MektûBÂt tercemesi



Yüklə 3,26 Mb.
səhifə68/135
tarix07.01.2019
ölçüsü3,26 Mb.
#90817
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   135

172

YÜZYETMİŞİKİNCİ MEKTÛB


Bu mektûb, şeyh Bedî’uddîn hazretlerine yazılmışdır. Büyüklerden çok azına bildirilmiş olan birkaç gizli bilgi açıklanmakdadır. Bu derecede, ârif kendini islâmiyyetden dışarı sanır. Bunun sebebi ve islâmiyyete uygunluğu bildirilmekdedir:

Önce, Allahü teâlâya hamd ederim ve Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” salât ve selâm ederim.

Kıymetli kardeşim! İyi biliniz ki, islâmiyyetin bir dış görünüşü vardır, bir de içi, özü vardır. Dışını, âlimler bildirmişlerdir. İçini, özünü, tesavvuf büyükleri anlamışlardır. İslâmiyyetin görünüşünde ilerlemek, mahlûkların sonuna kadardır. Bundan sonra, eğer vücûb derecelerinde yükselmek nasîb olursa, dış ile iç birbiri ile birleşir. Bunlarla, Şân-ül-ilme kadar yükselir ki, burası Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mebde-i te’ayyünüdür. Bundan sonra, ilerlenirse, islâmiyyetin içi de, dışı da, yolda kalır. Ârif, Şân-ı hayâtda yükselir. Bu Şânın, mahlûklar ile hiç benzerliği, ilgisi yokdur. Hakîkî Şânlardandır. İzâfet sıfatları bile, oraya yaklaşamaz. Bu Şân, maksadın kapısı gibidir. Matlûbun başlangıcıdır. Bu derecede, ârif, kendini islâmiyyetden dışarda bulur. Allahü teâlâ koruduğu için islâmiyyetin inceliklerinden bir inceliği bile elden kaçırmaz. Bu büyük ni’mete kavuşmakla şereflenenler çok az, hem de pekçok azdır. Tesavvuf yolcularının çoğu, bu makâmın gölgelerine varabilmişlerdir. Çünki her yüksek makâmın, altında gölgesi vardır. Gölgeye varanlar, islâmiyyetden dışarıya çıkdık sanmışlardır. Kabuğu soyduklarını, öze kavuşduklarını zan etmişlerdir. Burası, tesavvuf yolculuğunun tehlükeli yeridir. Za’îf olanlardan çoğu, burada yoldan çıkmış, mülhid ve zındık olmuşlardır. İslâmiyyetden ayrılmışlar, hem kaymışlar, hem de başkalarını yuvarlamışlardır. Büyükler arasında, vilâyet derecelerinden birine kavuşanlar ve o yüksek makâmın gölgelerinden birisinde, bu ma’rifeti edinenler, o makâmın kendine varamamış iseler de, Allahü teâlâ bunları korumakdadır. İslâmiyyetin edeblerinden bir edebi elden bırakmazlar. Bu ma’rifetin iç yüzünü anlamasalar ve işin özünü kavramasalar da, islâmiyyetden kıl kadar ayrılmazlar. Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, sevgili Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sadakası olarak, bu bilmece bu fakîre çözülünce, işin özü anlaşılınca, az birşey açıklamak uygun oldu. Belki, nâkısları doğru yola getirir ve olgunlara işin iç yüzü aydınlanır.

İslâmiyyetin emrleri, yasakları, hem bedenedir, organlaradır, hem de kalbedir. Çünki nefsin temizlenmesi, bu ikisinin islâmiyyete uymasına bağlıdır. İşte, o makâma erişen büyüklerde, islâmiyyetden dışarı aşan, bu ikisinden başka olan latîfelerdir. İslâmiyyete uyması lâzım gelen bu iki parça, her zemân uymakdadır. Başka latîfelere, islâmiyyete uymak için emr olunmamışdır.



-213-

Tesavvuf yolunda ilerlemeden önce, beş latîfe birbirleri ile birleşmiş idi. Rûh, sır, hafî ve ahfâ latîfeleri, kalbden ayrı değillerdi. Seyr ve sülûk denilen o yolculukda, beş latîfe birbirinden ayrıldı. Herbiri, kendi yerine varıp yerleşdi. Böylece, hangisinin islâmiyyete uymakla vazîfeli olduğu, hangilerinin vazîfeli olmadıkları anlaşıldı.



Süâl: O makâmda, ârif, bedenini ve kalbini de, islâmiyyetin dışında buluyor. Bunun sebebi nedir?

Cevâb: Böyle bulmak, doğru bir buluş değildir. Böyle sanmakdadır. Kalbini ve bedenini, çok latîf olan, başka latîfeleri gibi görmekdedir. Bunları da, onlar gibi, islâmiyyetin dışında sanmakdadır.

Süâl: Beden ve kalb, islâmiyyetin görünüşüne uymakla vazîfeli oldukları gibi, islâmiyyetin özü, kalbin dışına da yayılmakdadır. Böyle olunca, islâmiyyetden dışarı çıkmak, ne demek oluyor?

Cevâb: İslâmiyyetin özü, rûh ve sır latîfelerini aşamaz. Hafî ve ahfâya eremez. İslâmiyyetden dışarda kalanlar da bu ikisidir. Herşeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bilir.

Allahü teâlâ bizi ve bütün müslimânları Peygamberlerin en üstününe uymakla şereflendirsin “aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihim salevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ”!


173

YÜZYETMİŞÜÇÜNCÜ MEKTÛB


Bu mektûb, seyyid mîr Muhammed Nu’mân “kaddesallahü sirrehül’azîz” hazretlerine yazılmışdır. Bir sorusuna cevâbdır:

Önce, Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” selâm ederim.

Yüksek seyyid hazretleri! Soruyorsunuz ki:

Kelime-i tevhîd söylerken, (Lâ) deyince, görülen ve bilinen herşeyi yok bilmek lâzımdır. Çünki, Allahü teâlâ istenilmekdedir. O da, görülen ve bilinen şeylerden başkadır. Hiçbirine benzemez. Böyle olunca Muhammed aleyhisselâmın gördüğünü de yok bilmek lâzım gelecekdir. Allahü teâlâ, Onun gördüğünden de başka olacakdır.



Cevâb: Ey kardeşim! Muhammed “aleyhisselâm” o kadar çok yüksek olmakla birlikde, yine insan idi. Yok iken yaratılmış bir mahlûk idi. İnsan, insanların yaratanını nasıl kavrıyabilir? Mahlûk olan, hep var olandan ne an-lıyabilir? Yoklukdan gelen, yok olmıyandan ne elde edebilir? Tâhâ sûresinin yüzonuncu âyetinde meâlen, (Onu anlıyamazlar, kavrıyamazlar) buyuruldu. Şeyh Ferîdeddîn-i Attâr “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki:

Görmezmisin ki, Peygamber gibi bir sultân,

o fakr ile eremedi, uğraşma, hemân!

Ey kıymetli kardeşim! Burayı biraz açıklamak gerekiyor. Dikkatle okuyunuz! (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin iki makâmı vardır. Biri yok etmek-



-214-

de, ikincisi var etmekdedir. Bu varlığın ve yokluğun da ikişer yüzleri vardır. Birinci bakımdan, bâtıl tanrıların ibâdete hakları yok edilmekde ve hak olan ma’bûdün ibâdete hakkı var olduğu bildirilmekdedir. İkinci bakımdan ise, maksûd olmıyan ve matlûb olmıyan maksadlara olan bağlantılar yok edilmekde ve hakîkî matlûba olan bağlılığın varlığı bildirilmekdedir. Başlangıçda, birinci bakımdan yükseklik, bilinen ve görülen her şeyi (Lâ) derken yok eylemekdir ve varlık makâmında, (İllâ) demekden başka birşey düşünmemekdir. Birkaç zemân böyle yaparak kalb gözü kuvvetlendikden sonra, (İllâ) derken, varlığı söylenen hakîkî var olan da, yok edilenler gibi görünmeğe başlar. Fekat sâlik, o görülenden başkasını aramakda, ondan başkasını istemekdedir. Çünki bu kemâlin başlangıcında, (Lâ) derken, yok bilinen herşey, ibâdete hakları olmıyan mahlûklar idi. Bu kelime-i tevhîdi çok söylemenin bereketi ile, ibâdete hakkı olan ma’bûddan ayrılmışlardır. Fekat, kalb gözü kuvvetli olmadığı için, ibâdete hakkı olan ve (İllâ) derken var bilinen vücûb ya’nî dâimî varlık mertebesini görmiyordu. O makâmda, (İllâ) demekden başka birşey bilmiyordu. Kalb gözü kuvvetlenince, var düşünülen de, yok bilinenler gibi görüldü. Vücûb mertebesinde ismler ve sıfatlar da bulunduğu için ve sâlik, herşeyden ayrı bir varı istediği için, istediğini ismlerin ve sıfatların ötesinde aramakdadır. Çünki, herşeyden ayrı olan var mertebesinde, ibâdete hakkı olmak da, ibâdete hakkı olmamak gibi yokdur. Fârisî beytler tercemesi:



Âşıkın gönlü bir güzele takılınca,

râhat eder mi, başkasına kavuşunca?

Yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle,

koklamaz hiç onu, yine gider bir güle.

Nilüfer otu, güneşe olunca âşık,

ondördüncü ayı görmek ister mi artık?

Ciğeri yanan, arar hep suyun tadını,

çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı.

İkinci bakımdan, maksûd olmıyan, aranılmayan maksadları yok etmek idi. Bunun en yüksek mertebesi, vücûb mertebesini görmeği de, mahlûkların mertebelerini görmek gibi, (Lâ) derken, yok etmekdir. (İllallah) derken de, bu kelimeden başka hiçbirşeyi düşünmemekdir. Fârisî, iki beyt tercemesi:



Kuşumdan nasıl haber vereyim sana?

Ankâ ile yaşar hep, gitmez bir yana.

Ankâ diye ismini duymuş insanlar,

kuşumun isminiyse, hiç bilmez onlar!

Yüksek yaradılışlı, ileri görüşlü olanlar, öyle bir maksadı ararlar ki, ele geçemez. Hattâ, ne olduğu anlaşılamaz. Cennetde, Allahü teâlâ elbet görülecekdir. Fekat nasıl görüleceğini düşünürsek hiç anlıyamayız. Herkes, âhıretde göreceğiz diye sevinmekdedir. Hâlbuki ben, hiç görülemiyecek bir maksada tutulmuşum. Aradığımdan hiçbirşeyin bilinmesini istemiyorum. İşitilsin, fekat hiç kavuşulmasın. Bilinsin, fekat hiç görülmesin diyorum. Ne



-215-

yapayım. Beni böyle yaratmışlar. Fârisî mısra’ tercemesi:



Herkes, bir iş için yaratılmışdır!

Bu mertebede, çok şaşkın isem de, edebi gözeterek, çılgınca konuşmuyorum. Fârisî mısra’ tercemesi:



Benim deliliğim, usta bir sevgilidir.

Fârisî beyt tercemesi:



Ömr geçdi anlatmadan, derdimi, elemimi, artık sabâh oluyor, keseyim hikâyemi.

Doğru yolda gidenlere ve Muhammed aleyhisselâmın izinde ilerleyenlere, Allahü teâlâ bizden selâm eylesin!



Yüklə 3,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin