Yüksek sınıf tarafından aşağılanan har-fûşlar, Kahire ve civarındaki mescid ve camilerin yanında hayır müesseseleri bulunduğu halde buralara gitmezler, çalışmak da istemezler, zenginlere musallat olurlardı. Bu davranışlarına rağmen hareketlerinin kontrol altında tutulması ve iç mücadelelerde onlardan faydalanma amacıyla devlet bazan harfûşlara destek verirdi. Nitekim bazı Memlûk sultanları harfûşlann kefaletini kendi hasekiyyele-rine ve emirlerine vermiş, zaman zaman da onlara erzak tevzi ettirmiştir. 661 (1263) yılında Mısır'da kıtlık olunca Sultan 1. Baybars 2500 harfûştan bir kısmını kendisi almış, bir kısmım oğlu el-Me-likü's-Saîd'e, bir bölümünü de nâibüssal-tanasına vermiş, kalanları ise emirlere ve zengin tacirlere dağıttırmıştır. Ayrıca onlara günde üç rıtl ekmek ile bir rıtl et tahsis etmiş ve bundan böyle halktan hiçbir şey istememelerini emretmiştir (İbn İyâs, I, 319). Aynı şekilde 775'te (1373-74) Kahire'de büyük bir kıtlık meydana gelip pahalılık artınca Sultan el-Melikü'l-Eşref Şa'bân fakirlere hububat dağıttırmış, harfûşlar kefalete bağlanarak emîr ve tüccarların ileri gelenleri arasında paylaştırılmıştır. 782 (1380) yılında da Ber-kuk, Kahire'de bulunan harfûş ve fakirlere 20 irdeb un tevzi ettirmiştir. 841 Şevvalinde (Nisan 1438) Memlûk sultanı Kal'atülcebel'e çıkınca harfûşlara ve diğer fakirlere altın ve gümüş paralar dağıttırmıştır. Ancak harfûşlar para dağıtan hazinedarı atından düşürünce sultan
166
reislerini çağırtarak bundan böyle dilencilik yapmamalarını, çalışarak para kazanmalarını, aksi takdirde cezalandırılacaklarını bildirmiştir. Harfûşlar bu emre bir süre uymuşlar, fakat daha sonra tekrar dilenciliğe başlamışlardır. Bunun üzerine harfûşlann geldikleri yerlere geri dönmeleri için şiddete başvurulmuşsa da bundan bir sonuç alınamamıştır. 10 Muharrem 912'de (2 Haziran 1506) Sultan Kan-su Gavrİ'nin harfûş ve yoksullara altın ve gümüş dağıttığı bilinmektedir (ibn iyâs, IV, 94).
Memlûk sultanlarının harfûşlara genellikle yumuşak davranmasına karşılık bazı Memlûk emîrleri sert muamelede bulunurdu. Nitekim Emîr Koşun, 742'de (1341-42) harfûşları takip ettirdiği gibi birkaçını Bâbüzzüveyle'ye çiviletmişti. Bir kısım emîrler de tam aksine onlara yakınlık göstererek kendilerine meylettirirler ve muhaliflerine karşı kullanırlardı. Meselâ başta Emîr İdıgmış olmak üzere bazı emîrler harfûşlara Emîr Kosun'un evini yağmalatmış ve adamlarını öldürtmüşlerdi. 723 (1323) yılında da Sultan el-Me-likü'n-Nâsır Muhammed b. Kalavun, harfûşlara çok iyilikleri olan Emîr Taştimur el-BûnTyi hapsedince Kahire'de toplanan birkaç bin harfûş sultanı tehdit ederek Taştimur'u serbest bıraktırmışlardı.
Harfûş zümresinin bir teşkilâtı olup bu teşkilâtın başında bir reis bulunurdu. Memlûk sultanları, "şeyhü'l-harâfîş" (sulta nü'I-harâffş) adıyla anılan bu reis aracılığıyla harfûşlarla temas kurarlardı. İbn Tolun, Kahire'den Şam'a giden harfûş reisi İbn Şa'bân'ın ve eşinin orada bulunan ayak takımı tarafından çalgılar ve davullarla karşılandığını yazmaktadır [Müfâ-kehetü'l-hiltân, s. 164). Memlûk Sultanlı-ğı'nın son yıllarında sayıları artan harfûş-ların yırtık elbiselerle Kahire sokaklarında dolaştıkları, birbirlerine küfrettikleri ve aralarında kavga çıkardıkları kaydedilmektedir.
