MesciD-İ nebevî-Nİn yapildiği günden bu yana geçİRDİĞİ geniŞletme giRİŞİmleri


f) Kur’ân-ı Kerim'in eski şehirlere ve mimarî eserlere bakışı



Yüklə 2,45 Mb.
səhifə25/28
tarix03.01.2019
ölçüsü2,45 Mb.
#89565
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   28

f) Kur’ân-ı Kerim'in eski şehirlere ve mimarî eserlere bakışı:

İslâm'da sanat meselesinin daha iyi anlaşılması için, onun mimarîye bakışını da gözler önüne sermek gerekmektedir. Kur’ân-ı Kerim'de bu konuya doğrudan doğruya temas eden bir âyet olmamakla birlikte, Orta-Doğu ülkelerinde yaşayan Âd (Âraf/74; Fecir/6), Semud (Hacc/45; Fecir/9) ve Mısır Krallığı (Fecir/10) gibi eski kavimlerin yaptıkları şehirler ve mimarlık eserleri hakkında bâzı işâretler bulunmaktadır. Fecir Suresi’nin 6-11. âyetleri bu konuda bilhassa önemlidir:





"Görmedin mi Rabb'ın Âd kavmine ne yaptı, O sütunları bulunan İrem şehrine. Öyle ki, onun şehirler arasında bir benzeri yaratılmamıştı. Vâdide kayaları kesip yontan Semud'a, Kazıklar sâhibi53 Firavun'a. Onlar ki, ülkelerinde azgınlık edip Hakk'a başkaldırmışlardı."

Başka bir âyet de şöyledir:





"Siz, her yüksek yere bir alâmet bina edip boş şeyle mi uğraşırsınız? Ebedî kalacağınızı umarak âbideler edinir misiniz?" (Şuara/128-9).

Mealini verdiğimiz bu âyetler, gösteriş, övünme veya Allah'ı unutturup sırf eğlence vesilesi olacak binaların yapılmasını hoş karşılamamaktadır, İslâm fıkhına göre eşyada esas olan ibahadır (mübahlıktır), yani eşyanın kendisi, -mesela domuz eti gibi birkaç nesne hariç- haram değildir. Bu sebeple İslâm dini, ister âbidevî, ister sâde olsun, binanın kendisine karşı değildir. O'nun karşı olduğu şey, lüks, israf ve gösteriştir.

Halbuki Kur’ân-ı Kerim, Seb'e/13. âyetinde Süleyman Peygamber için yapılan saray, "heykel”, büyük çanak ve kazanlardan sitayişle bahsettikten sonra Nemi Suresi’nin 44.âyetinde bu saraydan biraz daha teferrutalı olarak bahseder. Bu âyete göre Süleyman'ın köşkünde cama benzer saydam maddeden yapılmış bir yer vardır. Saltanatıyla öğünen ve o zaman henüz Müslüman olmayan Saba Melikesi, bu saydam yeri su dolu havuz sanarak oradan geçerken eteğini toplamış, fakat Hz. Süleyman'ın, "o camdan yapılmış bir salondur" demesi üzerine mahcup olmuş ve Hz Süleyman'ın dinine girmiştir. Kur’ân-ı Kerim'in bu konudaki mesajı açıktır. Buna göre, yalnızca inanç ve ahlâk bakımından değil, Müslümanların kültür, sanat, medeniyetçe de diğer kavimlerden ileri olmaları gerekir ve Cenâb-ı Hak, bundan ancak sevinç duyar.

O halde, israf ve gösteriş olur düşüncesiyle câmilerin çini, kalemişleri, oyma, mermer vs. ile tezyinine karşı çıkmanın bir anlamı da yoktur. Zira bunlar İslâmın izzet ve şerefini temsil ettiği müddetçe dâima iyidir ve hatta gereklidir. Eğer İslâm iyi, güzel ve hak bir din ise, bunun da aynı şekilde takdim edilmesi gerekir. Daha doğrusu zarf mesâbesinde olan dinî yapıların, mazrufa (zarfın içindeki mesaja), yâni İslâmın kendisine uygun olması gerekir. Eğer Allah güzelse, Allah'a ibâdet edilen yerlerin de O'nun şânı ile mütenâsip olması icap eder. İşte bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak,





