MesciD-İ nebevî-Nİn yapildiği günden bu yana geçİRDİĞİ geniŞletme giRİŞİmleri


Mescit: V.Cuinet ve salnamelerde bahsedilen 5-6 mescitten bugün geriye iz kalmamıştır. Medrese



Yüklə 2,45 Mb.
səhifə22/28
tarix03.01.2019
ölçüsü2,45 Mb.
#89565
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   28

Mescit: V.Cuinet ve salnamelerde bahsedilen 5-6 mescitten bugün geriye iz kalmamıştır.

Medrese: Yine eski belgelerde 32 öğrencinin okuduğu bir medreseden sözedilirse de bugün mevcut değildir. Yapının Kanunî adıyla tanınması ise düşündürücü olmaktadır. Çünkü, Sultanın, cami, han, hamam belki imaretin dışında bir başka yapı yaptırdığına dair XIX. yüzyıl öncesine ait belgelerde bir kayıda rastlanmaz.

Han: İşlek bir yol güzergâhı üzerinde yer alan Belen'de konaklama işlevine yönelik birkaç han olacağı kesindir. Aynı zamanda Halep'in iskelesi olarak kullanılan İskenderun'a mal akışının Belen üzerinden yapılması Belen'in ticari hayatına canlılık getirmiştir. Evliya Çelebi, daha XVII. yüzyılda Kanunî Hanı’ndan başka ikinci bir handan sözetmektedir. Daha sonra bu sayı artan ticari faaliyete bağlı olarak 10 civarına yükselmiştir. Fakat ne yazık ki, biri hariç diğerleri zamanla yok olmuştur.

Çeşme: Atik adıyla tanınan meşhur kaynak suyuna sahip Belen'de çok sayıda çeşme mevcut iken, diğer yapılar gibi geriye bir şey kalmamıştır. Hatta bu çeşmelerden biri W.H.Barlett'in bir gravürü (lev. 8)'nde de karşımıza çıkar. Bugün, külliye hanının giriş kapısının yanında yer alan basit çeşme ise sanki geçmişi canlandırırcasına tatlı suyuyla çevreden yoğun ilgi görmektedir.

Hükümet Konağı: XIX. yüzyıla ait belgelerde sözü edilen yapı günümüzde mevcut değildir.

Debbağhane: Vadi içindeki akarsuyun civarında olduğunu tahmin ettiğimiz birkaç debbağhaneden geriye iz kalmamıştır.

Askeri Depo: Savaş döneminde yapıldığını düşündüğümüz yapıdan da iz kalmamıştır.

Şehitlik: Şehrin kahramanlık mücadelesine bir örnek olarak dikilen anıt, yerleşimin batısında çevresi yeşillik bir tepe yamacındadır.

KISALTMA LİSTESİ:

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale

a.g.mad. : Adı geçen madde

a.g.tez. : Adı geçen tez

lev. : Levha

Bkz. : Bakınız

Bil. : Bilhassa

Çev. : Çeviren

B.A. : Başbakanlık Arşivi

Mh.Def. : Mühimme Defteri

MAD. : Maliyeden Müdevver Defter

D.N. : Defter No

BİBLİYOGRAFYA

ABDURRAHMAN HIBRÎ EFENDİ: Menâsik-i Mesâlik, I (Çev. Sevim İlgürel), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, 6(1975), s. 111-29.

AHMET CEVDET PAŞA: Tezakir 21-39 (Çev.Cavid Baysun), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1963.

AINSWORTH, William: Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamie, Chaldea and Armenia, I-II, London 1839-42.

ALISHAN, M.P.Leonce: Sissouan ou L'Armeno-Cilicie, Description, Geographique et Historique, Venise 1899.

ALLOM, Thomas-W.H.BARLETT: Voyage en Syrie et dans Asie Mineure, I-III, Paris 1843.

ANONİM: "Belen (Beylan-Baylan)", Türk Ansiklopedisi, 6(1953), s.66-67.

ANONlM: 1967 Hatay İl Yılığı, İstanbul 1968.

ANONİM: "Belen", Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedisi, Meydan Yayınevi, 2(1982), s.3369-3503.

ARMAĞAN, Latif: Osmanlılar Zamanında Hac Yolu ve Menziller, İstanbul Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990.

ATAK, Selçuk: Menzil Defterlerine Göre XVII. Yüzyılda Anadolu Yol Sistemi Hakkında Bir Araştırma, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yayımlanmamış Lisans Tezi, İstanbul 1970.

ATEŞ, İbrahim: "Hasan Paşa'nın Hatay Karamurt'taki Vakıf ve Vakfiyesi", Vakıflar Dergisi, 16 (1982),s.5-26.

ATEŞ, İbrahim: Kanuni'nin Su Vakfiyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987.

BARKER, W. Burchardt: Lares and Penates or Cilicia and its Genernaus, London 1853.

BARLETT, W.H.: Syria, the Holy Land, Asia Minor, I-III, London 1838.

BAYKARA, Tuncer: Anadolu'nun Tarihi Coğrafyasına Giriş.I. Anadolu'nun İdarî Taksimatı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1988.

BERNARD, Yvelise: L'Orient du XVIe Siecle des Voyageurs Français, Paris 1988.

BOZKURT, Rıza: Osmanlı İmparatorluğu'nda Kollar, Ulak ve İaşe Menzilleri, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1966.

CANTAY (GÜREŞSEVER), Gönül: Anadolu'da Osmanlı Kervansaraylarının Gelişimi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1974.

CANTAY (GÜREŞSEVER), Gönül: "Kervansaraylar", Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, I, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1988, s.369-92.

CARNE, John: La Syrie, La Terre-Sainte, L'Asie Mineure, III, Paris 1936.

CASSAS, L.F.: Voyage Pittoresque de la Syrie, de la Pehnicie de la Palestine et de la Basse-Egypte, Paris 1799.

CORNELIUS DE BRUYN: Voyage au levant, trad, Française, Delft 1700.

COVEL, John: Early Voyages and Travels in the Levant, London 1893.

CUINET, Vital: La Turquie d'Asic, Geographie, Administrative, Statistique, Descriptive et Raisonnes de Chaque province L' Asie Mineure, I-IV, Paris 1891-94.

ÇUBUK, Vahit: "İskenderun Tarihinden Bir Kesit (1903) Yılında İskenderun Kaza Teşkilatı (Halep Salnamesine Göre)", Hatay, 5(1987), s. 18.

DARKOT, Besim: "Belen", İslâm Ansiklopedisi, 2(1949), s.473-75.

DAVIS, E.J.: Life in Asiatic Turkey. A Journal of Travel, London 1879.

DUMAN, Hasan: Osmanlı Yıllıkları (Salnameler ve Nevsaller), İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Merkezi Yayınları, İstanbul 1982.

ERDMANN, Kurt: "Zur türkischen Baukunst Seldschukisher und osmanischer Zeit", Istanbuler Mitteilungen, 8(1958), s. 1-39.

EVLİYA ÇELEBİ: Seyahatname, II (Çev.Atsız), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1972.

EVLİYA ÇELEBl: Seyahatnâme, I (Hatay-Suriye-Lübnan-Filistin) (Çev.İsmet Parmaksızoğlu), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1982.

GOODWIN, Godfey: A History of Ottoman Architecture, London 1971.

GÖYÜNÇ, Nejat: "Karamort Külliyesi", VIII. Türk Tarih Kongresine Sunulan Bildiri, Ankara 1983, s. 1651-55.

GÜÇER, Lütfi: XVI-XVIl. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi ve Hububatlardan Alınan Vergiler, İstanbul 1964.

GÜRSOY, Cevat R.: "Türkiye'nin Tarihi Yolları", Türk Coğrafya Dergisi 50. Yıl Özel Sayısı, 26 (1974), s.24-30.

HALAÇOĞLU, Yusuf: Osmanlı İmparatorluğu’nda Menzil Teşkilatı ve Yol Sistemi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1982.

HALAÇOĞLU, Yusuf: XVIIl. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

HALAÇOĞLU, Yusuf: "Bağras", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi", 4(1991), s.45-9.

HALAÇOĞLU, Yusuf: "Belen", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 5(1992), s.403-4.

HARTMANN, R.: "Bağras (Bagrâs)" İslâm Ansiklopedisi, 2(1949), s.216.

HELLENKEMPER, H.-F.HILD: Neue Forschungen in Kilikien, Wien 1986.

İLTER, İsmet: Tarihi Türk Hanları, Karayolları Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1969.

JACQUOT, Paul: Antioche. Centre de Tourisme.I-II, Beyrouth 1931.

KAFADENK, Saadettin: "Hatay'da Tarihi Eserler", Hatay, 8-10(1988), s.26-27.

KATİP ÇELEBİ: Cihannüma (çev. İbrahim Müteferrika), 1145/1732.

KONYALI, İ.H.: Abide ve Kitabeleri ile Kilis Camileri. İstanbul 1968.

KÖPRÜLÜ, M.Fuat: "Suriye Kervansarayları", Vakıflar Dergisi, 2(1942), s.468-72.

KURAN, Aptullah: Mimar Sinan, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1986.

KRAMERS, J.H.: "Sulaiman I", Encyclopedia of Islam, 4(1934), s.522-27.

LEAKE, W.M.: Journal of a tour in Asia, London 1824, Hildesheim 1976.

MUTAFIAN, Claude: La Cilicie au Carrefour des Empires, I-II, Paris 1988.

MÜDERRİSOĞLU, M.Fatih: Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. Yüzyılda İnşa Edilen Menzil Külliyeleri, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 1993.

MÜNECCİMBAŞI AHMED DEDE: Müneccimbaşı Tarihi (Câmi'üd Düvel, Sahâifül Ahbâr fî vekayî ül A'sâr), I-IV, İstanbul 1868.

NEHÇET IBN-I MEHMED DERVİŞ: Nehçet-ül Menazil, İstanbul 1293/1876.

ORHONLU, Cengiz: "Mesleki Bir Teşekkül Olarak Kaldırımcılık ve Osmanlı Şehir Yolları Hakkında Bazı Düşünceler", Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 1(1972), s.93-118.

ORHONLU, C.: Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbent Teşkilâtı, Eren Yayıncılık, İstanbul 1990.

ORHONLU, C.: Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, Eren Yayıncılık, İstanbul 1987.

OTTER, J.: Voyage en Turquie et en Perse,I-II, Paris 1748.

PARRY, V.J. : "Baylan (Belen)", Encyclopedia of Islam,..I (1960), s.1134.

SARAL, Mahmut: Hatay İli Yakın Çevre İncelemeleri, Antakya 1981.

SAUVAGET, Jean: "Les Caravanserails Syriens du Hadjdj de Constantinople", Ars Islamica, 4(1937), s.98-121.

SÖNMEZ, Zeki: Mimar Sinan ile İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler, Mimar Sinan Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1988.

ŞEMSEDDİN SAMİ: Kamusü'l Âlâm, I-VI, İstanbul 1306-16/1889-99.

TAESCHNER, Franz: "Die Entwicklung des Wegenetzes und des Werkehrs im türkischen Anatolien", Anadolu Araştırmaları, 1/2 (1959), s. 169-93.

TUĞLACI, Pars: "İskenderun", Osmanlı Şehirleri, Milliyet Gazetesi Yayınları, İstanbul 1985.

TÜRKMEN, A.F: Mufassal Hatay, I-IV, İstanbul 1937.

WIENER, Müller: Burgen der Krazritte, Berlin 1966.

YAYAN, Oğuz: Tabiî Güzellikleriyle Belen", Hatay, 2(1986), s.20.

YEMŞEL, D.Samuel: "1641-42 de Bir Karayigit'in Türkiye Seyahatnamesi", Vakıflar Dergisi, 3 (1956), s.97-106.



YERASIMOS, Stephane: Les Voyageurs Dans L'Empire Ottoman (XIVe-XVIe siecles), Ankara 1991.

Resim 5: Belen, İskenderun yönünden görünüm (1680, C. De Bruyn).

Resim 6: Belen, Antakya yönünden görünüm (1785, L. F. Cassas).

Resim 7: Belen, İskenderun yönünden bakış (1836, W. H. Barlett).

Resim 8: Belen, Antakya yönünden bakış (1836, W. H. Barlett).

Lev. 13: Şehitlik’ten Vadi ve Yerleşimin genel görünümü (1992).

Lev. 14: Tarihi yol ve Kanunî Sultan Süleyman Külliyesi (1990).

Lev. 15: Modern yol (E-5) ve Külliyenin Cami ve Hamamının güneyden görünümü (1990).

Lev. 19: Han, Kitabe (1990).

Lev. 20: Han, Cami minaresinden genel bakış (1990).

Lev. 21: Han, tahrip olan ve kısmen onarım gören kuzeydoğu bölüm (1990).

Lev. 23: Cami, Kitabe (1990)

Lev. 24: Cami, güneyden genel görünüm (1990)

Lev. 25: Cami, Harim, iç görünüm (1990)

Lev. 26: Cami, kuzeydeki giriş bölümü (1990)

Lev. 28: Hamam, kitabe (1990)

Lev. 29: Baldeken Türbe ve Mezarlık (1992).

Lev 30: Kuzey yamaçta yer alan konut bölgesi (1992).

Lev. 31: Günümüze ulaşmayan eski bir ev (1991).

Lev 32: Tarihi yol üzerinde yer alan konutlar (1991).

Lev. 33: Hamam, kitabe (1992).

Lev. 34: Hamam ve çevre yapılar (1992).

Lev. 35: 19. Yüzyıla ait okul (1992).

Lev. 36: Tarihi yol üzerindeki dükkan/depo harabeleri (1991).

Lev. 37: Vadi içindeki su kemeri (1992).

Lev 9: Belen, geçide giden şose (1890-1900, İSLAM TARİH-SANAT VE KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA MERKEZİ/IRCICA Yıldız fotoğraf albümleri koleksiyonu.

Lev. 10: Belen, yerleşimin içinden geçen tarihi Adana-Halep/Antakya-Şam yolu ve yol boyunca uzanan çarşı (1890-1900, İSLAM TARİH-SANAT VE KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA MERKEZİ/IRCICA Yıldız fotoğraf albümleri koleksiyonu).

Lev 11: Belen, tarihi yol, Kanunî Sultan Süleyman Camii ve hamamının görünümü. (1890-1900, İSLAM TARİH-SANAT VE KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA MENKEZİ/IRCICA Yıldız fotoğraf albümleri koleksiyonu).

Lev. 1: Türkiye’nin tabiî yollarını gösteren harita (1975, C. Gürsoy).

Lev. 4: Abdurrahman Hıbrî Efendi’ye göre 17. yüzyılda Hac yolu güzergahı ve konaklama menzillerini gösteren harita (1975, S. İlgürel).

Lev. 12: Belen yerleşimin ölçeksiz krokisi (1993, F. Müderrisoğlu-T. Yazar).

Lev. 16: Kanunî Sultan Süleyman Külliyesi, konum planı (1990, F. Ertuğ).

Lev. 17: Kanunî Sultan Süleyman Hanı, restitüsyon planı, (1937, J. Sauvaget).

Lev. 3: Seyahatnamelere göre 17-18. yüzyılda Anadolu yollarını gösteren harita (1959, F. Taeschner).
Lev. 18: Han, rölöve planı (1990, F. Ertuğ).

Lev. 22: Kanunî Sultan Süleyman Camii, rölöve planı (1990, F. Ertuğ).

Lev. 27: Kanunî Sultan Süleyman Hamamı, rölöve planı (1990, F. Ertuğ).

İSLÂM’IN SANATA

VE

MİMÂRİYE BAKIŞI

Doç. Dr. Nusret ÇAM

Günümüz Türkiye'sinde yan yana getirmekte oldukça güçlükle karşılaşılan kavramlardan bir tanesi de "İslâm" ile "sanat”tır. Hem dindar sâde vatandaşın, hem de aydınlarımızın, bu iki kelimeyi birarada düşünmekte bir hayli zorlandığını görmekteyiz. "Sanat"la "İslâm" kelimelerini birarada kullandığınızda birincilerin de ikincilerin de aklına hemen ya resim ve heykel, ya da modern sahne sanatları gelmekte ve bunların İslâm'la bağdaşmayacağını söylemektedirler. Halbuki sanat, yalnızca bunlardan ibâret olmadığı gibi, bu iki kavramın niçin bağdaşmadığı konusunda da doyurucu cevap almak mümkün değildir.

Aynı soru, ebru, tezhip, minyatür, hat, cilt, çini, sahneyle ilgili olmayan klasik sanatlar dikkate alarak sorulduğunda da fazla tatmin edici bir cevap alınacağı sanılmamalıdır. Zira bunlar hakkında fazla bir bilgileri yoktur. Konu mimarlık olunca, durum biraz değişmekte ve cemiyetimizin hemen her kesimi Selimiye, Süleymâniye, Sultanahmet gibi câmilerle Mimar Sinan'dan hayranlıkla bahsetmekte, fakat bunların büyüklüğünün hangi özelliklerinden kaynaklandığı sorusu yine de cevapsız kalmaktadır.

Daha da kötüsü, bugün ülkemizin hemen hemen her kesiminde büyük bir "estetik erozyon" ve "tarihi tahrip" hâdisesi yaşanmaktadır. Çirkin binalar, estetiken mahrum câmiler, maviye veya yeşile boyanarak aslî güzelliklerini kaybetmiş mihraplar, yurt dışına kaçırılan yazma eserler, bir kenara atılmış nâdide hat levhaları, bir köşede çürümeye terkedilmiş Selçuklu veya Osmanlı sinileri, kırılmış mezar taşları, tarihten ve sanattan kopukluğumuzun ifâdesi değil midir? Dindar veya muhâfazakâr olduğunu söyleyen zenginlerimizden kaç tanesi bugün hat, ebru, tezhip gibi klâsik İslâm sanat eserlerinin koleksiyonunu yapmaktadır? Hattâ bunların bugün İstanbul'da hemen hemen Osmanlılar zamanındaki kadar başarıyla icra edildiğini, en iyi müşterilerinin ise Japon, Amerikan, Arap ve Avrupalı zenginlerin olduğunu kaç kişi bilmektedir?

Sanatın ve İslâmın ne olduğu sorusuna yeterli cevap verilememesi ve bunların kesişme noktalarının tesbit edilememesi sebebiyle bugün İslâm sanatı ya çok özel bâzı alanlara sıkışıp kalmış, ya da müzelik bir hâdise olarak düşünülür olmuştur. Günümüzde "İslâm sanatı" adına ortaya konulan eserlerin ise henüz istenilen seviyeye gelemediği görülmekte, fakat büyük istikbal vaadetmektedir. İşte bu sebeple İslâm'da sanatın yeri ve mâhiyeti konusu, kendiliğinden önem kazanmaktadır.

* *

*

İslâm'ın sanata, tasvire ve mimarlığa bakışı gibi konular, hem müslüman, hem de yabancı araştırmacılar tarafından epeyce işlenmiş olmakla birlikte1, tartışmaya açık bâzı konuların, gelişen İslâmî araştırmaların ve sanat tarihi incelemelerinin ışığı altında yeniden incelenmesi gerektiği anlaşılmaktadır. İslâm’ın sanat hakkındaki görüşlerini dile getirmeden önce,"sanat" kelimesinden neyin anlaşılması gerektiğine kısaca temas etmekte yarar vardır.



Arapça "sana'a" fiilinden türeyen sanat, çeşitli ansiklopedilerde değişik şekillerde tarif edilmekle birlikte onun " insanları, gördükleri, işittikleri, his ve tasavvur ettikleri olayları ve güzellikleri, insanlarda estetik bir heyecan uyandıracak tarzda ifâde etmesi" olayı olarak da görebiliriz Bu tariften de anlaşılacağı üzere, bir çalışmanın sanat eseri olabilmesi için, "insan elinden çıkmış olması, güzel olması ve orijinal olması"

____________________________________________________________________________



1 İslâmın sanat, tasvir ve estetikle ilgili yönünü inceleyen kitap ve makaleleri bibliyografya kısmında vereceğiz.

gibi şartları hâiz olması gerekmektedir. Bu sebeple, insan elinden çıkmayan nefis bir dağ manzarası, şelale, peribacaları vs. güzel olmakla birlikte sanat eseri sayılmazlar, çünki insan elinin mahsulü değildir. Yine aynı şekilde, bir insan tarafından yapılmış olsalar bile, insanda estetik hayranlık uyandırmayan basit bir masa, rahle veya tabak da sanat eseri sayılmazlar. Ancak, bunlar, işinin ustası kimseler tarafından çok ince bir şekilde yapılıp tezyin edilirse, daha doğrusu görenlerde güzellik etkisi uyandırırsa o zaman sanat eseri sıfatı kazanırlar.

Şimdi burada karşımıza, "güzel nedir", "güzelliğin ölçüsü nedir", "hangi şey güzeldir, hangi şey çirkindir" gibi sorular çıkmaktadır. Estetiğin sâhasına giren bu konudaki tartışmalar yaklaşık 2500 yıldan beri bir sonuca ulaştırılamamış ve "güzel"in tam bir tarifi yapılamamış, hatta bu konuda çeşitli estetik doktrinler bile meydana gelmiştir. Bu tarifler ve tartışmalar bu yazının konusu değildir. Fakat hemen şunu söyleyelim ki, "güzel, faydalı olandır" şeklindeki tarifler artık gerilerde kalmış bulunmaktadır. Yine bu arada, estetikçilerin "güzel"i tarif edememelerinin, bu konuda ihtilafa düşmüş olmalarının, "güzel"in mevcut olmadığı anlamına gelmediğini de işâret etmek icap eder. Aşk, sevgi, hüzün, acı, keder gibi insanın en tabii hislerinin hangisi tarif edilebilmiştir ki, güzellik de tarif edilebilsin! Çünki o, kolayca tarif edilebilecek ve kimsenin itiraz edemiyeceği şekilde ölçülebilecek maddi bir olay değildir. O halde kişiden kişiye, toplumdan topluma, mekândan mekâna ve zamandan zamana değişse de ortada "güzel" diye hakikatin olduğu muhakkaktır. Bu izafilik durumu, "güzellik" kavramına fazla zarar getirmeyip ona zenginlik de kazandırmaktadır. Bundan da anlaşılacağı üzere, o, bütün manevî olaylar gibi ferdî, derunî ve ulvî bir olay olup, idrak kaabiliyetine göre kişiden kişiye değişir.

Sanatın ve güzelliğin tariflerini bu şekilde yaptıktan sonra, İslâm'ın bu konulardaki tutumuna geçebiliriz. Fakat bu konuya doğrudan doğruya girmeden önce, sanat ve güzellik duygusunun insan ve toplum hayatındaki yerini de sağlam bir şekilde belirlemek gerekmektedir.



a) İnsanda güzellik ve sanat duygusunun fıtriliği:

İnsanı en iyi tanımanın herhalde en iyi metodlarından birisi de ona iyi gözlemci sıfatıyla bakmak, hareketlerini kontrol etmektir. Ona böyle bir nazarla baktığımızda insanın, biri maddî, diğeri ruhî olmak üzere iki dünyasının bulunduğunu ve bütün faaliyetlerinin bu iki yönde cereyan ettiğini müşâhede ederiz. Sanat insanın bu ikinci yönünü teşkil eden unsurlardan birisidir.

İnsanı tam olarak tanımak için tutulması gereken yollardan bir tanesi, davranışlarını, henüz dinî ve sosyal baskılardan âzade, en samimi bir şekilde dile getiren 3-5 yaşındaki çocukların faaliyetlerini gözlemek olmalıdır. Çünki bu çağdaki çocuklar, doğuştan sahip oldukları içgüdülerini, melekelerini ve kaabiliyetlerini, içlerinden geldiği gibi hareket ederek, en saf şekilde sergilerler. Bu davranışlar, onlar için hem bir oyun, hem de yetişkinlik çağlarındaki faaliyetleri için bir alıştırma ve hazırlıktır. Bu konudaki bâzı tesbitlerimizi genelleştirerek söylemek gerekirse, hiçbir insan yoktur ki, o günkü imkânları ve kaabiliyeti çerçevesinde çocukluğunda sanat faaliyetleri diyebileceğimiz faaliyette bulunmamış olsun. Bir kimse, dinî ve sosyal baskıların henüz teşekkül etmediği o çağlarında mutlaka şarkı söylemiş, resim yapmış, bir müzik eşliğinde oynamış, çamurdan bir hayvan figürü yapmış, ev bina etmiştir. İşte insanın bu gibi faaliyetleri, onda güzellik ve sanat duygusunun fıtrî olduğunun güzel bir işâretidir. İnsanlar, çocuklukların ortaya koydukları bu faaliyetlerini ileriki yaşlarında ya çeşitli sebeplerle terkeder, köreltir, bastırırlar ve sanatın en alt faaliyeti demek olan dinleyici seyirci olarak devam ettirirler, ya da geliştirerek sanatkâr olurlar.

Bir kimsenin elbiselik bir kumaş veya kravat alırken bile mağaza mağaza dolaşması, insanda doğuştan mevcut olan bu güzellik duygusunun eseridir. Eğer insanda böyle bir güzellik duygusu bulunmasaydı, elbiselerin yalnızca sağlamlığına, soğuk veya sıcağa karşı dayanıklılığına bakılacak, yemeklerin göze değil, yalnızca damağa hitap etmesi yetecek, binaların sağlam ve kullanışlı olması kâfi gelecek, arabalar, elbiseler çeşit çeşit modellerde yapılmayacaktı. İşte bu gibi örnekler, güzellik duygusunun insanda doğuştan mevcut olduğunun başka işâretleridir.

Çevremizde yapacağımız başka bir gözlemi ve meşhur bazı sanatkârların saralı veya akıl hastası olduğunu2 dikkate aldığımızda, insandaki bu güzellik ve sanat duygusunun faaliyete geçmesi hâdisesinin, kavrama kaabiliyeti idiot ve debil derecesinde olan kimseler haricinde zekâ ve ruh sağlığı ile de pek ilgili olmadığı anlaşılacaktır. Hatta böyle kimselerin eğitiminde Osmanlılar zamanında olduğu gibi, müzik ve resimden son zamanlarda tekrar istifâde edilmeye başlandığı hemen hemen herkesin malûmudur. Demek oluyor ki, her insanda az veya çok; şu veya bu şekilde sanata karşı bir yatkınlık mevcut olup, kişi bunu geliştirerek sanat merdivenindeki yerini alır. Bu merdivenin ilk basamağı, seyirci veya dinleyicilik, amatörce yapılan çalışmalar olduğu halde, en üst basamağı Sinan'ların, Itri’lerin, Yahya Kemâl'lerin, Levnî'lerin, Bihzad'ların, Şeyh Hamidullah'ların bulunduğu noktadır.

Bu tesbitlerimizden de anlaşılacağı üzere insan, yalnızca düşünen, üreten, inanan bir varlık değil, aynı zamanda sanat eseri meydana getiren bir varlıktır. Tarihe baktığımız zaman, en ilkelinden en gelişmişine kadar yeryüzündeki bütün insan topluluklarının sanatla meşgul oldukları, sanat eseri meydana getirdikleri görülecektir. Hatta sanat eseri meydana getirmemiş bir din ve topluluk yoktur. Arkeolojik ve antropolojik

____________________________________________________________________________

2 Frete, Jean. Delilik (çev. H.Vehbi Eralp), İstanbul, 1946, s. 103-107.

araştırmalar, bu durumun, tarihin herhangi bir zaman diliminde değil, fakat dünya kurulduktan beri böyle olduğunu ortaya koymaktadır. O halde sanat, ferdî plânda fıtrî, tarihî ve sosyolojik anlamda evrensel bir hâdisedir. Hatta onun evrensel bir hâdise olması da her insanda fıtrî olmasının bir neticesi ve tezâhürüdür. Diğer taraftan, bir kültürün ürünü olarak ortaya çıkan bir sanat eserinin, mesela bir çininin veya minyatürün, çok değişik başka kültürlerin insanları tarafından rahatlıkla beğenilip satın alınabilmesi, bir hıristiyanın Sultanahmet Câmii karşısında hayranlığını gizleyememesi gerçeği de bu sanat duygusunun evrenselliğinin başka bir delilidir.



b) Kur’ân ve Hadislerin ışığı altında güzellik duygusunun fıtriliği:

Kur’ân-ı Kerim'de güzel sanatlarla doğrudan doğruya ilgili bir âyet mevcut değildir. Bununla birlikte, diğer bâzı âyetlerin ışığı altında O'nun güzel sanatlara nasıl baktığını tayin etmek mümkündür. Bunun için önce "insan”ın ne olduğunu bilmek gerekir.

Kur’ân-ı Kerim'e göre Allah, insanı yeryüzünde kendisinin halifesi olarak en güzel ve en akıllı şekilde yaratmıştır. Mesela Yüce Allah, Tin Suresi 4. ve 5. âyetlerinde:



Muhakkak ki biz insanı en güzel şekilde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik" demekte; Teğâbun Suresi 3. âyette de:



"Size sûret verip, sûretinizi en güzel şekilde yaratmıştır, dönüş O'nadır” diye buyurmaktadır. Mealini verdiğimiz birinci âyetteki "insanın en güzel şekilde yaratılma”sından maksat, insanın mükemmel şekilde yaratıldığı denilebilirse de, ikinci âyetteki "sûretinizi en güzel şekilde yaratmıştır" şeklindeki bir ifâde, bunun, yüz ve endam güzelliğini de içerisine aldığını göstermektedir.

İnsanın en güzel biçimde yaratılması, aynı zamanda onun güzellikleri kavrama, bunlardan zevk alma ve estetik değeri olan eserler yapma kaabiliyetini hâiz olduğunun da bir ifadesidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim'deki bâzı ayetler insanı düşünmeye dâvet ederken, bâzı âyetler de üstün belağati ve tasvirlerindeki güzelliğiyle doğrudan doğruya insanın estetik yönüne hitap etmektedir.

İnsanın fizikî ve aklî bakımından en üstün varlık olarak yaratılması, Yeryüzü'nde karşılaşacağı i'tikadî, ahlâkî, fizikî ve beşerî problemleri çözüp hayatını iyi şekilde devam ettirebilmesi, en güzel şekilde yaratılmış olması da Dünya güzelliklerinden zevk alabilmesi içindir. Hakikaten de Dünya nimetleri yalnız iyi değil, aynı zamanda güzeldir. Mesela Güneş, Dünyamızı aydınlattığı, ısıttığı, ham meyveleri olgunlaştırdığı için yalnızca iyi olmayıp, bilhassa doğuşu ve batışındaki haşmeti ile de güzeldir. Aynı şekilde ağaçlar, insanın ihtiyaç duyduğu meyveyi, odunu, keresteyi verdiği için iyi, insan ruhunda bıraktığı hoş etki ile de güzeldir. Bu örnekleri, kuşlar, bulutlar vs. için de çoğaltabiliriz. Nitekim birçok âyette bu konu çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.



"Ondan yeşillikler çıkardık. Ondan yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, biribirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler yapıp çıkarıyoruz. Meyvesine, bir meyve verdikleri zaman, bir de olgunlaştıkları zaman bakın" (En'am, 99).



"Hayvanları da O yaratmıştır: Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Onların etlerinden yersiniz; akşamleyin getirip sabahleyin salarken onlarda sizin için bir zevk (güzellik) vardır" (Nahl, 5-6).

Bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere, Dünya nimetleri yalnızca iyi ve faydalı değil, aynı zamanda güzeldir. Diğer taraftan, Cenab-ı Hakk'ın yarattığı en güzel şey ise bu dünyadaki sâlih amel işleyenlere vaad edilmiş olan Cennet'tir. Eğer insanın bu güzellik ve güzelliği kavrama yönü bulunmasaydı, Cennet'in "altlarında ırmaklar akan köşkleri”nden veya oradaki hurilerin, insanın hayal gücünün dahi erişemediği güzelliklerinden bahsedilmeyecekti.

Aslında, Allah'ın insanı "güzel" sûrette yaratması gâyet tabiidir. Çünki, Yaratıcı'nın kendisi "Cemâl” (Güzel) sıfatını taşımaktadır. Bir âyete göre:

"Yaratanların en güzeli Allah'tır" (Mu'minun, 14).

Yine başka âyetlerden (Hicr, 29; Secde, 9; Sad, 72) öğrendiğimize göre,



"Allah, O'na (Âdem'e, insana) kendi ruhundan üflemiştir".

İşte insanın güzel ve güzelliğe karşı meyyal olması, güzel eserler ortaya koyabilmesi gerçeği,

bu âyette belirtilen yaratma hâdisesine dayanmaktadır. Hatta insanın "ahsen-i takvim" olmasının sırrı da burada yatmaktadır. Hz.Dâvud'un sesini en güzel kılan, Hz.Yusuf’u ve Hz. Muhammedi insanların en güzeli yapan iksir, işte budur. Buna mukabil, böyle bir yaratılma imtiyazından mahrun bulunan "eşek en çirkin sese sahiptir" (Lukman, 19).

Diğer taraftan, Kur’ân-ı Kerim'deki birçok âyet, bu "âyetler" (işâretler) karşısında Müslümanların düşünüp ibret almasını ve bu güzelliklerden istifâde etmesini istemektedir. Bunlardan bir tanesi de Âraf/31-32. âyetleri olup şöyledir:





"(Ey âdemoğulları), mescidde süslü elbiselerinizi giyiniz, yeyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünki Allah müsrifleri sevmez. De ki, Allah, kulları için çıkardığı zîneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş?"

Görüldüğü gibi, bu âyetlerden birincisinde mescide giderken zinetlerin takılması (yani tefsircilere göre güzel koku sürülmesi, temiz ve güzel elbiseler giyilmesi) istenilmiş, ardından da gâyet cömert bir ifâdeyle de "yeyiniz, içiniz" diye insanlara Dünya nimetlerinden istifade edilmesi söylenmiştir. İkinci âyette ise güzel zinetleri, hoş ve temiz rızıkları Allah yasaklamadığı halde yasaklayanlar veya yasaklayacak olanlar azarlanmıştır. Zaten başka bir âyette (Kasas-77) de:



"Ve Dünyadan da nasibini unutma" denilmek sûretiyle yukarıdaki âyet te'yit edilmektedir.

Dünya nimetlerinden faydalanılması gerekliliği, Peygamberimiz tarafından da sık sık vurgulanmıştır. Mesela, Nesâî'de (Zînet, 54) ve Ebu Dâvud'da (Libas, 14) yeralan bir hadiste, zengin olduğu halde, çirkin ve değersiz bir elbise giymiş olarak huzura gelen bir kişiye Peygamberimiz:



"Allah mal vermişse, Allah'ın kerameti senin üzerinde görünsün" demiştir.

Tırmizî'nin (Edeb, 41) rivâyet ettiği bir hadis ise şöyledir:



"Allah, temizdir, temizliği sever, güzeldir, güzelliği sever, merhametlidir, merhameti sever, cömerttir, cömertliği sever. Saçınız varsa, temiz tutunuz; Yahudilere benzemeyiniz".

Müslim'de şöyle bir hadis bulunmaktadır3.





"(Bir gün) Peygamber, "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennet'e giremez" dedi.

Bunun üzerine (Sahâbeden) birisi:

-"Fakat elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını isterse?" diye sorduğunda, Nebi:

-"Allah güzeldir ve güzeli sever, (halbuki) kibir hakkı uzaklaştıran ve insanları hakir gösteren şeydir cevabını vermiştir."

Bu hadislerden de anlaşılıyor ki, İslâm dini, estetiğe büyük önem vermekte ve bu estetiğin kaynağını doğrudan doğruya Allah'a (c.c) dayandırmaktadır. Bu sebeple peygamberimiz hayatının her safhasında güzelliği arıyor, insanların giyiminde vs. bunlara dikkat etmesini tavsiye ediyordu. Mesela bunlardan bir tanesi şöyledir: "O, bir gün cenaze merasimine gitti ve mezarın içinde hafif bir kazılış hatası görerek bunun derhal düzeltilmesini emretti. Birisi O'na bunun ölüyü rahatsız mı edeceğini sordu. Peygamberimiz de: "Aslında böyle şeyler ölüyü ne sıkar, ne de ona rahatlık verir, fakat bu, sağ olanların gözlerine güzel görünmek içindir" diye buyurdu4. Peygamberimiz yalnız böyle demekle kalmayıp çevresindeki güzellikler karşısında sık sık duygularını dile getiriyordu. Mesela bir defasında aşılı bir fidanı tutup öperek "keşke ben de senin gibi aşılı bir ağaç olsaydım" demiş5, genç hanımı Hz. Aişe'ye de "ya Hümeyra" (pembe yanaklı) diye iltifatta bulunmuştur. Yine Peygamberimiz, bir defasında Habeşistan'dan gelen ve Medine'deki Mescid'in avlusunda mızraklarıyla gösteri yapan bir grup Habeşliyi Hz.Aişe ile birlikte seyretmiş6, bayramlarda7 ve düğünlerde8 çalgı çalınmasını istemiştir9. Tabii bu düğünlerin, İslâmın koyduğu yasakları ihlal etmeyen bir biçimde yapıldığına hiç şüphe yoktur.

Başta Buhârî ve Müslim'de olmak üzere bellibaşlı bütün hadis kitaplarında bulunan bir hadis ise şöyledir: "Resulüllah (S.A.V.) bir defa Ebu Musa el-Eş'arî'nin okuduğu Kur’ân'ı dinledi ve ona Ey Ebu Musa, sana Dâvud'a verilen mizmarlardan bir mizmar verilmiştir' dedi”10 Peygamberimizin Kur’ân-ı Kerim'in güzel ve insanda tesir uyandıracak şekilde okunması için söylediği

____________________________________________________________________________



3 Müslim, Kitabu'l-İman, I/93, hadis 147.

4 İbn Sad, I/1, s. 91'den nakleden Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, İstanbul, 1969, s. 60.

5 Muhammed Kutup, İslâm Düşüncesinde Sanat, (Çev. Akif Nuri), İstanbul, 1979, s.74.

6 Buhârî, 8:69; 13:2; 56:79.

7 Buhârî, 13:2; 56:81.

8 Buhârî, 67:28.

9 Geniş bilgi için bak: Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 63; Yusuf el-Kardavî, İslâm'da Helal ve Haram, (çev. Mustafa Varlı), Ankara, 1970, s. 314-322; Uludağ, Süleyman, İslâm Açısından Mûsikî ve Semâ, İstanbul, 1976, 59-83.

10 Uludağ, a.g.e., s. 105.

daha pekçok söz olup Buhârî ve Müslim'in rivâyet ettiği bir tanesi şöyledir: "Kur’ân-'ı seslerinizle süsleyiniz”11 Yine Peygamber Efendimiz, sesinin güzelliğiyle müezzinlerin piri olan Bilal-ı Habeşî'nin okuduğu ezandan daha çok etkilenir ve ezanı genellikle onun okumasını isteyerek "Ya Bilal, kalk bizi ferahlandır" derdi. Hz. Muhammed'in (A.S.) "Ya Bilal, kalk da ezan oku" demeyip, rakik bir kalbin eseri olan "kalk bizi ferahlandır" ifâdesini kullanması, O'nun başka bir inceliğini göstermektedir. İşte Peygamberimiz, güzellikler karşısında böyle rakik bir kalbe sahipti. Zaten Kur’ân-ı Kerim'in istediği Müslüman modeli de budur. Şu âyet-i kerime bu gerçeği ortaya koymaktadır: "Muhakkak ki gerçek Mü'minler, ancak, Allah'ın ismi zikredildiği zaman, kalpleri titreyen kimselerdir" (Enfal-8)

Bütün bu âyet ve hadislerden anlaşıldığına göre, İslâm dini, insanın estetik bir dünyasının da bulunduğunu kabul etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, insanın bu yönü, onun en az dinî, ahlâkî ve beşerî yönü kadar önemlidir. İslâm, insanın diğer yönlerinin olduğu kadar, bu yönünün de geliştirilip olgunlaşmasını istemiştir. İnsanın estetiğe karşı böyle istidadı olmasaydı, Kur’ân-ı Kerim'in, o eşsiz belağatine ve şiir güzelliğine gerek olmayacak, Cennet ise bol yiyeceklerden, rahat fizikî şartlardan ibâret bir mekân olarak takdim edilecekti. Halbuki Kur’ân-ı Kerim'de Cennet'in estetik cephesi, onun iyi ve faydalı olma özelliklerinden daha ön plânda takdim edilmiştir. Hatta Cennet, insanın tamamıyle estetik yönüne hitap etmektedir. Oradaki meyveler insana gıda sağlamak, onun vücudunu geliştirmek, köşkler Cennet'teki insanı soğuk ve sıcaktan korumak, huriler ise insan neslini çoğaltmak gibi maddî fayda sağlamak için değildir. Fakat bu özellik, şimdiye kadar din bilginlerimizin dikkatini pek çekmemiştir. Keza, Cehennem sâdece kötü değil, aynı zamanda çirkindir de.


Yüklə 2,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin