Mevlevi ŞAİrlerde ney metaforu



Yüklə 148,43 Kb.
tarix22.08.2018
ölçüsü148,43 Kb.
#74116




MEVLEVİ ŞAİRLERDE NEY METAFORU

Bu bildiri, Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen Uluslararası Mevlânâ Sempozyumu (8-12 Mayıs 2007, İstanbul-Konya)’nda sunulmuştur.

Doç. Dr. Necip Fazıl DURU Ordu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, ORDU nfduru@gmail.com



MEVLEVÎ ŞÂİRLERDE NEY METAFORU

Giriş

Hz. Mevlânâ (604-672/1207-1273) öğretisinin ortak paydasında buluşanların mekanı mevlevîhâneler, Osmanlı kültür hayatını besleyen önemli merkezlerdendir. Mevlevîhâneler, mensuplarının ruhânî gelişim ve değişimlerinin gerçekleştiği yerler olmasının ötesinde; birçok sanat dalının icra edildiği mekânlar olmasıyla da önemi haizdir. Onüçüncü yüzyıldan itibaren oluşmaya başlayan Osmanlı edebiyatına mensup şâirlerin büyük bir kısmının mevleviyye mensubu olduğu ilgililerinin malumudur. Bu şâirler, klâsik şiirin belirlenmiş yapısı içinde divanlarını tertip ederlerken, diğer şâirlerden farklı olarak, tarikatlerinin simgesi tennure, sikke/külah, hırka gibi giysi ve başlıklarını; mekânları mevlevîhâneyi; semâ’ı; def, kudüm ve ney gibi enstrümanları şiirlerine taşımışlar; bütün bunları şiir dilinin imkanlarını kullanarak, birçok söz sanatları içinde anlatmışlardır.

Farsça, kamış, saz manâsına gelen nây veya hafifletilmiş biçimiyle ney, Osmanlı müziğinin en kadîm üflemeli enstrümanlarından biridir. Kelimenin kökenini Sümerce’ye kadar götürenler de vardır. Senaî (ö. 535/1140)’nin Hadîkatü’l-Hakîka’sında1 ve Ferîdüddîn-i Attâr (537-618/1142-1221)’ın Cevâhirü’z-Zât’ında şikayetler eden ney, ayrıntılı bir şekilde yer alsa da; daha ziyade Mesnevî’de metafor olarak öne çıkmasıyla, bu enstrüman, mevlevîhânelerde düzenlenen âyinlerde, mutribin aslî unsuru olarak yerini almış; zamanla kendisine kudsiyet atfedilerek nây-ı şerîf olarak anılmış; Mesnevî, tennûre, sikke gibi mevleviyyenin simgelerinden biri kabul edilmiş; özgün yapısı ve şekli bozulmadan, bugüne kadar gelebilmiştir.

Mesnevî’de bahsi geçen ney’le alakalı, birçok fikir ve benzetmeler mevcuttur. Şerhlerde, maddî, manevî açıdan kurulan münasebetlerde ney’in; Hz. Âdem’i, Hz. Peygamber’i, Hz. Mevlânâ’yı, mürşid-i kâmil (insan-ı kâmil)i, mümini, âşığı, gönlü, kalemi, Şems-i Tebrîzî (ö. 645/1247)’yi, simgelediği ve veya simgeleyebileceğine dair görüşlere yer verilmiştir.2

Mevlevî şâirlerin mevlevîlik vasfında söyledikleri şiirler incelendiğinde, teşbih, metafor (istiare)3, telmih, tevriye gibi sanatlar kullanılmak suretiyle ney’in anlatıldığı görülür. Şâirlerin hayal dünyasında ney, Hz. Musa’nın asâsı, Mesîh, Hz. Âdem; İsrâfil’in sûru, musikîde üstad; mürşid, muktedâ, evliya nefesi; şârih; âşık; Hz. Ali’nin sırlarına vâkıf; Hz. Mevlânâ’nın harîmi, müridi; Şems-i Tebrîzî; Elest habercisi olarak tasavvur edilmiştir.

1. Ney – Hz. Musa’nın asâsı, asâ; Rûh-ı Cibrîl, Mesîh’den feyz almış, Lokmân, Hz. Âdem

Ney ile Hz. Musa’nın asâsı arasında işlev ve şekil açısından benzerlik ilişkisi kurulmaktadır. Muhabbet meclislerinin süsü olan ney, kaba softalara ejderha gibi gözükse de, hakikatte o, Hz. Musa’nın mucizeler gösteren asâsından farksızdır. Ney’in özge sadâsı ruhlar üzerinde mucize etkisi göstermektedir:


Görünür ejdehâ-veş münkire bezm-i mahabbetde

Yed-i Mûsâ’daki demkeş-i ‘asâdır sanki nây-ı ney

Nâsır, MMM4, 37a
N’ola Fir’avn-ı nefs-i münkire ejder-nümâ olsa

Kef-i Mûsâ-yı ‘ışk-ı Hak’da gûyâ kim ‘asâdır ney

Nâzım, MMM, 32b

Basiretlerini yitirmiş zavallılar içinse ney, manevî bir asâ olarak düşünülmektedir:

Ney asâ-yı ma’nevîdir bî-basîretler için

Beş havâsa kıldı te’sîr pençgâh-ı Mevlevî

Rızâ, MMM, 18b
Ney’den çıkan sesin ruhları uyarıcı ve diriltici tesiri, şâirlere Hz. İsa’nın ölüleri diriltme mucizesini hatırlatır. Mesih’in nefesinden feyz almamış olsa, ney’in yüce âlemlere söz söylemeye kudreti yeter mi?
Feyz-i enfâs-ı Mesîhâdan teneffüs etmese

Leb-küşâ olmaz dem-â-dem ‘âlem-i bâlâya ney

İzzet, D, 628
Kâlib-i Meryem olur hemdem-i Rûh-ı Cibrîl

Gelse lafz-ı kaleme ma’nî-i bîgâne-i ney

Gâlib, D, 415

Latif sadâlı, hoş ahenkli ney’in dinleyenlere canlar bağışlayan, ölü gönülleri dirilten bir Cebrâil nefesi veya ölülere Allah’ın izniyle can veren bir Mesih olarak tasavvurunda, Tanrının insana ruhundan üflemesi, insanın da ney’e kendi ruhundan üflemesi anlayışı yatar. Hakikatte de dirilten doğrudan doğruya Kâdir-i Mutlaktır:

Ney degül gûyâ dem-i enfâs-ı Rûhullâhdur

Bir nefesde bildürür sad-râz-ı mübhem neydigün

Mezâkî, D, 484

Ney, Lokman hakîmin özelliklerine bürünmüş bir şahsiyet olarak da düşünülebilmektedir. Hal diliyle, can kulağıyla dinleyenlere, aşk derdinin devasına sahip Lokman olduğunu hatırlatır.


Ney dir lisân-ı hâl ile gûş-ı cânile dinle

Erbâb-ı derd-i ‘ışka Lokmân-ı Mevlevîyem

Rızâ, MMM, 48a



Elif biçimindeki boyu ve dem (nefes) iyle, ney, vahdaniyetin simgesidir. Şeklen ney, ilk harf elife ve ilk sayı bir’e benzer. Elif ve dem (söz), birlikte okunduğunda Âdem kelimesi ortaya çıkar. Sözü lüzumu olan yerde ve lüzumu kadar kullanmak ve doğruluk da, Âdem/adam (insan-ı kâmil) olmanın gereğidir. Ney, boyu ve soluğuyla nasıl âdem olunacağını da anlatmaktadır:
Bir dem u bir elif gerek âdeme âdem olmağa

Gâlib o remzi keşf eder kâmet-i Hak-nümâ-yı ney

Gâlib, D, 416
2. Ney - İsrafil’in Sûr’u, ma’nevî sûr

Kıyametin ve yeniden dirilişin habercisi İsrafil’in sûru da, beyitlerde benzetilen olarak kullanılır. Ney, âşıklara taze hayatlar sunması, kişiyi ölmemek üzere diriltmesi sebebiyle sûra benzetilmektedir. İnsanın bir takım ihtiraslarını, bencilliğini öldüren ve insanı Mutlak Varlık’ın varlığıyla dirilten ses, ney sesidir.5

Mevlânâ, ‘zurnanın ağlayışı, davulun inleyişi, birazcık (kıyamet gününde çalınacak olan) Sûr sesine benzer. İnsanın gönlünde uyuyan hatıraları uyandırır’,6 derken, musikî ile sûr arasındaki yakınlığı anlatmaktadır.

Müzik aynı zamanda ibadethanelerde, katı kalpleri yumuşatmak, gafil nefesleri cehalet uykusundan uyandırmak, onları ruhanî makama ve hayat evine teşvik edip, oluş (kevn) ve bozuluş (fesâd) âleminden çıkarmak, madde denizinde boğulmaktan ve tabiata esaretten kurtarmak için de kullanılır.7

Ney, ölgün gönüllere can katmada İsrafil’in sûrunu akla getirir. Ney’in sadâsı, cismanî âleme düşmüş ruhlara gıdadır. Mevlânâ: Güzel ses dinlemek, âşıkların gıdasıdır. Bu güzel, bu hoş sesleri dinleyişte buluşma, kavuşma hayali vardır. Yani ezeldeki ilahi huzuru ve o tatlı hitabı hatırlama zevki mevcuttur,8 cümleleriyle, aynı şeyleri söylemektedir. Kalbi uyanık olanlar, ney’in nidasının sırrını, sûrun hayat ihsan eden üflemesiyle izah ederler:
‘Ayn-ı sûr-ı ma’nevî sûretde nây-ı Mevlevî

Oldu ervâha gıdâ nây-ı nevâ-yı Mevlevî

Hanîf, MMM, 22a
Nefha-i sûr gibi feyz-i hayât eyler dir

Sorsun âgâh olana sırr-ı nidâ-yı nâyı

‘Adnî, MMM, 77a
Sürgün edildiği gurbet âleminde, asıl vatanını unutmuş ruhları uyarmak, uyandırmak; insanlara haşrı hatırlatmak noktasında Mevlânâ’nın ney’inin sesi, sûra sırdaştır, dosttur. Sûr vaktini hatırlatırcasına, ney, canlar için, onlar adına âh u figanlar etmektedir.

Cânları âgâh eder vakt-i kıyâm-ı haşrden

Nây-ı Monlâ bang-i sûrun ‘İzzetâ dem-sâzıdır

İzzet, D, 440

Mürde dilâna edeli bahş-ı hayât-ı şevk

Avâz-ı sûr-ı haşre şebîh oldu âh-ı ney

Zîver, D, 291
3. Ney - Mûsikîde üstâd

Musıkîmizin diğer sazlarının akortlarını ney’den almaları; yani ney’in temel akort sazı olması, onun musikide bir üstad, diğer sazların öncüsü olarak da düşünülmesini sağlamıştır.9

İrili ufaklı onbeş-yirmi kamış parçasını bir ucundan diğer ucuna kadar gittikçe kısaltmak suretiyle bağlayarak yapılan bir çeşit sazın adı olan mûsikâr, sıra sıra dizilmiş, âhlayıp inleyen mektep çocuklarına; ney de onlara ders öğreten üstada benzetilmektedir. Ahenkte ve yol açmakta da ney, diğer sazlara öncüdür. Mutripteki diğer sazlar, konuşabilmek için büyüğün, ustanın söze başlamasını bekleyen edepli çocuklara, çıraklara benzerler. Ayinlerde na’ttan sonra, ney ile taksim yapılması sebebiyle, ney mukteda/öncü olarak düşünülmüştür:

Nâyın ki tıfl-ı mektebidir saff-ı mûsikâr

Üstâd önünde verziş-i âh u enîn eder

Gâlib, D, 285

Muktedâ-yı râh u âhenk oldu cümle sâza ney

Gûş ururlar başlaya tâ ibtidâ âvâza ney

Nâsır, MMM, 37a
İnleyişi ve ağlayışı ile, bülbüllere ders öğretecek kabiliyette, yufka yürekli sermest bir üstattır ney:

Geh nâle vü zâr gâhî sermest

Üstâd-ı rakîk-i bülbülândır

Nâsır, MMM, 97a

Bir başka şâir, ney’in sadâsının, mesajını şarkı ve ilahilerle insanlara ulaştırmaya çalışan, lahutî ses sahibi Davûd’u bile âciz bırakabileceği iddiasındadır:

Şâh-râh-ı mûsıkîde etse bir dem sâz-ı ney

Bir nevâda gösterir Dâvûd’a bin i’câz ney

Nakşî, MMM, 33b



4. Ney - Mürşid, hakîm, nasihatçi, evliya nefesi

Metafor olarak ney, mürşitle de ilişkilendirilmektedir. Sözleri Hak kelamı olup, manevî tefsirdir. Ney’in insan-ı kâmile suret, lafız ve zat olarak (yüzünün sarılığı, sinelerinin delik delik olması; içinin boş olması vb.) münasebeti ve benzerliği vardır.10

Konunun uzmanları, insan eğitiminde ve terbiyesinde, nitelikli bir toplumun oluşturulmasında müziğin üstelendiği role dikkat çekerler.11 Lokmânî Dede, ney metaforu ile bir mürşidi konuşturur. Hal diliyle ney, ‘ey insan, bu cihanın fani olduğunu biliniz; işte gelen gitmekte kimse ebedî kalmamaktadır’, derken, bu âlemde yapılan her eylemin hesabının verileceği bir zamanı haber vermekte; topluma duyarlı fertler kazandırma kaygısı taşımaktadır. Ney, cihanda kimsenin ne dostunun ne de düşmanının sürekli olmayacağını en iyi âriflerin anlayacağını da bildirir. Ney’in muhatabı âriflerdir. Ney ile ârif arasında Mesnevî yorumcuları çok sayıda münasebet olduğunu söylerler.12 Ney’in boyu doğru ve düzgün; âriflerin de hali doğru ve yaratılışı yücedir. Ney, aşk sırrını âriflere söyleyen ve aşk feyzini onların kalbine salan bir mürşittir13:

Nâle-i ney sana dir iy insân

Bilünüz kim fenâ-durur bu cihân

Uş gelen gitdi kimse kalmayısar

‘Ârif olan bu sırrı anlayısar
Her ki geldi cihâna gider i yâr

Kalmayısar ne yâr u ne ağyâr

Lokmânî Dede, MM14, 264

Ney, müridlerini gafletten uyaran; onlara işaret parmağıyla manâ yolunu gösteren hakikat habercisine benzer. Mevlânâ’nın semâ’ının sırlarını anlatmaktadır. Zâhid, yani ehl-i zahir, ney’in inleyişinin, feryadının boş yere olduğunu, bir manâ ifade etmediğini zannetse de, o, gönül ehline aşkı talim etmektedir:15

Nây parmağıyla yol gösterip irşâd eder

Nidügin sırr-ı semâ’ın bize ol sultânın

Hüdâyî, MMM, 89a

Reh-i ma’nâya ney engüşt-i işâret dile bes

Gayrı kimden nefes ümmîd idüp irşâd ister

Fasîh, D, 332

Tasavvuf erbabı, velîlerin, ermişlerin söz ve nefesleriyle muhatapları üzerinde tesir meydana getirdiklerine,16 muhatabının safiyetini yitirmiş ruhu üzerinde değişim yapabildiklerine, onları arındırdıklarına inanmaktadır. Ney, sır ehli bir nefes sahibiyle de özdeşleştirilmiştir Allah yolunun dem sahibi bir mürşidi olması sebebiyle, aşk ehlini irşada muktedirdir. Dinleyenlerine haller armağan eden nevâsı, evliya nefesinden bir eser taşıdığının da alâmetidir. Bu noktada, ney’in ses rengi olarak insan sesine en yakın çalgılardan biri olması hatırlanmalıdır:
‘Aceb mi ehl-i ‘aşkı bir nefesde eylese irşâd

Ki zîrâ mürşid-i sâhib-dem-i râh-ı Hudâdır ney

Nâzım, MMM, 32b
Nevâ-yı nâyda bu nağme-hây-ı hâlet-bahş

Alâmet-i nefes-i evliyâ degül de nedür

Birrî, D, 275

Nefes almış meger bir vâkıf-ı sırr-ı hakîkatden

Ki ney erbâb-ı hâlin kâle gelmez niyyetin söyler

S.Vehbi, MMM, 114a


Müziğin, bireysel olgunlaşma, arınma, tatmin ve mükemmellik için bir iletken olduğu bilinmektedir.17 Hiçbir sanat, insan rûhuna musikî kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfuz edemez. Musikî, son derece değerli bir manevî temizlenme, ferahlama ve yücelme vasıtasıdır. Ruhu, kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmış olan dikenleri de ayıklayarak tedavi eder. Musikî ile temizlenmeyen ruh yükselemez, aksine yerdeki bayağı ihtiraslara bulaşarak kirlenir ve körelir. Gerçek musikî insana hayvanî hisleri hatırlatmak şöyle dursun, ona ‘sonsuz varlık’ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle O’na yaklaştırır ve nihayet ulaştırır. Bunda en etkili ses ise ney sadâsıdır.18

Dinleyenlerin ruhunda ney sadâsının akis bulması, ruhların bu sese tepkisiz kalamaması da aslında insanın ney sesine susamışlığını gösterir. İzan (akıl, edep) kulağıyla dinleyenlere ney nağmeleri, dış âlemdeki nesnelerin hakikatini olduğu gibi görebilmeleri ilmi, hikmetten bahseder; dünya nimetlerine meyletme sevgisinin, insanı tamamıyla meşgul etmesinin tehlikelerinden dem vurur:


Erişdi semt-i ervâha sadâ-yı nây-ı Mevlânâ

Duyuldu nağme-i hikmet-küşâ-yı nây-ı Mevlânâ

Hemdem, MMM, 3a
Telh eder sükker-i meyl-i ni’âm-ı dünyâyı

Gûş-ı iz’ân ile dinle nağamât-ı nâyı

Fasîh, D, 534
5. Ney - Şârih (yorumcu), hikâyeler anlatıcısı

Mesnevi’nin ilk onsekiz beytinde hikâyeler söyleyen ney metaforu, şâirlerce de kullanılmıştır. Ney’in edasındaki tesirin sebebi olarak, Hallac-ı Mansûr’un sırrını şerh etmesi gösterilir. Mansûr’un adının neyle birlikte zikredilmesinde, bir ney çeşidine ad olmasının ötesinde, Hallac-ı Mansûr’un âkıbeti ile ney’in âkıbetinin aynı olması yatmaktadır. Mansûr’un ney’e ad olmasındaki isabet şöyle dile getirilmiştir: “Başı, ayağı kesilip içi ateşle dağlanarak çilesini dolduran ve bu sayede en güzel nağmeleri çıkarabilme bahtiyarlığına ulaşan ney, bu haliyle ölümsüz, çilekeş aşkın sembolü olmuştur. Bu sembolün, aşk ve ıstırabın sultan şehidi Hallac’a izafe edilmesinden daha isabetli ne olabilirdi.19

Sırr-ı ‘acîbe-i dil-i Mansûru şerh ider

Her dem zebân-ı hâl-i mü’essir-edâ-yı ney

Fasîh, D, 488

Yine Mansûr’un kıssasını hatırlatacak biçimde, ney’in duvara asılmasına sebep olarak, her vakit Mansûr gibi ‘ene’l-Hak’ nidasıyla, sırrı ifşa etmesi gösterilir:

Durmayıp her bâr ene’l-Hak söyler ol Mansûr gibi

İtdigiçün sırrı ifşâ asılur dâra ney

Hemdemî, MMM, 33b

Hallac’ın ‘ene’l-Hak’ nidası nasıl bir dönem âlemi kaplamış, kimilerince tasvip edilip, kimilerince reddedilmişse, şimdi de başka bir Mansûr’un, mansûr ney’inin nağmesi âlemi kaplamaktadır:

Bir zaman tutmış idi dehri sadâ-yı Mansûr

Yine ol nağme ile çarh pür-âvâze midür

Mezâkî, D, 331

Ney, kudüm ve def, Kerrubiyânın (büyük melekler) kulaklarına fısıldadıkları aşk sırrını şerh ederler.20 Sînesini delerek nağmeler eylediğini sanmak bir yanılgıdır; ney, âşığın gönül derdini şerhle, beyanla meşguldür.21 Ney’e yakışan da bu değil midir? Gönlünde mâsivâdan bir iz bulunmayan birinin aşktan, muhabbetten başka bir şey söylemesi beklenir mi?22 Ney hüzünlü ve yakıcı hikayeler anlatırken, aşk erbabı, başları önlerinde, suskun bir halde onu dinlerler.23


6. Ney - Âşık

Sararmış benzi, delinmiş bağrı, içinin boş oluşu ile ney, tasavvufî şiirde âşığın simgesi durumundadır. Kendi varlığından bütünüyle boşalmıştır; içi kin, hile ve bencillikten temizlenmiş, nefsin heveslerinden arınmıştır; kendisinde görülen olgunluklar Allah’ın ahlakıdır ve yansımadan başka bir şey değildir.24

İstiare yoluyla ney, sevgilisinden ayrı kalmış bir âşıkla aynı tutulmuştur.25 Yâra kavuşma meclisinden ayrı düşen ve ona kavuşmayı tutkuyla arzu eden ney, (bu sebeple) perişan gönüllü âşığın içi (derûnu) gibi sadâ ile doludur.26 Metafor olarak tekye-gâhın, dünya; ney’in âşık olarak alındığı bir beyitte ney, feryadının sebebi anlaşılmayan bir âşık olarak karşımıza çıkar:
Her dem bu tekye-gâhda feryâd u nâleden

İdrâk olunmadı ki nedür müddeâ-yı ney

Fasîh, D, 488

Âşıklığın alâmeti inlemek, göğsünü dövmek, sinesini delik delik (sûrâh sûrâh) etmektir. Bunlarsa, ney’de, defte ve rebabta vardır.27 Hakiki manâda âşık olmayanların, âşığın halinden anlaması beklenemez. Âşıklara en uygun dost ve yoldaştır ney.28 Gönül yangınına en uygun hem-nefes de onun sesidir. Şâirler, hem-nefes veya hem-dem kelimelerini kullanırken, kelimenin dost, yoldaş anlamının dışında, nefesle üflendiğini de hatırlatmaktadırlar:

Hem-nefes-i nâle-i dil-sûzumuza nây gerek

Her hevâda bile yeltenmege hem-pây gerek

Samtî, TŞM, 303
Mesnevî’nin onuncu beytinin yorumunda, ney’in âhengini bir nefes ve sadâdan ibaret zannetmeyin, o âteştir. Yani âteşte nasıl te’sîr etmek ve yakmak hassası varsa o sadâda dahi kezalik te’sîr etmek yakmak hassası vardır. Ateş temas ettiği kaba te’sîr ederek derûnundaki cismi yakar ve sadâsı ise kalbe te’sîr ederek mâsivâyı yakar,29 demek suretiyle ney’in sadâsındaki güce işaret edilmiştir. Ney’ler aşk ateşi ile figan ettikçe, gönülde var olan bütün mâsivâ sevdasını, sevgisini tamamen yakmaya, mahvetmeye muktedirdir:

Nâylar âteş-i ‘ışk ile figân itdikce

Mahv ider cümle yakar dilde olan sevdâyı

Tâbi, MMM, 87a



Bî-ser ü pâ olmak, elsiz ayaksız olmak manâsında Farsça bir kelimedir. Ayağından ve elinden vazgeçmek, candan geçmeyi, tümüyle varlığı Hakk’a teslim etmeyi anlatır. Lokmânî Dede, ney’in ayağı ve başının kesildiğini, na’ra vurup gözyaşı döktüğünü, bu haliyle âşıklar içinde ney ismiyle anıldığını, âvazının da aynı hali tecrübe eden sadıklara hoş geldiğini belirtir:

N’oldı bir kamışa ki itdi figân

İşiden kaldı vâlih ü hayrân

Kesdiler ayağın u hem başın

Na’ra urdı vü dökdi göz yaşın

Ney olur ismi âşıkân içre

‘Işka yâr oldı sâdıkan, içre

Hoş gelür ‘âşıkâna âvâzı

Anlanur söyledükçe-anun râzı

Lokmânî Dede, MM, 263-264


Ney’in üst ucuna, fildişi, boynuz, kehribar, bağa, abanoz yahut kemikten imal edilen; sesin daha net çıkması ve dudakların yaralanmaması için takılan ek parçaya baş-pare adı verilir. Neyzen, neyle görüştükten sonra, içinden eûzu-besmele çeker ve Bakara sûresinin 255. ayeti olan, Allâhu lâ ilâhe illâ hû, der son ile birlikte neyi üflemeye başlar. Böylece, ney sesinin uzaması, âyetin de devamı olur.30 Baş-pare, Dost aşkına yanmış, diyerek inleyen, gıdası Hudâ zikri olan bir derviş gibi düşünülür:
‘Aşk ile başpâresi yâhû deyü nâlân eder

Dost deyüp dost ‘aşkına yanmış tutuşmuş nâra ney

Hemdemî, MMM, 33

İtmez hızâne-i dilin enbân-ı fikr-i zâd

Nûr-ı hemîşe zikr-i Hudâdur gıdâ-yı ney

Sâkıb, D, 147


Seslerin çıkabilmesi için, ney’in yüzeyinde dağlayarak deliklerin açılmasına şâirane sebepler (hüsn-i ta’lil) bulunmuştur. Ney, sırları ifşa ettiği için, ceza olarak bağrı delik delik edilmiştir. Çektiği aşk ıztırabı neticesi, çıplak bedenine kızgın demirle nişanlar vurmuş (dağlar açmış), vatanını terk etmiş bir âşık olarak da tahayyül edilir. Kalenderî ve abdalların, fakr ve tecerrüd esasının bir gereği olarak, mahrem yerleri hariç olmak üzere yarı çıplak vaziyette dolaştıkları gibi,31 ney de, gönül derdinin niyazına simge olsun için, arık vücuduna dağlar yakmış bir aşk abdalı olarak düşünülür:

Gûyâ ki ten-bürehne bir abdâl-ı ‘ışkdur

Yakmış vücûd-ı lâğara dâğ-ı niyâz ney

Fasîh, D, 489

Ser-pâ bürehne sînesini çâk çâk ider

Remz-i niyâz-ı derd-i dil oldu edâ-yı ney

Tâib, MMM, 35b

Bağrı delik bir âşık-ı nâlende oldığın

Bildirdi ehl-i bezme hazîn ol sadâ-yı ney

İhyâ, MMM, 36b

Sîne-i ney dâğ-dâr olmağa bâ’is n’eydigün

Anla ‘uşşâkun gönül sûz u güdâzıdır sebeb

Birrî, D, 225
7. Ney - Hazret-i Ali’nin sırlarına vâkıf, sırlar sahibi

Ney’in dinleyen üzerindeki farklı ve benzersiz etkisi, onun diğer sazlarda bulunmayan bir vasfa sahip olduğunu, olabileceğini akla getirmektedir. Hz. Peygamber’in sırrına ortak olması sebebiyle, kendisine kudsiyet izafet edilmiş bir enstrüman olarak da, şâirler tarafından farklı mecaz ve telmihlerle işlenmiştir.

Mi’rac gecesinde Cenâb-ı Hak, habibi Muhammed Mustafa’ya bir hayli sır veya doksan bin kelime söylemiş; Hz. Peygamber de bunların otuz binini halka ayan, otuz binini havassa beyan, otuz binin nihan etmiştir. Ali bin Ebî Talib’e de bir hayli sır ifşa buyurmuş ve bu sırları kimseye zinhar faş eylememesini tavsiye ve emretmiş ise de, Cenâb-ı Murtaza, bu sırra tahammül edememiş, nihayet boş bir kuyuya varıp sırrını ona söylemek mecburiyetinde kalmıştır. Bir müddet sonra bu tesirle kuyudan bir ney (kamış) biter. Bunu, bir çoban keserek düdük yapıp çalarken Hz. Peygamber duruma muttali olunca “Ya Ali niçin sırları faş ettin?” diye sorar. Hz. Ali de: “Yâ Resûlallah, halktan bir ferde ağzımı açmadım.” diye ifade buyurur. “Yâ bu sır nedir? O sır değil midir?” buyurdular. Vaktâ ki İmam Ali, işittiler ki o sırdır, hemen risalet penâha özür dileyip “Yâ Resûlallah, tahammül edememekten boş bir kuyuya söylemiştim” deyince: “İşte bu ney, bu esrarı, kıyamete kadar söyler” buyurdular.32

Cenâb-ı Hak, nây’ı, Hz. Ali’nin sırrına, Mevlânâ’yı pîr, şeyh seçmesi için ortak etmiştir:


İhtiyâr itmek içün Hazret-i Mevlânâ’yı

Vâkıf-ı sırr-ı ‘Ali eyledi Mevlâ nâyı

Nazîf, MMM, 113a
Hz. Ali’nin sırrına vâkıf olmak; gönül Ka’be’sinde itikafa girmek; noktada saklı işaretleri anlamak isteyenlerin ney’in sadâsına kulak tutmaları gerekir. Mevlânâ’nın ney’i, biş-nev kelimesinin ilk harfinin altında gizli olan noktanın sırrını ilan etmeye memurdur:

Sırr-ı ‘Ali’ye vâkıf ol dil Ka’besinde ‘âkif ol

Nokta rümûzun ‘ârif ol dinle sadâ-yı bi’ş-nev’i

Esrâr, D, 560


Ki bâ’-ı biş’nev’in tahtında gizli noktanın sırrını

Anı i’lâna me’mûrdur nevâ-yı nây-ı Mevlânâ

Hemdem, MMM, 3a
Gâlib, ney’in sadâsının insan ruhunu kuşatan tesirini şu’le (alev, ateş) kelimesiyle anlatır. O sadâ, yakıcıdır, kavurucudur; ondan gönüllere nûr yayılır. Hz. Ali’nin bakışına muhatap olduğu için, Mâh-ı Nahşeb33 kuyusundan sihirle çıkarılan ay bile, ziyâsını ney’in sadâsından almıştır:
Envâr-ı mâh-ı Nahşebîdir şu’le-i sadâ

‘Ayn-ı ‘Ali’den aldı nazar çünki çâh-ı ney

Gâlib, D, 414

Ney’in sırlar hazinesi veya sırlar divanına gayb tercümanı olarak düşünülmesinde, onun Hz. Ali aracılığıyla, İlahî aşkın sır ve hakikatlerinden haberdar olduğu inanışı yatmaktadır:


Neyi dîvân-ı râza tercemân-ı gayb itmişler

Zebân-ı hâl-i bâl olmış reh-i îmâda her parmak

Sâkıb, D, 118
Sırra mazhar düşdüğiyçün demişiz nâye helâl

Şems’ten yaktık çerağ-ı ‘ışkı mevlâyîlerüz

Aşkî, DÖ34, 95

Ney’in, dilsiz olmasına rağmen sırlara âşina olması ile sultan meclislerinde dilsiz sır kâtibi kullanılması arasında bir ilişki kurulmaktadır. Söz sarf etmeye muktedir değilken (bî-harf) bile ney, insan rûhunu etki altına alabilecek kudrettedir. Farklı olarak ney, rûha (cana) sahip olmayan, fakat rûhun her sırrına âşina bir kâtip gibi de düşünülür:

Egerçi bî-zebândur ney velî râz-âşinâ

Dem-â-dem hasb-i hâl-i gam-zedâ-yı dil-güşâ söyler

Sâkıb, D, 271

Egerçi sûretâ kâtib-i bî-rûhdur ammâ

Velîkin sırr-ı nefh-i rûha âşinâdır ney

Nâzım, MMM, 32b


Ney’in sesi, her bir sazın sesinden daha yakıcı (muhrik) olup dinleyenlerin kalplerine rikkat verir ve aşk ehlini vecde getirir. Zahiri ney, âşıkların ruhlarına, kelimesiz ve lafızsız hitaplarda bulunmuş olur.35

Ney, insan varlığının iç âlemini, insan nefesi ile dile getiren bir sazdır. Mızrap ve yay gibi vasıtalara ihtiyaç göstermez. İnsanın tahlili mümkün olmayan ve bin dalgalanmanın gerçekleştiği iç âlemine doğrudan doğruya hitap ve tesir eder.36 Hudâ’nın sırlarını, rûha, başkalarına benzemeyen bir üslupla, harflere, araçlara gerek duymadan anlatmada mahirdir:


Esrâr-ı Hudâyı rûha bî-harf

Tefhîmde mu’cizü’l-beyândır

Nâsır, MMM, 97a
Ney’in sadâsına kulak kesilip, ne dediğini anlayanlar mevlevîler gibi semâ’ ederler. Ney, vahdet sırrını, rahmanî sırları söylemektedir.37 Bu sırra ortak olan derviş semâ’ etmek suretiyle yerçekimi kuvvetinden kurtulur, ve gerçek birliğe ulaşır.38

Şâir, ney’in Hak sırlarını dânâ gönüllere açtığını, her nâlesinden ‘sırr-ı evhâ’ya dem vurduğunu39söylerken; Mevlânâ’nın ‘ney’in sadâsının her ruhta akis bulamayacağı, kalb duruluğu olmayanların ney’in sırlarını dinleyemeyeceği ve ondan zevk alamayacağı’ 40 tespitini akla getirir.

Ney’in her nağmesi ‘nefahtü fihi’dir. (Ona belirli bir biçim verip de rûhumdan üflediğim zaman onun önünde yere kapanın! Hicr, 28-29).41 Âşıkların hazin gönüllerine refah vermektedir.42

Âşıkların canı ve gönlü olan ney, ‘kün-fekan’ (Göklerin ve yerin yaratıcısı O’dur: bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” der ve o (şey hemen) oluverir. Bakara, 117)43 âyetinin anlamını açıklamaktadır.44 ‘Ol!’ hitabı ile musikî ilişkisini Chittick şöyle izah eder: “Yokluk durumumuzda “Ol!” sözünü işittiğimizde ne tecrübe ettik? Harikulade bir şarkı dinledik, onun nâmeleriyle dört köşe olduk ve yaratılmış âlemde dönüp oynamaya başladık. O gün bugündür, her birimiz o müzikte raks edip coşmaktadır. Ancak, öyle ağır ve istikrarlı bir müzik ki çoğumuz ona hiç dikkat etmeyiz.”45

Mecaz erbabı ney’i zevk ve coşkunluğun bir âleti sanmakla hata ederler; hakikat ehli, can kulağıyla ney’in nevâsını dinlerken, ondan Mevlânâ’nın ilahî sırlarını işitmektedirler.46 Vaizin ney’in nağmesindeki farkı inkâr etmesi, çok da dert değildir; biçare âdem, ney’in safâsı hebâdır zannındadır:
İnkâr iderse va’iz eger nağmesin ne gam

Bîçare zann ider ki hebâdur safâ-yı ney

Sâkıb, D, 147
8. Ney – Hz. Mevlânâ’nın harîmi, mürîdi, tercümanı, Şems-i Tebrîzî

Ney’in diğer enstrümanlar arasında bu denli imtiyazlı bir yerinin olmasından hareketle birçok şâir onu kişileştirerek, Mevlânâ’nın müridi, tercümanı, en yakını olarak düşünmüştür. İzzet, ney’i Mevlânâ’nın hususî alanına (harîm-i hass) girebilmiş ve Mevlâ’ya âşıkane halini arz eden bir derviş olarak hayal eder:

Dâhil oldukda harîm-i hâss-ı Mevlânâ’ya ney

‘Âşıkâne hâlini kılmış recâ Mevlâ’ya ney

İzzet, MMM, 32b
Ney’in imal edildiği kamışın yapısında bulunan tabiî boğum çizgilerine (neyin dokuz boğumlu olması gerekmektedir) çatlamasını önlemek, bezemek için takılan gümüş teller, onun erenler hizmetine bel bağlamış, Mevlevî dergâhında hizmete soyunmuş bir derviş olarak tasavvuruna sebep olur:

Mukîm-i hânkâh-ı Mevlevî olsa n’ola dâim

Kemer-beste gulâm-ı pâdişâh-ı etkiyâdır ney

Nâzım, MMM, 32b


Ney’in sarı renkte olması, çile çekmek suretiyle benzi sararmış; nefsini terbiye etme savaşında bir dervişi hatırlatır. Benzinin sarı; bedeninin zayıf ve içinin boş olmasına bakıp da şaşmamak gerekir; o, evliya dergâhının, nefsini terbiye için az yiyen, az uyuyan bir dervişidir. İmtiyazlı bir yer elde etmesi, daima dua ve yakarışta olmasındandır:
‘Aceb mi olsa zerd ü lâgar u hâlî derûn dâim

Riyâzet-keş mürîd-i hânkâh-ı evliyâdır ney

Nâzım, MMM, 32b
Yok sînesinde gayr-ı hevâ-yı niyâzdan

Bulmış Fasîh o hâlet ile imtiyâz ney

Fasîh, D, 489
Niceleri (vaiz, mecaz ehli, sufî) insan olmalarına rağmen, Mevlânâ’nın yolunu tercih etmeyip, onun semâ’ını ve musikîsini tenkit ederken (burada tekke, medrese kavgası hatırlanmalıdır), ney bir kamış olduğu halde, Hazret-i Pîr’in himmetinin sadâsını duymuş ve ona intisab etmiştir. O, Hazret-i Mevlânâ’nın nefes ettiği bir müriddir.47 Sufî, ney’in anlattıklarını kuru efsane olarak değerlendirirken, bir şeyi göz ardı etmektedir: Mevlânâ’nın ney ile aynı yolda olduğunu:

Bir kamışken zâhidâ duymuş sadâ-yı himmetin

İntisâb etmiş Cenâb-ı Hazret-i Monlâya ney

İzzet, D, 629

Kurı efsane sanur sûfî sadâ-yı nâyı

Ney ile sâlik idi görsene Mevlânâ’yı

Dervîş, TŞM, 198
Mevlâ’nın, ney’i niçin yarattığını merak edenler, onun halka Mevlânâ’yı hatırlatmak için yaratıldığını bilmelidirler.48 Ney, Celâleddîn gibi bir hünkâra (sultan) kapılandığı içindir ki, aşk meclisinde, âşıkların sadık dostu olma ayrıcalığını kazanmıştır.49 Ney’i, Şems-i Tebrîzî ile irtibatlandıran Gâlib, onun Şems’ten nefes aldığını söyler.50 Ney, Mevlânâ’nın kulağına Hak sırlarını söyleyen bir Şems olarak da tasavvur edilir:
Tercümân-ı sırrda Şemseddîn-i Tebrîzî olup

Sırr-ı Hakdan söyler idi gûş-ı Mevlânâ’ya ney

Selâmî, MMM, 33b
9. Ney – Elest habercisi

Ney sadâsı, dinleyenlerini istisnasız gönlünden yakalar ve lahutî bir âleme doğru yolculuğa çıkarır. Hakîmlerin musikî, özelde ney ile kurdukları sırlı bağın sebepleri ile alakalı olmak üzere Mevlânâ’nın tespitleri, takipçisi şâirler tarafından da farklı biçimlerde hatırlatılmıştır: Hikmet sahibi kişiler; ‘Biz derler, hoşa giden bu musiki nağmelerini gökyüzünün ve gökyüzünde bulunan yıldızların dönüşünden aldık. Müminler derler ki: “Cennetin ruhanî tesiri ile bütün çirkin sesler güzelleşir. Biz hepimiz, bütün insanlar, Âdem’in cüz’leriyiz. Biz cennette iken o nağmeleri dinlemişiz. Ruhumuza sindirmişiz. Balçıktan yaratılmamız bizi bir şüpheye düşürdü. Ama yine de hatırımızda o nağmelerden, o güzelliklerden bir şeycikler var.51

Ney, istiare yoluyla daima Kutlu Bahçe’nin safâsını hikaye eden bir insanla da özdeşleştirilmiştir. Ney, elest ahdini hatırlatmak suretiyle ahit sahiplerini mest eder. Onun sadâsı, ayırımını yapabilenler için elest âlemine kapılar açar. Bazıları ney’in sadâsına duyarsız kalabilirler lakin, merdân-ı Hudâ (Allah adamları) ney’in elest demini (zamanını) hatırlattığının farkındadırlar.52 Ankaravî’nin yorumuyla, âşıkların ve müştakların musikiye kulak vermesi, ‘âlem-i ervâhta olan İlahi hitabı tahayyül etmektir.53 İlk yaratılışı, Sevgili’yi ney hatırlatır. Bir şâir, ney’in elest meclisinde insanlığa hediye edildiğini düşünmektedir:54
Eyler safâ-yı gülşen-i kudsün hikâyesin

Neydir hezâr nâleleri Mevlevîlerin

Nesîb, MMM, 83a

Dem-â-dem andırır ahd-i elesti nây-ı Mevlânâ

Kılar ‘âşıkları dîdâr-ı mesti nây-ı Mevlânâ

‘Adnî, MMM, 3a

Lokmânî Dede, ney’in cennetten yeryüzüne sürgün edilmiş bir kamış olduğunu hikâye eder. Hikâyede elest vakti de anlatılır. Ney’in dilinden şöyle seslenir: “Bundan evvel cennet içinde bir kamıştım. Selsebil, şarâb-ı tahûr, âb-ı Kevser içeceklerimdi (onlarla beslenirdim). Cennette binbir türlü yiyecekler vaktim hoşça geçmekteydi. Ansızın kulağıma aşk sırrı geldi ve sinemi neşterle deldi. Bağrımın başı delindikten sonra, aşktan gözyaşlarımı tutmaya güç yetiremedim. (İlahi musikiyi) bâd-ı sabâ bana ulaştırdığında cennetin içi nâle ve feryadımla doldu. Hal ehli o an benim sırrımı anladı ve beni o vakit kestiler. Sen dediler, madem sırrı saklayamadın, o halde var, Âdem’e sırdaş, yoldaş ol. Âdem beni alarak asâ edindi. İşte ben o zamandan beri figân ederim, sergüzeştimi beyan ederim…”

Ney, kendisine Âdem’in dost olmasından, nefes etmesinden âdemoğluna yoldaş olduğunu, insanın ruhunun gıdası olduğunu da anlatır:

Dinlenüz dir benüm şikâyetümi

Ayrılıkdan dahi hikâyetümi

Bundan evvel kamış-ıdum ben

Cennet içinde kalmış-ıdum ben

Selsebîl zencebil şarâb-ı tahûr

Âb-ı Kevser na’îm u hûr u kusûr

Bunlarun cümlesinden içer-idüm

Hoş safâ-y-ıla anda geçer-idüm

Çoğ-ıdı cennet içre dürlü yimiş

Yoğ-ıdı bencileyin anda kamış

Nâ-gehân sırr-ı ışk irüp geldi

Neşter-ile bu sînemi deldi

Çün delindi bu bağrımun başı

Işk-ıla akdı bu gözlerüm yaşı

Cûş-ıla çün-ki esdi bâd-ı sabâ

Dürlü âvâze itdi berg-i Tûbâ

Bana da irdi ışk-ıla ol dem bâd

Nâle vü âh-ıla eyledüm feryâd

Cennetün içi toldı âvâzum

Ehl-i hâl anladı o dem râzum

Kesdiler tîz beni dahı ol dem

Derd-ile oldı gözlerüm pür-nem

Didiler saklayımadun sen râz

Yüri var Âdem-ile ol dem-sâz

Aldı Âdem ‘asâ idindi beni

Gah tayanurdı egler-idüm anı

Ol zamandan beri figân iderüm

Ser-güzeştimi uş beyân iderem

Anun-içün ben inlerem dâyım

‘Işk eri hizmetinde-olam kâyım

Hem-nefes olmasa bana Âdem

Nale itmezem olmazam hoş-dem

Çün-ki ezel gendüm-ile sırdaşam

Âdem’e gam deminde yoldaşam

Oldı ol kût-ı nefs-i insânî

Hem-nefes idinür beni cânı

Lokmânî Dede, MM, 268-271
Sonuç

Mesnevî’nin kapısından girişte karşılaştığımız ayrıcalıklı saz ney, her asırda Mesnevî şârihleri tarafından, kendisine farklı anlamlar yüklenmek suretiyle izah edilmeye çalışılmıştır. Şârihlerin bu metaforik izahları, mevlevî şâirleri tabiî olarak etkilemiş; şâirler şiirlerine nesne olarak ney’i aldıklarında, ney’le ilgili yapılan yorumları şiirin özgün ve özge diliyle tekrar etmişlerdir.

Hû çeken başpâresi; hizmet kemerini kuşanmış bir dervişi hatırlatan boğumları; insandaki yedi deliği simgeleyen aynı sayıdaki delikleri; aşk-ı İlahî ile bağrını delik delik etmiş bir âşık gibi sarı benzi; kamışlıktan koparılıp ney oluş öyküsü ve Hz. Ali’nin sırlarına muttali olması ile, basit bir kamışın şâirlerin muhayyilesinde aldığı farklı biçimleri, şâirâne yakıştırmaları görünce, Fasîh’in: Benzer ki neye Hazret-i Mollâ nefes etmiş veya Hemdemî’nin: Müntesîbdür ol Celâleddîn gibi hünkâra ney mısraını hatırlamamak elde midir?

Yani ney, Hazret-i Pîr’in dostluğunu ve muhabbetini kazandığı içindir ki, diğer sazlar arasında imtiyaz kazanmış; ile zikreden, zikrine dinleyenlerini de ortak eden bir derviştir. Lâhut âleminden göç etmiş ruhları, bir süreliğine de olsa, tekrar oraya taşıyabilen sırlı ve benzersiz bir güçtür.




Kaynakça

Abidin Paşa; Tercüme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, C. I, Dersaâdet, 1305.

Ahmet Eflâkî; Ariflerin Menkıbeleri, çev: Tahsin Yazıcı, C. I, MEB Yay., İstanbul.

Amîd, Hüseyin; Ferheng-i Fârsi-i Amîd, Müessese-i İntişârât-ı Emîr-i Kebîr, Tahran, 1377.

