MESNEVİ
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (Ö. 672/1273) tasavvuf anlayışını içeren İslâm kültürünün en önemli eserlerinden biri.
Mevlânâ Celâleddîn-İ Rûmî'nin altı cilt (defter) ve yaklaşık 25.700 beyitten meydana gelen Farsça eserine Meşnevj adını vermesi, onun öncelikle kitabın nazım şekline dayanarak bir isimlendirmede bulunduğunu göstermektedir. Mesnevi sarihleri, eserin "bir şeyi ikiye katlamak, çift yapmak" anlamlarına gelen adının, şeklinin yanı sıra mâna ve muhtevasına da İşaret ettiğini, birbiriyle mütekabil ilâhî isimlerin mazharları olmaları itibariyle şehâdet âiemindeki bütün varlıkların (suret-mâna, varlık-yokluk, gayb-şehâdet, ışık-karanhkglbi) çift çift veya ikili zıtlar halinde zuhur ettiğini, Mesnevinin şehâdet alemindeki eşya türlerinin hakikatlerine, duyulur şeylerden (mahsûsât) akledilen şeylere (ma'kûlât) kadar bütün çift ve zıt varlıkların hallerine dair bir kitap olmasından dolayı Mevlânâ'nın esere bu adı verdiğini iieri sürmüşlerdir. 720Sarihlere göre Mesnevi'adı hem kitabın şekline (suret) hem muhtevasına (mâna) delâlet etmektedir. Mevlânâ eserine ayrıca Keşşâfü'1-Kur-ân, Fıkh-ı Ekber, Şaykalü'l-ervâh ve Hüsâmînâme gibi isimler vermiş, sarihler bu isimlerin Meşnevînin özelliklerini yansıtan nitelemeler olduğunu belirtmişlerdir.
Kitabın Meşnevî adıyla yaygınlık kazanmasından sonra kelimenin geçtiği yerlerde çağrıştırdığı şey klasik şiirin mesnevi nazım şekli değil Mevlânâ'nın Meşnevfsi olmuştur. Mevlânâ'nın seyrü sülükte bulunanlar için irşad kitabı olarak tanıttığı Mesnevi bir metnin insan ve toplumu nasıl dönüştürebileceğine örnek teşkil eder. Abdurrahman-ı Câmî'nin Mevlânâ için söylediği, "Peygamber değil fakat kitabı vardır" sözü Mesnevinin bu fonksiyonuna işaret etmektedir. Tasavvufun bütün konularını didaktik bir üslûpla ele alan eser zengin bir şerh geleneğine de zemin hazırlamıştır.
Ahmed EflâkTnin anlattığına göre Mev-lânâ'nın kâtibi ve İlk halifesi Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ'yaDivân'daki gazellerin epeyce bir yekûn tuttuğunu, dostların Senâî ve Ferîdüddin Attâr'ı zevkle okuduklarını söyleyerek müridlerin irşadı için Ha-kîm Senâî'nin Hadîkatü'l-hakika'si gibi mesnevi tarzında ve Ferîdüddin Attâr'in Mantıku't-tayr'] vezninde marifet sırları ve sülük konularında mesnevi türüne yönelmesini rica etmiş, Mevlânâ da, "Bu fikir sizin kalbinize gelmeden önce gayb âleminden bu manzum kitabın telifi kalbime ilham olundu" diyerek Mesnevinin, "Bişnev ez ney çün hikâyet mîkuned" mısraıyla başlayan ilk on seKiz beytini sarığının içinden çıkarıp Hüsâmeddin Çelebi'ye uzatmış, eserin kaleme alınma süreci bu olayın ardından başlamıştır.721
Meşnevfnin ne zaman yazılmaya başlandığı konusunda kesin bilgi bulunmamaktadır. Mevlânâ sadece II. cildin yazımına 662 Recebinin 15. gününden 722 itibaren devam ettiğini ve I. cildin bitmesinden sonra yazılmasının bir süre durakladığını bildirir.723 Eflâkî, bu duraklamanın Hüsâmeddin Çelebi'nin hanımının ölümü üzerine yeniden evlenmesi sebebiyle olduğunu ve iki yıl sürdüğünü kaydeder.724 Sahih Ahmed Dede. I. cilde 659 Cemâziyelâhirinde 725 başlandığına, bu sırada Mevlânâ'nın elli beş. Hüsâmeddin Çelebi'nin otuz yedi yaşında olduğuna dair bir rivayet aktarmaktadır.726 Abdülbaki Gölpınarlı, Mesnevinin i. cildinin sonlarındaki beyitlere dayanarak eserin bu cildinin 656'da (1258) Abbasî halifeliğinin ortadan kalkmasından önce tamamlanmış olabileceğini ve 1, cilt ile 11. cilt arasındaki duraklama süresinin de altı yıl olması gerektiğini belirtir.727 Bedîüzzaman Fürûzanfer, 1. cildin 657-660 (1259-1262) yılları arasında yazıldığını ileri sürerek EflâkTnin rivayetini benimser. 728Farklı rivayetler değerlendirildiğinde Meşnevfnin I. cildinin 1258-1261 arasındaki bir tarihte yazılmaya başlanıp 1263 veya 1264 yılında tamamlandığı söylenebilir Diğer beş cilt ise ara verilmeden telif edilmiştir. Eflâkî ve Ferîdun Sipeh-sâlâr bu konuda tamamlandığını kaydetmektedir. Bedîüzzaman Fürûzanfer, Sahih Ahmed Dede'nin bu rivayetini doğru kabul eder. 729Farklı tarihler dikkate alınarak Meşnevî'nin yazımının sekiz on yıl sürdüğü ve 666 (1268) tarihinde sona erdiği söylenebilir.730 Eserin yedi cilt olduğuna inanan İsmail Ankaravî ise VII. cildin 670'te (1271) kaleme alındığını belirtir.731
Hüsâmeddin Çelebi'ye irticalen yazdırılan Meşnevf de muhteva ve şekil açısından sistematik bir yöntem takip edilmemiştir. Eserde Mevlânâ'nın teiif sürecinde bazan sabaha kadar söylediği ve Hüsâmeddin Çelebi'nin bu yüzden uykusuz kaldığı 732 acıkıp bir şeyler yediği sırada ilham kaynağının bulandığı 733 gibi hususlar anlatılır.734 Hüsâmeddin Çelebi, Mevlânâ'nın Meşnevfyi yazdırırken hiçbir kitaba müracaat etmediğini, eline kalem almadığını, medresede. Ilgın kaplıcalarında, Konya hamamında, Meram'da aklına ne geldiyse söylediğini, kendisinin de bunları hemen zaptettiğini, hatta yazmaya yetişemediğini söyler. Bazan geceli gündüzlü birkaç gün hiç durmadan söylediğini, bazan aylarca sustuğunu belirtir. Bu durum, ilâhî hakikatlere dair mânaların insân-ı kâmilin ayna mesabesinde olan kalbine daimî bir surette tecelli edip bazı anlarda dilden taşmasına (feyiz) işaret eder.
Mesnevi nin her cildi tamamlandığında Mevlânâ'ya okunmuş (mukabele), Mev-lânâ düzeltilecek yerleri bizzat Hüsâmed-din Çelebi'ye yazdırmış 735 yaptığı hizmetten dolayı ciltlerin muhtelif yerlerinde onu "Hak ziyası, sâmî-nâme, ruh cilâsı, nazlı ve nazenin varlık" gibi lakaplarla anmış 736 ve eseri kendisine ithaf etmiştir.737 Mevlânâ cilt başlarındaki Arapça dîbâceleri her cildin bitiminden sonra, kırmızı mürekkeple yazıldığı için "surh" denilen başlıkları da her cilt bitimindeki okumalar esnasında yazdırmıştır. Eflâkî, Hüsâmeddin Çelebi dışında Mesnevi yazmakla görevli kâtiplerin de bulunduğunu 738 kaydeder. Sahih Ahmed Dede, Sultan Veledin VI. cildin sonundaki üç kardeş hikâyesinin yarım kaldığını Mevlânâ'ya hatırlattığını ve hikâyeyi kendisinin tamamlayarak Meşnevfye eklediğini aktarır.739 Ancak Sultan Veledin zeylinde de hikâyenin bitmediği görülmektedir.
Mevlânâ, kendisini tasavvuf! mesnevi geleneği içinde Senâî ve Attâr çizgisinin bir devamı olarak görür ve bu ikisi hakkında övücü ifadeler kullanır. Mevlânâ1-nın, sohbetlerinde Senâî'nin Hadîkdsm-dan sıkça iktibaslarda bulunan şeyhi Mu-hakkık-ı Tirmizî'nin yolunu takip ettiği ve bu sebeple üzerindeki Senâî etkisinin Attâr'a kıyasla daha fazla olduğu söylenebilir.
Meşnevfyi şiir söylemek amacıyla telif etmeyen Mevtânâ'nın poetikasında şiir, düşüncelerini anlatmak için bir aletten öteye geçmez; hatta şiiri küçümseyen ifadeler kullanır, mânanın şiire sığamayaca-ğını, harfin lâyıkıyla mânaya suret olamayacağını belirtir. Şiiri mânayı tasvir eden suret olarak görür, ancak sûretsiz mânanın zuhur edemeyeceğini de vurgulayarak 740 tasavvufî mânaların şiir şeklinde söylenmesini uygun bulur ve bu anlamdaki şiiri yüceltir.741
Meşnevj aruzun remel bahriyle (fâi-lâtün fâilâtün fâilün) yazılmıştır. Mevlânâ Meşnevf nin lafız, vezin, şiir ve hikâyeden (suret) ibaret bulunmadığını, asıl amacın mânanın muhataba ulaştırılması olduğunu söyleyerek742 surete takılıp kalınma-ması için uyarılarda bulunmuş, surete takılanların mânadan nasip alamayacağını, mânadan nasip alanların ise bunu suret vasıtasıyla gerçekleştirdiğini belirtmiştir.
Muhteva. Mevlânâ, her cildin başına yazdırdığı dibacelerde eserin konu ve muhtevasını genel anlamda ortaya koymuştur. I. cildin dibacesinin ilk cümlesi olan, "Mesnevi dinin usulünün usulünün usulüdür" İfadesinde üç defa geçen "usul" kelimesini Mesnevi1 sarihlerinin çoğu şeriat, tarikat ve hakikat olarak yorumlamıştır. Mesnevi bu asıllar zinciri içerisinde ve asılların birbirini gerektirmesi üzerine temellendirilmiştir. Bu açıdan Meşnevf nin asıl konusu din ve dinin üç temel dayanağı olan amel (şeriat), hal (tarikat) ve hakikattir. Hakikati elde etmek amel ve hali gerektirdiği gibi amel ve halde anlamını hakikatten alır. Bu mânada hakikati elde etme aslının bilgisini konu edinen Meşnevfde bu bilgiye (keşfîbilgi) ulaşma yolları olan amelier (şer'î ilimler) ve hallere dair bilgiler de (sülük ilmi) hakikat bilgisi (ilm-i ilâhî) bağlamında ele alınmıştır. Abdest, namaz, oruç gibi amellerin neticesinde kazanılan tasavvufl haller, bunlar da hakikat denilen Hakk'ın bilgisi ya da tahakkuk eden ilâhî ilim bağlamında açıklanmıştır. Dolayısıyla Mesnevi, ilm-i ilâhî olan tasavvufun asıl konusu vü-cûd ve vücûdun zuhur mertebelerinden (merâtib-i vücûd), insân-ı kâmil ve Hakk'a vuslat yollarından (sülük ve mertebeleri} bahseden bir eserdir. Nitekim Mevlânâ, Meşnevf nin vuslat ve yakın sırlarını keşfetme konusunda sâlike rehber (burhan) oiduğunu söyler. Meşnevf nin tarikat yoluna girenlerin mürşidi olduğunu, sâlik-lerin bütün mertebelerinin onun içinde dercediidiğini, görünüşte şiir ise de baştan başa tevhidin sırrı, Kur'an ve hadisin tefsiri, hakikatlerin özü olduğunu kaydeden Sipehsâlâr'm ifadeleri 743 ilk dönemde Meşnevf nin nasıl değerlendirildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Mevlânâ'nın dini bir bütün olarak konu edinmesi sebebiyle muhteva ve üslûp bakımından Meşnevf yi Kur'ân-ı Kerîm'e benzetmesi ve onu çeşitli Kur'an sıfatlarıyla tavsif etmesi, bazı Meşnevj münekkitlerinin yanlış anladığı gibi Meşnevf ile Kur'an arasında lafzî boyutta bir müştereklik kurulduğu şeklinde değerlendirilmemelidir. Mesnevi, Kur'an ile aynı kaynaktan gelen mutlak mânayı açıklayan ve küllî mânadan pay alan mânadır. Mevlânâ, Meşnevîyi Kur'an'ın bâtın mânalarını keşfeden remiz ve işaretleri te'vil ve tahkik eden (keşşâfü'1-Kur'ân) bir kitap olarak da tanımlar. Eser bu açıdan manzum bir işârî tefsir olarak görülebilir. İçerdiği hikâyelerin bir açıdan muhtevasını yansıtan yaklaşık 950 başlığın elli küsurunu âyetlerin, elli üçünü hadislerin oluşturması bu hikâyelerin naslarla temellendiriidiğinin kanıtıdır.
Mevlânâ, Meşnevf'nin "bişnev" (dinle) hitabıyia başlayan ilk on sekiz beytinde varlığın zuhuru konusunu işleyerek klasik tasavvufî mesnevi geleneğini takip eder. Sarihler "bişnev" kelimesindeki "be" harfinin öncelikle besmeleye ve varlığın zuhurunun başladığı hakîkat-i Muhammediyye mertebesine işaret ettiğini, zuhur eden ilâhî hakikatlerin daha çok işitmekle elde edileceğini, Meşnevfde ayrıntılı biçimde anlatılan tasavvufî düşüncenin ilk on sekiz beyitte özet olarak ifade edildiğini belirtirler. Bu beyitlerde hakîkat-i Muhammediyye mertebesinden
başlayıp bütün vücud mertebelerinden geçerek insân-ı kâmilde son bulan vücudun zuhuru keyfiyeti mecazi bir dille anlatılmıştır. Konu vücudun aslında bir olduğuna, onun da Hakk'ın varlığından ibaret bulunduğu düşüncesine dayanmaktadır.744 Hakk'ın vücudu isim, sıfat ve fiilleri vasıtasıyla mertebeler halinde zuhur eder; zuhur süreci insân-ı kâmil mertebesinde kemale ulaşır. İnsân-ı kâmil mutlak anlamda birdir ve o da Hz. Muhammed'dir. Diğer peygamberler ve velîler dereceleri ne olursa olsun ona niyâbeten insân-ı kâmildir. Mevlânâ bu düşüncesini ney (insân-ı kâmil) ve neyistan (kamışlık) mecazlarına dayanarak anlatır.
Meşnevf deki tasavvufî düşüncenin temelini suret (zahir) ve mâna (bâtın) ilkesi oluşturur. Mevlânâ'ya göre dış görünüşler âlemini meydana getiren bu dünyadaki şeyler (suver-i ilâhiyye) ilâhî isimlerden ibaret olan hakikatlerin tecelligâhıdır.745 Allah'ın isim ve sıfatlarının tezahürleri olan ilâhî hakikatler suret kazanarak bu âlemde taayyün eder. İlâhî hakikatler veya mânalar Allah'ın âleme olan nisbetle-ridir. 746Mutlak-küllî açıdan mâna olan Allah (el-ma'nâ hüvailah) âlemdeki bütün cüz'î şeylerle irtibatını ilâhî mânalarla sağlar; her şeye mânasını veren O'dur. Dolayısıyla şehâdet alemindeki cüz şeylerin mânalarını (a'yân-ı sabite) bilmek için suretin ötesine geçmek gerekir.747 Suret-mâna ikilisi eserde güneş-gölge 748 deniz-kopük, Mecnûn-Leylâ 749 çiçek meyve750 gibi istiarelerle anlatılır. Suret ve mâna irtibatı varlık-yokluk ilişkisine delâlet eder. 751Meşnevfde halk (şehâdet) âlemi söz konusu olduğunda varlık kelimesi mekânda bulunan suret, yokluk ise mekansız olan mâna iken emir (gayb) âleminde varlık mâna. yokluk ise surettir.752 Suret ile mâna arasındaki bu çift kutuplu İlişki insanın varlığa dair bilgi edinmesinde şüpheye düşmesine sebep olabilir. Şüpheden kurtulma ise sadece surete yönelik olan takl'ıdî bilginin ve istidlâlî akla dayanan felsefî bilginin ötesine geçilip mânaya dair yakinî bilginin (hakka'l-yakin) tahkikiyle sağlanır.753 Tahkikte ruhun taalluk ettiği ezelî istidat belirleyicidir. Çift kanatlı kuş
mecazıyla temsil edilen suret ve mânayı birlikte kavrayan insanın hakikate ulaşması ancak ilm-i ilâhî ile tahakkuk eder.754 Bu açıdan bilginin mutlak anlamda kaynağı Allah'tır.755 Allah'ın sureti üzere yaratılmış olmasından dolayı ilâhî tabiata sahip her İnsanın hem ontolojik hem epis-temolojik açıdan Allah'la irtibatını sağlayan onun bu ilâhî tabiatıdır. Fakat bu ilâhî tabiatın İnsana kazandırdığı Allah'a dair bilgi izafîdir.756
Eserin on dokuzuncu beytinde, "Ey oğul, bağı kopar" hitabıyia insân-ı kâmil olmanın ön şartının bir suretten ibaret sayılan dünyaya dair ilgileri terketmek (zühd) olduğu ifade edilir ve yola (tarikat) koyulmanın gerekliliği belirtilir. Mevlânâ'ya göre insanın yola başlaması, yolda olması ve hakikati bulunan a'yân-ı sabitesine vuslatı ancak aşk ile mümkündür. 757Aşk bütün ilâhî ve beşerî fiillerin kaynağı, sâikive gayesidir. 758Asıl vatanından uzaklaşan insanın tekrar vatanına dönüş yolculuğu (seyri) sülük), bu yolculukta karşılacağı haller, duraklar (makâ-mât), onu yolculuğundan alıkoyacak şerrin kaynağı olan nefsin hileleri 759bu hileler karşısında kâmil bir mürşidi yolda rehber edinmenin zarureti ve her halükârda takınılacak tavır olarak edep 760 hakiki ve sahte şeyhlik 761 mürşid-mürid ilişkisi 762 gibi konular bütün hikâyelerde anlatılmıştır.
Hikâyelerde konunun temel unsurlarını insanın fiil, tecrübe ve müşahedeleri oluşturur. Hakiki failin Allah olduğu, ce-bir-irade söz konusu edildiğinde insanın Allah'ın isim, sıfat ve fiillerinden ibaret ilâhî hakikatlerin zuhuru için bir mazhar sayıldığı, hayırşer bağlamında hayrın mutlak, şerrin nisbî olduğu hükmü sık sık vurgulanır. 763Sosyal düzlemde Moğol saldırılarıyla karşı karşıya kalan insanın, şer olan nefsini tezkiye edip hayır olan ruhuyla irtibat kurduktan sonra olayların mahiyetinin farkında olacağı belirtilir.
Sûret-mâna ilkesi uyarınca suret sûfî-lerinin zahirî alâmeti olan abayı giymediğini söyleyen Mevlânâ 764 suret safîlerini ve kendisini sûfî gösteren riya ehlini şiddetle kınar. Sûfî-lerin çok azının doğru yolda bulunduğunu, geri kalanın tamah ehlinden olduğunu açıkça söyleyerek 765 melâmetî neşveye sahip bulunduğunu ifade eder.
Üslûp ve Şekii Özellikleri. Meşnevf nin muhtevası bir bütünün küçük birer parçası olan temsilî hikâyeler vasıtasıyla muhataba aktarılır. Hikâyeler İnsana içinde yaşadığı manevî gerçekliği kavrama konusunda yol gösterir. Vakıaya uygunluk, olması gerekeni işaret firşad) ve iti-barîlik Mesnevi" hikâyelerinin üç temel özelliğidir. İİk hikâyenin başında, "Ey dostlar, bu hikâyeyi dinieyin; gerçekte bizim halimizi anlatır bu" denilerek hikâyelerin temsil olmakla birlikte ferdî ve İçtimaî vakıaya uygun olduğuna dikkat çekilmiştir. İkinci özellik olan, olması gerekeni işaret ise hikâye örgüsü silsilesinin kesintiye uğratılarak misalden hakikate geçilmesi suretiyle gerçekleştirilir. Bununla irşad konusunun açık biçimde anlatılması amaçlanır. Meselâ değer probleminin ele alındığı "Yahudi padişah-hıristiyan vezir hi-kâyesi"nden önce sûret-mâna konusunu içeren hakikatin kendisiyle görünüşü arasındaki farkın pekiştirilmesine dair "Şeyh-Şaşı Öğrenci" adlı kısa hikâye anlatılı. Bu hikâyenin anlatılma sebebi, bir sonraki hikâyede ele alınacak hayır-şer probleminin çözümlenmesine dayanak teşkil etmesidir. Bu açıdan Meşnevf de bir önceki hikâye sonrakinin kurucu unsurudur. Ardından ikinci başlık olan "Vezirin Padişaha Hile Öğretmesi" gelir ve hikâye devam eder. Hikâye kesintiye uğratılır ve verilmek istenen mesaj, "Dinin kokusu çıkmaz, misk ve öd ağacı değildir. Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dışı sana malûm ama içi aksine" beyitleriyle ortaya konur. 766Hikayelerdeki süreklilik araya giren bu türden mesajlarla sağlanır.767
Meşnevîde tasavvufî mânaların ele aiınışı hikâyenin şeklini de belirler. Hikâyede konu başka bir hikâye anlatmayı gerektiriyorsa anlatılmakta olan hikâye ter-kediüp yeni hikâyeye geçilir. Böylece tahkiye sarmal bir şekilde devam eder. Dolayısıyla hikâye şeklinden hareket ederek Mesnevi metnini edebî çözümlemeye tâbi tutmak suretin görülüp mânanın ihmal edilmesine sebebiyet verebilir. Mâna ise hikâyelerde çeşitli teorik problemlerin açıklanmasıyla zuhur eder. Hikâyelerin üçüncü özelliği anlam açısından itibarî olmalarıdır. Eserde, "Mânayı şiire sığdırmaya çalışmak hapsolmakla müsavi. Şiirde mâna sapan gibi... istenen yere gitmesine imkân yok" beytiyle 768 hikâyelerde söylenenle yetinilmemesi gerektiğine dikkat çekilmiş, okuyucunun hikâye veya beyitler arasında irtibat kurarak hakikati bulması istenmiştir. Eserde dilin ilâhî hakikatleri anlatmadaki acziyeti ve tahkiyenin gereği olarak mecazi bir dil kullanılır. Meselâ taklidî bilgi seviyesini aşıp hakikate ermemiş şeyh "köylü" 769 "padişah" istiaresi de genel olarak Tanrı anlamında kullanılmıştır. Bununla birlikte muhatabın kavrayış seviyesi dikkate alınıp somut örneklere başvurulmuş ve açık hitap tarzı benimsenmiştir.
Eserdeki bazı hikâyeler XIII. yüzyıl kültürünü yansıtan mizahî veya hezeliyyât türünden anlatımlardır. Meselâ böyle bir hikâye olan kabak hikâyesinde 770 şehvete düşkünlük ve taklidî bilginin zararları ele alınır. Muhatabın hikâyenin şekline takılıp kalması, mâna seviyesini yakalayamaması veya metne bütün olarak bakamaması yüzünden amaç göz ardı edilebilir. Mevlânâ bu durumu, ".Meşnevfmiz Kur'an gibidir; bazısına doğru yolu gösterir, bazısını da sapıklığa götürür. Benim şiirim şiir değildir, iklimdir. Benim mizahlarım mizah değildir, tâlimdir" beytiyle ifade etmiştir. Meşnevf deki hikâyelerin kaynağı başta Kur'an kıssaları olmak üzere tasavvufî menkıbeler ve geniş bir tarihî rivayet kültürüdür. Hikâyeler XIII. yüzyılın örf ve âdetle-riyle ilgili birçok unsuru da barındırır. Bu bakımdan eser sosyal tarih çalışmalarına da kaynaklık etmiştir.
Nüshaları ve Neşirleri. Dünya kütüphanelerinde çok sayıda yazma nüshası bulunan Meşnevf nin 771 Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi'nde-ki 772 Veledîyazması en eski Meşnevf nüshası kabul edilir. Sultan Veled'in dervişlerinden Muhammed b. Abdullah el-Konevî tarafından Hüsâmeddin Çelebi ile Sultan Veled'in nezareti altında Mev-lânâ'ya okunup düzeltilen aslî nüshanın müsveddelerinden istinsah edilen bu nüsha Mevlânâ'nın vefatından beş yıl sonra tamamlanmıştır. Kültür Bakanlığı bu nüshanın iki farklı boyutta (49 x 32 ve 32 x 33 cm.) tıpkıbasımını yaptırmıştır. 773Mesnevi neşirlerinde genellikle Veledî nüshası esas alınmıştır. Meşnevf -nin Konya'da bulunan nüshalarıyla İran ve Hindistan kütüphanelerindeki nüshaları arasında büyük farklılıklar vardır. Abdüllatîf b. Abdullah, bu farklılıkları tesbit etmek amacıyla 1032'de (1623) seksen kadar nüshayı karşılaştırarak Nüsha-i Nâsiha-İ Meşneviyyât-i Sakime adlı bir eser hazırlamıştır.
Eserin eski nüshalardaki vezin aksaklıkları geç dönem yazmalarında görülmemektedir. Bu durum, vezin aksaklıklarının müstensihler tarafından zaman içerisinde giderildiğini göstermektedir. Öte yandan Mevtânâ'nın kısaca anlattığı hikâyelerin bazı ilâvelerle uzatılması nüshalardaki beyit sayısını etkilemiştir. Mesnevi nüshalanndaki beyit sayısı 25.585 ile 26.660 arasında değişmektedir. Hindistan bölgesindeki yazmalarda sayı 32.000 beyte kadar çıkar.774 Veledî nüshası 25.668, Nicholson neşri 25.650 beyti ihtiva eder.775 Mesnevi sarihleri beyitlerdeki her bir kelimeye, hatta harfe dayanarak tasavvufî anlamı tesbit etme gayretinde olduklarından nüshalardaki farklılıklar muhtelif te'villere ve mânaların keşfine imkân sağlamıştır. Osmanlı sarihlerinin çoğu, İs-mâil Rusûhî Ankaravî'nin Meşnevf nüshalarını karşılaştırarak oluşturduğu ve eserin şerhinde kullandığı metni güvenilir kabul etmiştir. Mevlânâ'ya aidiyeti tartışmalı olup ilk defa Ankaravî tarafından şerhedilen VII. cilde sarihler genellikle Mevlânâ'ya ait olmadığı gerekçesiyle itibar etmemiştir.
Meşnevîilk olarak 1221 'de İsmail AnkaravfninMecmûaZu'i-ietâi/ adlı şerhiyle birlikte Kahire'de basılmıştır. Bu baskıda VIİ. cildin şerhi yer almamaktadır. Eserin Mısır 776 İran 777 ve Hindistan'da 778 yapılan baskılarının ardından XIX. yüzyılda yirmiyi aşkın baskısı gerçekleştirilmiştir. Bunların bazıları çeşitli şerhleri de içermektedir. VII. cilt, i!k defa İsmail Ferruh Efendi'nin 1234'te (1819) yaptığı tercümesiyle birlikte Nahîfî tercümesinin sonunda yayımlanmıştır.779 Bu cilt daha sonra Mirza Muhammed Şî-râzî tarafından Delter-i Heftum-i Meş-nevî-i Macnevî adıyla neşredilmiş 780 diğer bir neşri de2001 yılında Tahran'da gerçekleştirilmiştir.
Eserin ilk tenkitli neşrini Reynold Alley-ne Nicholson yapmıştır. Mesnevfyi ingilizce'ye çevirip şerheden metnini (1929), IV. cildi bu ciltlerin tercümesini (1930), V. cildi V ve VI. ciltlerin metnini (1933), VI. cildi bu ciltlerin tercümesini (1934), VII. cildi ilk iki cildin (1937), VIII. cildi III-VI. ciltlerin (1940) şerhini ihtiva etmektedir. Meşjıevfnin modern dönemde yapılan neşir, tercüme ve şerhlerinde Nicholson metni esas alınmıştır. Nicholson metnini eksik bulan Muhammed İsti'lâmî en eski dört nüshayı esas alarak Mesneviyi yeniden yayimlamistir 781Veledi nüshasına dayanan TevfîkSubhânî 782 ve Abdülkerîm Sürüş neşirleri de 783diğeryaygın Meşnevj neşirleridir. nevî'öeki "Mumla Pervane", "Tavukla Kaz Palazları" hikâyelerini tercüme ederek kullanmış, XV. yüzyılda Dede Ömer RûşenîNeyndme adlı mesnevisinde eserin ilk on sekiz beytini nazmen tercüme edip kısmen şerhetmiştir. Dede Ömer'in Çobannâme'sı Mesnevideki "Mûsâ-Çoban" hikâyesinin serbest bir çevirisidir. İbrahim Tennûrî, Gülzâr-ı Ma'nevfsinin "Ney ve Çeng" bölümlerinde Meşnev -nin ilk on sekiz beytini yeniden uyarlayarak tercüme etmiştir. XVII. yüzyılda Halveti şeyhlerinden Mehmed Nazmi Efendi Mesnevi nin I. cildini Sırr-ı Ma'nevi ismiyle nazmen Türkçe'ye çevirmiştir. Bu açıdan ilk olma özelliğine sahip eserin bilinen tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir.784
Mesnevînin ilk tam Türkçe manzum tercümesi XVIII. yüzyılda Süleyman Nahîfî tarafından yapılmıştır. Âmil Çelebioğlu bu çeviriyi sadeleştirerek metni ve Meş-nevfnin Bulak baskısının tıpkıbasımıy-la birlikte yayımlamıştır. 785Mehmed Şâkir Efendi, 1251'de (1835) Meşnevîyi VII. cildiyle beraber Mesnevî-i Şerif Ma'a Terceme-i Man-zûme-i Türkîadıyla tercüme etmiş ve II. Mahmud'a sunmuştur. Süleyman Hayri Bey, Yenişehirli Avni Bey, İbnü's-Seyyid Gâlib, Kara Şemsi Dede, Fazlullah Rahî-mî ve Yenişehirli Hasan Nazif Dede XIX. yüzyıl sonunda Meşnevfyi kısmen tercüme eden müelliflerdendir.786
Feyzullah Sacit Ülkü'nün hece vezniyle yaptığı manzum tercüme Meşnevfnin I. cildini kapsar.787 M. Hulusi Koner, eserden yaptığı seçmeleri Mes-nevî'nin Özü adıyla Türkçe'ye çevirerek açıklamıştır.788 Bu eser Mesnevi1 deki konuların vahdet-i vücûd perspektifinde tahlili açısından önemlidir. M. Faruk Gürtunca, İbrahim Hakkı Konyalı ile birlikte hazırladığı Mesnevi Mecmuasi'nda Meşnevînin I. cildinin ilk 213 beytini nazmen tercüme etmiş, Konyalı çeşitli şerhlerden faydalanarak açıklamalar yapmıştır.789 Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu'nun Mesnevi: Kendi Vezniyle Manzum Tercüme adlı eseri 790Meşnevî"nin I. cildinin 2108 beytinin tercümesi olup oldukça başarılı bir çalışmadır. Bunun dışında Eyüp Necati Perhiz, Feyzi Halıcı, Veysel Öksüz, Rüştü Şardağ. A. Yağmur Tunalı. O. Mevlevi, Mehmet Önder gibi şahısların kısmî Meşnevf çevirileri bulunmaktadır. Hasan Âli Yücel'in MeşnevTy'ı manzum oLır.ıh tercümeye üsşladiği. Ancak tama mi ayam ad ığı kaydedilmektedir.
Günümüzde en yaygın kullanılan Mesnevi tercümesi Veled Çelebi İzbudak'in Veledî nüshasına dayanan çevirisidir. Abdülbaki Gölpınarlfnın gözden geçirip açıklamalar eklediği eser Maarif Vekâleti'nce basılmıştır 791Şefik Çan'ın Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi'nde792 iç içe geçen hikâyeler tasnif edilip kısaltılarak çevrilmiştir. Şefik Çan'ın Ce-vâhir-i Mesneviyye: Mesnevî'den Seçmeler adlı bir antolojisi de bulunmaktadır.793
Şerhler. Anadolu sahasında ilkMeşne-vî şerhleri XV. yüzyılda yapılmıştır. Mevlevî İbrahim Bey on yedi Mesnevi hikâyesini nazmen şerhetmiştir.794 Meşnevfnin ilk mütercim ve sarihlerinden biri de Şeyh Muînüddin b. Mustafa'dır. Eserin I. cildini içeren 14.404 beyitlik manzum tercüme-şerh 840'ta (1436-37) tamamlanmış ve II. Mu-rad'a sunulmuştur. Ma'nevî-i Murâdiy-ye adi verilen bu iki ciltlik eserde Meşnevfnin I. cildi aynı vezinde şerhedilmiştir.795 Kemal Yavuz. eserin 75S beytinin tercümesini ve şerhini oluşturan yaklaşık 3000 beytini yayımlamıştır. 796Şâhidî İbrahim Dede, Farsça Gül-şen-i TevMd'indeMeşnevfnin 797 her cildinden seçtiği toplam 600 beyti beşer beyitle manzum olarak açıklamıştır. Bu eser Midhat Baharı Beytur tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.798
Anadolu sahasında Meşnevfnin ilk tam şer.799 Beyitlerin gramer tahlilleri ve hikâyelerin açıklanmasıyla sınırlı kalan eser tasavvuf? açıdan zayıftır. Sûdî Bosnevî'nin Mesnevi üzerine Türkçe şerhi ve Risâle-i Müşki-lât-ı ve Istiîâhât-ı Mesnevi adlı eserleri vardır. Mustafa Şem'î Efendi'nin 995-1001(1587-1592) yıllan arasında telif ettiği tam Türkçe şerh bu iki şerhten daha fazla tanınmıştır.800
Türkçe şerhler arasında en muteber kabul edileni İsmail Rusûhî Ankaravî'nin Mecmûatü'l-letâif adlı şerhidir. Mukaddimede zikrettiği, temel İslâmî ilimlere dair kırkî aşkın kaynağa dayanarak eseri tasavvuf! açıdan şerheden Ankaravî'nin en fazla yararlandığı kaynaklardan biri Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin el-Fütûhâ-iü'1-MeMiyye'sidir. Kahire (1221,1241, 1251) ve İstanbul'da(1 257, 1289) basılan eser, Şam Mevlevîleri'nin talebi üzerine Çengî Yûsuf Dede tarafından Menhe-cü'1-kavî li-tullâbi'1-Meşnevî adıyla Arapça'ya çevrilmiştir.801
Abdülmecid Sivâsî, Meşnevî'nin ilk cildinden 1328 beyti Şerhu Cezîreü'1-Mes-nevî adıyla şerhetmiştir (Süleymaniye Ktp., Antalya. 802Kâdirî-Eşrefî Pîr Muhammed Mevlevi'nin Hazî-netü '1-ebiö.r adlı eseri ilk dört cildin şerhini içerir 803 Sarı Abdullah Efendi'nin Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevisi 1. cildin şerhidir.804 İsmail Hakkı Bursevî'nin I. cildin ilk 738 beytini kapsayan Rûhu'l-Mesnevî adlı oldukça geniş Türkçe şerhi Meşne-vfnin Ekberî-Konevî perspektifinden yorumunun önemli bir örneğidir. 805Bursevî, 1116'da (1704) tamamladığı eserinin sonunda 738 beytin şerhedilmesinin Meşnevîdeki mânanın anlaşılması için yeterli olacağını söyler. Nakşibendî şeyhi Mehmed Murad Efendi'nin Hulâsatü'r-rûh adlı şerhi Meşnevfnin tamamını içermektedir.806
Son dönemdeki meşhur Türkçe şerhlerden Âbidin Paşa şerhi Meşnevî'nin I. cildini ihtiva eder ve daha çok Ankaravî, Sarı Abdullah Efendi ve Bursevî şerhlerine dayanır. 807Ahmet Avni Konuk'un 1937 yılında tamamladığı şerhi tam şerh olup otuz dört defterden meydana gelmektedir. 808Birçok beyti Fîhi Mâ Fîh ile açıklayan Konuk genellikle Fuşûşü'l-hikem ve el-Fütûhâtü'l-Me/ciayye'den faydalanmıştır. Kenan Ri-fâî'nin Meşnevfnin I. cildi üzerine yaptığı şerh ilk defa sarihin oğlu Kâzım Büyükaksoy tarafından Mesnevi Hâtıraları adıyla 809 ardından Kenan Rifâî'-nin talebelerinden bir grup tarafından eserin müsveddeleri yeniden gözden geçirilerek Şerhli Mesnevî-i Şerîf ismiyle 810yayımlanmıştır. Hocası Mehmed Esad Efendi'nin ölümüyle yerine geçtiği Fâtih Camü'ndeki Mesnevi kürsüsünde Ankaravî şerhine dayanarak Mesnevi takrirlerine başlayan Tâhirülmevlevî'nin (Tâhir Olgun) Şerh-i Mesnevi'sinin aslı bu takrirlere dayanır. Şârih ilk dört cilt ile V. ciltten 1000 beyit kadarını şerhedebilmiş. vefatı üzerine V. cildin geri kalan kısmıyla VI. cildin şerhi öğrencisi Şefik Can tarafından yapılmıştır. On sekiz cilt halinde basılan eserin 811 on dört cildi Tâhi-rülmevlevîye, son dört cildi Şefik Çan'a aittir. İlk on ciit Tâhirülmevlevî hayattayken basılmış, X1-XIV. ciltler Şefik Can tarafından derlemiştir. Kendinden önceki Mesnevi şerhlerini çeşitli açılardan eleştiren Abdülbaki Gölpınarlı'nın şerhi geleneğin son halkası olup hikâyelerin kaynakları ve beyitler arası ilişki açısından faydalıdır.812
Meşnevf deki dil ve mâna açısından anlaşılması zor beyitlere dair şerhler yanında eserden yapılan çeşitli derlemeler üzerine de şerhler yazılmıştır. Yûsuf Sî-neçâK'in Cezîre-i Meşnevfsi ve şerhle-riyle İsmail Ankaravî'nin Hall-i Müşki-lât-ı Mesnevîve Câmiu'I-âyâfı bunlar arasında sayılabilir.
Sürûrî ve Şeml şerhleri gibi Osmanlı Mesnevi şerhlerinin bazıları lafzî yorum düzeyini geçemediği halde İsrnâil Ankaravî şerhiyle birlikte tasavvuf! düşünceye ait literatür ve İslâmî ilimlere ait kaynaklar metin yorumunda kullanılmaya başlanmıştır. Bu açıdan Osmanlı Mesnevi şerhi geleneği Ankaravî öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayrılabilir. Ankaravî'nin şerhi İran'da ve Batı dünyasında da etkili olmuştur.
Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Ateş ve Bedîüzzaman Fürûzanfer gibi araştırmacıların Osmanlı Mesnevi şerh geleneğini vahdet-i vücûd çizgisinde bir şerh faaliyeti olarak görmeleri, sarihleri kendi düşüncelerini Mesneviye mal edenler şeklinde tamtıp özellikle Ankaravî ve sonrası şerhleri bu açıdan eleştiriye tâbi tutmaları, tasavvufî düşüncenin kaynağını ve Osmanlı tasavvuf düşüncesinin seyrini göz ardı etmelerinden kaynaklanmaktadır. Muhyiddin İbnü'l-Arabî ile Mevlânâ arasında meşrep ve üslûp açısından farklar bulunmakla birlikte tasavvufî düşüncenin asıl konusu olan varlık anlayışında müşterektirler. Nitekim bazılarınca Mesnevi Farsça Fütuhat olarak nitelenmiştir. İbnü'l-Arabrnin fikirlerinin özeti sayılan Fuşûşü'l-hikem, vahdet-i vücûd anlayışını entelektüel seviyede incelerken Mesnevi bu anlayışı hissi seviyeye indirip hikâye örgüsüyle her kesimden muhatabın zihnine yaklaştırıp ele alır. Çoğu aynı zamanda Fuşûs şârihi olan Mesnevi sarihleri, eserlerinde Mevlânâ'nın mecaza dayalı düşünce dünyasını yorumlarken Ek-beri-Konevî metinlerinden faydalandıkları gibi diğer şerh geleneklerini de dikkate almışlardır.
Mesnevi Lugatlan. Mesnevi deki anlaşılması zor kelimeler ve tasavvuf kavramları için sözlükler hazırlanmıştır. Anadolu'daki ilkMeşnevî iugatı Abdülmecid Sivâsî tarafından yazılmıştır. Meyâdînü'l-iursan adlı kitap 1070 fiilin mânasını ve Farsça gramer bilgilerini içerir. 813Abdül-latîf b. Abdullah el-Gucerâtfnin 1031'de (i 622) kaleme aldığı, Meşnevî'de geçen 3325 kelimenin anlamını ve 300 kadarının tasavvuf terimi açısından açıklamasını içeren en önemli Mesnevi sözlüklerinden biridir. 8141113'te (1701-1702) Şâbanzâ-de Mehmed Muhteşem b. Hürrem'in telif ettiği Muzhhü '1-işkâl'de 2000'e yakın Arapça-Farsça kelime Türkçe olarak açıklanmış, menkıbe ve hikmetli sözlere yer verilmiştir.815 Diğerlerine oranla daha kapsamlı bir sözlük Sâdık Gevherin'in Ferheng-i Luğöt ve Tacbîrât-ı Meşne-vrsidir.
Mesnevîhanlık ve Dârülmesnevî. Meşnevîyi okuyan, nadiren tegannî eden ve şerh mahiyetinde birtakım açıklamalarda bulunanlara "mesnevîhan" denilmiştir. Mevlânâ'nın halifesi Hüsâmeddin Çe-lebi'nin Mevlânâ'dan sonra Mesneviyi sâlikleri irşad edecek kitap olarak belirlemesi onu ilk mesnevîhan ve mesnevîhan-lık müessesesinin banisi yapmıştır. Hüsâmeddin Çelebi özel olarak Sirâced-din Mesnevîhan gibi bazı mesnevîhanlar da yetiştirmiştir. Sultan Veied'in oğlu Ulu Arif Çelebi, zamanının çoğunu tarikatı yaymak amacıyla seyahatlerde geçirdiği için Konya Âsitânesi'nde Mesnevi takrirleri için Sirâceddin Mesnevî-han'ı veya Menâkıbü'l âriîm 'i Türkçe'ye çeviren Mahmud Dede'yi vekil tayin etmiştir. Daha sonraki dönemlerde Konya çelebileri, halife olmayan bazi kimselere Mesnevi okutmak üzere beyaz destar sarmaya izin verip mesnevîhanlık icazetnameleri göndermişlerdir. Tarikat geleneğinde mesnevîhanlık için icazetname almak şart olsa da icazet için Mesneviyi bir mesnevîhandan okumak zorunlu değildir. İbrahim Şâhidî'nin Tuhfe'sini okuyup Meşnevj dilini anlayacak kadar Farsça'ya vâkıf olan kimse bir mesnevîhanın kendisine verdiği icazetle mesnevîhanlık yapabilir.816 Osmanlı mesnevîhanlık icazetnameleri Ankaravî şerhinin tahkikine uyulması şartıyla verilmiştir. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren mesnevîhanlık camilere taşınınca Mesnevi dersleri halka yönelik vaazlar halini almıştır. Nitekim Fâtih Camii'nde Mehmed Esad Dede'den sonra Karahisarlı Ahmed Efendi, onun ölümünün ardından Tâhirülmevlevî haftada bir gün Mesnevi okutmuştur.
XIX. yüzyılda Mevlevîier'in yanı sıra İstanbul'da yaşayan önemli Nakşî şeyhlerinin aynı zamanda mesnevîhan oldukları görülmektedir. Mevlevî- Nakşî kaynaşma-sıyla birlikte Nakşîier'den "mesnevîhân-ı şehîr" lakabıyla ün kazanan Hoca Hüsâmeddin Efendi, Hoca Neş'et, dârülmes-nevînin kurucusu Mehmed Murad Efendi, Nakşibendî şeyhi olmalarına rağmen Meşnevî okutmuşlar ve destarlı Mevlevî sikkesi giymişlerdir.
Mesnevîhanlığın icra edildiği yerler başta Mevlevî tekkeleri olmak üzere selâtin camileri, dârülmesnevîler ve padişah sarayıdır. Meşnevî okutulması için vakfiyeler düzenlenmiştir. Damad İbrahim Paşa, yaptırdığı medresede tasavvuf ilminin ve Meşnevfnİn okunmasını da vakıf şartlan arasında zikretmiş, bu şekilde Meşnevî tekke ve camilerden sonra medreseye de girmiştir.817
XIX. yüzyılda Mevlevî olmayanlar için "dârülmesnevî" (mesnevîhâne) adıyla Meşnevî okutmaya yönelik müesseseler açılmış, mevlevîhânelere gelemeyenler bu kurumlarda Mesnevi kültüründen istifade etmişlerdir. Fatih Çarşamba'da bir Nakşî tekkesi olan Murad Molla Dergâhı civarında Nakşibendî şeyhi Mehmed Murad Efendi tarafından kurulan dârülmes-nevînin açılışında devrin padişahı Sultan Abdülmecid de bulunmuştur.818
İran ve Hint Alt Kıtasında Mesnevi. Hint kıtasında yapılan ilk Meşnevî şerhi olarak bazı yazariarca Ahmed-i Rûmî'nin 725'te (1325) tamamladığı Dekö'iku'I-hako'ik ve lekü'iku't-tarâ^ik adlı Farsça kitabı 819 kabul edilir. Eser seksen fasla ayrılmış olup her fasıl bir ayet veya hadisle başlamaktadır. Daha sonra konuyla ilgili destanlara yer verilir ve her konu Meşnevfden beyitlerle desteklenir. Kitap, Mevlânâ'nın tasavvufî düşüncesini İçermesi ve beyitlerdeki nasla-ra telmih bakımından sistematik bir hüviyete sahiptir. XV. yüzyıla kadar İran sahasında Meşnevî üzerine şerh çalışmaları nâdirdir. Fars edebiyatında Abdurrah-man-ı Câmî, Ya'küb-ı Çerhî ve Hüseyin Vâiz-i Kâşifi Meşnevfnin ilk sarihleridir. Molla Câmî'nin Meşnevî'nin ilk iki beytine yazdığı şerh Fars ve Hint sarihleri üzerinde etkili olmuştur. Eser, Hoca Süleyman Neş'et tarafından bazı menkıbe ve tasavvufî açıklamalarla birlikte Tercü-me-i Dü Beyt-i Mesnevi adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir.820 Şerhinin başında hazerât-ı hamse bilinmeden Mesnevi nin anahtarı olan bu beyitlerin anlaşılmayacağım söyleyen Câmî. Mevlânâ'yı Muhyiddin İbnü'l-Arabî ile aynı tasavvufî düşünce geleneği İçerisinde değerlendirmiştir.
İran kültür muhitinde ilk kapsamlı Meşnevî şerhi Kübreviyye tarikatı mensuplarından Kemâleddîn-i Hârizmî'ye (ö. 840/1436) aittir. Müellifin mensur Cevâ-hirü'l-esrâr ve zevâhirü'l-envâr ile manzum Künûzü'l-hakâ'ik ürumûzi'd-dekâik adlı Farsça şerhleri bulunmaktadır. Cevahirin, ciltteki "Merg-i Bilâl" kıssasında sona erer 821Hüseyin Vâiz-i Kâşifî'nin Lübb-i Lübâb-i Meşnevî adlı bir eseriyle 822 Cevâhirü'l-esrâr ve Zevâhirü'l-envûr adlı iki Meşnevî antolojisi bulunmaktadır. Hüseyin Baykara'ya takdim edilen Lübb-i Lübâb'üa Meşnevî, konularına göre üç kısımda (şeriat, tarikat ve hakikat) sistemleştirilip bunlarla ilgili beyitler derlenmiştir.
Hintli Muhammed Rezav nİnMü cdşe-fât-ı tfezavîadh Farsça şerhi Meşnevf-deki anlaşılması zor beyitlerin açıklamasından ibarettir.823 Şah Velî Muhammed Ekberâbâdî'nin 1140-1151 (1727-1738) yılları arasında yazdığı şerh Şerh-iMeşnevî824 veMûfczenü'l-esrâr 825 adlarıyla basılmıştır. Abdülali Muhammed Leknevî'nin Moila Câmî'nin şerh anlayışını devam ettiren Bahrü'l-'ulûm'u Farsça tam şerhtir. 826Hintli Hâce Eyyûb Pârsâ'nın 1120'de (1708) yazdığı Esrûrü'I-ğuyûb Mesnevinin anlaşılması zor beyitlerine dairdir. Şah Mîr Muhammed Nûrullah Ah-rârî Ekberâbâdî, Muhammed Salih Kaz-vînî Ruganı, Muhammed b. Nizâmeddin Muhammed Rahmetullah ve Kadı Telem-muz Hüseyin Hindistan'da yetişen önemli Mesnevi sarihleridir.
XIX. yüzyıl İran düşünürlerinden Hakîm Molla Hâdî-i Sebzevâri'nin Şerh-i Mesnevi" adlı eseri 827Meşnevfnin ilk iki cildindeki anlaşılması güç bazı beyitlerin açıklamasını içerir. Özellikle Hik-met-i İlâhî ve İrfan ekolünün felsefî anlayışının hâkim olduğu eser İran coğrafyasında en fazla tutulan şerhlerdendir. Kerîm Zamânî'nin Şerh-i Câmî-i Meşne-vi-i Mcfnevısi Mesnevi nin ilk dört cildini ihtiva eder.828 Mevlânâ ve Mesnevi üzerine çalışmalarıyla tanınan Bedîüzzaman Fürûzanfer'in şerhi ilk cildin 3012 beytini açıklar.829 Şeyh Muhammed Takî-i Ca'ferî'nin Tefsir ü Nakd u Tahlil-i Mesnevi adlı eseri oldukça kapsamlı bir şerhtir 830 Mûsâ Nasrî'nin Neşr ü Şerh-i Meşnevfsi 831 ve Seyyid Ca'fer Şehîdî"nin Şerh-i Mesnevisi 832 diğer Mesnevi şerhleri arasında zikredilebilir. Muhammed İsti'lâmî, Mesnevinin tenkitli metnini yayımladıktan sonra.bir de şerh kaleme almıştır.833 Nicholson'un şerhi son olarak Hasan Lâ-hûtî tarafından Farsça'ya aktarılmıştır.834 İsmet Settârzâde ve Ekber Behrûz. Ankaravî şerhini Farsça'ya çevirmişlerdir. İran sahasında Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mûsâ Nasrî, Abdülhüseyin Zerrinkûb, Celâleddin Hümâî Mesnevi üzerine çalışmalarıyla ön plana çıkan isimlerdir. Mândânâ Sâdık Behzâd, İran sahası başta olmak üzere çeşitli dillerde yapılan Mesnevi çalışmalarının bibliyografyasını Kitâbnâme-i Mevlevi adıyla hazırlamıştır.835
Hint alt kıtasında Mesnevi Urduca'ya ilk defa Muhammed Yûsuf Ali Şah Çiştî Nizâmı Gülşenâbâdî tarafından çevrilmiş ve Pirâhen-i Yûsufî adıyla şerhedilmiştir. 836Urduca ikinci şerh Ab-dülmecid Han Pİlİfitî'ye a\t Bostânı Macrifet'tir.837 Mevlevî Fırûzed-din'in de İlhâm-ı Manzum adıyla Urduca bir tam tercümesi vardır.838
Hindistan'da Meşnevî'nin modern dönemde etkilediği iki büyük şahsiyet Şiblî Nu'mânî ve Muhammed İkbal'dir. Nu'-mânî Mesnevi'deki tekâmül fikriyle evrim teorisini karşılaştırmış, fizik ve biyoloji alanındaki bilimsel teorilerle Mevlânâ1 -nın görüşlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. Mesnevi'yi Kur'an'dan sonra en önemli ikinci kitap olarak niteleyen ve bütün müslüman aydınlar tarafından okunmasını tavsiye eden Muhammed İkbaî, Bâl-i Cibril adlı eserini Meşnevî'nin vezniyle yazmış ve çalışmalarında Mesnevi beyit-lerine dayanarak düşünceler geliştirmiştir. Günümüzde yayımlanan Urduca Mesnevi şerh ve derlemelerinden bazıları şunlardır: Feyz Ahmed Üveysî'nin Se-dd-ye növî adlı II. cilt şerhi 839Pakistanlı tıp doktoru Muhammed NezîrArşî'nin on yedi ciltlik Mitâhu'l-tulûm adlı geniş kapsamlı şerhi 840 Mevlânâ Muhammed Abdüsselâm Han'ın Urduca Eî-kâr-ı Rûmi'si.841 Bu eser Mesnevi'yi vahdet-i vücûd anlayışına göre açıklayan önemli bir çalışmadır. Urduca son Mesnevi şerhlerinden biri Kadı Seccâd Hüseyin'e aitti.842
Batı Dünyasında Mesnevi. Meşnevî geleneği, Batı dünyasına öncelikle Osmanlı topraklarına gelip Mevlevî semainin etkisinde kalan seyyah ve diplomatlar vasıtasıyla taşınmış, daha sonra din adamları ve birinci kuşak Avrupalı şarkiyatçıların çalışmalarıyla geliştirilmiştir. Şarkiyatçılar ilk planda Meşnevi'yi Doğu şiirinin zirvesi kabul edip ona edebî bir metin olarak yaklaşmışlardır. KlasikMeş-nevi şerh geleneğinin lafız-anlam ilişkisine dayanan felsefî bakışın Batılıiar'ın Mesnevi etütlerinde temel aldığı filolojik yaklaşım içinde kaybolduğu görülmektedir. Alman ekolünde esere hıristiyan ilahiyatı açısından yaklaşılırsa da Meşnevî tasavvuf kaynaklı bir metin olarak değerlendirilmemiştir. XX. yüzyılın ilk yansına kadar Batı'da yapılan Meşnevî'ye dair çalışmalardaki hâkim eğilimin eseri pozitivizm ve bilimsel ilerlemecilik temelinde açıklamak olduğu görülmektedir. Mesnevi, XX. yüzyılın İkinci yansından itibaren yapılan çalışmalarda Batı'da yaygınlaşan çok kültürlü anlayış çerçevesinde İslâm kültürünü yansıtan en önemli eserlerden biri olarak görülmüş ve tasavvuf açısından temellendirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu çalışmalar, yine de klasik Mesnevi şerh geleneğindeki çok boyutlu anlayışı dikkate almaktan uzak kalmıştır. Halen Mesnevi Batı toplumlarında üzerinde en çok çalışılan, en yaygın okunan Doğu eserlerinden biridir. Bununla birlikte Batılılar'ın Meşnevfyi teosofık bir eser olarak okuyucuya sunmaları bazı çarpık anlayışlara yol açabilmektedir.
Avrupa'da Meşnevfyi İlk tanıtanlardan biriSir VVilliam Jones'tır(ö. 1794). Meş-nevfnin ilk on sekiz beytini tercüme eden Jones'ın bu çalışması eserin bir Avrupa diline yapılan ilk çevirisi olarak görülebilir. Sir James VVilliam Redhouse, The Mesnevi of Mevlânâ Jelâlu'd-din Muhammed er-Rümî adlı I. cilde ait manzum çevirisiyle 843 İngilizce Mesnevi literatürünün öncülerinden biri olmuştur. Ardından Charles Edward Wilson eserin II. cildinin kelime kelime tercüme ve şerhini yayımlamıştır.844 VVilson'ın başlatıp Nicholson'm sürdürdüğü Meşnevî'nin Ankaravî bağlamında yorumu İngilizce Mesnevi literatüründe önemli bir yere sahiptir. Edvvard Henry VVhinfield'in 3500 beyti içeren Masnavi-i Mcfnavi adlı çevirisi 845 çeşitli baskılarının ardından son olarak Rumi: The Mathnawi adıyla yayımlanmıştır. 846İngilizce'de Meşnevi'nin tam metin neşir, tercüme ve şerhi, hocası Edvvard Granville Brovvn'un teşvikiyle Reynold Alleyne Nicholson tarafından yapılmıştır. Ahmet Avni Konuk kendi şerhinin mukaddimesinde Nicholson'm çalışmasını takdir etmiş, ancak Mesnevi'yi salt bir şiir ve hikâye kitabı gibi görmesini eleştirmiştir. Konuk'un tenkitleri şarkiyatçılardan etkilenen ve Meşnevfyi bu şekilde algılayanlara da uzanmaktadır. Nicholson'dan sonra öğrencisi Arthur John Arberry, Meşnevi'nin birçok hikâyesini TaJes from the Masnavi 847 ve More Tales îrom the Masnavi 848 adıyla tercüme etmiştir. İngilizce'de son dönemde yapılan Mesnevi çalışmalarında esere farklı yaklaşımlar görülür. Roy C. DeLamotte'nin Jalaluddin Rumî: Songbird of Sufism adlı eserinde Meşnevfdeki lafız figürlerinin delâlet ettiği mistik tecrübenin ana karakteristikleri incelenmiştir. Annemarie Schimmel'in The Triumphal Sun isimli çalışması 849 özellikle Meşnevî'deki imajlara fenomonolojik bir yaklaşım açısından değerlidir. VVilliam Chittick The Sufi Path of Love adlı eserinde 850 M esne vf yi varlık, bilgi ve sülük halleri açısından incelemiştir. Eserin günümüzde Avrupa ve özellikle Amerika'da tanınmasında "new age" ya da "new spritiualism" akımına mensup Robert Bly, Coleman Barks, John Abei Moy-ne. Andrew Harwey ve Deepak Chopra gibi popüler mistik şairlerin Mesnevi uyarlamalarının büyük etkisi vardır. Bu uyarlamalardan Kabir ve eşi Camiile Hel-minski'lerin çalışmaları tasavvufî görüşlere daha sadıktır.851
Mesnevi nin George Rosen tarafından yapılan ilk Almanca tercümesi I. ciltten 1371 beytin manzum çevirisini ihtiva etmektedir. 852Eseri oğlu Friedrich Rosen, bir giriş ilâve ederek Mesnevi öder Dopelverse des Scheich Mevlâna Dschalâl ad Din-Rumi 853adıyla yayımlamıştır. Alman tarih felsefecisi Johann Gottfried Herder, Avrupa'da Hafız ve Sa'dî çevirileriyle aralanan Doğu kapısının Joseph von Hammer Purgstall'in Mesnevi çalışmalarıyla ardına kadar açıldığını söyler. Annemarie Schimmel'e göre Batı dünyasına Meşne-vfyi yüzeysel de olsa başta Hammer olmak üzere üç Avusturyalı (diğerleri Hus-sard, Rosenz Weig)veİki Prusyalı 854 tanıtmıştır. Hammer'in çevirileri XIX. yüzyıl Alman düşüncesi ve hıristiyan ilahiyatında Doğu'nun varlık anlayışının kavranılmasında etkili olmuştur. Alman Protestan papazı Tholuck, Meşiıe-vfyi panteistik teosofi düşüncesi içerisinde konumlandırmış ve Maniheist yaratılış teorisini yansıtan bir metin olarak değerlendirmiştir. Meşnevfyi Tholuck ve Hammer'in öğrencisi Friedrich Rückerfin çevirileri vasıtasıyla tanıyan Hegel, Felsefî Bilimler Ansiklopedisinin "Panthe-îsm" maddesinde Rückert'in çevirisinden alıntılarda bulunmuştur. Almanca'da Mesnevi çalışmaları Hellmut Ritter'in İstanbul'da keşfettiği Mesnevi yazmalarını toplaması ve kısmî çevirileriyle devam etmiştir. XX. yüzyılın ikinci yarısında Martin Buber, W. von der Porten, Jan Rypka, Hanns Meinke, Cristoph Bürgel, Fritz Meier'in Mesnevi üzerine incelemelerinin yanı sıra Almanca'da en önemli Mesnevi çalışmaları Annemarie Schim-mel tarafından yapılmıştır. Meşnevf nin Almanca'ya tam tercümesi Kaveh Dalir Azar'a aittir. 855
Fransızca'da Mesnevi çalışmaları Avusturyalı diplomat Jacques van Wal-lenbourg (ö. 1806) ile başlar. Van Wallenbourg'un tercümesini İstanbul'da tamamladığı, ancak eserin i 799'da çıkan Pera yangınında kaybolduğu belirtilmektedir. Meşnevf den yapılan ilk Fransızca çeviri F. Baudry'in 18S7'de yayımlanan Mûsâ- Çoban hikâyesinin tercümesidir. Eva de Vitray-M eyer ovitch ile İranlı Mur-tazâvî'nin ortak çalışmasının ürünü olan Fransızca ilk tam Mesnevi tercümesi Masnavi as Mathnawi: la quete de î'absolu adıyla yayımlanmıştır.856 En son tercüme Christer Gabriel Oxenstierna'ya aittir.857 Ahmet Kutsi Erguner ile Pier-re Manİez'in hazırladığı Mesnevi antolojisi Le Mesnevi: 150 contes souîis adlı kitap Fransızca'daki en son tercümelerden biridir.
Meşnevfnin hemen bütün dünya dillerinde tercüme veya antolojileri bulunmaktadır. İspanyolca'da Oscar Zorilla An-tonia Lopez Ruiz ve Juon Vivanco, İtalyanca'da A. Bausani, Felemenkçe'de R. Van Brakell Buys, İsveççe'de Alex Eric Hermelin ve Ulla Olsson, Çek dilinde Jiri Becka ve Josef Hirsal, Rusça'da Naum Grebnev'in, Grekçe'de Gregoriou D. Zia-ka, Japonca'da Toshihiko Izutsu ve İbrâ-nîce'de Hanah Ginguld'un kısmî çevirileri bulunmaktadır.858
Son devirde Saraybosna mesnevîhan-larından Mehmed Cemâleddin Çauşeviç, Muyaga Merhemiç ve Kâdirî Şeyhi Hacı Feyzuliah HacıbayriçMeşnevîyi Boşnakça'ya çevirmişlerdir. 859Hacıbayriç, geleneksel Osmanlı Mesnevi çalışmalarının Batı dünyasındaki son temsilcilerinden biri olup Meşnevînin ilk iki cildini tercüme etmiştir.860
Bibliyografya :
Mevlânâ. Mesnevi (tre. Veled İzbudak), İstanbul 1990, I-Vl; a.e. (nşr. Muhammed İstilâmı). Tahran 1370-71/1990-91, neşredenin önsözü, 1, 93-94; a.mlf., Mektûbât (trc. Abdülbâki Göl-pınarlı), İstanbul 1963, tercüme edenin girişi, s. İ-XI1; a.mlf.. Dîuân-t Kebîr (trc. Abdülbâkî Gölpı-narlı), Ankara 1992; Sipehsâlâr, Meulânâ ue Etrafındakiler (trc Tahsin Yazıcı), İstanbul 1977, s. 22, 139-141; Ahmed Eflâkî. Ariflerin Menkıbelerime. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1995,11, 325-333; Muînüddin b. Mustafa, Mesneoî-İ Murâdİy-ye (haz. Kemal Yavuz), Ankara 1982, hazırlayanın girişi, s. VI!-XX1II; Hüseyin Vâiz-i Kâşifi, Lüb-bü Lübâb-i Mesnevi {nşr. Saîd Nefîsî). Tahran 1362, s. 5-15; Ankaravî, Mecmûatîi'l-letâif oe matmûretü'l-maârif, İstanbul 1289, 1-VI1; a.e, VII, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1563, vr. 3a-153; İsmail Hakkı Bursevî, Şerh-i Mesnevi İstanbul 1287, I, 2, 46; Sahih Ahmed Dede. Mevleüllerln Tarihi (nşr. Cem Zorlu), İstanbul 2003, s. 181-184, 188;Âbidin Paşa, Tercüme ve Şerh-i Mesneuî-i Şerif, İstanbul 1305,1, 3-8; Cevdet. Tezâkİr, IV, 17; E. H. Whİnfıeld, Masnaoi-i
Ma'-navi: The Spiritual Couplets ofMaulana Ja-lalud-din Muhammad-i Rumi, London 1898, s. XXVII-XXXIX; R. Nicholson. Tales of Mystic Meaning, London 1931, s. XI-XXV1!1; a.mlf., The Mathnawi of Jaiâlu'ddin Rûmî, London 1925-40. I-Vlll; A. J. Arberry. Catologue of the Library of India Office, London 1937, II, 301-304; Türkiye MaarifTarihi,\, 133, 156; Ahmet Avni Konuk, Şerh-i Mesnevi, Konya Mevlânâ Müzesi Ktp., nr. 4740, s. 1-21; Safa. Edebiyyât, 111/ 1, s. 464; Ahmet Ateş, "Mesnevî'nİn Onsekiz Beytinin Manası", 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 38-50; M. Hulusi Koner, Mesneul'nin Özü, Konya 1961, s. I-LXVII; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevi Âdâb ue Erkanı, İstanbul 1963, s. 150-151; a.mlf., Mesneuî Şerhi, İstanbul 1973,1, s. I-XXXIX; a.mlf., Meuiânâ 'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 18-150; a.mlf.. "Konya Mevlânâ Dergâhı'nm Arşivi", İFM, XV!l/l-4 (1956), s. 156-178; a.mlf., "Mesnevî'nin VII. Cildi", ŞM, sy. 6 (1966). s. 11-18; A. Schİmmel, Zuıei Ab-handlungen Zur Mystik und Magie des islams oon Josef Hammer- Pıtrgstal!,W\en 1971, s. 5-23; a.mlf., The Triumphal Sim, London 1980, s. 37-58; Mehmet Önder v.dğr., Mevlânâ Bibliyografyası, Ankara 1974, I-II; W. Chittick, The Sufi Path of Love, New York 1983, s. 6; Celâ-leddin Hümâî, Mevleuî Çem i Gûyed/-//.Tahran 1362; Salih Trako, "Sarayevo'da MesnevîDers-leri ve Mesnevîhânlar Üzerine", /. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi, Konya 1987, s. 143-146; Yakup Şafak, "Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerinde Hz. Mevlânâ ve Eserleri Üzerine Çalışma Yapanlar", Konya'dan Dünya'ya Mevlânâ ue Mevlevîlik, Konya 1989, s. 249; İskender Muzbeğ, "Mevlânâ'nınSarayeova'da Yayınlanan Mesnevî'sİne (I. ve II. Cilt) Çeviri Açısından Genel Bir Bakış", //. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi, Konya 1990, s. 169-173; Bedîüzza-man Fürûzanfer, Meulânâ Celaleddİn{Uc. Feridun Nafiz Uzluk), İstanbul 1990, s. 211-223; M. G. Gupta, Maulana's Masnamİ, Agra 1990, s. 2-17; Hamid Dabashi, "Rumi and the Problems of Theodicy: Moral Itnaginatİon and Narrative Discourse in a Story of the Masnavi", Poetry and Mystİcİsm in İslam: The Heritage of Rûmi (ed. Amin Bananı v.dğr), New York 1994, s. 112-135; F. Lewis, Rumi: ThePast andPresent, Boston 2000, s. 304-307, 466-615; Tâhirülmevlevî. Şerh-i Mesneoî, İstanbul 2001,1, 22-25; Ahmed Güner Sayar. Hasan Ali Yücel'in Tasauvufî Dünyası ve Mevlevîliği, İstanbul 2002, s. 45, 96; Sezai Küçük, Mevleu'tliğin Son Yüzyılı, İstanbul 2003, s. 371; İsmail Güleç. "Türk Edebiyatında Mesnevi Tercüme ve Şerhleri", TUBA, XXVII/2 (2003). s. 161-176; Pakalın, II, 490. Semih Ceyhan
Dostları ilə paylaş: |