Osmanlı döneminde zaviye kelimesi üç kurumu kapsadığı görülmektedir.
a. Herhangi bir tarikata ait olup, o tarikata mensup dervişlerin yaşadığı ve içinde gelip-geçen yolcuların ücretsiz misafir edildiği binalardır.
b. Şehirlerde mescit, medrese, hamam gibi mimarî üniteleri bir araya toplayan külliyelerdir. Bunlar için de zaviye kelimesi kullanmış ve aynı zamanda imaret de denilerek bu yapılarda misafir yolcular ağırlanmıştır.
c. Geçitlerde, derbentlerde ve yol üzerlerinde yolculara bir sığınak niteliğinde olup, yiyecek içecek ve yatacak yer sağlayan küçük misafirhanelerdir.
Zaviyelerde özel olarak misafir odaları mevcuttu. Zaviye gelirlerinin bir kısmı misafirlerin iaşesine harcanırdı. İbn Batuta’nın bildirdiğine göre bir gezgin derviş veya bir yolcu, misafir olduğu zaviyede üç günden fazla kalmamak şartıyla dilediği gibi yer içir hatta bineğinin ihtiyacını temin ederdi. İstanbul’da Asya Müslümanlarına mahsus zaviyeler mevcuttu. Hindistanlılara Hindîler Tekkesi, Özbek Tekkesi gibi.
Türk-İslam dünyasının en önemli kurumlarından biri de kervan ve kervansaraylardır. Bunların küçüklerine genellikle han denirdi. Derbent, boğaz gibi menzillerde yapılan kervansaraylar sayesinde yolcular rahatça ve güven içerisinde seyahat edebiliyorlardı.
Kervansaraylar idare bakımından iki kısma ayrılıyordu. Vakfı olmayanlar kervansaraylar ki, buralarda ücretsiz kalınamıyordu. İkinci kısım vakfı olanlarda ise yolcular parasız kalabiliyorlardı. Bu tür kervansaraylarda yolculara eşyalı odalar ve bedava yemek verilirdi. Şifahane, bîmaristan, misafirhane şeklinde olan bu binalar Batıda benzerine rastlanamayan yardım ve şefkat kurumlarıydı.
Dostları ilə paylaş: |