Birrî (Manisalı); Manisalı Birrî Mehmed Dede Hayatı, Eserleri, Edebî Şahsiyeti ve Dîvânı, haz: Rasih Erkul, Manisa, 2000.

Can, Şefik; Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, C. 3-4, Ötüken Yay.,İstanbul, 2003.

Chittick, William C., Tasavvuf, çev: Turan Koç, İz Yay., İstanbul, 2003.

Coşkun, Menderes; Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsili İstiare ve Alegori, Bilig,S. 38, 2006

Çelebioğlu, Amil; Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî’nin İlk Beytiyle İlgili Düşünceler, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yay., İstanbul, 1998.

Çetinkaya, Bayram Ali; Mevlânâ Öğretisinde Müzik ve Ney, Çanakkale Onsekiz Mart Üniv., Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri, 25-28 Mayıs 2006, Çanakkale.

Çevikoğlu, Timuçin; Ney, www.turkmusikisi.com/calgilar/ney/ney.htm, (30.04.2007)

Demirel, Şener; Şeyh Rızaeddin Remzi er-Rifaî’nin Tasavvuf Dergisi’ndeki Mesnevî Şerhi, Tasavvuf, S. 14, 2005.

Erguner, Süleyman; XVIII. Yüzyılda Mûsikîmiz, Ney ve Neyzenler, Osmanlı, C. 10, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 1999.

Esed, Muhammed; Kur’an Mesajı, çev: C. Koytak, A. Ertürk, C. I, İşaret Yay., İstanbul, 1999.

Esrar Dede; Esrar Dede Hayatı-Eserleri Şiir Dünyası ve Dîvânı, Osman Horata, KB Yay., Ankara, 1998.

Esrar Dede; Tezkire-i Şu’arâ-yı Mevleviyye (İnceleme-Metin), haz: İlhan Genç, AKM Yay., Ankara, 2000.

Fasîh; Fasîh Dîvânı İnceleme-Tenkidli Metin, Mustafa Çıpan, MEB Yay., İstanbul, 2003.

Filizok, Rıza; İstiare (Metafor), ege-edebiyat.org, (13.12.2005).

Gâlib (Şeyh); Şeyh Gâlib Dîvânı, haz: Muhsin Kalkışım, Akçağ Yay., Ankara, 1994.

Gölpınarlı, Abdülbaki; Mevlevî Adâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka Yay., İstanbul, 1963

İsmail-i Ankaravî; Mesnevî-i Şerîf Şerhi, C. IV, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1289/1872.

İzzet Molla; Keçecizâde İzzet Molla ve Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr, Ömür Ceylan, Ozan Yılmaz, Kitap Sarayı Yay., İstanbul, 2005.

Lokmanî Dede; Menâkıb-ı Mevlânâ, haz: Halil Ersoylu, TDK Yay., Ankara, 2001.

Neş’et (Hoca Neş’et); Molla Câmi, Ney’in Feryadı-Ney-nâme-, haz: Üzeyir Aslan, Sufi Kitap, İstanbul, 2007.

Ocak, A. Yaşar; Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik Kalenderiler, TTK Yay., Ankara, 1992.

Özmenteş, Sabahat; Müzik Eğitiminin Boyutları ve Çalgı Eğitimi, http://web.inonu.edu.tr/efdergi/Ozmentes.doc.

Öztürk, Y. Nuri; Hallac-ı Mansur ve Eseri, Yeni Boyut, İstanbul, 1997.

Pala, İskender; Aşkî ve Divanından Örnekler, KTB Yay., Ankara, 1988.

Sâbir; Sâbir Parsa Dîvânı, haz: Kazım Yoldaş, Kitabevi, Yay., İstanbul, 2005.

Sâkıb; Sâkıb Dede ve Dîvânı, Ahmet Arı, Akçağ Yay., Ankara, 2003.

Sayın, Niyazi; Ney’in Maneviyatta ve Mûsıkîmizdeki Yeri, Ney’e Dair, Editör: Mustafa Çıpan, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Md. Yay., Konya, 2006.

Tümer, Hayri; Hazret-i Mevlânâ ve Ney, Türk Yurdu-Mevlânâ Özel Sayısı-, S. 8, 9, 10, 1964.

Uludağ, Süleyman; Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul, 1995.

Vâsıf; Mecmû’a-i Medâyîh-i Hazret-i Mevlânâ, İÜ Ktp.,Ty. Nu: 2951.

Yakıt, İsmail; Mevlana’da Sembolizm ve Ney, Ney’e Dair, Editör: Mustafa Çıpan, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Md. Yay., Konya, 2006.

Zîver Paşa; Asâr-ı Zîver Paşa (Dîvân u Münşe’ât), Bursa, 1313; Zeyl-i Asâr-ı Zîver Paşa, Dîvân, Dersaadet, 1314.






1 Niyazi Sayın, Ney’in Maneviyatta ve Mûsıkîmizdeki Yeri, Ney’e Dair, Editör: Mustafa Çıpan, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Md. Yay., Konya, 2006, s. 100.

2 Âmil Çelebioğlu, Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî’nin İlk Beytiyle İlgili Düşünceler, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yay., İstanbul, 1998, s. 532.

3 Metaforun İngilizcedeki örneklerine bakılınca, onun başta açık istiare olmak üzere, kinaye, kapalı istiare ve teşbih-i beliğ gibi mecaz sanatlarından yararlanılarak yapılan bir sanat olduğu anlaşılır. Batı retoriği, istiareyi (metafor), kısaltılmış bir teşbih olarak kabul eder. İstiare, benzerliğe dayanan bir mecazdır. Bir tasavvurun daha canlı, daha tanınmış bir diğer tasavvurun işaretiyle ortaya konulmasıdır. Bu iki tasavvur arasında kısmî bir uygunluk ve andırma dışında hiçbir bağ yoktur. (Menderes Coşkun, Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsili İstiare ve Alegori, Bilig, S. 38, 2006, s. 52; Rıza Filizok, İstiare (Metafor), ege-edebiyat.org, 13.12.2005, s. 1, 6)

4 Vâsıf, Mecmû’a-i Medâyîh-i Hazret-i Mevlânâ (MMM), İÜ Ktp., Ty. Nu: 2951.

5 İsmail Yakıt, Mevlana’da Sembolizm ve Ney, Ney’e Dair, Editör: Mustafa Çıpan, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Md. Yay., Konya, 2006, s. 71.

6 Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, C. 3-4, İstanbul, 2003, s. 437.

7 B. Ali Çetinkaya, Mevlana Öğretisinde Müzik ve Ney, Çanakkale Onsekiz Mart Üniv., Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri, 25-28 Mayıs 2006, Çanakkale, s. 442.

8 Can, age, s. 438.

9 Süleyman Erguner, XVIII. Yüzyılda Mûsikîmiz, Ney ve Neyzenler, Osmanlı, C. 10, Yeni Türkiye Yay., Ankara, 1999, s. 697.

10 Çelebioğlu, agm, s. 535.

11 Sabahat Özmenteş, Müzik Eğitiminin Boyutları ve Çalgı Eğitimi, http://web.inonu.edu.tr/efdergi/Ozmentes.doc., s. 2-3.

12 İbtida, ney kamışlıkta olup kesilmemiş iken daima neşv ü nemâ ve taze hayat bulur idi; kesildikten sonra kurudu; ârifin ruhu dahi ‘âlem-i ervâhda lezâiz-i mâlâ-nihâyl-i ma’n viyyeyeemazhar iken gaddâr ve huşk olan dünyaya gelince ‘ayn-ı âb-ı zülâl olan ‘âlem-i ervâhdan mahrum kaldı ve susuz kalmış kamış gibi kurudu. Sâniyen, ney’den âşıkâne sadâlar çıkar; ârif olan insandan dahi âşıkâne ve ‘ârifâne sözler zuhûr eder. (Âbidin Paşa, Tercüme ve Şerh-i Mesnevi-i Şerîf, C. I, Dersaâdet, 1305, s. 23.

13 Söyledikçe sırr-ı ‘ışkı ‘ârifâna nây-ı ‘ışk / Saldığı dem feyz-i ‘ışkı kalbe Mevlânâ-yı ‘ışk (Safvet, MMM, 77a)

14 Lokmânî Dede, Menâkıb-ı Mevlânâ (MM), haz: Halil Ersoylu, TDK Yay., Ankara, 2001.

15 Sanma zâhid nâliş-i bî-hûdedir feryâd / ‘Işk ta’lîm eylemek ehl-i dile mu’tâd-ı ney (İffet, MMM, 35b)

16 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yay., İstanbul, 1995, s. 403-404.

17 Çetinkaya, agm, s. 442.

18 Timuçin Çevikoğlu, Ney, www.turkmusikisi.com/calgilar/ney/ney.htm, (30.04.2007), s. 3.

19 Y. Nuri Öztürk, Hallac-ı Mansur ve Eseri, Yeni Boyut, İstanbul, 1997, s. 103-104.

20 Sırr-ı ‘ışkı sem’ine eyler nidâ Kerrûbiyân / Hâl-i ‘ışkı şerh ider def u kudüm ü ney temâm (Semahat, Tezkire-i Şu’arâ-yı Mevleviyye (TŞM), haz: İlhan Genç, AKM Yay., Ankara, 2000, s. 331.

21 Nağamât eyledi sanma delerek sînesini / ‘Âşıkın derd-i dilini şerh u beyân eyledi nây (Fâzıl, MMM, 107b)

22 Bahs-i mahabbet eylemesün ney ne söylesün / Yokdur dilinde zerrece bir şey ne söylesün (Sâbir, D, 162)

23 Erbâb-ı ‘ışkı itdi ser-efgende vü hamûş / Gûyâ okur hikâye-i sûz u güdâz ney (Fasîh, D, 489)

24 Neş’et (Hoca), Molla Cami, Ney’in Feryadı-Ney-nâme, haz: Üzeyir Aslan, Sufi Kitap, İstanbul, 2007, s. 41.

25 Ney cüdâlıktan şikâyet eyleyip / Ağlar Esrâr ‘âşıkan eyler semâ’ (Esrar, D, 428)

26 Firâk-ı bezm-i vasl-ı yâra ta kim mübtelâdır ney / Derûn-ı ‘âşık-ı şûrîde-dil pür-sadâdır ney (Nâzım, MMM, 32b)

27 Ney inler def döger göğsün rebâbın sînesi sûrâh / Nümâyan her birinde nâliş-i ‘uşşâkın âsârı (Hayri, MMM, 49b)

28 Kim dergeh-i Mevlevîde dâim / Hem-bezm ü nedîm-i ‘âşıkândır (Nasır, MMM, 97a)

29 Şener Demirel, Şeyh Rızaeddin Remzi er-Rifaî’nin Tasavvuf Dergisi’ndeki Mesnevî Şerhi, Tasavvuf, S. 14, 2005, s. 624.

30 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlevî Adâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka Yay., İstanbul, 1963, s. 102.

31 A. Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik Kalenderiler, TTK Yay., Ankara, 1992, s. 161.

32 Çelebioğlu, agm, 532-33.

33 Mâh-ı Nahşeb: Mehdi’nin hilafeti zamanında Nahşeb (Ceyhun ve Semerkand arasında bir şehir)’de uluhiyet iddia eden Mukanna’ tarafından icad edilmiş bir ay’dı. Her gece bir kuyudan çıkıyordu ve Nahşeb ufkunda görünüyordu. Mâh-ı Sıyâm, Mâh-ı Çâh-keş, Mâh-ı Mukanna’ da denilmektedir. (Hüseyin ‘Âmîd, Ferheng-i Fârsi-i ‘Amîd, Müessese-i İntişârât-ı Emîr-i Kebîr, Tahran, 1377, s. 1074.)

34 İskender Pala, Aşkî ve Divanından Örnekler, KTB Yay., Ankara, 1988.

35 A. Avni Konuk, Mesnevî Şerhi, (Aktaran: Çelebioğlu, agm, s. 18)

36 Hayri Tümer, Hazret-i Mevlânâ ve Ney, Türk Yurdu-Mevlânâ Özel Sayısı, S. 8, 9, 10, 1964, s. 84.

37 Nokta-i vahdet ki la’l-i dilber-i mutribdedir / Nây-ı Mevlânâ bu esrârı inan söyler yatur (İzzet, D, 413); Gûş-ı hûşun var ise âyîn-i Mevlânâ’ya tut / İzzetâ esrâr-ı Hakkı söylüyor dünyâya ney (İzzet, D, 629)

38 Anlasan sırrın sadâ-yı nâyı kılsan isti’mâ’ / Mevlevîler gibi sen de eylerdin semâ’ (Ali, MMM, 33b)

39 Keşf edip esrâr-ı Hakkı her dil-i dânâya ney / Dem urdı her nâlesinden sırr-ı ‘ma-evhâ’ya ney (Selâmî, MMM, 33b)

40 Ahmet Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, çev: Tahsin Yazıcı, C. I, MEB Yay., İstanbul, 1995, s. 715.

41 Esed, age, C. II, s. 516.

42 Ney ki esrâr-ı ‘nefahtü fîhi’dir her nağmesi / Dil-i hazîn-i ‘âşıklara terfîhdir her nağmesi (Feridun, MMM, 111b)

43 Esed, age, C. I, s. 32.

44 Ney kim dil ü cân-ı ‘âşıkândır / Gûyâ-yı rumûz-ı ‘kün-fekân’dır

45 William C. Chittick, Tasavvuf, çev: Turan Koç, İz Yay., İstanbul, 2003, s. 177.

46 Âlet-i zevk u tarab sanmasun erbâb-ı mecâz / Halka-i ehl-i hakîkatde nevâ-yı nâyı / Gûş-ı cân ile eger dinleyen olsa işidir / Andan esrâr-ı İlâhiyye-i Mevlânâ’yı (Feyzî, MMM, 196a)

47 Gûş eyleyen elbette girer anı semâ’a / Benzer ki neye Hazret-i Mollâ nefes itmiş (Fasîh, D, 369)

48 Niye halk itdi deme Hazret-i Mevlâ nâyı / Halka andırmağiçün Hazret-i Mevlânâ’yı (Âlî Efendi, MMM, 111a)

49 Bezm-i ‘ışk içinde sâdık-ı Hemdemidür ‘âşıkın / Müntesibdür ol Celâleddîn gibi hünkâra ney (Hemdemî, MMM, 33b)

50 Gâlib Cenâb-ı Şems’den almış nefes meğer / Erdi amûd-ı subha dem-i subh-gâh-ı ney (Gâlib, D, 414)

51 Can, age, 437-38. (Sufi büyükleri derler ki: “Ezelde Cenab-ı Hakk ruhlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye hitap etti. Onlar da; ‘Bela’ (evet) diye cevap verdiler. Kafat o hitabın manevi zevki ve lezzeti ruhlarda sabit kaldı. Dünyaya geldiklerinde ne vakit güzel bir ses işitseler, o ezeldeki hitabın lezzetini hatırlarlar. Musikiden zevk alınmasının sebebi budur; Can, age, s. 436.)

52 Sıytında dem-i elest hâli / Merdân-ı Hudâya hep ‘ayândır (Nâsır, MMM, 97a)

53 İsmail-i Ankaravî, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, C. IV, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1289/1872, s. 74.

54 Hezârân perdeler gösterdi cana nây-ı Mevlânâ / Bize bezm-i elestde virdi nây-ı Mevlânâ (Niyâzî, MMM, 3b)


Yüklə 148,43 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin