Müslim b. Ukbe, Medineliler'e Yezîd'in tavsiyesi uyarınca üç gün mühlet verdi ve ekonomik sıkıntılarını giderecek bazı tekliflerde bulunduysa da olumlu cevap alamadı ve savaşı başlattı. Emevî kuvvetleri şehri dört bir taraftan kuşatma altına almalarına rağmen içeri giremedikleri için başlangıçta savaş Medineliler'in lehine gelişmişti. Fakat Mervân b. Hakem'in Benî Hârise'nin savunduğu bölgeye giderek onlarla anlaşması sonucunda aleyhlerine
246
döndü ve buradan şehre giren Müslim'in askerleri kısa sürede her tarafı ele geçirdi (27 Zilhicce 63/27 Ağustos 683). Müda-filerin başında bulunan Abdullah b. Han-zale ve sekiz oğlu öldürüldü; Kureyş'in lideri olan Abdullah b. Muti* ise kaçmayı başararak Abdullah b. Zübeyr'in yanına sığındı. Kuşatma sırasında Medine'nin önündeki hendeğe düşüp Ölenlerin sayısının çarpışmalarda ölenlerden fazla olduğu rivayet edilir. Vâkıdî, şehir içinde ve evlerin önünde münferit bazı çatışmaların bir süre daha devam ettiğini kaydeder. Medine halkının bu güçlü ve düzenli orduya karşı mümkün olabildiği ölçüde mücadele verdiği çeşitli rivayetlerden anlaşılmaktadır.
Medineliler'in kayıpları hususu da (300-den 10.000'e kadar) üzerinde tartışılan diğer bir konudur. Halîfe b. Hayyât, Vâkıdî. Vesîme ve Ebü'1-Arab, savaşta ölenlerin listesini vererek bunların sayısını 300 kişiyle sınırlandırırlar; ancak bu rakamı daha fazla gösterenler de bulunmaktadır. Bu savaşta ensar ve Kureyş'ten çok seçkin şahsiyetler (180'den 700'e kadar) ölmüştür; bir rivayete göre aralarında seksen sahâbî bulunmaktaydı. Beyhakî, bu sırada hayatta olan Enes b. Mâlik'e dayanarak ashaptan 300, hafızlardan üçü sahâbî 700 kişinin öldüğünü kaydetmektedir. İbn Sa'd, hayatını kaybeden ve nesli kesilen Medineliler'i özellikle zikreder [Tabakât, V. 210-212). Harre'deki kayıpları Sıffîn ve Cemel ehliyle bir tutan değerlendirmeler yapılmıştır (Dârimî, "Fe-râ'iz", 37; Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, VI, 222-223). Medineliler bu savaşta ölenleri özel bir mezarlığa defnetmişler, onlar için ağıtlar yakmış ve menkıbeler oluşturmuşlardır.
Klasik kaynakların bir kısmına göre şehir üç gün mubah kılınmış, insanların canlarına ve mallarına kastedilmiş, tecavüzler sonucunda doğan çocuklara da "evlâ-dü'1-Harre" denilmiştir. Vâkıdî, ilk yağma edilen evin Benî Abdüleşhel'e ait olduğunu, Avâne b. Hakem de Hz. Peygamber'in azatlısı Üsâme b. Zeyd b. Hârise'ninki hariç diğer evlerin tamamının yağmalandığını kaydeder. Rivayetlerin farklılığı, bu konuyu araştıranların da farklı görüş belirtmesine sebep olmuştur. İbn Kesîr, Yezîd'in Medine'yi mubah kılmasını onun büyük hataları arasında sayar ve bu savaşı Yezîd'in zamanında meydana gelen en çirkin olaylardan biri kabul eder (el-Bi-daye, VI, 240). Mescid-i Nebevfde cemaatle namaz kılınmayan üç günden birinin bu hadisenin meydana geldiği gün olduğu kaydedilir (diğer ikisi Hz. Osman'ın öl-
dürüldüğü gün, Ebû Hamza el-Hâricînİn şehri işgal ettiği gündür, Semhûdî, I, 88, 94). Hişâm b. Urve babasının Harre günü kitaplarını yaktığını, daha sonra ise buna çok üzüldüğünü belirtir. Câbir b. Abdullah, Tebük Seferi dönüşünde Hz. Peygamber'in verdiği bereket parasını Harre günü Emevî askerleri alıncaya kadar yanında taşıdığını söyler (Müslim, "Müsâkat", 21). Aynı şekilde kaynaklarda Ebû Saîd el-Hudrî'nin canını zor kurtardığı, mallarının yağma edilmesinden sonra evinde alacak bir şey bulamayan Emevî askerlerinin onun sakalından birer tel kopardıkları rivayetleri de yer almaktadır. Öte yandan Emevî askerlerinden biri, Hz. Peygamber zamanında dünyaya gelen ve adıyla künyesi onun tarafından konulan Muhammed b. Amr b. Hazm'ı öldürdükten sonra pişman olarak ailesine gidip diyet teklif etmiş, fakat kabul ettirememiş-tir. Başta VVellhausen olmak üzere bazı araştırmacılar, şehrin mubah kılınmasının geniş biçimde ele alındığı Taberî"nin Târîh'inde Ebû Mihnef'in dışındaki diğer iki râvinin (Avâne ve Vehb b. Cerîr) bu olaya temas etmediklerini ileri sürerek ibâ-hanın vukuundan şüphe ederler; Lam-mens ise kaynakların bu noktada ittifak halinde olduğunu söyler (ibâha meselesi hakkında geniş bilgi için bk. Muhammed Arînân.s. 2-15; Nebîh Âktl, s. 110-113; İb-râhtm Beydûn, s. 284; Küçükaşcı, s. 107-109). Çeşitli rivayetlere göre Hz. Peygamber bir gün Harretü Vâkım'dan geçerken bu olayı haber vermiş, ümmetinin seçkinlerinin bu savaşta öleceğini söylemiştir (Semhûdî, I, 87).
Müslim b. Ukbe, savaşın ertesi günü Küba'da Medineliler'den "Yezîd'in kulu ve kölesi olarak" biat aldı. Alışılmışın dışında insanları halifenin tasarruf ve mülkiyetine sokan bu biat şekline karşı çıkan ve Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer zamanında olduğu gibi, "Allah'ın kitabı ve nebîsinin sünneti üzerine biat ederim" diyen bazı kişiler öldürüldü. Müslim, yaşlı bir arkadaşı olan ve hadise esnasında muhacirlere liderlik yapan Ma'kıl b. Sinan'ı da idam ettirdi. Hz. Osman'ın oğlu Amr'm sakallarını yoldurmasına rağmen Ali b. Hüseyin Zeynelâbidîn'e Yezîd'in tavsiyesi uyarınca yüksek mevki vererek iltifatta bulundu.
Olup bitenleri ayrıntılı biçimde hilâfet merkezine bildiren Müslim, Medine'de kısa bir süre kaldıktan sonra Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı. Harre'deki acımasız tutumundan dolayı kendisine -müsrif" lakabı verildi. Yezîd'in cereyan eden hadiseleri haber aldığı zaman söylediği sözler ve şiirler hususunda farklı rivayet-
ler DuıunmaKta ve ounıann muntevası tartışılmaktadır. Harre Vak'asi, Emevî-lerln siyasî hayatları boyunca yaptıkları veliahtlık ihdası, Kerbelâ Vak'ası ve Mekke kuşatması gibi büyük hatalardan biri olarak tarihe geçmiştir. Saîd b. Müseyyeb bir rivayetinde (Buhârî, "Megâzî", 12), uç fitnenin ikincisi olarak Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra Harre Vak'ası'-111 göstermekte ve bu savaş sonucunda Hudeybiye ashabından kimsenin kalmadığını söylemektedir (DM, XIII, 157).
BİBLİYOGRAFYA :
Dârimî, "Ferâ^z", 37; Buhârî, "Meğâzî", 12; Müslim, "Müsâkât", 21; İbn SaU et-Tabakât (nşr. M. Abdülkâdir Atâ), Beyrut 1410/1990, IV, 138, 212; V, 49-52, 130-131, 135, 197, 210-214, 267; Zübeyrî, Hesebü Kureyş, s. 88, 127, 215, 222, 272, 366, 371-373, 384, 436; Halîfe b. Hayyât, et-7arî/ı (Zekkâr), s. 181-192;Zübeyrb. Bekkâr. Ahbârü'l-muvaffakty-y&t, Bağdad 1972, s. 70; el-İmâme ve 's-siyâse, 1,177-188; Belâzüri. Ensâb, İV/1, s. 145, 319-335, 442; Dîneverî, ei-Ahbârü't-tıuât, s. 262-267; Va-laibî, Târih, II, 250-251; Fesevî. el-Mac-rifeue't-târih, III, 423-428; "Haberi, 7"ânh(Ebü'l-Fazl). III, 355; V, 482-495; İbn Abdürabbih. el-%da'l-ferîd,]]\, 95; IV, 121; V, 137-139; EbiTl-Arab, Kttâbü'l-Mİhan {nşr. Yahya Vâhid el-Cü-bûrî), Beyrut 1988, s. 159-183; Mes'ûdî. Mürû-ca'g-geheb (Abdülhamîd), 111, 78-80; Ebü'l-Fe-rec el-İsfahânî, el-Eğânl, 1, 28; İbrahim b. Muhammed el-Beyhaki, Mehâsin ve'l-mesâvî, Beyrut 1984, s. 63-67; Beyhakî. es-Sünenû 'l-küb-ıt, VI, 222-223; a.mlf., Dela'ilü 'n-nübüuue (nşr. Abdülmu'tî Emîn Kal'acî). Beyrut 1405/1985, VI, 473-475; İbn Abdülber. el-ht?âb, III, 894, 912,995,1341, 1431; Yâküt. Ma'cernü'l-bül-din, 11, 249-250; İbnü'l-Esîr. et-Kâmit, IV, 103, 112-113, 117-121; Zehebî, Târihu'I-lstâm: sene 61-80, s. 23-30; İbn Kesir. el-Bidâye, VI, 240; VIII, 217-227, 235-238, 250; SüyÛtî, el-Haşa'i-şü'l-kübrâ (nşr. M. Halil Herrâs). Kahire 1386-87/1967, II, 498-501; Semhûdî. Vefâ'ü'l-oefa', I, 86-98; Halebî. lnsânü'l-\ıyün, 1, 266-267; H. Lammens, Le califat deYazidler, Beyrouth 1921, s. 237-257; J. VVellhauserı, Arap Devleti ve Su-kutultic. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 67-79; E. A. Belyaev, İslam and the Arap Caliphate ftrc. G. Adolphe), Jerusalem 1969; M. J. Kİster. "The Battle of the Harra", Studies in Memory ofGaston Wiet{nşr. M. Rosen-Ayalon), Jerusalem 1977; Muhammed Arinân. Ibâtıatü'1-Medî-ne ue harikİ'l-Kâ'be, Kuveyt 1983, s. 2-15; Ne-bîh Âkil, Târîhu hilâfeti Beni Ümeyye, Beyrut 1983, s. 108-113; İbrahim Beydûn, el-Hicâz ue'd-deuletü't-lslâmiyye, Beyrut 1987, s. 270-299; Cemîl Abdullah el-Mısrî, Eşerü ehli'l-kitâb /Î7-fiten ve'l-hurûbi'l-ehliyye, Medine 1989; Ab-dülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'l-İdâriyye{Öze]), III, 78-79; Mustafa Sabri Küçükaşcı, Emevîler Döneminde Medine (yüksek lisans tezi, 1993). MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 90-111; Ahmed Ali Salih, "Milkiyyâtü'l-arâzî", Mecelletü 'l-'Arab, XI, Riyad 1969, s. 992-1005; Ömer b. Süleyman el-Ukaylî. "Vak'atü'l-Harre fî cahdi Yezîd b. Mu'âviye", Mecelletü Kütliyyeti'l-âdâb, X1II/1, Riyad 1986, s. 159-189; '■Harre", M.V/1, s. 300-301; L Veccia Vaglieri, "al-Harra", El2 (İng.), III, 226-227; Mustafa Çağrıcı, "Fitne", DİA, XIII, 157. |—i
m Mustafa Sabri Küçükaşcı
r ~ı
HARRUBE
L
|
HARRUBE
(bk. KIRAT).
|
J
|
r
|
HARRÛBÎ
|
1
|
|
Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî el-Harrûbî et-Trablusî (ö. 964/1557'den sonra)
|
|
Cezayirli âlim ve mutasavvıf.
Trablus'un yaklaşık 6 km. batısındaki Karkâruş köyünde doğdu. Babası Ali el-Harrûbî tanınmış bir Şâzelî şeyhi ve fıkıh âlimi idi. Küçük yaşta kaybettiği babasının dostları olan birçok âlimden faydalanma imkânı buldu. Bunlar arasında, annesi tarafından yakın akrabası olup el-Hikemü'l'lAtâ3iyye'y\ ezbere bilen ve okutan Muhammed b. Temmâm ile Şâ-zeliyye'nin Zerrûkıyye kolunun kurucusu Şeyh Zerrûk özelikle anilmalıdır. Muhammed b. Temmâm'ın tavsiyesi üzerine tasavvuf eğitimini Şeyh Zerrûk ve onun Zeytûn el-Fâsî lakabıyla tanınan hocası Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah ez-Zeytûnf den aldı. Fas'ta bulunan Şeyh Zeytûn'un yanına gitmek için hazırlandığı sırada hac yolculuğuna çıkan şeyh Trablus'a gelip onun misafiri oldu. Şeyh Zeytûn'un gözetiminde sülûkünü tamamlayıp icazet alan Harrûbî, bir süre Kuzey Afrika'nın çeşitli şehirlerine seyahatler yaptıktan sonra Cezayir'e yerleşti ve orada vefat etti. Biyografisini veren kaynakların hemen tamamında vefat tarihi 963 (1556) olarak zikredilmekteyse de tefsirini 1 Rebîülâhir 964'te (1 Şubat 1557) tamamladığına dair VIII. cildin sonundaki kayıt Harrûbfnin bu tarihten sonra vefat ettiğini göstermektedir (Habîb Vedâa el-Hasnâvî, sy. 3, s. 285). İbnü'l-Kâdî'nin, onun 960 (1553) yılından sonra vebadan vefat ettiğini, ancak hastalığın 965'te (1558) Fas'ta ortaya çıktıktan sonra mı Cezayir'e sirayet ettiği, Cezayir'den mi Fas'a geçtiğinin bilinmediğini belirtmesi de bu bilgiyi desteklemektedir.
Şeyh Zerrûk'un görüş ve düşüncelerine bağlı olan Harrûbî Kuzey Afrika tasavvuf hayatının önemli şahsiyetlerindendir. Harrûbfnin dinî ilimler sahasında geniş bilgiye sahip olması tesir alanının genişlemesini kolaylaştırmıştır. Merakeş'in meşhur sûfîlerinden Ebû Amr el-Kastalî'ye yazdığı bir mektupta, Hallâc-ı Mansûr'un ifadelerine benzer sözlerin yanlış olduğunu savunmasından onun temkin sahibi
HARRÛBÎ
bir sûfî olduğu anlaşılmaktadır. İbn Ebû Mahallî, Harrûbî'nin bu görüşlerine bir reddiye yazarak onun tasavvuf! meseleleri kavrayamadığını iddia etmiştir (Muhammed Haccî, I, 171-172).
Harrûbî içtimaî ve siyasî hayatta da etkin roller oynamıştır. Barbaros Hayred-din Paşa ile iyi geçinmesi, Cezayir-Fas sı-nırıyla ilgili olarak 959 (1552) yılında Kanunî Sultan Süleyman'ın elçisi sıfatıyla Fas Sa'dî Sultanı Mevlây Muhammed eş-Şeyh'e mektup götürmesi bu açıdan önemlidir. Harrûbî. bu konuda İki yıl sonra bir elçilik göreviyle Sa'dî sultanına tekrar gitmiştir. Fas'taki büyük bir ticarî pazarın paylaşımı hususunda yerli halkla Endülüslü muhacirler arasında meydana gelen gerginliğin onun teklif ve tavsiyeleri doğrultusunda çözümlenmesi Harrûbî'nin nüfuzlu bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Yahudilik'ten ihtida edenlere bu pazarda yer vermemenin Hz. Pey-gamber'in davranışlarına aykırı bir uygulama olduğunu belirterek yerlilerin bu konudaki tepkilerinin yanlışlığını söylemekten çekinmemiştir.
Eserleri. 1. Riyâzü'l-ezhâr ve ken-zü'1-esrâr. Sekiz ciltten meydana gelen tasavvuf! bir tefsir olup Mağrib hattıyla yazılan bir nüshası Dârü'1-kütübi'I-Mıs-riyye'dedir (Tefsir, nr. 364). Bu nüshanın üzerindeki kayıttan, eserin Muhammed Endelüsî tarafından Cezayir'deki Endülüs Zâviyesi'ne vakfedildiği, sonundaki 964 (1557) tarihinden de Harrûbî'nin son eseri olduğu anlaşılmaktadır. 2. Şerhu'l-Hikem. İbn Atâullah el-İskenderî'nin el-Hikemü'l-tAta>iyye adlı eserinin şerhidir (İbnü'1-Kâdî, 1, 322; Brockel-mann, GAL, SuppL, II, 701). 3. Zikru bcf-zi'I-evliyâ' bi-Trâblus. Harrûbî'nin ailesi, hocaları ve yakın çevresi hakkında bilgi veren otobiyografik bir risaledir (Habîb Vedâa el-Hasnâvî, sy. 3, s. 280). 4. Ri-sâletü zi'î-iflâs ilâ havâşşı ehli medîne-ti Fâs. Müellifin İslâm'ın beş temel esasıyla ilgili çeşitli görüşlerini ihtiva eder (Jbn Asker el-Mağribî, s. 9, 127; Muhammed Haccî, I, 282). 5. Kifâyetü'lmürid ve hilyetü'l-cabîd. Müridlerin eğitimi için hazırlanmış bir eserdir (Ibrt Asker el-Mağribî, s. 127; îzâhu'l-meknûn, II, 374; HediyyetüVarifin, II, 245). 6. Şerhu'ş-Şalâti{Şataoâti) '1-Meşîşiyye. Abdüsse-lâm b. Meşîş'in Şaiavûf'ının şerhidir (Brockelmann. GAL, I, 569; Suppi, I, 788). 7. Müzîlü'1-lebs hn âdâbi ve esrâri'l-kavâHdi'l-hams {hâhu't-meknûn, II, 471; Hediyyetü'l-'ârifm, II, 245)- 8. ed-Dürre-tü'ş-şerîfe fi'l-kelûm hlâ Uşûh't-tarî-
247
HARRÛBÎ
ka. Hocası Zerrûk'un Usûlü't-tarîka adlı risalesinin şerhidir (Brockelmann, GAL SuppL, II, 361; Habîb Vedâa el-Hasnâvî, sy. 3, s. 295).
Bağdatlı İsmail Paşa'nın Kitöbü'l-Üns Si't-tenbîh hlâ cUyûbi'n-nefs {îzâhu'l-meknûn, II. 274) ve Hasnâvfnin el-Üns îî şer/ıi 'Uyûbi'n-nefs {Mecetletü'l-Bahû-şi't-târihiyye, sy. 3, s. 295) adıyla Harrûbî1-ye nisbet ettikleri eser, Brockelmann ve Sezgin'in kayıtlarına göre Sülemrnin'L/yû-bü'n-nefs adlı risalesinin Zerrûk tarafından manzum hale getirilmiş şeklidir ve Harrûbî de buna bir şerh yazmıştır (Brockelmann, GAL, I. 218-219; SuppL, I. 362; II. 362, 701; Sezgin, 1,672-673).
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Asker el-Mağribî, Devfıatü'n-nâşir (nşr. Muhammed Haccî), Rabat 1397/1977, s. 9-10, 40,126, 127; İbnü'l-Kâdî. Cfzuelü'l-iktibâs, Rabat 1973, I, 322; Kâdİrî. Heşrü'l-meşânt, I, 90; Selâvî. el-Istikşâ, V, 28; Brockelmann. GAL, 1, 218-219, 569; SuppL. 1, 362, 788; II, 361. 362, 701; hâhu'l-meknün, II, 274, 374, 471; He-diyyetüVâriftn, II, 245; Sezgin. GAS, I, 672-673; Ziriklî. el-A'lâm. VII, 185; Kehhâle, Mu'ce-mü't-mü'ellirın, XI, 6-7; Muhammed Haccî, el-Hareketü'l-fıkriyye bi't-Mağrib fi
İM Ethem Cebecioğlu
r HARS
(bk. KÜLTÜR).
r HARTMANN, Martin
(1851-1918)
Alman şarkiyatçısı.
Breslau'da bir Mennonit vaizin oğlu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1869 yılında aynı şehirde bulunan üniversiteye kaydoldu. Eğitimine Leipzig'de Heinrich Leberecht Fleischer'in yanında devam etti. 1874'te Sâmî diller üzerine hazırladığı Die Pluriliteralbildungen in den semitischen Sprachen başlıklı doktora tezini verdikten sonra özel öğretmen olarak Edirne'ye gitti: 187S yılının
248
Mart ayında da İstanbul'a geçti ve burada iyi derecede Türkçe öğrendi. 1876-1887 yılları arasında Beyrut'taki Alman konsolosluğunda mütercim olarak çalıştı. Bu sırada yöredeki birçok şehre giderek bölgenin ekonomisi, coğrafyası ve insanları hakkında incelemeler yapma imkânı buldu. 0 yıllarda Şansölye Bismark, diğer büyük Avrupa devletleri kadar sömürgeciliğe itibar etmeyen Almanya'nın bu politikasını değiştirmek istiyordu. Bunun için Berlin'de 1887 yılında Avrupa dışında görev yapacak diplomat, misyoner ve memurlara Doğu dillerini öğretmek ve gereken diğer bilgileri vermek üzere Se-minar für Orientalische Sprachen adlı enstitü kuruldu. Hartmann da aynı yıl içinde ülkesine dönüp bu enstitüde hoca olarak çalışmaya başladı ve görevini öldüğü 5 Aralık 1918 tarihine kadar sürdürdü.
Başlangıcından yaşadığı döneme kadar vuku bulmuş İslâm tarihi ve kültürüyle alâkalı her şeyle ilgilenen Hartmann. İslâm araştırmalarının müstakil bir ilim dalı olması hususunda gayret sarfetmiş-tir. Onun. klasik şarkiyatçı tipinin dışına çıkarak araştırmalarında tarihî filolojiden ziyade Alman sömürge siyasetinin gereklerine uygun olarak güncel konulara yer verdiği görülür. Olaylara tarihî bir perspektiften bakarak kendisinden sonra gelen meslektaşlarına örnek olmuş ve bu konuda okullaşmanın ilk adımlarını atmıştır. İslâmî araştırmalarda sosyolojinin metotlarını ilk uygulayanlardan biri olmakla birlikte Önceleri onun bu çalışmalarına itibar edilmemiştir (Fück. s. 272; Paret, s. 17). Hartmann da kendileriyle aynı fikirde olduğu Ernst Harder, VVİlhelm Friedrich Cari Giese ve Fritz Kern gibi ilim adamlarıyla birlikte 1912 yılında Die Deutsche Gesellschaft für Islamkunde adlı derneği kurmuş ve bu dernek ertesi yıldan itibaren Die We!t des Islams adlı
dergiyi çıkarmaya başlamıştır. Hartmann daha sonra Suriye, Mısır ve Türkistan'da birer Arap Araştırmaları Enstitüsü kurulması için taslaklar hazırlamıştır. Bec-ker'e göre Hartmann'ın Alman şarkiyatçılığı açısından önemi, onun araştırmalarında modern Ortadoğu'nun devlet yapısı, politik mücadeleleri ve kültürel durumunu konu edinmesi ve bunu yaparken de uzun süre gazetecilik anlayışının ötesine geçip araştırmalarını ilmî bir zemin üzerine oturtmaya çalışan ilk ve tek kişi olarak kalmasıdır {Islamstudien, II, 484).
Hartmann şu dört konuyla sürekli ilgilenmiştir: Orta Asya ve Çin'deki İslâm, Arap meselesi, Jön Türk hareketi ve edebiyatı. Afrika'daki İslâm ve hıristiyan misyonerlerle olan mücadelesi. Hartmann. bu alanlarla ilgilenirken çok defa kendisinden önce yapılan çalışmaları yeterli bulmayarak meseleyi en başından itibaren ele alıp güncel problemleri bunların ışığında incelemeyi tercih etmiştir. Ancak eserlerinde dikkati çeken nokta, onun birçok malzeme toplamasına karşılık bunları sistematik bir şekilde değerlendirme-mesidir. Bu noktada diğer şarkiyatçılar tarafından da eleştirilmiştir; meselâ Bec-ker'e göre hem kendi dönemi hem de gelecek nesiller için çok faydalı eserler bırakmakla beraber kararlarında aceleci olmuş, çalışmalarında da gerekli sentez ve değerlendirmeleri yapamamıştır {a.g.e., 11,483).
özellikle Osmanlı Devleti'yle çok yakından ilgilenen Hartmann, I. Dünya Sava-şı'ndan önceki yıllarda başlayıp savaş sırasında gelişen siyasî ve içtimaî hadiseler, parlamenter tartışmalar ve modern hayatın ortaya çıkardığı yeni durumlar gibi konuları Die VJelt des Isîams'öa geniş olarak incelemiştir. Onun I. Dünya Sava-şı'ndan önce kaleme aldığı yazılarda Os-manlılar'a menfi bir şekilde yaklaştığı ve Arapçılığı desteklediği görülür (a.g.e., II, 488; Kramer. XXV/3 119891, s. 297). Hartmann'a göre Osmanlılardın hâkimiyeti altında yaşayan topluluklar ayrılarak kendi devletlerini oluşturmalıydılar. 1909'-da yayımlanan Die arabische Frage adlı eserinde özellikle bu konuyu işlemekte ve Arapçı hareketlerin Batılılar'-ca çıkarılıp yönlendirildiğini, bilhassa Mısır'da İngilizler, Suriye'de Fransız ve Ruslar tarafından millî çıkarları doğrultusunda desteklendiğini vurgular (s. 559 vd.). Kendisi de aralarında hıristiyanlann çok bulunduğu Suriyeliler İle Ermeniler'i "Yakındoğu'nun ışığı" olarak görür (Re-
isebriefeaus Syrien, s. 102); ayrıca Fran-sızlar'ın müslümanlar hususunda takip ettiği politikadan beğeni ile söz eder (D/e arabischeFrage,s, 106 vd.). Ona göre siyasî sömürgeler geçici, kültür emperyalizmi ise kalıcıdır. Kültür emperyalizmine çok önem veren Fransızlar. Batı Afrika'da Fransız varlığına karşı çıkmayan, İslâm'ı modern bir ruhla bağdaştırabilecek kişileri (marabut = murâbıt) seçerek onlara maddî imkânlar sağlamışlar ve kendilerine çekmişlerdir. Hartmann bunun çok eski bir metot ve bir nevi rüşvet olduğunu söyler. Ancak kanaatince müslüman-lann dinlerinden açıkça vazgeçmeleri beklenemez; buna rağmen Fransız fikir hayatına katılacak bir yerli grubun kazanılması yine de Frenkleşme enfeksiyonunun bir başlangıcı anlamına gelir ve bu büyük tahriplere yol açar {a.g.e., s. 108). Hartmann. kültür emperyalizminin politik emperyalizmden daha etkili olduğunu ve Fransızlar'ın sömürge idaresi altındaki Kuzey Afrika ülkelerinde kültür emperyalizmi sayesinde büyük bir değişimin hazırlandığını söyler (a.g.e., s. 110).
Hartmann'ın Osmanlılar'ın yapısını bozmaya yönelik yazılan ve kurduğu ilişkiler, o sıralarda İngiltere ve Fransa'ya karşı kendi çıkarları için bu yapının korunmasını isteyen Alman Devleti'nin pek hoşuna gitmemiştir. Hatta bu. onun Berlin'de üniversite bünyesinde bir İslâmî araştırmalar bölümünün açılmasına dair girişimlerine pek sıcak bakılmamasının sebeplerinden biri olarak görülmektedir (Kramer, XXV/3. s. 296). I. Dünya Savaşf-nın başlamasıyla birlikte Hartmann'ın Osmanlılar hakkındaki yazılarının mahiyeti de değişmiştir. Becker onun bu durumunun karaktersizlik olmadığını, çabuk fikir değiştirmenin Hartmann'ın karakterinden kaynaklandığını söyler (Islamstudi-en, II. 488). Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus. Hartmann'ın fikirlerinin veya en azından yazılarında görülen tarafıyla Osmanlılar'a karşı tavrının değiştiriliş zamanlamasıdır. Savaş sırasında Almanya'da şüphesiz ki fikir hürriyeti kaldırılmış ve müttefik devletler aleyhine yazı yazılması yasaklanmıştır; yani Hartmann istese de önceden yaptığı gibi Osmanlılar aleyhinde yazı yazamazdı. Hartmann, ayrıca savaş sırasında Berlin'e gelen Osmanlı propagandacıları ile de yeni arkadaşlıklar kurmuştur (a.g.e., ay. (.Nitekim onun 1916 yılında kaleme aldığı bir yazıda. Unpolitische Briefe aus der Tür-kei adlı eserinde yer alan Türkler aleyhindeki yazılarının yanlış anlaşıldığını.
söz konusu sert ifadelerin kişilerle ilgili olduğunu söylediği {MSOS, XIX |19I6|. s. i 29), hatta cihada dair bir kitaba yazdığı önsözde Türkler hakkında övücü sözler sarfettiği görülür (Schaih Salih Asch-scharif Attunisi. Haqiqat Aldschihad, Die Wahrheit über den Glaubenskrieg |Aİ-manca'ya çeviren K. E. Schabinger|, Berlin I915.s. I). Ölümünde naaşının yakılması törenine Berlin'deki Türk cemaatinin temsilcileri de katılmıştır (Kampfme-yer, Vl/3-4 |19I8|. s. 67).
Eserleri. Hartmann. yazdığı bir makaleyi kısa süre içerisinde genişleterek kitap haline getiren bir yazardı. Onun için bir dergide çıkan makalesinin veya bir konferansta verdiği tebliğin kısa süre sonra kitap şeklinde yayımlandığını görmek mümkün oluyordu. Aşağıda başlı-caları verilen eserlerinin tamamı için bibliyografyadaki Jâschke'nin makalesine. Hanisch'in islam kun de "si ne ve Biblio-graphie der Deutschsprachigen Ara-bistik und Islamkunde'de yer alan listeye bakılabilir. Onun özel olarak ilgilendiği yeni devir Osmanlı edebiyatı hakkında yazdığı makalelerin listesi ayrıca yayımlanmıştır (Pfannmüller. s. 406-407). 1. Die Pluriliteralbildungen in den semitischen Sprachen (Leipzig-Halle 1875). Hartmann'ın doktora tezi olan bu eser Sâmî dilleri hakkındadır. 2. Arabi-seher Sprachtührer iür Reisende (Le-ipzig 1880). Arap ülkelerinde seyahat edecek yabancılar için Arapça'nın çeşitli diyalektlerine göre hazırlanmış bir konuşma rehberidir. 3. Die hebraisehe Vers-kunst (Berlin I894). İbranî şiir sanatı hakkındadır. 4. Metrum und Rhytmus. Die Entstehung der arabisehen Vers-malie (Giepen 1896). Arap şiirinde vezinlerin ortaya çıkışı üzerine yapılmış bir araştırmadır. S. DasMuwassah. Dasara-bisehe Strophengedicht. Eine Studie der Geschichte und der Dichter einer der Hauptformen der arabisehen Vers-kunst, mit Formenlisten, Versmalien und Namensregister (Weimar 1897). Arap şiirinde bir tür olan müveşşahm tarihi, şairleri ve ana formları, vezinler, şekil listeleri ve isim indeksi eklenerek incelenmiştir. 6. The Arabic Press of Egypt (London 1899). Mısır'da çıkan gazete ve dergiler hakkındadır. 7. Heder der li-bysehen Wüste. Die Ouelien und die Texte, nebst einem Exkurse über die bedeutenderen Bedeuinenstamme des westlichen Unteragypten (Leipzig 1900). Libya'daki halk şarkılarının metinleri ve Kaynakları üzerindedir; ayn-
Dostları ilə paylaş: |