Leri olmak üzere Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, harfi sadece ses yönüyle ele alarak ağzın muayyen bir mahreç sahasından



Yüklə 1,17 Mb.
səhifə25/28
tarix04.01.2019
ölçüsü1,17 Mb.
#90534
növüYazı
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   28

Müslim b. Ukbe, Medineliler'e Yezîd'in tavsiyesi uyarınca üç gün mühlet verdi ve ekonomik sıkıntılarını giderecek bazı tekliflerde bulunduysa da olumlu cevap alamadı ve savaşı başlattı. Emevî kuvvet­leri şehri dört bir taraftan kuşatma altı­na almalarına rağmen içeri giremedikleri için başlangıçta savaş Medineliler'in lehine gelişmişti. Fakat Mervân b. Hakem'in Be­nî Hârise'nin savunduğu bölgeye giderek onlarla anlaşması sonucunda aleyhlerine

246


döndü ve buradan şehre giren Müslim'in askerleri kısa sürede her tarafı ele geçir­di (27 Zilhicce 63/27 Ağustos 683). Müda-filerin başında bulunan Abdullah b. Han-zale ve sekiz oğlu öldürüldü; Kureyş'in lideri olan Abdullah b. Muti* ise kaçmayı başararak Abdullah b. Zübeyr'in yanına sığındı. Kuşatma sırasında Medine'nin önündeki hendeğe düşüp Ölenlerin sayı­sının çarpışmalarda ölenlerden fazla ol­duğu rivayet edilir. Vâkıdî, şehir içinde ve evlerin önünde münferit bazı çatışmala­rın bir süre daha devam ettiğini kayde­der. Medine halkının bu güçlü ve düzenli orduya karşı mümkün olabildiği ölçüde mücadele verdiği çeşitli rivayetlerden an­laşılmaktadır.

Medineliler'in kayıpları hususu da (300-den 10.000'e kadar) üzerinde tartışılan diğer bir konudur. Halîfe b. Hayyât, Vâkı­dî. Vesîme ve Ebü'1-Arab, savaşta ölenle­rin listesini vererek bunların sayısını 300 kişiyle sınırlandırırlar; ancak bu rakamı daha fazla gösterenler de bulunmakta­dır. Bu savaşta ensar ve Kureyş'ten çok seçkin şahsiyetler (180'den 700'e kadar) ölmüştür; bir rivayete göre aralarında seksen sahâbî bulunmaktaydı. Beyhakî, bu sırada hayatta olan Enes b. Mâlik'e da­yanarak ashaptan 300, hafızlardan üçü sahâbî 700 kişinin öldüğünü kaydetmek­tedir. İbn Sa'd, hayatını kaybeden ve nes­li kesilen Medineliler'i özellikle zikreder [Tabakât, V. 210-212). Harre'deki kayıp­ları Sıffîn ve Cemel ehliyle bir tutan de­ğerlendirmeler yapılmıştır (Dârimî, "Fe-râ'iz", 37; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, VI, 222-223). Medineliler bu savaşta ölen­leri özel bir mezarlığa defnetmişler, on­lar için ağıtlar yakmış ve menkıbeler oluş­turmuşlardır.

Klasik kaynakların bir kısmına göre şe­hir üç gün mubah kılınmış, insanların can­larına ve mallarına kastedilmiş, tecavüz­ler sonucunda doğan çocuklara da "evlâ-dü'1-Harre" denilmiştir. Vâkıdî, ilk yağma edilen evin Benî Abdüleşhel'e ait olduğu­nu, Avâne b. Hakem de Hz. Peygamber'in azatlısı Üsâme b. Zeyd b. Hârise'ninki ha­riç diğer evlerin tamamının yağmalandı­ğını kaydeder. Rivayetlerin farklılığı, bu konuyu araştıranların da farklı görüş be­lirtmesine sebep olmuştur. İbn Kesîr, Ye­zîd'in Medine'yi mubah kılmasını onun büyük hataları arasında sayar ve bu sa­vaşı Yezîd'in zamanında meydana gelen en çirkin olaylardan biri kabul eder (el-Bi-daye, VI, 240). Mescid-i Nebevfde cema­atle namaz kılınmayan üç günden birinin bu hadisenin meydana geldiği gün oldu­ğu kaydedilir (diğer ikisi Hz. Osman'ın öl-

dürüldüğü gün, Ebû Hamza el-Hâricînİn şehri işgal ettiği gündür, Semhûdî, I, 88, 94). Hişâm b. Urve babasının Harre günü kitaplarını yaktığını, daha sonra ise buna çok üzüldüğünü belirtir. Câbir b. Abdul­lah, Tebük Seferi dönüşünde Hz. Peygam­ber'in verdiği bereket parasını Harre gü­nü Emevî askerleri alıncaya kadar yanın­da taşıdığını söyler (Müslim, "Müsâkat", 21). Aynı şekilde kaynaklarda Ebû Saîd el-Hudrî'nin canını zor kurtardığı, malla­rının yağma edilmesinden sonra evinde alacak bir şey bulamayan Emevî askerle­rinin onun sakalından birer tel kopardık­ları rivayetleri de yer almaktadır. Öte yan­dan Emevî askerlerinden biri, Hz. Pey­gamber zamanında dünyaya gelen ve adıyla künyesi onun tarafından konulan Muhammed b. Amr b. Hazm'ı öldürdük­ten sonra pişman olarak ailesine gidip di­yet teklif etmiş, fakat kabul ettirememiş-tir. Başta VVellhausen olmak üzere bazı araştırmacılar, şehrin mubah kılınması­nın geniş biçimde ele alındığı Taberî"nin Târîh'inde Ebû Mihnef'in dışındaki diğer iki râvinin (Avâne ve Vehb b. Cerîr) bu ola­ya temas etmediklerini ileri sürerek ibâ-hanın vukuundan şüphe ederler; Lam-mens ise kaynakların bu noktada ittifak halinde olduğunu söyler (ibâha meselesi hakkında geniş bilgi için bk. Muhammed Arînân.s. 2-15; Nebîh Âktl, s. 110-113; İb-râhtm Beydûn, s. 284; Küçükaşcı, s. 107-109). Çeşitli rivayetlere göre Hz. Peygam­ber bir gün Harretü Vâkım'dan geçerken bu olayı haber vermiş, ümmetinin seçkin­lerinin bu savaşta öleceğini söylemiştir (Semhûdî, I, 87).

Müslim b. Ukbe, savaşın ertesi günü Küba'da Medineliler'den "Yezîd'in kulu ve kölesi olarak" biat aldı. Alışılmışın dı­şında insanları halifenin tasarruf ve mül­kiyetine sokan bu biat şekline karşı çıkan ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer zamanında olduğu gibi, "Allah'ın kitabı ve nebîsinin sünneti üzerine biat ederim" diyen bazı kişiler öldürüldü. Müslim, yaşlı bir arka­daşı olan ve hadise esnasında muhacirle­re liderlik yapan Ma'kıl b. Sinan'ı da idam ettirdi. Hz. Osman'ın oğlu Amr'm sakalla­rını yoldurmasına rağmen Ali b. Hüseyin Zeynelâbidîn'e Yezîd'in tavsiyesi uyarınca yüksek mevki vererek iltifatta bulundu.

Olup bitenleri ayrıntılı biçimde hilâfet merkezine bildiren Müslim, Medine'de kısa bir süre kaldıktan sonra Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı. Harre'deki acıma­sız tutumundan dolayı kendisine -müs­rif" lakabı verildi. Yezîd'in cereyan eden hadiseleri haber aldığı zaman söylediği sözler ve şiirler hususunda farklı rivayet-

ler DuıunmaKta ve ounıann muntevası tartışılmaktadır. Harre Vak'asi, Emevî-lerln siyasî hayatları boyunca yaptıkları veliahtlık ihdası, Kerbelâ Vak'ası ve Mek­ke kuşatması gibi büyük hatalardan biri olarak tarihe geçmiştir. Saîd b. Müseyyeb bir rivayetinde (Buhârî, "Megâzî", 12), uç fitnenin ikincisi olarak Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra Harre Vak'ası'-111 göstermekte ve bu savaş sonucunda Hudeybiye ashabından kimsenin kalma­dığını söylemektedir (DM, XIII, 157).

BİBLİYOGRAFYA :

Dârimî, "Ferâ^z", 37; Buhârî, "Meğâzî", 12; Müslim, "Müsâkât", 21; İbn SaU et-Tabakât (nşr. M. Abdülkâdir Atâ), Beyrut 1410/1990, IV, 138, 212; V, 49-52, 130-131, 135, 197, 210-214, 267; Zübeyrî, Hesebü Kureyş, s. 88, 127, 215, 222, 272, 366, 371-373, 384, 436; Halîfe b. Hayyât, et-7arî/ı (Zekkâr), s. 181-192;Zübeyrb. Bekkâr. Ahbârü'l-muvaffakty-y&t, Bağdad 1972, s. 70; el-İmâme ve 's-siyâse, 1,177-188; Belâzüri. Ensâb, İV/1, s. 145, 319-335, 442; Dîneverî, ei-Ahbârü't-tıuât, s. 262-267; Va-laibî, Târih, II, 250-251; Fesevî. el-Mac-rifeue't-târih, III, 423-428; "Haberi, 7"ânh(Ebü'l-Fazl). III, 355; V, 482-495; İbn Abdürabbih. el-%da'l-ferîd,]]\, 95; IV, 121; V, 137-139; EbiTl-Arab, Kttâbü'l-Mİhan {nşr. Yahya Vâhid el-Cü-bûrî), Beyrut 1988, s. 159-183; Mes'ûdî. Mürû-ca'g-geheb (Abdülhamîd), 111, 78-80; Ebü'l-Fe-rec el-İsfahânî, el-Eğânl, 1, 28; İbrahim b. Mu­hammed el-Beyhaki, Mehâsin ve'l-mesâvî, Bey­rut 1984, s. 63-67; Beyhakî. es-Sünenû 'l-küb-ıt, VI, 222-223; a.mlf., Dela'ilü 'n-nübüuue (nşr. Abdülmu'tî Emîn Kal'acî). Beyrut 1405/1985, VI, 473-475; İbn Abdülber. el-ht?âb, III, 894, 912,995,1341, 1431; Yâküt. Ma'cernü'l-bül-din, 11, 249-250; İbnü'l-Esîr. et-Kâmit, IV, 103, 112-113, 117-121; Zehebî, Târihu'I-lstâm: se­ne 61-80, s. 23-30; İbn Kesir. el-Bidâye, VI, 240; VIII, 217-227, 235-238, 250; SüyÛtî, el-Haşa'i-şü'l-kübrâ (nşr. M. Halil Herrâs). Kahire 1386-87/1967, II, 498-501; Semhûdî. Vefâ'ü'l-oefa', I, 86-98; Halebî. lnsânü'l-\ıyün, 1, 266-267; H. Lammens, Le califat deYazidler, Beyrouth 1921, s. 237-257; J. VVellhauserı, Arap Devleti ve Su-kutultic. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 67-79; E. A. Belyaev, İslam and the Arap Caliphate ftrc. G. Adolphe), Jerusalem 1969; M. J. Kİster. "The Battle of the Harra", Studies in Memory ofGaston Wiet{nşr. M. Rosen-Ayalon), Jerusa­lem 1977; Muhammed Arinân. Ibâtıatü'1-Medî-ne ue harikİ'l-Kâ'be, Kuveyt 1983, s. 2-15; Ne-bîh Âkil, Târîhu hilâfeti Beni Ümeyye, Beyrut 1983, s. 108-113; İbrahim Beydûn, el-Hicâz ue'd-deuletü't-lslâmiyye, Beyrut 1987, s. 270-299; Cemîl Abdullah el-Mısrî, Eşerü ehli'l-kitâb /Î7-fiten ve'l-hurûbi'l-ehliyye, Medine 1989; Ab-dülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-İdâriyye{Öze]), III, 78-79; Mustafa Sabri Küçükaşcı, Emevîler Döneminde Medine (yüksek lisans tezi, 1993). MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 90-111; Ahmed Ali Salih, "Milkiyyâtü'l-arâzî", Mecelletü 'l-'Arab, XI, Riyad 1969, s. 992-1005; Ömer b. Süleyman el-Ukaylî. "Vak'atü'l-Harre fî cahdi Yezîd b. Mu'âviye", Mecelletü Kütliyyeti'l-âdâb, X1II/1, Riyad 1986, s. 159-189; '■Harre", M.V/1, s. 300-301; L Veccia Vaglieri, "al-Harra", El2 (İng.), III, 226-227; Mustafa Çağrıcı, "Fitne", DİA, XIII, 157. |—i

m Mustafa Sabri Küçükaşcı

r ~ı

HARRUBE


L

HARRUBE

(bk. KIRAT).



J

r

HARRÛBÎ

1




Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî el-Harrûbî et-Trablusî (ö. 964/1557'den sonra)




Cezayirli âlim ve mutasavvıf.

Trablus'un yaklaşık 6 km. batısındaki Karkâruş köyünde doğdu. Babası Ali el-Harrûbî tanınmış bir Şâzelî şeyhi ve fıkıh âlimi idi. Küçük yaşta kaybettiği babası­nın dostları olan birçok âlimden fayda­lanma imkânı buldu. Bunlar arasında, an­nesi tarafından yakın akrabası olup el-Hikemü'l'lAtâ3iyye'y\ ezbere bilen ve okutan Muhammed b. Temmâm ile Şâ-zeliyye'nin Zerrûkıyye kolunun kurucusu Şeyh Zerrûk özelikle anilmalıdır. Muham­med b. Temmâm'ın tavsiyesi üzerine ta­savvuf eğitimini Şeyh Zerrûk ve onun Zeytûn el-Fâsî lakabıyla tanınan hocası Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah ez-Zeytûnf den aldı. Fas'ta bulunan Şeyh Zeytûn'un yanına gitmek için hazırlandığı sırada hac yolculuğuna çıkan şeyh Trab­lus'a gelip onun misafiri oldu. Şeyh Zey­tûn'un gözetiminde sülûkünü tamamla­yıp icazet alan Harrûbî, bir süre Kuzey Af­rika'nın çeşitli şehirlerine seyahatler yap­tıktan sonra Cezayir'e yerleşti ve orada vefat etti. Biyografisini veren kaynakla­rın hemen tamamında vefat tarihi 963 (1556) olarak zikredilmekteyse de tefsi­rini 1 Rebîülâhir 964'te (1 Şubat 1557) ta­mamladığına dair VIII. cildin sonundaki kayıt Harrûbfnin bu tarihten sonra vefat ettiğini göstermektedir (Habîb Vedâa el-Hasnâvî, sy. 3, s. 285). İbnü'l-Kâdî'nin, onun 960 (1553) yılından sonra vebadan vefat ettiğini, ancak hastalığın 965'te (1558) Fas'ta ortaya çıktıktan sonra mı Cezayir'e sirayet ettiği, Cezayir'den mi Fas'a geçtiğinin bilinmediğini belirtmesi de bu bilgiyi desteklemektedir.

Şeyh Zerrûk'un görüş ve düşünceleri­ne bağlı olan Harrûbî Kuzey Afrika tasav­vuf hayatının önemli şahsiyetlerindendir. Harrûbfnin dinî ilimler sahasında geniş bilgiye sahip olması tesir alanının genişle­mesini kolaylaştırmıştır. Merakeş'in meş­hur sûfîlerinden Ebû Amr el-Kastalî'ye yazdığı bir mektupta, Hallâc-ı Mansûr'un ifadelerine benzer sözlerin yanlış olduğu­nu savunmasından onun temkin sahibi

HARRÛBÎ


bir sûfî olduğu anlaşılmaktadır. İbn Ebû Mahallî, Harrûbî'nin bu görüşlerine bir reddiye yazarak onun tasavvuf! mesele­leri kavrayamadığını iddia etmiştir (Mu­hammed Haccî, I, 171-172).

Harrûbî içtimaî ve siyasî hayatta da et­kin roller oynamıştır. Barbaros Hayred-din Paşa ile iyi geçinmesi, Cezayir-Fas sı-nırıyla ilgili olarak 959 (1552) yılında Ka­nunî Sultan Süleyman'ın elçisi sıfatıyla Fas Sa'dî Sultanı Mevlây Muhammed eş-Şeyh'e mektup götürmesi bu açıdan önemlidir. Harrûbî. bu konuda İki yıl son­ra bir elçilik göreviyle Sa'dî sultanına tek­rar gitmiştir. Fas'taki büyük bir ticarî pa­zarın paylaşımı hususunda yerli halkla Endülüslü muhacirler arasında meydana gelen gerginliğin onun teklif ve tavsiye­leri doğrultusunda çözümlenmesi Harrû­bî'nin nüfuzlu bir şahsiyet olduğunu gös­termektedir. Yahudilik'ten ihtida eden­lere bu pazarda yer vermemenin Hz. Pey-gamber'in davranışlarına aykırı bir uygu­lama olduğunu belirterek yerlilerin bu konudaki tepkilerinin yanlışlığını söyle­mekten çekinmemiştir.

Eserleri. 1. Riyâzü'l-ezhâr ve ken-zü'1-esrâr. Sekiz ciltten meydana gelen tasavvuf! bir tefsir olup Mağrib hattıyla yazılan bir nüshası Dârü'1-kütübi'I-Mıs-riyye'dedir (Tefsir, nr. 364). Bu nüshanın üzerindeki kayıttan, eserin Muhammed Endelüsî tarafından Cezayir'deki Endü­lüs Zâviyesi'ne vakfedildiği, sonundaki 964 (1557) tarihinden de Harrûbî'nin son eseri olduğu anlaşılmaktadır. 2. Şerhu'l-Hikem. İbn Atâullah el-İskenderî'nin el-Hikemü'l-tAta>iyye adlı eserinin şerhidir (İbnü'1-Kâdî, 1, 322; Brockel-mann, GAL, SuppL, II, 701). 3. Zikru bcf-zi'I-evliyâ' bi-Trâblus. Harrûbî'nin aile­si, hocaları ve yakın çevresi hakkında bil­gi veren otobiyografik bir risaledir (Ha­bîb Vedâa el-Hasnâvî, sy. 3, s. 280). 4. Ri-sâletü zi'î-iflâs ilâ havâşşı ehli medîne-ti Fâs. Müellifin İslâm'ın beş temel esa­sıyla ilgili çeşitli görüşlerini ihtiva eder (Jbn Asker el-Mağribî, s. 9, 127; Muham­med Haccî, I, 282). 5. Kifâyetü'lmürid ve hilyetü'l-cabîd. Müridlerin eğitimi için hazırlanmış bir eserdir (Ibrt Asker el-Mağribî, s. 127; îzâhu'l-meknûn, II, 374; HediyyetüVarifin, II, 245). 6. Şerhu'ş-Şalâti{Şataoâti) '1-Meşîşiyye. Abdüsse-lâm b. Meşîş'in Şaiavûf'ının şerhidir (Brockelmann. GAL, I, 569; Suppi, I, 788). 7. Müzîlü'1-lebs hn âdâbi ve esrâri'l-kavâHdi'l-hams {hâhu't-meknûn, II, 471; Hediyyetü'l-'ârifm, II, 245)- 8. ed-Dürre-tü'ş-şerîfe fi'l-kelûm hlâ Uşûh't-tarî-

247


HARRÛBÎ

ka. Hocası Zerrûk'un Usûlü't-tarîka adlı risalesinin şerhidir (Brockelmann, GAL SuppL, II, 361; Habîb Vedâa el-Hasnâvî, sy. 3, s. 295).

Bağdatlı İsmail Paşa'nın Kitöbü'l-Üns Si't-tenbîh hlâ cUyûbi'n-nefs {îzâhu'l-meknûn, II. 274) ve Hasnâvfnin el-Üns îî şer/ıi 'Uyûbi'n-nefs {Mecetletü'l-Bahû-şi't-târihiyye, sy. 3, s. 295) adıyla Harrûbî1-ye nisbet ettikleri eser, Brockelmann ve Sezgin'in kayıtlarına göre Sülemrnin'L/yû-bü'n-nefs adlı risalesinin Zerrûk tarafın­dan manzum hale getirilmiş şeklidir ve Harrûbî de buna bir şerh yazmıştır (Broc­kelmann, GAL, I. 218-219; SuppL, I. 362; II. 362, 701; Sezgin, 1,672-673).

BİBLİYOGRAFYA :

İbn Asker el-Mağribî, Devfıatü'n-nâşir (nşr. Muhammed Haccî), Rabat 1397/1977, s. 9-10, 40,126, 127; İbnü'l-Kâdî. Cfzuelü'l-iktibâs, Ra­bat 1973, I, 322; Kâdİrî. Heşrü'l-meşânt, I, 90; Selâvî. el-Istikşâ, V, 28; Brockelmann. GAL, 1, 218-219, 569; SuppL. 1, 362, 788; II, 361. 362, 701; hâhu'l-meknün, II, 274, 374, 471; He-diyyetüVâriftn, II, 245; Sezgin. GAS, I, 672-673; Ziriklî. el-A'lâm. VII, 185; Kehhâle, Mu'ce-mü't-mü'ellirın, XI, 6-7; Muhammed Haccî, el-Hareketü'l-fıkriyye bi't-Mağrib fi

İM Ethem Cebecioğlu

r HARS

(bk. KÜLTÜR).



r HARTMANN, Martin

(1851-1918)

Alman şarkiyatçısı.

Breslau'da bir Mennonit vaizin oğlu ola­rak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimi­ni tamamladıktan sonra 1869 yılında aynı şehirde bulunan üniversiteye kay­doldu. Eğitimine Leipzig'de Heinrich Leberecht Fleischer'in yanında devam etti. 1874'te Sâmî diller üzerine hazır­ladığı Die Pluriliteralbildungen in den semitischen Sprachen başlıklı dok­tora tezini verdikten sonra özel öğret­men olarak Edirne'ye gitti: 187S yılının

248

Mart ayında da İstanbul'a geçti ve bura­da iyi derecede Türkçe öğrendi. 1876-1887 yılları arasında Beyrut'taki Alman konsolosluğunda mütercim olarak çalış­tı. Bu sırada yöredeki birçok şehre gide­rek bölgenin ekonomisi, coğrafyası ve in­sanları hakkında incelemeler yapma im­kânı buldu. 0 yıllarda Şansölye Bismark, diğer büyük Avrupa devletleri kadar sö­mürgeciliğe itibar etmeyen Almanya'nın bu politikasını değiştirmek istiyordu. Bu­nun için Berlin'de 1887 yılında Avrupa dı­şında görev yapacak diplomat, misyoner ve memurlara Doğu dillerini öğretmek ve gereken diğer bilgileri vermek üzere Se-minar für Orientalische Sprachen adlı enstitü kuruldu. Hartmann da aynı yıl içinde ülkesine dönüp bu enstitüde hoca olarak çalışmaya başladı ve görevini öl­düğü 5 Aralık 1918 tarihine kadar sür­dürdü.



Başlangıcından yaşadığı döneme ka­dar vuku bulmuş İslâm tarihi ve kültürüy­le alâkalı her şeyle ilgilenen Hartmann. İslâm araştırmalarının müstakil bir ilim dalı olması hususunda gayret sarfetmiş-tir. Onun. klasik şarkiyatçı tipinin dışına çıkarak araştırmalarında tarihî filolojiden ziyade Alman sömürge siyasetinin gerek­lerine uygun olarak güncel konulara yer verdiği görülür. Olaylara tarihî bir pers­pektiften bakarak kendisinden sonra ge­len meslektaşlarına örnek olmuş ve bu konuda okullaşmanın ilk adımlarını at­mıştır. İslâmî araştırmalarda sosyolojinin metotlarını ilk uygulayanlardan biri ol­makla birlikte Önceleri onun bu çalışma­larına itibar edilmemiştir (Fück. s. 272; Paret, s. 17). Hartmann da kendileriyle ay­nı fikirde olduğu Ernst Harder, VVİlhelm Friedrich Cari Giese ve Fritz Kern gibi ilim adamlarıyla birlikte 1912 yılında Die Deutsche Gesellschaft für Islamkunde adlı derneği kurmuş ve bu dernek ertesi yıldan itibaren Die We!t des Islams adlı

dergiyi çıkarmaya başlamıştır. Hartmann daha sonra Suriye, Mısır ve Türkistan'da birer Arap Araştırmaları Enstitüsü ku­rulması için taslaklar hazırlamıştır. Bec-ker'e göre Hartmann'ın Alman şarkiyat­çılığı açısından önemi, onun araştırma­larında modern Ortadoğu'nun devlet ya­pısı, politik mücadeleleri ve kültürel du­rumunu konu edinmesi ve bunu yapar­ken de uzun süre gazetecilik anlayışının ötesine geçip araştırmalarını ilmî bir ze­min üzerine oturtmaya çalışan ilk ve tek kişi olarak kalmasıdır {Islamstudien, II, 484).

Hartmann şu dört konuyla sürekli ilgi­lenmiştir: Orta Asya ve Çin'deki İslâm, Arap meselesi, Jön Türk hareketi ve ede­biyatı. Afrika'daki İslâm ve hıristiyan mis­yonerlerle olan mücadelesi. Hartmann. bu alanlarla ilgilenirken çok defa kendi­sinden önce yapılan çalışmaları yeterli bulmayarak meseleyi en başından itiba­ren ele alıp güncel problemleri bunların ışığında incelemeyi tercih etmiştir. An­cak eserlerinde dikkati çeken nokta, onun birçok malzeme toplamasına karşılık bun­ları sistematik bir şekilde değerlendirme-mesidir. Bu noktada diğer şarkiyatçılar tarafından da eleştirilmiştir; meselâ Bec-ker'e göre hem kendi dönemi hem de ge­lecek nesiller için çok faydalı eserler bı­rakmakla beraber kararlarında aceleci ol­muş, çalışmalarında da gerekli sentez ve değerlendirmeleri yapamamıştır {a.g.e., 11,483).

özellikle Osmanlı Devleti'yle çok yakın­dan ilgilenen Hartmann, I. Dünya Sava-şı'ndan önceki yıllarda başlayıp savaş sı­rasında gelişen siyasî ve içtimaî hadiseler, parlamenter tartışmalar ve modern ha­yatın ortaya çıkardığı yeni durumlar gibi konuları Die VJelt des Isîams'öa geniş olarak incelemiştir. Onun I. Dünya Sava-şı'ndan önce kaleme aldığı yazılarda Os-manlılar'a menfi bir şekilde yaklaştığı ve Arapçılığı desteklediği görülür (a.g.e., II, 488; Kramer. XXV/3 119891, s. 297). Hartmann'a göre Osmanlılardın hâkimi­yeti altında yaşayan topluluklar ayrılarak kendi devletlerini oluşturmalıydılar. 1909'-da yayımlanan Die arabische Frage adlı eserinde özellikle bu konuyu işle­mekte ve Arapçı hareketlerin Batılılar'-ca çıkarılıp yönlendirildiğini, bilhassa Mı­sır'da İngilizler, Suriye'de Fransız ve Ruslar tarafından millî çıkarları doğrul­tusunda desteklendiğini vurgular (s. 559 vd.). Kendisi de aralarında hıristiyanlann çok bulunduğu Suriyeliler İle Ermeniler'i "Yakındoğu'nun ışığı" olarak görür (Re-

isebriefeaus Syrien, s. 102); ayrıca Fran-sızlar'ın müslümanlar hususunda takip ettiği politikadan beğeni ile söz eder (D/e arabischeFrage,s, 106 vd.). Ona göre si­yasî sömürgeler geçici, kültür emperya­lizmi ise kalıcıdır. Kültür emperyalizmine çok önem veren Fransızlar. Batı Afrika'­da Fransız varlığına karşı çıkmayan, İs­lâm'ı modern bir ruhla bağdaştırabilecek kişileri (marabut = murâbıt) seçerek onlara maddî imkânlar sağlamışlar ve kendile­rine çekmişlerdir. Hartmann bunun çok eski bir metot ve bir nevi rüşvet olduğu­nu söyler. Ancak kanaatince müslüman-lann dinlerinden açıkça vazgeçmeleri beklenemez; buna rağmen Fransız fikir hayatına katılacak bir yerli grubun kaza­nılması yine de Frenkleşme enfeksiyonu­nun bir başlangıcı anlamına gelir ve bu büyük tahriplere yol açar {a.g.e., s. 108). Hartmann. kültür emperyalizminin poli­tik emperyalizmden daha etkili olduğu­nu ve Fransızlar'ın sömürge idaresi altın­daki Kuzey Afrika ülkelerinde kültür em­peryalizmi sayesinde büyük bir değişimin hazırlandığını söyler (a.g.e., s. 110).

Hartmann'ın Osmanlılar'ın yapısını boz­maya yönelik yazılan ve kurduğu ilişkiler, o sıralarda İngiltere ve Fransa'ya karşı kendi çıkarları için bu yapının korunma­sını isteyen Alman Devleti'nin pek hoşu­na gitmemiştir. Hatta bu. onun Berlin'­de üniversite bünyesinde bir İslâmî araş­tırmalar bölümünün açılmasına dair giri­şimlerine pek sıcak bakılmamasının se­beplerinden biri olarak görülmektedir (Kramer, XXV/3. s. 296). I. Dünya Savaşf-nın başlamasıyla birlikte Hartmann'ın Os­manlılar hakkındaki yazılarının mahiyeti de değişmiştir. Becker onun bu durumu­nun karaktersizlik olmadığını, çabuk fikir değiştirmenin Hartmann'ın karakterin­den kaynaklandığını söyler (Islamstudi-en, II. 488). Ancak burada dikkat edilme­si gereken husus. Hartmann'ın fikirleri­nin veya en azından yazılarında görülen tarafıyla Osmanlılar'a karşı tavrının de­ğiştiriliş zamanlamasıdır. Savaş sırasın­da Almanya'da şüphesiz ki fikir hürriyeti kaldırılmış ve müttefik devletler aleyhine yazı yazılması yasaklanmıştır; yani Hart­mann istese de önceden yaptığı gibi Os­manlılar aleyhinde yazı yazamazdı. Hart­mann, ayrıca savaş sırasında Berlin'e ge­len Osmanlı propagandacıları ile de yeni arkadaşlıklar kurmuştur (a.g.e., ay. (.Ni­tekim onun 1916 yılında kaleme aldığı bir yazıda. Unpolitische Briefe aus der Tür-kei adlı eserinde yer alan Türkler aley­hindeki yazılarının yanlış anlaşıldığını.

söz konusu sert ifadelerin kişilerle ilgili olduğunu söylediği {MSOS, XIX |19I6|. s. i 29), hatta cihada dair bir kitaba yaz­dığı önsözde Türkler hakkında övücü söz­ler sarfettiği görülür (Schaih Salih Asch-scharif Attunisi. Haqiqat Aldschihad, Die Wahrheit über den Glaubenskrieg |Aİ-manca'ya çeviren K. E. Schabinger|, Ber­lin I915.s. I). Ölümünde naaşının yakıl­ması törenine Berlin'deki Türk cemaati­nin temsilcileri de katılmıştır (Kampfme-yer, Vl/3-4 |19I8|. s. 67).

Eserleri. Hartmann. yazdığı bir maka­leyi kısa süre içerisinde genişleterek ki­tap haline getiren bir yazardı. Onun için bir dergide çıkan makalesinin veya bir konferansta verdiği tebliğin kısa süre sonra kitap şeklinde yayımlandığını gör­mek mümkün oluyordu. Aşağıda başlı-caları verilen eserlerinin tamamı için bib­liyografyadaki Jâschke'nin makalesine. Hanisch'in islam kun de "si ne ve Biblio-graphie der Deutschsprachigen Ara-bistik und Islamkunde'de yer alan lis­teye bakılabilir. Onun özel olarak ilgilen­diği yeni devir Osmanlı edebiyatı hakkın­da yazdığı makalelerin listesi ayrıca ya­yımlanmıştır (Pfannmüller. s. 406-407). 1. Die Pluriliteralbildungen in den semitischen Sprachen (Leipzig-Halle 1875). Hartmann'ın doktora tezi olan bu eser Sâmî dilleri hakkındadır. 2. Arabi-seher Sprachtührer iür Reisende (Le-ipzig 1880). Arap ülkelerinde seyahat edecek yabancılar için Arapça'nın çeşitli diyalektlerine göre hazırlanmış bir konuş­ma rehberidir. 3. Die hebraisehe Vers-kunst (Berlin I894). İbranî şiir sanatı hakkındadır. 4. Metrum und Rhytmus. Die Entstehung der arabisehen Vers-malie (Giepen 1896). Arap şiirinde vezin­lerin ortaya çıkışı üzerine yapılmış bir araştırmadır. S. DasMuwassah. Dasara-bisehe Strophengedicht. Eine Studie der Geschichte und der Dichter einer der Hauptformen der arabisehen Vers-kunst, mit Formenlisten, Versmalien und Namensregister (Weimar 1897). Arap şiirinde bir tür olan müveşşahm ta­rihi, şairleri ve ana formları, vezinler, şe­kil listeleri ve isim indeksi eklenerek ince­lenmiştir. 6. The Arabic Press of Egypt (London 1899). Mısır'da çıkan gazete ve dergiler hakkındadır. 7. Heder der li-bysehen Wüste. Die Ouelien und die Texte, nebst einem Exkurse über die bedeutenderen Bedeuinenstamme des westlichen Unteragypten (Leip­zig 1900). Libya'daki halk şarkılarının metinleri ve Kaynakları üzerindedir; ayn-


Yüklə 1,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin