22. Terör Ve Örgüt Suçlarının Muhakemesinde Kovuşturma Evresi
22.1. Delillerin Ortaya Konması (CMK 206/1)
Ceza Muhakemesi Kanunu delillerin ortaya konması ile ilgili tanımı almadığı gibi CMK 192'de "delillerin ikame edilmesi" terimini kullandığı hâlde CMK 206'ıncı maddesinde "delilin ortaya konulması" kelimelerini tercih etmiştir. Bizce bu iki tanımlama aynı hususu ifade ettiği için delil ikâme etme ile delil ortaya koyma arasında fark olduğu düşüncesine kapılıp, bunlara farklı anlamlar verenler çıkmasından korkarız.
Duruşma hazır bulunması mecburî olan kişilerin yerlerini almaları ve başkanın bunu "saptaması" ile başlar. Bundan sonra mahkeme başkanı veya hâkim "iddianamenin kabulü kararını okuyarak" duruşmanın başladığını açıklar (CMK 191/1). Hâkimlerle, savcı, zabıt kâtibinin her zaman sanık ve müdafiin istisnalar dışında hazır bulunmaları mecburidir. Bulunması mecburî kişilerden biri örneğin sanık hazır değilse, hazır bulunmadan veya gaip iken, ikisini birlikte ifade eden tabirle yokluğunda duruşma yapılan istisnaî bir durum yoksa duruşma yapılamayacak ve dolayısı ile başlayamayacaktır. Bu nedenle nisap bulunmadığı için yapılamayan toplantılarda olduğu gibi duruşmanın yapılması başka bir güne bırakılır. Dikkat edilmelidir ki burada ara verme durumu yoktur. Çünkü ara verme, ancak başlamış duruşmada söz konusudur. Burada sadece duruşmanın başlaması için yeni bir tarih tayini durumu vardır.
Çağırılan günde sanığın gelmemesi ve dolayısıyla sorguya çekilememesi hâlinde gelmiş olan tanık ve bilirkişinin dinlenmesine ilişkin hüküm 5271 sayılı Kanuna ilk önce alınmamışken 2005-5353 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle Kanuna (CMK 206/1) alınmıştır: "Tebligata rağmen sanığın mazeretsiz olarak gelmemesi sebebiyle sorgusunun yapılamamış olması, delillerin ortaya konulmasına engel olmaz. Ortaya konulan deliller, sonradan gelen sanığa bildirilir." Burada yersiz olarak "delillerin ortaya konmasından" söz etmesi duruşmanın başladığını gösteremez; Zîra Kanunun bir yandan "duruşma yapılamaz" derken öbür yandan yapıldığını kabul etmesi düşünülemez.
Bu dinlenme bizce duruşma hazırlığında olduğu gibi erken dinlemedir. Zîra deliller ancak duruşmada ikame edilir, daha doğrusu ortaya konulur. Duruşma yapılamıyorsa delilin ortaya konması da mantık gereği mümkün olamaz.
Ceza Muhakemesi Kanunu ortaya konması istenilen delil demek suretiyle, mahkeme ve başkan dışındaki süjelerin delil ikamesi istemlerini düzenlemiş; ancak mahkemenin re'sen delil araştırabileceğini söylememiştir.
Ceza muhakemesinin gayesi maddi gerçeğin araştırılması olduğu için hâkim tarafların delilleriyle bağlı tutulamaz. Bununla birlikte Kanun soruşturma evresinde hâkime delil araştırma ödevini vermiş (CMK 163) iken (savcı da soruşturma evresinde delil toplamakla hem lehte hem aleyhte araştırma yapmakla maddi gerçeğin araştırılmasına yardım etmekle ödevlidir; CMK 160/2), kovuşturma evresinde mahkemeye re'sen delil toplama hakkını açıkca vermemiştir (CMK 206). CMUK 237/ son fıkra mahkemenin re'sen delil toplaması hususunu düzenlemişken bu fıkra CMK'ya alınmamıştır.
Bununla birlikte CMK da mahkemenin doğrudan delil araştırabileceğini gösteren başka maddeler vardır. Meselâ keşif, esas hakkında hüküm verecek olan hâkimin maddi olgunun mahkeme salonuna getirilemeyen kısımları hakkında beş duyusu ile bizzat bilgi edinmesini sağlayan bir kurumdur. Hâkimin keşif yapmasını düzenleyen CMK 83, aslında delillerin doğrudan doğruyalığını garanti altına almıştır.
Bu nedenle C. savcısının keşif yapması istisnadır ve sadece "gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde" kabul edilebilir. Gerçekten Yargıtay 9 CD'nin isabetli olarak belirttiği gibi, gecikmede tehlike yoksa C. savcısının keşif yapma yetkisi yoktur. Yetkisi bulunmadığı hâlde C. savcısının keşif yapması kanuna aykırıdır. Bu keşiften elde edilen delilin kanuna aykırı delil olduğunu iddia etmek ve duruşmada ortaya konmasını önlemek (CMK 206) müdafie düşen bir görev sayılmalıdır. Başkan da ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olduğunu saptarsa kendiliğinden bu delilin ortaya konulmasını reddedebilir.
CMK 206/2 de re'sen reddetme düzenlenmemişse de, biz tahkik sisteminin bir uzantısı olan işbirliği sistemindeki Türk hâkiminin en azından keşif yaparak duruşmada maddi gerçeği kendiliğinden araştırabileceği görüşündeyiz.
Sanık delil toplanmasını isteyebilirse de (CMK 177) haklı sebepleri varsa başkan bu talebi reddedebilir (CMK 206/2). Kanun ortaya konulması istenilen bir delilin a) kanuna aykırı olarak elde edildiği b) ispat edilmek istenilen olayın karara etkisi bulunmadığı, c) delil ikamesi isteminin sadece davayı uzatmak maksadıyla yapıldığı hâllerde, delil ortaya koyma isteminin reddedilmesini kabul etmiştir.
Sanık da başkan'dan davetini isteyip de reddolunan tanıkları doğrudan doğruya davet ettirilebileceği gibi dilekçe vermeden de yanında duruşmaya getirilebilir. Demek ki sanığın beraberinde getirdiği tanıklar ve uzmanları, davet edilmiş tanık ve uzmanlar gibidir, yani bunların davet edilen tanık ve uzmandan farkı yoktur. O hâlde bunların da dinlenmesi mecburîdir. Meğerki haklı ret sebebi (CMK 206/2) söz konusu olsun.
Mahkeme bir delilin ortaya konması isteğini ancak haklı sebeplerle reddedebilir. Kanun (CMK 206/1) bu sebepleri üçe indirmiştir:
1) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse; (mahkeme sanığa yüklenen suçu, "hukuka uygun" bir şekilde elde edilmiş her türlü delille sabit görebilir (CMK 217/2),
2) Delil ile ispat edilmek istenen olayın karara etkisi yoksa
3) İstem, sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa.
"Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği" Anayasa'da (Any. 38/6) ve "suçun hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş delille ispat edileceği" Kanunda (CMK 217/2) belirtilmiştir. Ayrıca "kanuna aykırı olarak elde edilen delilin" duruşma sırasında ortaya konmayacağı hakkında açık bir hüküm vazedilmiştir: bu gibi bir hâlde delil ikamesi talebi reddolunacaktır (CMK 206/1-a).
"Kanuna aykırı olarak elde edilen" bulgu veya deliller, Anayasa'da (Any. 38/6) ve Ceza Muhakemesi Kanununda (CMK 206/2-a, 230) düzenlenmiş, Ceza Muhakemesi Kanunu "özel yetkiyi" gerektiren "delil elde etme yöntemlerini" göstermiş ve "kanuna" aykırı bir şekilde elde edilmiş olan delillerin duruşmada ortaya konulmasını yasaklamıştır.
"Hukuk Devleti" tarafından yapılan bir ceza muhakemesinde, somut bir delilin hüküm verilirken kullanılabilmesi için "hukuka uygun" yöntemlerle elde edilmiş olması gerekir: yüklenen suçun, sadece "hukuka uygun" bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilmesi mecburiyeti getirilmiştir (CMK 217/2).
Görüldüğü gibi, "kanuna aykırı" ve "hukuka uygun" kavramları üzerinde durmak gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu "kanuna aykırı olarak elde edilen delilin" duruşmada ikame edilmesini (CMK 206/2-a) yasaklarken, hüküm verirken "hukuka uygun delil" kullanılması mecburiyeti (CMK 217/2) ihdas etmiştir. Doktrinde "mutlak değerlendirme yasağı" olarak nitelendirilen CMK 217/2, Anayasa'nın 38/6 maddesindeki ilkeleri Ceza Muhakemesi Kanununa yansıtmıştır.
İsbatına ihtiyaç duyulan hususlarla ilgili deliller isbat bakımından önemlidir, Önemli, bir diğer söyleyişle faydası olmayan delillerle uğraşmanın anlamı yoktur. Delil ile ispat edilmek istenen olay karara etkili bir olay olmalıdır (CMK 206/2-b).
İsbat konusu meselesi, neyin isbat edileceği, neyin isbata ihtiyacı olmadığı meselesidir.
Ceza muhakemesinin gayesi bir olaya ilişkin gerçeğin araştırılmasıdır. Hatta bir hukuk normunun mevcudiyetini isbat da bahis konusu olsa yine mevcudiyet "olay"ı isbat edilmektedir.
Medenî muhakemede sadece tarafların uyuşmadıkları olaylar isbata konu teşkil ettiği hâlde, ceza muhakemesinde tarafların uyuştukları hususlar da isbata konu teşkil edebilirler.
Belli bir davada isbat konusuna ilişkin olmayan delillerle hâkimler uğraştırılmamalıdır. Karara tesiri olmayan olaylara ait delillerin reddedilebilmesi (CMK 206/2-b) bunun içindir.
İsbat edilmesi gereken olay şüpheli olaydır. Besbellilik (bedahet, evidanza, évidence) isbata muhtaç değildir. Meselâ bir adam konuşuyorsa canlı olduğunu isbat lüzumsuzdur. Besbelli (bedihî, aşikâr) olan hususlarda hâkimin delilleri takdir hakkı yoktur. Hâkimin takdir hakkı şüpheli hususlardadır. Bunun içindir ki besbelliliğin nazara alınmaması Yargıtay tarafından kontrol edilebilir.
İddianın sabit olması Muhakeme Hukukunun prensiplerindendir. Ceza Muhakemesinde de bu prensip carîdir. Bulunabilen delillerin bütünü sanığın mahkûm olması için gerekli şartların bulunduğu kanaatını hâkime verirse hâkim sanığı mahkûm eder. Sanığın beraat etmesi için gerekli şartların bulunduğunun sabit olması mümkündür, fakat beraat için şart değildir. Sanığın mahkûm olması için gerekli şartların bulunmadığı kanaatına vardığı takdirde dahi hâkim sanığı beraat ettirecektir. Görülüyor ki müdafaanın sabit olması şart değildir. Zaten suçsuzluğun isbatı, her olumsuz olayda olduğu gibi, "alibi" (suç anında başka yerde olmaklık) gibi pek nadir istisnalar hariç, mümkün de değildir.
Müdafaanın isbata ihtiyacı olmaması prensibinin istisnası vardır: Sanık aleyhine kabul edilmiş kanunî karine varsa, beraat için bu karine çürümeli, yani müdafaa sabit olmalıdır.
Daha önce isbat edilmiş bir hususun isbatına da kaide olarak ihtiyaç olmamak gerekir. Bu gerekiş yargı otoritesinin sonuçlarından biridir. Fakat bazı istisnalar da gerekebilir:
a) Diğer mahkeme ceza mahkemesi değilse, bir istisna gerekir. Gerçekten şeklî hakikat ile yetinen bir muhakeme (meselâ medenî muhakeme) sonunda verilen kararın olayı, maddî hakikat arayan ceza hâkimi gibi belirlemiş olacağı muhakkak değildir. Zaten ceza muhakemesi diğer mahkemece belirlenecek olay hakkında kural olarak, nisbî muhakeme yapmakta cezadaki kaidelere göre olayı belirlemekte, istisna olarak birleştirerek muhakeme cihetine gitmektedir.
Şu hâlde daha önce verilmiş kararda da aynı şekilde hareket eder. Hukuk veya idare mahkemesinin olayı tam belirlediğine kanaat getirirse artık o konunun ceza mahkemesinde isbatına ihtiyaç duymaz. Meğerki daha önce karar verilmemiş olsaydı, birleştirme mecburiyeti olan bir muhakeme söz konusu olsun. Bu takdirde kendisi de muhakeme yapsa idi, aynı isbat kaidelerine başvuracağından, diğer mahkemenin kararı ile bağlı olması gerekecektir. Böyle bağlılık hâllerinde öteki mahkeme işe daha önce elkoymuşsa ceza muhakemesinin sonucunu beklemesi lazımdır. İstisna olarak bekletici mesele sayma mecburiyeti olan hâllerde de nisbî muhakeme yapması kabul edilmeyen ceza hâkiminin ceza-dışı hâkimin kararı ile bağlı olması istenilmiş demektir.
b) Diğer mahkeme ceza mahkemesi de olsa sabit olan durum sanık aleyhine ise yine bir istisna kabul edilebilir. Gerçekten ortada yeni bir dava vardır. "Ne bis in idem" nedeniyle bu dava reddedilmedikçe, görülmesi ve sanık aleyhine sabit oluşun isabetli olup olmadığının araştırılması gerekir.
Daha önce sabit görülmemiş hususun isbata ihtiyacı olmaması kuralı, aynı mahkeme ve aynı dava bakımından da söz konusu olabilir. Bu demektir ki mahkeme bir hususu sabit görmüşse geri kalan ve önemini kaybeden delillere başvurmayabilecektir.
Şüpheli olay ispat edilir. Belli olan şey ispat edilmez (CMK 206). İddia sabit olmalıdır. Müdafaa ispata muhtaç değildir. Kanuni karine kabul edilebilir. Daha önce isbat edilmiş şey ispat edilmez.
CMK 135/4 ile düzenlenen bu işlem "amaca bağlıdır". İşlemin amacı şüpheli veya sanığın yakalanmasını sağlamaktır. Yakalamayı sağlamak dışında delil olarak kullanılamaz, Zîra failin suçu işledikten sonra nerede yakalandığı, suçun ispatı açısından önemli olmayabilir, yani "ispat edilmek istenen olayın karara etkisi yoktur" (CMK 206/2-b).
Ceza Muhakemesi Kanunu temel ilkelere göre şekillendirilen muhakeme açısından bu hakların kötüye kullanılmasını önleyici prensip ve kurallara da yer vermiştir. Örneğin duruşma sırasında soru sorma hakkının kötüye kullanılmasının önlenmesi amacı ile delil ikamesi talebinin reddi kabul edilmiştir (CMK 206). Aynı ilke kanunyoluna başvurma hakkı bakımından da geçerlidir.
Delilin ortaya konması isteminin reddi kararı gerekçeli olmalıdır. Gerekçe konusunda iki sistem düşünülebilir: ya gerekçe göstermenin yararının mecburiyeti kaide olur, göstermeme istisnayı teşkil eder ve özel düzenlemelere bırakılır. Yahut "zararlı tarafı genel olarak daha fazla" denilerek göstermeme kural, gösterme ise istisna olur. Almanya'da bugün de uygulanan sistem bu ikincisidir. Kural kanunda açıkça gösterilmemiştir ama istisnaların kanunda bir bir belirtilmesi, bunu dolaylı olarak düzenlemektedir.
Bizde kural gerekçe göstermektir. Kanunların değişmemiş diğer maddelerindeki özel düzenlemeler farklı oldukları ölçüde istisnaları oluşturur. Aynı şekilde özel durumlar gerekçe göstermemeyi gerektiriyorsa yeni özel normlarla istisnalar elbet kabul edilebilecektir. Meselâ cezaların ertelenmesi isteğinin reddi kararında durum böyledir, Zîra kanun sadece cezaların ertelenmesi hâlinde sebebin gösterilmesini aramakla (TCK 51/1) ret kararında aramadığını belirtmiştir. Onda da arasaydı elbet onu da gösterirdi. Delillerin ortaya konmasının kabulü kararı (CMK 206/1) da böyledir: Kanun ortaya koyma talebinin reddi sebeplerini tek tek yazmış (CMK 206/2) ve "reddilen delillerin belirtilmesini", ikamesi red edilen, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin de ayrıca ve açıkça gösterilmesini emretmiştir (CMK 230/1/b).
Demek ki mahkeme duruşmada ortaya konması istenen bir delili istem doğrultusunda CMK 206/1 uyarınca "ortaya konulmasına" karar verirse, bu kararının gerekçesini ayrıca yazmasına lüzum yoktur.
Ortaya konması kabul edilen bir delilden, Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza göstererek vazgeçerlerse (CMK 206/3), delil duruşmada ikame edilmeyebilir.
Bu nedenle ortaya konulması kabul edilmiş olan bir delilden, sanık ve savcı, varsa katılanlar, bir kelime ile taraflar istemiş olmadıkça mahkeme kendiliğinden vazgeçemez.
Ancak böyle bir ittifak varsa, mahkeme vazgeçmeye mecbur değildir. Bu vazgeçme, o delilin hakikatın meydana çıkarılmasında önemli olmadığının üç muhakeme makamı tarafından da kabulü demektir. Meselâ sanığın ikrarı samimi ise, daha doğrusu karşı tarafa ve hâkime samimî olduğu kanısını vermişse, duruşmayı başka bir oturuma bıraktıracak diğer delillerden vazgeçmek işleri sakıncasız olarak çabuklaştıracaktır.
Yoklamanın amacı duruşmaya ara verme hususunda beyanda bulunmak üzere ilgililere fırsat vermektir. Zîra taraflar ittifak ederlerse mahkeme bir delilden vazgeçebilir (CMK 206/3) ve duruşma başlayabilir. Yoklamadan sonra sadece tanıklar salondan çıkarılacak ve sıraları geldikçe birer birer içeri alınacaktır (CMK 191/2). Her tanık ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir (CMK 52).
Başkan tanıkların, bilirkişinin ve uzmanın yoklamasını yaparak, ilgililere "duruşmaya ara verme" hususunda talepte bulunma imkânı verir. Taraflar ittifak ederlerse mahkeme bir tanığın dinlenmesinden veya bir delilin ortaya konulmasından vazgeçebilir (CMK 206/3).
Bir tanığın, bilirkişinin veya uzmanın daveti veya bir diğer delilin ortaya konması duruşma sırasında da hüküm tefhimine başlanmadan önce olmak şartı ile istenebilir. Mahkeme böylece bir delilin ortaya konulması hakkındaki isteğin kabul olunması veya reddedilmesi hususunda bir karar verir. Maddî gerçek arandığı için bir delilin ortaya konmasına müsaade edilmesi kuralı teşkil eder ve bir delilin ortaya konulmasını istemede gecikme isteğin reddine sebep teşkil etmez (CMK 207).
Duruşma sırasında "delil toplanması" istenirse bunun duruşma sırasında "ortaya konulması" konusunda da bir karar vermek gerekir.
Hükmün tefhimine kadar tanık ikame edilebilir, yani "delil toplanması" (ve sonra ortaya konulması) istenebilir (CMK 207). Ancak dinlenecek tanık veya uzmanın ismi karşı tarafa geç bildirilmişse duruşmaya ara verilmesini isteyebilme hakkı (mülga CMUK 239/2), yeni Kanunda kabul edilmemiştir. Mülga Kanunda duruşmaya çağırılmış ve gelmiş olan tanık ve bilirkişilerin isim ve adreslerinin kendisine geç bildirilmesi hâlinde de sanık ara verme istiyebiliyordu (CMUK 239). Yeni Kanun bu hükmü de almadı (CMK 207). Bizce bu hak da kıyas yolu ile hatırlatılmalıdır,
Dinlenen sanıklar toplu mahkemelerde başkanın, tek hâkimli mahkemeler de ise, hâkimin izni ile duruşma salonundan çıkabilirler. Başkan veya hâkim, Cumhuriyet savcısı veya tarafların tanığa soru sormak istemedikleri takdirde tanığın salondan çıkmasına izin verir.
Tanığın duruşma salonundan izinle çıkmasının sebebi tanıkların birbirleri ile görüşmelerini, konuşmalarını engellemektir, ayrıca tanık beyanları arasında çelişki varsa başkan veya hâkim tanıkların yüzleştirmesi yoluna da gidebilir.
Benzer şekilde CMK 68/2 gereğince bilirkişilerin de ancak başkan veya hâkimin izni ile duruşma salonundan ayrılabilirler.
Mahkeme hüküm verirken kullanacağı delilleri "duruşmada bizzat öğrenmesi" gerekir, Zîra hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir (CMK 217/1).
Mahkemenin; yargılayacağı olay, olayın tanıkları, sanık ve tüm deliller ile doğrudan doğruya temasa geçmesi gerekir. Suç fiili hakkında doğrudan algıladığı bilgileri olan kişiler (tanıklar) duruşmada bizzat dinlenirler, daha önce alınmış olan ifadelerinin okunması kabul edilemez (CMK 210/1). Tanığın "başkasından duyduğu" bir olayı anlatması (hear-say) yasaktır. Fakat "suç fiilini en yakından ispat eden delil (Sachnächste Beweismittel) kullanılır" şeklinde bir "genel kural" da kabul edilmediği için, olayı kendisi algılamış olmayan, fakat algılayan kişiden dinlemiş olan kişinin tanıklığı da, Avrupa Hukukunda, ilke olarak, geçerlidir. Ancak delillerin doğrudan doğruyalığı kuralının geniş kapsamlı istisnaları da vardır (CMK 209, 211, 212, 213, 214).
Delillerin duruşmada ortaya nasıl konulacağını kanunlar düzenlemiştir. Ortaya konulma üç şekilde olur: 1) ya tanığın, bilirkişinin veya uzmanın söyleyeceklerini açıklaması imkânının verilmesi şeklinde gerçekleşir, buna tanığın, bilirkişinin veya uzmanın dinlenmesi denilir (CMK 209), 2) yahut yazılı bir belgenin okunması suretiyle muhtevası herkesin bilgisine sunulur (CMK 211 vd), 3) yahut sübutla ilgili herhangi bir eşyanın, örneğin kullanılan tabancanın ilgililere tetkik etmeleri için gösterilmesi şeklinde olur.
Delillerin müşterekliği prensibi gereğince, delillerin duruşmada ortaya, yani kollektif hükme iştirak edenlerin hepsinin önüne, konulması için, "ortaya konulmasının önce kabul edilmesi" lâzımdır.
Delilin olayın bir parçası olması gerekir. Olayın bir parçasını temsil etmiyorsa, bir diğer söyleyişle aksettirmiyorsa, o şeyin delil değeri yok demektir, delilden söz edilmemek gerekir. Temsil edici olmanın ilk şartı, delilin sağlam yani güvenilir olmasıdır.
Kural olarak, bunu hâkim araştırır, sağlam görmediğini kabul etmez. Fakat kanunkoyucu da güvenilemeyeceğini kestirebildiği şeylerin delil olmayacağını önceden belirtebilir.
Sanığın sorgusunun istinabe yolu ile yapılmasının kabul edildiği suçlarda, hazırlanan tutanağın duruşmada delil olarak okunması mümkündür.
Tanıkların istinabe yolu ile ifadelerinin alınması durumunda, bunların tutanakları duruşmada okunur.
Kanun muayene yapılmasını kabul etmiştir. Bu gibi hâllerde muayene tutanağı duruşmada delil olarak okunur.
Keşif, duruşmanın olay yerinde yapılması gibidir. Bu nedenle, keşif sırasında tutulan tutanak duruşmada delil olarak okunur.
Duruşmanın doğrudan doğruyalığı ve sözlülük ilkeleri nedeni ile diğer belgeler ve yazılar kavramını dar anlamak gerekir. Meselâ, iyi hâl belgelerine mülga kanunkoyucu güvenmemişti (CMUK 249). Ancak yeni Kanun diğer belgelerin duruşmada okunacağını kabul etmiştir (CMK 209). Yabancı ülkelerden getirilen soruşturma evrakı da okunmaktadır.
Elde edilmesinin imkânsız olmamasına ilişkin düzenleme (CMUK 238'e) yeni Kanuna alınmamıştır.
Adli sicil özetleri sanığın işlediği iddia edilen suçun delili değildir. Bu nedenle, ancak suçluluğun belirlenmesinden sonra, yaptırımın belirlenmesi sırasında önem kazanır. Adli sicil kayıtlarının daha önce ortaya konması, adil yargılanma hakkını ihlâl edebilir.
Sanık veya mağdura ait kişisel verilerin yer aldığı belgeler de duruşmada okunabilir, ancak mahkeme kapalı oturum yapılmasına karar verilebilir.
Mağdura veya sanığa ilişkin kişisel verilerin kapalı duruşmada okunması için, bunların talepleri gerekir.
Talep üzerine mahkemenin takdir yetkisi vardır. Örneğin sanık veya mağdurun belli bir hastalığının olduğuna ilişkin belgenin kapalı duruşmada okunmasına karar verilebilir.
Mahkemenin; yargılayacağı olay, olayın tanıkları, sanık ve tüm deliller ile doğrudan doğruya temasa geçmesi gerekir. Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir (CMK 217/1). Bu nedenle, suç fiili hakkında doğrudan algıladığı bilgileri olan kişiler (tanıklar) duruşmada bizzat dinlenirler; daha önce alınmış olan ifadelerinin okunması kabul edilemez (CMK 210/1).
Ancak, bu kuralın geniş kapsamlı istisnaları da vardır (CMK 209, 211, 212, 213, 214).
Tanığın bazı hâllerde beyandan çekinme yetkisi vardır ve bu yetki hâkim tarafından tanığa bildirilir (CMK 45/3). Tanık, isterse, yetkisini hiç kullanmayabilir, isterse beyana başladıktan sonra da kullanabilir.
Ancak, soruşturma evresinde beyanda bulunduktan sonra, kovuşturma evresine gelindiğinde, duruşmada çekinme yetkisini kullanan kimsenin, evvelce verdiği beyanlar da duruşmada okunamaz (CMK 210/2).
Görüldüğü gibi, burada duruşmadan önce dinlenip de, duruşmada çekinme yetkisini kullanan tanığın, daha önceki beyanını veya ifadesini ihtiva eden tutanakların duruşmada okunamaması ile bir delil yasağı yaratılmıştır,.
Eski beyanı veya ifadeyi alan kimseler dahi, tanık sıfatı ile dinlenemez. Bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Unterpertinger kararına konu teşkil etmiştir. 14 Ağustos 1979 tarihinde Bay Unterpertinger karısı ve üvey kızı tarafından dövüldüğü için şikâyette bulunmuş ve Bayan Unterpertinger şüpheli sıfatı ile ifade vermiştir. Daha sonra, Bayan Unterpertinger 9 Eylül 1979 tarihinde gerçekleştiğini iddia ederek, 14 Eylül tarihinde, kocasının eve sarhoş geldiğini kendisini dövdüğünü ihbar etmiş ve jandarmaya bu konuda ifade vermiştir (§ 12). Savcılıkta ve mahkemede, CMK 210/2 karşılığı hüküm gereğince, tanıklıktan çekinmiş ve bu nedenle mahkeme tarafından dinlenilmemiştir. Bununla birlikte, mahkeme, şüpheli sıfatı ile verdiği ilk ifadeyi ve polise şikâyet için verdiği ikinci ifadeyi duruşmada okutmuş ve diğer delillerle birlikte Bay Unterpertinger'i mahkûm etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ilgililerin poliste alınan ifadelerinin duruşmada okunması ve bunların hüküm verirken delil olarak kullanılması neticesinde, sanığın kendisi aleyhindeki tanıklara soru sorma hakkının (6/3-d) ihlâl edildiğine ve bu nedenle de, adil yargılanmadığına (6/1) karar vermiştir (§ 33).
Tanığın duruşmada dinlenmesi kuralının istisnaları vardır.
a. Ölüm, akıl hastalığı veya bulunduğu yerin öğrenilememesi hâlinde, duruşmada okunabilen tanık veya sanığın suç ortağının önceki ifadesinin tutanağı veya yazdığı yazı (CMK 211/1-a).
Kanun çok istisnai bazı hâllerde belli belgelerin duruşmada okunmasına izin vermiştir. Bu yöntem yazılı bir belgenin okunması suretiyle muhtevası herkesin bilgisine sunulması demek olup, delillerin ortaya konmasının bir türüdür.
Bazı hâllerde (CMK 211) ilgili kişi dinlenmeden, okuma ile yetinilebilir. Yetinmeyi gerektiren sebepler ile ilgilinin evvelce yeminle dinlenmiş olup olmadığı, kararda gösterilir. Ancak, okuma ile yetinme hakkındaki hükümler, yemin lüzumu hakkındaki hükümleri değiştirmemektedir (CMK 211). Bu sebeple, evvelce faraza küçüklük sebebi ile yeminsiz dinlenen kimse 15 yaşını doldurmuş ise, yemin verdirerek yeniden dinlenmelidir.
Bir tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş veya bulunduğu yer öğrenilememiş olursa, önceki beyanını havi tutanağın okunması ile yetinilir (CMK 211/1-a).
Evvelce mahkûm olan suç ortağı hakkında da hüküm böyledir. Bu eski beyandan maksat, hâkim önünde yapılan beyanlardır.
Muhakeme işlemlerinin bir kısmı da yazılı olarak yapılır. Bilhassa soruşturmada kaide, işlemlerin yazılı yapılması şeklindedir. Diğer taraftan kural olarak sözlü yapılması gereken bazı işlemler de, dilsizlerin tanık veya bilirkişi olarak dinlenmesinde veya sorgusunda olduğu gibi, istisna olarak, yazılı yapılabilir (CMK 56, 202). Ölen bir tanığın evvelce alınan ifadesinin veya bir tanığın erken dinlenme tutanağının duruşmada okunması ile yetinilmesi de (CMK 211) böyle bir istisnadır.
Yazının el ile yazılması şart değildir. İstisna, bilhassa imzada kendini gösterir. İmza muhakkak el ile ve sonradan eklemeleri önleyecek biçimde atılmalıdır. CMK bu hususları düzenlemediğinden diğer kanunlar kıyas yolu ile uygulanmalıdır. İmzanın el ile atılması, yazının el ile yazılması demek, imza atan veya yazı yazanın bizzat yazdığını belli edecek, icabında grafolojik tetkiklerle onun tarafından yazılıp yazılmadığını araştırma imkânını verecek bir şekilde yazılması demektir. Bu sebeple eli olmayan bir kimsenin faraza ayağı ile imza atması makbuldür. Keza yazı bilmediği için imza atamayan kimsenin eli ile bir işaret yapması veya parmak basması da imza yerine geçer. Bu hususların tasdik edilmiş olması gerekir. 2004-5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu hükümleri de gözönüne alınmalıdır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 206 ıncı maddesi uyarınca, imza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukukî işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, noterler tarafından düzenleme biçiminde oluşturulmasına bağlıdır. İmza atamayan kimselerin, cüzdanla iş yapmayı usul edinmiş kuruluşlarla olan işlemlerde kullanacakları mühür, kazınmış imza, işaret veya parmak izinin, işlemin başlangıcında hesap defterine veya cüzdanına basılmış olması veya önceden noterde bir örneği saklanmak üzere onanmış bulunması yeterli olup, her işlemde ayrıca onamaya bağlı değildir. Yukarıda belirtilen hükümler dairesinde noterlerce düzenlenecek olan senetler için ilgilisinden harç, vergi ve değerli kâğıt bedeli alınmaz.
Ancak işlem hâkim veya savcı huzurunda yapılmış ise hâkimin veya savcının bu şekilde atılan imzayı tasdik etmesi kâfi sayılmalıdır. Nitekim noterin tasdiki kâfi sayılmıştır (Noter K 75). İmzalaması gereken şahıs imza etmekten çekinirse, bu hâl, olayın tesbiti hükümleri dairesinde bir tutanak ile tesbit olunur. Örneğin duruşma tutanağında olduğu gibi (CMK 219) birden fazla sahife varsa, her biri son sahife gibi imzalanmalıdır.
Dostları ilə paylaş: |