"Allah'ın ismi, yükseltilmesine müsâade ettiği evlerde (câmilerde) anılır. Orada sabah ve akşam O'nu tesbih ederler" (Nur/36) demiştir. Yine aynı sebeple Müslümanlar, eski devletlerin yaptıkları kiliselerin karşısına daha güzel ve heybetli câmiler inşa etmek arzusunu taşımışlardır. Mesela Ankara'da Ogüst tapınağının yanıbaşındaki Hacı Bayram Câmii, İstanbul'da Ayasofya'nın karşısındaki Sultanahmet Câmii böyle bir ruh ve gayretle ortaya çıkmıştır. Türkler bu câmilerini böyle yapmasaydı da mesela oldukça basit bir gecekon-

____________________________________________________________________________



53 "Kazıklar sâhibi" ifâdesi, birçok tefsirde "Firavunun askerleri için yere çakılan çok sayıda kazık" şeklinde yorumlanmaktadır. Fakat bizim kanâatimize göre bunlar, Eski Mısır'da şehirleri süslemek veya kötü ruhlardan korunmak maksadıyla dikilen ve bir örneği İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda bulunan ucu sivri, dört köşe, heybetli dikili taşlar olmalıdır. Bu "kazıkların", Âd ve Semud kavimlerinin yaptığı şeylerle birarada zikredilmiş olması, bunların da birer âbide olduğunu göstermektedir.

du benzeri dört duvar ile onu örten düz bir örtüden meydana getirmiş olsalardı, herhalde bugün Müslümanlar bu eserleriyle iftihar edemeyecek, tam tersine Ayasofya'nın azâmetli kubbesi ve Ogüst tapınağının sütunları altında ezilecekti.

İslâm dini, müşrik kavimlerden kalan bina ve benzeri şeylere de karşı değildir. Hatta, O, bunları, geçmiş kavimlerin kültür ve yaşantılarının nasıl olduğunu daha sonra gelen kavimlerin bilmesi için bir araç olarak görür. Mesela Âl-i İmran Suresi’nin 137., En'am Suresi’nin 11. ve Nahl Suresi’nin 36. âyetleri şöyledir.



"Yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün" demek sûretiyle Kur’ân-ı Kerim, insanları, geçmiş cemiyetlerden kalan bina ve harâbeleri görüp ibret almaya dâvet etmektedir. Hatta manastır anlamına gelen "savma"lara dokunulmamasını söyleyen bir hadis de mevcuttur54. Geçmiş putperest veya başka bir dine mensup toplumların yaptıkları mâbet veya şehirlerin yıkılmasını ya da hor görülmesini isteyen sözlere ne Kur’ân-ı Kerim'de, ne de hadislerde rastlamak mümkündür. Tam tersine, mealini verdiğimiz bu gibi âyetler, Müslümanların bu kalıntılar sâyesinde eski kavimler hakkında bilgi sâhibi olmasını istemektedir. O halde İslâm'da tarihî eser düşmanlığı da yoktur. Zira, eğer bunlar yok edilirse, yeryüzünde ibret almak için insanlar neyi görebilecek ve bu gibi âyetlerin hükmü nasıl gerçekleşebilecektir?

Eğer İslâm öncesi tasvirlere ve tarihî eserlere karşı bir düşmanlık olsaydı ve bunlar böyle bir dinî sâikle imha edilselerdi bugün Mısır, Suriye, Türkiye, İran, Irak ve diğer Müslüman ülkelerin müzelerini dolduran eşyaların hiçbirinin mevcut olmaması gerekirdi. Fakat fethedilen ülkelerin geçmiş dinlerine âit dinî semboller imha edilmediği gibi ön plâna çıkarılmasına da müsâade edilmemiştir.



BİBLİYOGRAFYA:

-Akseki, A.H., Tasvir ve İttihaz-ı Suver. Kâmil Miras tarafından haberdar edildiğimiz (Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, C. 6, s. 534) bu eseri aramalarımıza rağmen bulamadık.)

-Arnold,T.W., Painting in Islam, Oxford, 1929.

-Arvasi, S.A.. Diyalektiğimiz ue Estetiğimiz, İstanbul, 1982.

-Atasoy. N., "Tasvir", İslâm Ansiklopedisi, C. 12/1, İstanbul, 1974, s.32.

-Ayvazoğlu, B., Aşk Estetiği, İstanbul, 1982.

-Ayvazoğlu.B., İslâm Estetiği ve İnsan, İstanbul, 1989.


  • Aydın,M., "İslâm'ın Estetik Görüşü", Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ekim 1986, Yıl 15, sayı 4, s.9-24.

  • Baltacıoğlu, İ.H., "Türk Sanat Gelenekleri", Yıllık Araştırmalar Dergisi, C.I, Ankara, 1957.s. 1-24.

  • Berk,N.,"İslâm Sanatında Plastik ve İfade", İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 4, Ankara, 1955, s.49-43.

-Creswell, K.A.C., "The Lawfulness of Painting in İslam ", Ars Islamica, vol. XI-XII, Michigan, 1946, pp. 159-165.

-al-Faruqi, İsmail, "Figurative Representation and Drama: Their Prohibition and Transfiguration in Islamic Art, Islamic Art Common Principles Forms and Themes", Proceedings of the International Sympostium held in Istanbul, Damascus, 1989, s. 261-269.

-Grabar, O., İslâm Sanatının Oluşumu (çev. Nurhan Yavuz), İstanbul, 1988, s. 58-79.

-Hamidullah, Muharnmed, İslâm Peygamberi (çev. M.Said Mutlu-Salih Tuğ), C.II, İstanbul, 1969, s.59-64.

-Hamidullah, M., İslâma Giriş (çev. Kemâl Kuşçu), Ankara, 1976, s. 256-260.


  • İpşiroğlu, M., İslâmda Resim Yasağı ve Sonuçları, İstanbul, 1973.

  • Karaman, H., Günlük Hayatımızda Haramlar ve Helaller, İstanbul, 1982, s. 54-58.

  • Kardavi, Y., İslâm'da Helal ve Haram (çev. Mustafa Varlı), Ankara, 1970, s. 109-126.

  • Keskioğlu, O., "İslâmda Tasvir ve Minyatürler", Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.IX, Ankara, 1961,s. 11-23.

  • Kutub, M., İslâm Düşüncesinde Sanat (çev. Akif Nuri), İstanbul, 1979.

  • Lammens, H., "L’Atitude de I'Islam primitif en face desarts figures", Journal Asiatique, Ilme serie, IV, 1915, pp. 239-279.

  • Massignon, L.,"İslâm Sanatlarının Felsefesi" (Çev. Burhan Toprak), Din ve Sanat, İstanbul, 1962, s.5-22.

-Meriç, R.M., Türk Tezyinî Sanatları, İstanbul, 1934

- Mustafa Sabri, İslâm'da Münakaşaya Hedef Olan Meseleler (sadeleştiren Osman Nuri Gürsoy), İstanbul, 1978.



  • Papadopoulo, A., "Sur I’Esthetique de I’Art Musulman, Islamic Art Common Principles Forms and Themes", Proceedings of the International Symposium held in İstanbul, Damascus, 1989, s. 178-188.

  • Reşit Rıda, İmam, "Hükmü't-Tasvir ve Sun'u's-Suver ve't-Temâsil

  • Sabunî, Tefsirü Ayâtu'l- Ahkâm. C. 2, Şam, tarihsiz, s. 391-422.

  • Sahih-i Buharı Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi (terc. Kâmil Miras), C. 6, Ankara. 1969 s. 414-421; C. 12, Ankara, 1978, s. 116-117.

Şekerci, O., İslam'da Resim ve Heykelin Yeri, İstanbul, 1974.

  • Wensinck. A.J., "Suret", İslâm Ansiklopedisi, C. XI, İstanbul, 1970, s. 48.

  • Yetkin, S.K.,İslâm Sanatının Mahiyeti, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.I, Ankara, 1952, s. 44-47.

  • Yetkin,S.K., İslâm Sanatı Tarihi, Ankara, 1954, s.6-10.

-Yetkin,S.K., İslâm Mimarisi. Ankara, 1965, s.48-51.

____________________________________________________________________________



54 Ahmed İbni Hanbel, Müsned, C. I, s. 300.
ESKİ YUGOSLAVYA SINIRLARI

DAHİLİNDE

TARİKAT HAREKETLERİNİN

TARİH İÇİNDEKİ GELİŞİMİ

VE

ÖNEMİ

Dr. Mehmet İBRAHİM



I. GİRİŞ:

A) Eski Yugoslavya'da Tarikatlerin Tarihçesi:

Günümüze kadar Yugoslavya'da tarikatler hakkında derli toplu bir araştırma yapılmamıştır. Yapılan araştırmaların çoğu, tarikat veya tekkelerin son faaliyet durumlarını ve tekke şeyhlerini tanıtmakla yetinmişlerdir. Nitekim bir çok araştırmacının Osmanlı İmparatorluğunun çekirdeğinin oluşmasında, Avrupa'ya açılmasında, İslamın Balkanlar’da kalıcı olarak yerleşmesinde aktif rol alan tarikatlerin asıl gaye, hedef ve felsefelerini incelemeden, sadece son dönemlerde dejenerasyona uğramış şekliyle var olan tarikatlerin zikir şekillerinden, mensup olduğu tarikatın dahi gerçek felsefesini tam anlamıyla kavramaktan uzak şeyhlerin dedikleriyle yetinmeleri konuya ne kadar yüzeysel yaklaştıklarının açık bir ifadesidir. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki; son dönemde bu konuyla ciddi şekilde ve derinliğine meşgul olan Alexandre Popoviç'in çalışmaları1 Balkanlar’da tasavvufi hareketin gerçek manada anlaşılmasında genç araştırmacılara ışık tutacak niteliktedir. Bizim ise bu kısa etüt çalışmamızda daha ziyade, Balkanlar’da ve bilhassa eski Yugoslavya sınırları dahilinde tarikatlerin rağbet görmelerindeki sebeblerden, yayılış gayelerinden, özelliklerinden, felsefelerinden ve halk üzerindeki tesirlerinden ve bu tesirlerin ne şekilde günümüzde yansıdığından söz etmeğe gayret sarf edeceğiz.

Bilindiği gibi her tarikatın temelinde "İslamı yaymak" ve "insan nefsini terbiye etmek" bulunmaktadır. Bu iki temel unsura öncelik verme oranı tarikatlere göre değişmektedir. Bazı tarikatlerde İslamı yaymak birinci derecede önem taşırken, bazılarında aksine insan nefsini terbiye etmek hususunun ön plânda geçtiği görülmektedir. Tarikatlerde görülen bu farklı anlayışın önemi üzerinde durmak ve elde edilen olumlu veya olumsuz sonuçları tesbit ederek, bugüne kadar gözardı edilen bazı ihtimallere işaret etmek istiyoruz.

Yugoslavya'nın herhangi bir bölgesinde belirli halk kitlesi tarafından benimsenen tarikat, bir başka bölgede kökeni ayrı olan diğer bir halk kitlesi tarafından hor görülebiliyor. Buna biraz daha açıklık getirecek olursak, Arnavut'lar tarafından benimsenen tarikat, Boşnaklar, Pomak'lar-Torbeşler2 ve Türkler arasında pek benimsenmiyor veya bunun bazen aksi de olduğu görülebiliyor. Yugoslavya'da farklı milli kökenlere sahip bu halk topluluklarının tarikatları seçmelerinde; önceden sahip oldukları kültür birikimi, örf, âdet ve geleneklerin önemli ölçüde etki ettikleri görülmektedir. Bu saydığımız milli değerlerin Balkanlar’da ve bilhassa Yugoslavya'da İslamın yayılmasında ve yerleşmesinde ne derece önemli rol aldıklarını son zamanlarda yapılan ilmi çalışmalar da açık şekilde ortaya çıkarmıştır.

Bütün tarikatlerin temelinde Allah'a ulaşma ve yaklaşma felsefesi bulunmaktadır. Ancak, bu tek hedefe ulaşmak için farklı methodlara başvurdukları görülmektedir. Nitekim, "Allah'a giden

____________________________________________________________________________



1 POPOVİÇ, A., L'İslam Balkkanique- "Les musulman du Sud-est eurropeen la periode post- ottoman, Osteuropa institut, Berlin-1986; Popoviç, A.-Veınsten, G., Les ordres mystıques dans l'islam,- "Les ordres mystiques musulmans du sud-est europeen dahs la periode post-ottomane", s.83-99, Paris-1986; Popoviç, A., "Les musulmans du sud-est europeen dans la periode post-ottomane", Journal Asiatique, CCLXIII/3-4, Paris, 1975, s.317-360.

2 TORBEŞ-POMAK: Halk arasında islamiyeti kabul edip Makedonca ve Bulgarca konuşan halk topluluğuna verilen addır. Devlet tarafından ise resmi olarak "Makedon veya Bulgar Müslümanları" adlandırılmaktadır. Buna karşılık Pomak ve Torbeşlerin çoğu kendilerini Türk olarak hissetmektedirler. Ancak son dönemlerde yapılan bilimsel araştırmalar gerek Pomakların gerekse Boşnakların X-XI. yüzyılda Balkanlara göçeden Peçenek, Kuman Türk boylarından olduğu görüşü yaygındır.

yollar, varlıkların sayısı kadar çoktur” 3 denilmektedir. Bu yaygın olan deyimi, Kur’an da ; "Allah'a varmak için vesilelere sarılın”4 âyetiyle anlatılmak istenen hususun bir başka ifadesi olarak görmek mümkündür.

İnsanların yaratılışlarında kâinatın sırrı olarak her ferd birbirinden farklı bir mizaca, düşünceye, duyguya ve şekle sahip olarak yaratılmıştır. İnsan şahsiyetinde kudret ve yaratıcılık derinleşip enginleştikce, bir ferdin ötekilerden farklılığı da fazlalaşır. Her birimizin bağımsız bir âlem olduğumuz fikri kendimizde hasıl olur5. Ancak bunun kadar gerçek olan bir diğer husus ta insanın sosyal bir varlık olduğu gerçeğidir. Diğer bir deyişle, insanı toplum dışı bir varlık olarak görmek veya düşünmek mümkün değildir. İnsan kendi fikir, duygu ve düşüncesini toplumun diğer fertleri tarafından paylaşılmasını ve benimsenmesini de ister. O halde insan şahsiyetinin farkına varmak, hem de birliğin tadını çıkarmak ihtiyacını hissetmektedir6.

Buraya kadar yaptığımız izahatlarla sergilemeye çalıştığımız bu inceliği çok iyi kavrayan tasavvuf ehli, tarikatler aracılığıyla bir yandan ferdin müstakil dünyasına (personalite, individualite), bir yandan da insanın sosyal varlık yapısındaki birlik ve beraberlik ünitesine halk kitlelerini peşine takmayı başarmışlardır. Buna göre "tarikat" şeriat (İslam hukuku)'ın gösterdiği hedefe varmak için bir vesile veya takib edilen "yol”, kişisel karektere göre de bir vaziyet veya tutumdur7. Bundan dolayı "şeriat" (İslâm hukuku) tek olmasına rağmen tarikatler çoktur.

Tarikatlerin takib ettikleri metot8, zikir usulleri9, siyasi (politik) tavırları10 açısından bir takım sınıflandırmalara tabi tutulduğu da görülmektedir. Fakat tarikatların sınıflandırılmasında temel ölçü olarak "bir tek Allah'a, Hz.Muhammed'in Peygamberliğine ve Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kitabı olduğuna" inanılması hususları alınmaktadır. Bu üç esası temel alan tarikatlar "ehli kıble" (ehli sünnet) olarak kabul edilirken, bunun dışında kalanlar ise "batini" (ehli sünnet dışı) tarikatlar olarak görülmektedir11.

Tarikatlarda görülen bu farklılıklara rağmen "ehli kıble" ve "batini" ayrımı yapmadan bütün tarikat hizmetlerinin iki noktada yoğunlaştığını söyliyebiliriz. Birincisi, İslamı yaymak, ikincisi ferdin (insanın) nefsani ve ruhani eğitimini sağlamak. Bu iki unsurdan birincisinin asli, ikincisinin de vasıta unsuru olduğu görülmektedir.

Tarikatların aslî hedef olarak seçtikleri İslamı yayma hususunda oldukça başarı kazandıkları, bilhassa son zamanlarda yapılan araştırmalarla ortaya konmuş durumdadır. Daha doğrusu bunların başarısında, İslamı karşı tarafa tebliğ etme noktasında savaş ve kılıç yerine, gönüle hitabı tercih etmelerinin önemli bir etken olduğu gözlenmektedir.

Tarikat mensupları İslamı benimsetmek ve sevdirmek için güzel konuşma, güzel davranış ve örnek yaşayış gibi her türlü meziyetlerini azâmi bir şekilde ön plâna çıkarmışlardır12. Bunların ikna yoluyla kabul ettirdikleri İslam kılıçtan ve vergiden kaçma gibi usullere dayalı sunî davranışları aşarak samimi inanç şeklinde kendini göstermiştir13. Balkanlar'da İslamın kısa zamanda benimsenmesinde tarikat mensuplarının önemli ölçüde etkili olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Ne var ki, başlangıçta tarikatlar, Osmanlı devletinin Balkanlar'a yerleşmesinde olumlu yönden hizmet etmişken, daha sonraki dönemlerde ise bazı tarikatlar onun çöküşünü hızlandırma rolü almışlardır14. Nitekim bunlardan biri Bektaşi tarikatıdır. Ondokuzuncu yüzyılda Osmanlıların hasta olduğu bir dönemde ortaya çıkan otorite boşluğundan istifade ederek bir takım isyanlara, suikastlere ve tertiplere öncülük ettikleri bilinmektedir15. Son zamanlarda ise tarikatları yücelten "ilmi" değerlerin yerine, hayalleri, hisleri ön plana geçirerek ve gerçeklik dünyası bir tarafa bırakılarak her şeyi keramet anlayışıyla açıklamaya çalışmaları, tarikatların gerilemesine ve yozlaşmasına sebep olmuştur.

B. Eski Yugoslavya'da Tarikat Hareketleri ve İslamın Yayılması:

Osmanlıların Balkanlar'a yerleşmesinde tekkelerin ve tarikat şeyhlerinin üstlenmiş oldukları

____________________________________________________________________________

3 Hadis (Hz.Muhammed'in sözü ve işi) olduğu söylenmektedir. Bunun yanında tasavvuf ehlinin yaygın olarak kullandığı bir deyimdir.

4 Kur'an-ı Kerim, 5/3, Suudi Arabistan Krallığı basımevi, Medine 1987.

5 Hamidullah, Muhammed, Initiation a I'islam, Paris 1970, s.67.

6 Öztürk, Yaşar Nuri, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler, Sidre yayıncılık, İstanbul 1988, s. 104.

7 Arnold, T.W., İntişarı İslam Tarihi, (Tercüme, A.Y.Ocak), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1971, s.86.

8 Tarikatler izledikleri metodlara göre üçe ayrılmaktadır: Tarik-i Ahyar, Tarik-i Ebrar, Tarik-i Şuttar. Bu esasa dayanarak "Ruhani" ve "Nefsani" olmak üzere de ikiye ayrıldıkları bilinmektedir.

9 Tarikatler zikir usullerine göre: Kıyam-i (zikirlerini ayakta yapanlar), Kuud-i (oturarak zikir yapanlar), Haf-i (zikirlerini gizli yapanlar), Cerh-i (zikirlerini sesli yapanlar) diye dörde ayrılmaktadır.

10 Politik esasa dayanan sınıflandırma da ise: Ortodoks (Ehli sünnet içi) ve Heterodoks (Ehli sünnet dışı) olarak ayrılmaktadır.

11 Özürk, Y.N., Tasavvufun Ruhu……. s.107.

12 Barkan, Ömer Lutfi, "İstila Devrinde Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler", s.279-353, Vakıflar Dergisi, Sayı II, Ankara-1964.

13 Osmanlı idare sisteminde, İslamı kabul edenler "öşür", kabul etmeyenler gayr-ı müslim ise "cizye" vergisine tabidirler.

14 Öztürk, Y.N., “Yugoslavya'da Tasavvufi Hayat ve Tekkeler", s.223-238, Türkiye Yazarlar Birliği Yıllığı, Ankara 1986.

15 Barkan, Ö. L., a.g.m., s. 186.

görevler ve yaptıkları faaliyetlerin önemi ve derinliği bilhassa son zamanlarda yapılan araştırmalarla gün ışığına çıkmaktadır.

Osmanlı fetihlerinin Balkanlar’daki öncüleri ve ilk mimarları tarikat şeyhleri olmuştur. Türk-İslâm tarihi bakımından büyük önem taşıyan Balkanlar'ın fethinde çok dikkat çekici olan bir nokta vardır ki o da şudur; Balkanlar Osmanlı ordusunun gelip askeri açıdan feth etmesinden çok daha önce tarikat akıncıları tarafından bir anlamda feth edilmiş, diğer bir deyişle Osmanlı buraya geldiğinde yerli halkın psikolojik olarak bu fethe hazır hale getirildiği son derece elverişli bir ortamla karşılaştı16. Balkanlar’da Türk-İslam adına bir gönül fethi gerçekleştirenlerin başında özellikle Bektaşi'lerin önemli rol oynadığını, günümüzde dahi yol kavşaklarında yüzlerce Bektaşi tekkesinin varlığın koruması ile açıklamak mümkündür.

Bunun yanında yeni feth edilen topraklarda, hırıstiyan halkın Osmanlı idaresiyle uyum sağlamasında tarikatlerin kaynaştırıcılık (katalisatör) görevi yaptıkları söylenmektedir17.

Osmanlıların Balkanlar’da kısa zamanda köklü bir şekilde yerleşmesini sadece buraya kadar bahsettiğimiz tarikatlerin faaliyetlerine bağlamak, doğru değildir. Balkanlar’da Osmanlılarla birlikte İslâm'ın yayılmasında tarikat şeyhlerinin önemi olduğu kadar, burada IX. ve X. asırda Orta Asya'dan göç etmiş Peçenek, Kıpçak, Kuman, Avar ve Vardoriot gibi Türk boylarının halen eski ananelerini kaybetmedikleri, sahip oldukları bu örf, âdet ve geleneklerin de İslamı kabul etmelerinde önemli katkıları olduğu görüşü yaygındır18. Çünkü, aynı milli değerlere bağlı birbirinden habersiz iki kardeş topluluğun karşılaşmasında ortaya çıkabilecek bir çok sorunun halli kolayca mümkün olabilmiştir.

X'dan XIV. yüzyıla kadar Balkanlar'da Slav akınlarına maruz kalan bu Türk boyları büyük ölçüde lisanlarını kaybetmişler19, fakat eski örf, âdet ve geleneklerini devam ettirmişlerdir20.

Onların bu şekilde örf, âdet ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmaları onların kolayca Osmanlı idaresini ve İslâm dinini benimsemelerine yol açmıştır. Nitekim özellikle Boşnak ve Pomaklar'ın İslamı kabul etme hususu bu sebeblere bağlanmaktadır21.

Eski Yugoslavya'da İslamın yayılması hadisesinde bu yukarda saydığımız iki görüşün yanında üçüncü bir görüşe de yer verildiği görülmektedir. Nitekim bu görüşe göre; XIII-XIV. yüzyılda eski Yugoslavya topraklarının büyük bir bölümünde hakimiyetini sürdüren Bizans'ın zayıflamış olmasıyla ortaya çıkan otorite boşluğu, toplumda kargaşa, yolsuzluk ve bir çok anarşi olaylarının yaşanmasına sebeb olmuştur22. Bu kargaşa ve anarşi döneminde Slavların baskı ve yağmalarına maruz kalan Arnavutlar Osmanlıyı bir kurtarıcı olarak görmüşlerdir. Bundan dolayı huzur ve sükûnetin sağlanması için Osmanlı idaresine yardımcı olan Arnavutların büyük bölümü İslâmiyeti kabul etmelerine vesile olduğu söylenmektedir23.



II. ESKİ YUGOSLAVYA'DA OSMANLI DÖNEMİNDE TARİKATLERİN FAALİYET DURUMU:

Osmanlı İmparatorluğunun batıya doğru fütuhatta gazilerle birlikte tarikat şeyhlerinin katıldığını, yol kavşaklarında, boş ve tenha arazilerde tekke ve zaviyelerini kurarak, kısa zamanda bu bölgeleri dini, sosyal ve kültür merkezi haline getirdiklerini söylemiştik. Görünüşte sadece bir dini kuruluş gibi sanılan tekkelerin, aslında yöre halkının sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan bir kurum olarak ta faaliyet yaptıkları görülmektedir24. Tarikatlerin halk üzerine çok yönlü faaliyetlerini gören zamanın Osmanlı idarecileri, tarikat şeyhlerine araziler bağışlayarak kendi bölgelerine yerleşmelerini istemişlerdir25. Osmanlı döneminde tarikatlerin dini, sosyal sanat ve eğitim alanlarında yaptıkları çok yönlü faaliyetlerini ayrı noktalar halinde izah etmeye çalışacağız.



Yüklə 2,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin