane) sahibi; mülkü dilediğine verir, mülkü dilediğinden alırsın.”1029
II- Yevm:
Yevm, süresi değişik olan vakit bölümlerine atfedilen, süresi farklı vakit bölümleriyle ilgili zaman birimidir. Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki zaman birimine de “yevm” denilir.1030
III- Din:
Arapça sözlüklerde “din” sözcüğü başlıca şu anlamlara gelir:1031
1- Üstün gelmek, zorla istediğini yaptırmak, hüküm, emir, itaate zorlamak, kendinden üstün bir kuvvetin her hangi bir şeyi (sovereignty) kullanması, onu köle ve itaatkar kılması; Yüksek otorite sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet.
Kur'an'da bu manada:
“İşte, mademki (öldükten sonra) cezalandırılmayacaksınız, bu sözünüzde doğru iseniz, o (çıkmakta olan canı)nız ta boğazına gelince cesedinize geri çevirsenize!”1032 buyrulur.
2- İtaat, kulluk, hizmet, bir kimsenin emri altına girmek, birinin işini müşavere etmek, birinin üstünlüğü ve galibiyeti karşısında alçak göftâllüğü ve zilleti kabullenmek; otorite sahibine, itaat edene gösterilen tapınma ve itaat.
Arapçada itaatkar kavim için “Kavmu dîn” kullanılır. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkıyorlar” buyurur.
3- Şeriat, kanun, yol, mezhep, millet, âdet, taklit, kahr, uyulan kanun ve yollar anlamlarında kullanılır.
Hadis-i şerifte: “Kureyş ve onların âdet ve yolları üzere olanlar” tabiri geçmektedir. Bir diğer hadiste de Rasulullah (s.a.v.): “Rasulullah kavminin dini üzere idi” demektedir. Yani Rasulullah (s.a.v) evlenme, boşanma, miras ve bunlara benzer medeni ve içtimai hallerde kavminin geçerli olan kaide ve adetlerine tabi oluyordu.
Kur'an-ı Kerim'de:
“De ki: “Ey insanlar, eğer benim dinimden bir şüphede iseniz iyice bilin ki ben Allah'ı bırakıp da sizin tapar olduklarınıza tapmam.”1033
“...Hüküm Allah'tan başkasının değildir. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur...”1034
“O halde yüzünü muvahhid olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir. (Allah) insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratılışına hiç bir şey bedel olmaz. Bu dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmez.”1035
4- Ceza, mükafat, muhakeme, bir başka deyişle muhasebe, yargılama, cezalandırma veya mükafatlandırma.
Kur'an'da bu anlamda şu ayetler varid olmuştur:
“Şüphesiz ki size va'dedilen şeylerin hepsi elbette vâkidir.”1036
“Dini yalan sayanı gördün mü? İşte yetimi ünf-ü şiddetle iten. Yoksulu doyurmayı teşvik etmiyen odur.”1037
“O din günü nedir? Bunu sana hangi şey öğretti? O din günü nedir? Tekrar bunu sana hangi şey öğretti. O, öyle bir gündür ki kimse hiç bir kimseye, hiç bir şeyle faide vermeye muktedir olmayacaktır. O gün yalnız Allah'ındır.”1038
Bütün bu açıklamalardan ortaya çıkan netice, “Mâlik-i Yevmi'd-Dîn” (Din gününün mâliki) sıfatını oluşturan tekiplerden birisi olan “Din” sözcüğü, Kur'an'da yukarıda 4. maddede belirtmeye çalıştığımız anlamda kullanılmıştır. Buna göre bu vasfın anlamı, herkesin yaptığının karşılığını alacağı günde, yani ahirette, Allah'ın herşey ve herkes üzerinde tam bir hakimiyet ve selahiyetini ifade eder:
“Sûr'a üfleneceği gün hükümranlık O'nundur.” 1039 “O gün buyruk yalnız Allah'ındır.”1040
Ancak, Allah'ın hakimiyet ve sahibiyetinln ahirete tahsisi edilmesi, O'nun dünyada her şey ve herkes üzerinde hakimiyet ve selahiyetinin olmadığı anlamına gelmez. Bu vasfın ahiretle alakalı olmasından maksat, o günün ehemmiyetini, kadr-u kıymetini yüceltmek, o güne ta'zim etmek; dünya hayatına zahiren hem mülk hem de milk Allah'tan başkaları için de doğru olduğu halde, o gün, bunlar zahiri bakımdan dahi zail olacaklar ve Allah'ın malikiyet ve melikîyeti tam bir zuhurla, açığa çıkacağından; ilk ferdinden son ferdine varıncaya kadar bütün insanlığın o gün Allah'ın gerçek melikliğini müşahade edeceğinden ve din gününde, Allah'ın izzetini perdeleyen bu nizam kaldırılıp, her şeyin mahiyeti iç yüzüyle ortaya çıkacağından, yani itikat dairesi sebepler dairesine galip geleceği, bütün hüküm ve mülkün Allah'a ait olduğu tam bir şekilde ortaya çıkacağı içindir. İşte bu sebepten dolayıdır ki, böyle bir tahsis varid olmuştur. 1041
IV- Malikü'l-Mülk
“Mülkün mutlak sahibi” anlamına gelir.
“De ki: “Allah'ım, (ey) mülkün (mutlak) sahibi, sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın...”1042
Bu vasfın geçtiği pasajda O, ancak uluhiyyetin sahip olabileceği birçok sıfatla (hayat vermek, öldürmek vb.) nitelenmiştir. Bundan ötürü et-Taberî: “Dünya ve ahiretin mülkü, yalnız kendisine ait olan” diye tefsir etmiştir.1043
Melik ismi, Kur'an'da iki yerde “el-Meliku'l-Hakk (Hakiki hükümdar)”, 1044; iki yerde “el-Meliku'l-Kuddûs (Her türlü eksiklikten münezzeh hükümdar)” 1045; bir yerde “Meliku'n-Nâs (bütün insanların Hükümdarı)” 1046; bir ayette de “Melikin Muktedir (Güçlü Hükümdar)” 1047 şeklinde varid olmuştur. 1048
Dostları ilə paylaş: |