Harfûşların Mısır'da Osmanlı hâkimiyeti zamanındaki durumları hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur; ancak yine de bunların varlıklarını sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Osmanlı müelliflerinden Âlî Mustafa Efendi Kahire'de gördüğü dilenciler hakkında bilgi verirken onları özel bir adla anmaz [Hâlâtü'i-Kâhire, s. 126). Aynı şekilde Evliya Çelebi de dilencilerden bahsederek bunların bir şeyhi olduğunu, sayılarının 9000'e ulaştığını, beylerden ve paşalardan bol bahşiş ve sadaka aldıklarını belirtir [Seyahatname, X,
382, 521-526). Bu ifadeler, söz konusu zümrenin Kahire'de Memlûk dönemindeki siyasî rollerinin tamamıyla ortadan kalktığını göstermektedir. Fakat Ceber-tî'nin "cuaydî" (caîdî) ve "evbaş" adlarıyla andığı harfûşların zaman zaman halka yönelik zararlı faaliyetlerini sürdürdükleri anlaşılmaktadır {Mazharü't-takdîs, s. 45-46, 120-121). Yalnız Cebertî fakir, dilenci, kör ve topalları bu "ehl-i fesâd" gruptan ayrı tutmaktadır.
Fransızlar'ın Mısır'da bulunduğu zamanlarda Kahire'deki karışıklıklardan faydalanan harfûşlar fesat ve yağma hareketlerine tekrar başlamışlardır. Napol-yon'un ordusu Kahire'ye girip İbrahim ve Murad beyler şehirden kaçınca caîdiyye ve evbaşlar toplanıp bu emirlerin evlerini yağmalamışlar, onları örnek alan Fransızlar da Memlûk emirlerinin evlerine girip değerli eşyalarını almışlardı. Bugün de Kahire'de harfûşlara benzer bazı kimselerin varlığı devam etmektedir.
Harfûş kelimesi, Osmanlılar zamanında Şam'ın Ba'lebekve Bikâ' bölgelerine hükmeden Şiî emîr ailesinin adı olarak da kullanılmıştır. Bu ailenin Mısır'daki harfûşlarla ilgisinin olup olmadığı bilinmemektedir. İbn Tolun, Mısır'da bulunan harfûşlar şeyhinin zaman zaman Şam'a gittiğini belirtmektedir {Müfâkehetü'l-hitian, s 164). Ayrıca bu aileye mensup İbnü'l-Harfûş diye anılan bir kişinin Mısır'da harfûşlar şeyhi olup Osmanlılar'ın Şam'ı zaptından sonra muhtemelen buraya yerleştiği kaydedilmektedir. İbnü'l-Harfûş. Şam'da Osmanlı idaresine baş kaldırarak Sayda ve Bikâ'ı zapteden Nâ-sırüddin İbn Haneş'le birlik olmuş, ancak daha sonra Şam Beylerbeyi Canbirdİ Ga-zâlî tarafından öldürülmüştür. Canbirdi'-nin isyanı esnasında Harfûşoğulları Ba'-lebek bölgesine yerleşmişlerdir. Harfû-şoğlu emîrleri, Ba'lebekve civarını nüfuzları altına almaya çalıştıkları için bazan Şam, Trablus ve Halep beylerbeyileri. bazan da Şam'daki mahallî kuvvetlerden Ma'noğulları veya Şihâbîler tarafından te'dib edilmişlerdir. XVII. yüzyıl başlarından itibaren Ba'lebekve Bikâ'da hâkimiyet için Harfûş emîrleri arasında rekabet çıkmış, bunların bir kısmı hedeflerine ulaşmak için düşmanlarıyla iş birliği yapmaya çalışmıştır. Harfûş emîrleri ayrıca Şam'daki Osmanlı idaresiyle mahallî kuvvetler arasında çıkan anlaşmazlıktan her fırsatta faydalanmışlar, böylece Ba'lebek ve Bikâ'daki hâkimiyetlerini XIX. yüzyılın ortalarına kadar sürdürmüşlerdir.
BİBLİYOGRAFYA:
et-CJşûiü't-tâfihiyye: Mecmtfatü ueşâ'ik (nşr. Buluş Mes'ad - Nesîb el-Hâzin), Beyrut 1958, s. 106,116-118, 141,358,367,372,374,377, 385-386,404,408,411, 440; İbn Battûta. Tuh-fetü'n-nüzzâr, s. 33; İbn Dokmak, el-Ceuherü'ş-şemîn fi siyeri'l-hutefâ* oe'l-mulûk ue's-selâŞn (nşr. Saîd Abdülfettâh Âşûr), Mekke 1402, s. 275, 339-340, 370, 428-429; Makrîzî. Kitâbü's-Sü-lûk,N/2, s. 1037; a.mlf.. İğâşetû't-ünvnebi-keş-fi'l-ğumme (nşr. M. Mustafa Ziyâde -Cemâled-dln eş-Şeyyâl), Kahire 1940, s. 44-46; İbn Tağrî-berdî. en-Nücûmü'z-zâhİre, VIII, 154; X, 29, 41; ibn İyâs, BedâVu'z-zühûr, I, 125, 319, 482; II, 103, 442; IV, 94, 141; İbn Tolun. Müfâkehe-tü'l-l}itlân fi hauâdisi'z-zamân {nşr. M. Mustafa), Kahire 1962, s. 164; Âlî. Hâlâtû't-Kâhire mi-ne'l-âdâti'z-zâhire: Mustafa 'Ali's Description ofCairo of 1599(nşr. ve trc A. Tietze). Wien 1975, s. 126; Evliya Çelebi, Seyahatnâme,X, 382, 521-526; Cebertî. Mazharü 't-takdis bi-zehâbi Dev-leti'l-Fransis (nşr M. Cevher - Ömer ed-Desûkî), Kahire 1969, s. 45-46, 120-121; Buluş Mes'ad, ed-Devletü'l-'Oşmâniyye ft Lübnan ue Suriye 1517-1916, Kahire 1916, s. 13, 19, 21,22, 29, 38, 53; Emîr Haydar Ahmed eş-Şihâbî, Lübnan fî'ahdl'l-ümerâ'i'ş-Şİhâbİyyîn (nşr. Esed Rüs-tem), Beyrut 1933, s. 35, 38, 106; Saîd Abdülfettâh Âşûr, el-Müctema'u 7-Mışrî fî asri selâ(î-ni't-Memâtîk, Kahire 1962, s. 37; Receb en-Nec-câr - Şükrî Mahmûd Ahmed, "eş-Şüttâr ve'l-cayyârûn",er-/?İsâ/e,sy. 741 (1947), s. 8-9, 179, 185, 223; "Harfûş", İA, V/l, s. 231; K. S. Salibi, "Harfü£h\ El2 (İng), III, 205-206; W. M. Brin-ner, "Harfugh", a.e., 111, 206.
İH Seyyid Muhammed es-Seyyid Mahmûd
HARGÛŞÎ
Ebû Sa'd {Saîd)
Abdiilmelik b. Muhammed
(Ö. 406/1015-16)
Mutasavvıf, vaiz,
fıkıh ve hadis âlimi.
L J
Nîşâbur'un bir mahallesi olan Hargûş'-ta (Arapça telaffuzu ile Harküş) doğdu. İlk tahsiline Nîşâbur'da başladı. Muhammed b. Ali el-Mâsercisî başta olmak üzere tanınmış âlimlerden Şafiî fıkhı okudu ve hadis dersleri aldı. Bu alanlardaki bilgisini arttırmak için Bağdat'a, oradan da hac farizasını ifa etmek üzere Hicaz'a gitti. Bir süre Mekke'de ikamet etti. Kudüs ve Şam yanında Mısır'daki ilim merkezlerini de dolaşarak buralardaki âlimlerden faydalandıktan sonra Nîşâbur'a döndü. İbn Nüceyd ve Ebû Sehl es-Sü'lûkî gibi zâhid ve sûfîlerin meclislerine devam etti. Bir müddet sonra evinde inzivaya çekildi. Bu arada hadis okutmaya başladı ve zaman zaman vaaz verdi. Güvenilir bir râvi olarak kabul edildiğinden Hâkim en-Nîsâbûrî gibi tanınmış âlimler kendi-
sinden hadis rivayet ettiler. Bir cami, bir medrese, bir de hastahane inşa ettirip bütün servetini ve kütüphanesini buralara vakfetti. Serpuş imal ederek kazandığı para ile geçimini sağladı. Hayır sever ve takva sahibi bir kişi olan Hargûşî, itibarlı ve ünlü olduğu halde sohbetlerine katılan fakir ve dervişlere devlet adamlarına davrandığı gibi davranır ve saygı gösterirdi. Doğduğu yer olan Hargûş'ta vefat etti.
Eserleri. Hargûşî'nin günümüze ulaşan eserleri şunlardır: 1. Şerefü'n-nebî {Şe-refü'n-nübüvue, Şerefü'l-Muştafâ ve De-lâ'ilü'n-nübüuue). Arthur John Arberry, şemail ve siyere dair olan bu eserin sekiz cilt olduğunu söylüyorsa da {İA, V/l, s. 231) mevcut nüshaları bir cilttir {Sezgin, I, 670; Gündüz, s. 66). Eser, Mahmûd b. Muhammed er-Râvendî tarafından Ki-tâb-ı Siyer-i Mustafâ adıyla Farsça'ya tercüme edilmiştir. Bu tercümenin Sü-leymaniye (Esad Efendi, nr. 2222) ve Beyazıt Devlet (Veliyyüddin Efendi, nr 888) kütüphanelerinde nüshaları vardır (Gündüz, s. 66). Z. Kitâbü'l-Beşâre ve'n-ne-zâre. Rüya ile ilgili olan eserde özellikle sülük esnasında görülen rüyalar ve rüya ile kişilik arasındaki münasebetler üzerinde durulmaktadır. Kitabın Süleymani-ye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 1688) bir nüshası bulunmaktadır (diğer nüs-
HARCÛSÎ
halan için bk. Sezgin, I, 670; Gündüz, s. 67). 3. Tehzîbü'I-esrâr fî tabaküti'1-ah-yâr. Zühd, tasavvuf ve ahlâka dair olup yetmiş bölümden meydana gelmektedir. Hargûşî bu eserinde geniş ölçüde Ser-râc'm eİ-Lümacından faydalanmıştır. Ancak eser başka kaynaklarda bulunmayan orijinal bilgiler de ihtiva etmektedir. Müellifin ele aldığı konular, genellikle el-Lüma* ve Kütü'l-kulûb'da görülen şekliyle tasavvufun bilinen meseleleridir (yazma nüshaları için bk. Sezgin, I, 671; Gündüz, s. 68-70, 87). Arberry, Tehzîbü'les-râr'ın mutasavvıflar ve tarikat ehli arasında fazla rağbet görmemesini, eseri müelliften rivayet eden öğrencisi Ebû Abdullah Şîrâzî ile ikinci râvisi Ebû Ali Kir-mânfnin zayıf ve güvenilmez râviler olarak tanınmalarına bağlar {'İA, v/l, s. 231). Tehzîbü'l-esrâr, Hargûşî"nin sohbet meclisindeki konuşmalarının bir öğrencisi tarafından kaydedilmesi suretiyle meydana gelmiştir. Fakat Hargûşî bu eserini bir dostunun arzusu üzerine kaleme aldığını söyler. Bir sûfî olmaktan çok zâhid ve vaiz olarak tanınan Hargûşî'ye sûfî taba-kat kitaplarında yer verilmediği gibi şat-hiyelerin bulunmadığı ve zahirî hükümlere bağlılığın esas alındığı Tehzîbü'l-esrâr da mutasavvıflar arasında pek tanınmamıştır. Kitap. İrfan Gündüz tarafından Berlin (nr. 2820) ve Süleymaniye (Şe-
HARGÛSÎ
hid Ali Paşa, nr. 1157) kütüphanelerin-deki nüshalarına dayanılarak tahkik edilmiş ve Hargûşfnin hayatı ve eserleri üzerine bir incelemeyle birlikte yayıma hazırlanmıştır (bk. bibi.).
Kaynaklarda Hargûşî'nİn Siyerü'l-\ıb-bâd ve'z-zühhâd (Sem'ânî, IX, 94), Kitâ-bü'z-Zühd (Zehebî, Atlâmü'n-nübelây, XVII, 256), Şe'dirü'ş-şd/ihm {Keşfü'z-zu-nûn, II, 1045. 1047), el-Levâmf (a.g.e., 1!, 1559), Kitâbü'l-Holâş ve'n-necöh (Hargûşî, s. 26) et-Tefsîr (Zehebî, Aclâ-mü'n-nübelâ', XVII, 256) gibi eserlerinin bulunduğu kaydedilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Hargûşî, Tehzîbü'l-esrâr (haz. İrfan Gündüz, doçentlik çalışması, 19901, İSAMKtp., nr. 16.971, s. 26; Hatîb, Târihu Bağdâd, XIV, 432; İbrahim b. Muhammed es-Sarîfînî. Târihu Nîsâbûr: el-Müntehab mine's-Siyâk (nşr. M. Kâzım el-Mah-mûdî), Kum 1362 hş., s. 501-502; Sem'ânî, el-Ensâb, 11, 360; IX, 94; İbn Asâkir. Tebyînü kezi-bi'l-müfterî, s. 233-236; Attâr. Tezkİretü'i-eu-/iyâJ(nşr. R. A. Nicholson), Leiden 1905-1907, II, 192; Yâküt. Mü'cemü'l-büldân, II, 360; Kaz-vînî, Âşârü'l-bilâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 477; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ', XVII, 256; a.mlf., el-'İber, II, 214; a.mtf., Tezkiretü'l-huf-fâz.m, 1066;SübW.ra£>afcât(Tanâhî),X, 137;İbn Hacer, Lisânü'l-Mîzân, II, 254; Keşfü'z-zunûn, I, 214, 514; II, 1045, 1047, 1559; İbnü'1-İmâd, Şe-zerât, 111, 184-185; Sezgin. GAS, I. 670-671; İrfan Gündüz, Ebû Sa'd el-Hargûşt ne Tehzibü'l-esrâr't (doçentlik çalışması, 1990), İSAM Ktp., nr. 17.717, s. 65-70, 87-88; A. J. Arberry. "Hargûşî", İA, V/l, s. 231; a.mlf., "al-&har-, £F(Jng), IV, 1074.
\Sü Süleyman Uludağ
HÂRİCE b. HUZÂFE
Hârice b. Huzâfe b. Ganim
el-Kureşî el-Adevî
(ö. 40/661)
Sahâbî.
L J
Kureyş kabilesinin Benî Adî koluna mensup olduğu için Kureşî ve Adevî nis-beleriyle anılır. Annesi Fâtima bint Amr b. Büceyre el-Adeviyye'dir. Kureyş arasında kahramanlığı ile tanınan ve "1000 kişiye bedel" bir süvari sayılan Hârice'nin ne zaman müslüman olduğu bilinmemektedir. Hz. Ömer döneminde Mısır'ın fethine katıldı ve halifenin Amr b. Âs'a gönderdiği takviye birliklerden birine kumanda etti. Mısır'ın fethinden sonra Hz. Ömer. Amr b. Âs'a yazdığı mektupta Bey'atür-rıdvân'a katılanlarla birlikte kahramanlığı ve yararlılıkları sebebiyle Hârice'ye de atıyye verilmesini istedi (İbn Sa'd, IV, 261).
168
Hârice daha sonra Amr b. Âs tarafından şurta âmiri olarak görevlendirildi. Bazı kaynaklarda kadı olarak görev yaptığı da kaydedilir.
Hz. Ali'yi. Muâviye b. Ebû Süfyân'ı ve Amr b. Âs'ı öldürmek üzere harekete geçen üç Hâricî'den Zâzeveyh, 17 Ramazan 40 (24 Ocak 661} tarihinde vali Amr b. Âs'ın rahatsızlığı sebebiyle sabah namazını kıldırmakla görevlendiren Hârice b. Huzâfe'yi Amr zannedip hançerle şehid etti. Hârice'nin iki hanımından Abdur-rahman, Ebân, Abdullah ve Avn adında dört oğlu olmuştur.
Hârice b. Huzâfe'nin naklettiği vitir namazıyla ilgili hadis Abdullah b. Ebû Mür-re ez-Zevfî ve Abdurrahman b. Cübeyr el-Mısrî tarafından rivayet edilmiş; Dâri-mî, İbn Mâce, Ebû Dâvûd ve Tirmizî'nin es-Sünen'lerinde yer almıştır (Wensinck, VIII, 69).
BİBLİYOGRAFYA =
İbn Sa'd, et-Tabakât, IV, 188-189, 261; Kindî, el-Vülât ue'l-kudât (Nassâr), s. 33, 39, 55; Buhârî. et-Târîhu'l-kebîr, III, 203; a.mif.. et-Târî-hu'ş-şağir. I, 93; Ya'kübî. Târih, II, 212; Taberi, Târih (Ebü'l-Fazl). IV, 253; V, 149; İbn Ebû Hatim. el-Cerh ve't-ta'dü, III, 373; İbn Hibbân, eş-Şi/cât, III, 111; a.mlf.. Meşâhîr, s. 56; İbn Hazm. Cemhere, s. 156; İbn Kudâme. et-Teb-yîn İt ensâbi'l-Kureşiyytn (nşr M. Nâyif ed-Düleymî), Beyrut 1408/1988, s. 442, 452; İbnü'I-Esîr, el-Kâmil, III, 394; a.mtf., Üsdü'l-ğâbe |Ben-nâ), II, 83-84; jbn Hallikân. Vefeyât, VII, 216-217; Mizzî. Tehzîbü'l-Kemâl, VIII, 6-8; İbn Ke-sîr, el-Bidâye, VII, 330; Fâsî, el-cİkdü'ş-şemîn, IV, 256-257; İbn Hacer, el-İşâbe, I, 399; a.mlf., Tehzibû't-Tehzîb, EH, 74; Wensinck, ei-Mu'cem, VIII, 69. r—ı
[ffl Hüseyin Algül
r HÂRİCE b. ZEYD ""
Ebû Zeyd Hârice b. Zeyd
b. Sabit el-Ensârî en-Neccârî
(ö. 100/718-19)
Medîneli meşhur yedi tabiîn fakihinden biri.
L J
30 (650-51) yılında dünyaya geldi; 29'-da doğduğu da rivayet edilmektedir. En-sardan ve Benî Neccâr kabilesinden meşhur sahâbî Zeyd b. Sâbit'in oğludur. Medine'de "fukahâ-i seb'a" diye şöhret bulan yedi fakihten ve Ömer b. Abdülazîz'in Medine valiliği sırasında (706-712) danışma kuruluna seçtiği on âlimden biri olan Hârice'nin ferâiz ilmi ve divan kâtipliği sahalarında uzman olduğu kaydedilir. Ayrıca hadis rivayetiyle de ünlü olup sika râ-viler arasında sayılmaktadır. Çeşitli kay-
naklarda çok sayıda hadis rivayet ettiğinin belirtilmesine karşılık Zehebî, rivayetinin azlığı gerekçesiyle Hârice'nin biyografisini vermeye gerek görmediğini söylemektedir {Tezkiretü'l-huffâz, 1,91). Başta babası ve annesi Ümmü Sa'd (Cemîle bint Sa'd b. Rebf el-Ensârî} olmak üzere amcası Yezîd b. Sabit ile Üsâme b. Zeyd, Üm-mü'l-Alâ el-Ensâriyye ve Sehl b. Sa'd gibi sahâbîlerden hadis rivayet etmiştir. Ancak Buhârî, amcasının Ebû Bekir döneminde şehid edildiğine dair rivayetin doğru olması halinde ondan naklettiği rivayetlerin mürsel sayılması gerektiğini söylemektedir (et-Târihu'ş-şağlr, I, 42) Kendisinden rivayette bulunanlar arasında oğlu Süleyman, kardeşinin oğlu Saîd b. Süleyman, Ebû Bekir b. Hazm. Kays b. Sa'd. İbn Şihâb ez-Zühri ve fıkıhta talebesi olan Ebü'z-Zinâd yer almaktadır.
İbn Asâkir'in tarih belirtmeksizin Hârice'nin Dımaşk'a gidip orada ikamet ettiğine ve Ebü'l-Hüseyin er-Râzî tarafından Dımaşklı hocaları arasında sayıldığına dair verdiği bilgiye bakılırsa orada ders verecek kadar uzun bir süre kaldığı söylenebilir.
100 (718-19) yılında vefat eden Hârice'nin ölüm tarihi 99 olarak da kaydedilmektedir. Cenaze namazını Medine Valisi Ebû Bekir b. Hazm kıldırmış, ölüm haberini duyan Ömer b. Abdülazîz, "Allah'a yemin ederim ki onun ölümü İslâm'da bir boşluk meydana getirmiştir" diyerek üzüntüsünü ifade etmiştir. Hârice b. Zeyd, Ömer b. Abdülazîz'in kaynak yetersizliği dolayısıyla sadece ona bağlattığı özel tahsisatı kendi durumundaki diğer kişilere de verilmesi halinde kabul edebileceğini söyleyip geri çevirecek kadar takva sahibi bir kimse idi.
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Sa'd, et-Tabakât, V, 262-263; M b. Medî-nî. c/te/(Kalracî|. s. 50; Halîfe b. Hayyât, et-Ta-bakat (Zekkâr). II, 627; Buhârî. et-Târîhu'l-ke-bîr,]l\, 204; a.m\f., et-Târthu'ş-şağir, 1, 42, 215, 216; İbn Kuteybe, ef-Ma'ârtf (Ukkâşe), s. 260; İbn Abdürabbih. el-'İkdü't-ferîd, IV, 168, 169; İbn Hibbân. Meşâhîr, s. 64; a.mlf.. eş-Şikât, İV, 211;Şîrâzî, Tabakâtü'l-fukahâ', s.43;İbnAsâ-tör. Tehzîbü Târihi Dımaşkİ'l-kebir, Beyrut 1979, V, 27-29; NeveVî, Tehztb, I/l, s. 172; İbn Hallikân. Vefeyât, II, 223; Mizzî. Tehzîbü't-Kemâl, VIII, 8-13; Zehebî, et-'İber, I, 90; a.mlf.. A'lâmü'n-nübelâ', IV, 437-441; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, 1, 91-92; Safedî. el-Vâp, XIII, 241; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 187; İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, III, 74; İbn Tağriberdî. ert-Nücûmü'z-zâ-Mre, Kahire 1963, I, 242-243; Süyûtî, Tabakâ-tü'l-huffâz (Ömer), s. 35.
İRİ Mehmet Erdoğan
HARİCÎLER
Dinî ve siyasî konulardaki
aşırı görüşleri ve faaliyetleriyle tanınan fırka.
L J
Haricî, "çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek" anlamındaki hurûc kökünden "ayrılan, isyan eden" mânasında bir sıfat olan hâriç kelimesine nisbet ekinin İlâve edilmesiyle meydana gelmiş bir terim olup topluluk ismi için hâriciyye ve havâ-ric kullanılır. Fırkanın adı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kendilerine karşı isyan ettikleri yöneticilerle fırkanın muhalifleri Havâric ismini "insanlardan, dinden, haktan veya Hz. Ali'den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar" anlamında kullanmışlardır. Meselâ Şehristânfye göre haricî, ümmetin ittifak ettiği meşru bir halifeye baş kaldıran herhangi bir kimsedir [el-Milel, i, 114). Bu baş kaldın Hulefâ-yi Râşidîn'e veya daha sonraki devlet başkanlarına karşı olabilir. Yine muhalifleri tarafından Haricîler hakkında kullanılmış diğer bir isim de "dinden çıkmış" anlamında mârikadır. Kendileri ise Havâric ismini, "kâfirlerin arasından çıkarak Allah'a ve peygamberine hicret edenler" (krş. en-Nisâ 4/100), "kâfirlerle her türlü bağı koparanlar" anlamında kullanırlar. Hâridler'in beğendikleri ve kendilerini ifade için kullandıkları başka bir isim de "Allah yolunda savaşıp O'nun rızâsı için canlarını ve mallarını satan ve Allah'ın da bunları cennete karşılık satın aldığı kimseler" anlamındaki (krş. et-Tevbe 9/111) surattır. Hâricîler'e, aralarında bazı gruplara ayrılmadan önceki dönemde, Sıffîn olayının ardından taraflarca benimsenen hakemlere rızâ göstermeyi reddetmelerinden dolayı muhakkime, Hz. Ali'den ayrıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harûrâ'ya nisbetle Harûriyye ve buradaki reisleri Abdullah b. Vehb er-Râsibî*ye izafeten Vehbiyye adlan da verilmiştir.
Hâridler'in doğuşu, hemen hemen bütün tarihçiler tarafından Sıffîn Savaşı'n-da hakem meselesinin ortaya çıkışına bağlanmıştır. Buna göre Havâric, hakem tayinini (tahkim) kabul etmesinden dolayı Ali b. Ebû Tâlib'den ayrılanların meydana getirdiği bir fırkadır. Fırkanın doğuşunun böyle bir olaya bağlanması isabetli gibi görünürse de tahkimden çok önce Hz. Osman'ın hilâfetinin son yıllarında vuku bulan sosyal karışıklıklar sebebiyle müslümanlann zihinlerini meşgul eden
bazı fikir ve davranışlar göz önünde tutulduğu takdirde, Hâricîliğin tahkim olayı üzerine birden bire varlık kazanmış bir fırka olmadığı anlaşılır. Esasen Hâricî-ler'in, "Osman'ı hepimiz öldürdük" şeklindeki sözlerine ve daha o dönemlerden itibaren İhtilâlci unsurların devamı oldukları yolundaki iddialarından hareketle menşelerinin Hz. Osman'ın 35 (656) yılında şehid edilmesinden önceki zamanlara kadar götürülmesi daha isabetli olur.
Hz. Osman'ın halife oluşundan itibaren takip ettiği yönetim tarzı, yakınlarına karşı davranışları, Medine'de ve Medine dışında yaşayan ashabın halifeyi kıyasıya tenkit etmesi İslâm toplumunda huzursuzluklara sebep olmuştur. Asr-ı saâdet'i ve ilk iki halife dönemini gören müslü-manlar o devirlerin disiplinli ve huzurlu ortamını aramaya başlamışlardı. Halife Osman'a karşı çıkanlar valilerinin idaresinden, Emevî ailesinin taşkınlık ve kabile taassubu dolayısıyla başkalarına tahakküm etmesinden şikâyetçiydiler. Hâricîliğin doğuşuna sebep olarak zikredilen şikâyet konuları ve sosyal düzensizlikler arasında, Hz. Osman'ın belli kişilere Irak'ta toprak bağışlarında bulunması, önemli valiliklere tayinler yaparken toplum tarafından sevilmeyen Abdullah b. Âmir, Velîd b. Ukbe ve Abdullah b. Sa'd b. Ebû Şerh gibi yakınlarını tercih etmesi, savaş ganimetlerini dağıtırken seferlere katılmayan yakınlarına da pay ayırması, Ehl-i Bedr'in paylarını kısması, seleflerinin aksine bazı cezaların icrasında yavaş davranması veya bunları hiç uygulamaması gibi sebepler sayılmaktadır. Doğrudan üçüncü halifenin icraatıyla ilgili olan bu hususlar, her ne kadar kaynaklarda onun şehid edilmesiyle ilgili meseleler tartışıldığı sırada ileri sürülmek-teyse de ona karşı girişilen hareketlerde sadece bu sebeplerin rol oynadığını söylemek güçtür. Aslında o dönemle ilgili şikâyetlerin altında yatan asıl etken içtimaî, iktisadî ve siyasî bünyede vuku bulan ciddi değişmelerde ve bunlara uyum sağlamada güçlük çeken bedevî zihniyetinde aranmalıdır. Bedevilerin bu uyumsuzluğu, yönetime karşı güvensizlik ve hayal kırıklığını da beraberinde getirmişti. Öyle ki değişen şartlar onların eski hayatlarına göre olumsuz şartlardı ve düzeltilmesi gerekliydi. Kayıtsız şartsız çöl hayatından teşkilâtlı bir devlet içinde yaşamaya geçişin getirdiği sıkıntılar bede-vîler için hissî gerginlikler doğurmuş ve bu gerginlikler sonunda patlama noktasına ulaşmıştır. Ayrıca İslâm'ın gelmesiy-
HÂRİCÎLER
le eski kültürleri zarar gören yahut ortadan kalkan kimselerin düşmanlıkları ve müslümanlar arasında ayrılık ve fitne çıkarmaları da huzursuzluk sebepleri arasında düşünülmelidir. Nitekim Hz. Osman'ın şehid edilmesi, "fitne" diye anılan siyasî ve içtimaî patlamaların en önemlisi ve İslâm tarihinde zümreleşme faaliyetlerinin başlangıcı olarak görülebilir. Bununla birlikte Haricî ayrılmasının bir zümreleşme faaliyeti olarak vücut bulması Sıffîn Savaşı sonrasına rastlar.
37 yılının Safer ayı başında (Temmuz 657) fiilen başlayan Sıffîn Savaşı 10 Safer (28 Temmuz) sabahına kadar bütün şiddetiyle devam etti. Ali b. Ebû Tâlib, ünlü kumandanı Ester vasıtasıyla Muâviye ordusuna son darbeyi vurmak üzere iken (Müberred, III, 1232; Taberî, 1, 3330) Mısır fâtihi Amr b. Âs, Muâviye'nin imdadına yetişti ve çarpışmayı durdurarak çözüm için Allah'ın kitabının hakemliğine başvurulması şeklindeki meşhur önerisini ortaya koydu. Hezimete doğru giden Suriyeliler. Amr'ın tavsiyesiyle büyük Şam mushafını beş mızrağın ucuna bağlayarak IrakJılar'ı Allah'ın kitabının hakemliğine davet ettiler. Bu hareket, savaştan yorulmuş ve karşısında kendi kabilesinden olanlara, dindaşına kılıç çekmede tereddütlere düşmüş bulunan İraklılar üzerinde Amr'ın beklediği tesiri gösterdi. Hz. Ali tereddüde düşen ordusuna bunun bir tuzak olduğunu, gerçekte Şamlılar'in Allah'ın kitabını bir kenara ittiklerini söylediyse de etkili olamadı, hatta tehdit bile edildi. Bunun üzerine savaşı durdurup Eşter'i geri çağırmak zorunda kaldı.
Dostları ilə paylaş: |