بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَآلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
MEVLİD-İ NEBÎ
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."1
Bu ayetin tefsirinde denir ki: Yani, bir resuldür ki, azîzdir; büyük izzeti vardır. Sizi sıkıntıya sokan şeyler ona ağır gelir. O yüksek izzet sahibi peygamber, kendi cinsinin evlatlarının zor durumda kalmasına razı olmaz. Sizin cinsinizden olması ve izzet sahibi bulunması sebebiyle bütün dertlerinizi ve kederlerinizi yüreğinde duyar, acınızı hisseder. Yani, azap görmeniz şöyle dursun, bir takım zahmete, sıkıntıya uğramanız bile onu üzer, son derece rahatsız eder. Yahut sizi sıkan, zorunuza giden şeyler beşeriyet icabı onu da üzer. Onun dayanma gücü ve metin görünüşü, sıkıntılara göğüs germesi, üzülmediğinden değil, peygamber oluşundandır. Üzerinize düşkündür, size karşı pek hırslıdır. Hidayet ve iyiliğinize, faydanıza, hayrınıza hırslıdır. Üzerinize toz kondurmak istemediği gibi, sizi mutluluğun zirvesine eriştirmek, selamete çıkarmak, cennete ve rıdvana kavuşturmak için bütün hırsıyla ve var gücüyle uğraşır. Üstelik onun merhameti yalnızca Kureyş'e, Arab'a, şu veya bu kavme değil, hangi kavimden olursa olsun bütün müminleredir ki, o raûftur. Re'feti çok fazladır, yani gayet ince bir şefkati ve derin bir merhameti vardır. Rahîmdir. Fıtraten, doğuştan, yaratılıştan, Allah tarafından pek ziyade merhametlidir. Günahkârlara bile acır.2
Başka bir ayet-i celile de ise Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik."3
Said b. Cübeyr (r.a), İbn Abbas'ın (r.a) şöyle dediğini nakletmektedir: Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) bütün insanlara rahmet idi. Ona iman edip kendisini tasdikleyen mutlu oldu. Ona iman etmeyen bile geçmiş ümmetlerin uğramış olduğu, yerin dibine geçmek ve suda boğulmak gibi (toplu) azaplardan kurtuldu.4
İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) kameri aylardan Rebiülevvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Mîladi takvime göre bu, 20 Nisan 571’e rastlamaktadır. Bu mübarek geceye ‘doğum günü’ anlamında olan ‘Mevlid Kandili’ denir. Sahih rivayetlerle aktarıldığına göre bu gün pazartesi günüdür. Nitekim İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir:
“Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) pazartesi günü dünyaya geldi, ona pazartesi günü peygamberlik verildi, Mekke’den Medine’ye pazartesi günü hicret etti, Medine’ye girişi pazartesi günü oldu. Pazartesi günü de vefat etti.” 5
Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in dünyayı teşrif ettiği gün olan bu tarih, müslümanlar için bir sevinç vesilesi olmuş ve bu güne İslâm âleminde büyük ehemmiyet verilmiştir.6
Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) dünyaya gelmesi insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir.
Bu gece Hz. İbrahim’in (a.s) “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. “7 diye yaptığı duaya,
Hz. İsa’nın (a.s) “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” 8 müjdesine ve Hz. Âmine’nin rüyasına mazhar olan Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) dünyaya gelmiştir. 9
Nitekim Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Ben Allah katında, kitapların anasında (levh-i mahfûzda) Allah’ın son peygamberi olarak yazılıyım. Ben, İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesi ve annemin rüyasıyım.” 10
Diğer bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hz, Âdem’den (a.s) önce yaratılmış olduğu şöyle anlatılmıştır:
“Âdem arşın üstünde Muhammed isminin yazılı olduğunu gördü. Onun hatırına affını istedi. Yüce Allah, Âdem’e (a.s) şöyle buyurdu:
‘’Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.” 11
Cafer-i Sadık (r.a) demiştir ki: “Allah Teâlâ her şeyden önce Hz. Muhammed’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) nurunu yaratmıştır. Allah Teâlâ’nın birliğini ilk ikrar eden O’nun nuru ve ruhudur. Allah Teâlâ Kalem’e ilk olarak ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasulullah’ yazdırmıştır.” 12
Rasulullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) dünyaya gelirken bazı olaylar meydana gelmişti. Doğuma az bir zaman kala, Hz. Âmine bir rüya gördü. Rüyasında, bedeninden çıkan bir nur, doğu ile batı arasına ne varsa hepsini aydınlatıyordu. Rüya devam ederken gönülleri okşayan hoş bir ses duymuştu. Bu ses, ona doğumdan sonra yapacaklarını bildiriyordu: “Bir ve tek olan Allah’a (c.c) sığınırım’ de ve adını Muhammed koy, hâlini kimseye bildirme.”
Hz. Âmine, doğum yaklaştıkça harikulade haller yaşamaya başladı. Gerçi daha önce de zaman zaman olağanüstü şeyler görüyordu. Fakat bu sefer çok daha başkaydı. Vakit geceye yaklaştıkça doğum yapacağı hissine kapıldı ve yakın komşusu Şifâ Hatun’a kendisine yardımcı olması için haber gönderdi. Şifâ Hatun beraberinden birkaç kadınla birlikte Hz. Âmine’nin evine geldiler.
Hz. Âmine birden evinin içinin bir nurla kaplandığını, etrafın gündüz gibi aydınlık olduğunu fark etti. Uzandığı yatağın yanında bir kâse vardı. Bu kâse nereden gelmişti, kim koymuştu, bilmiyordu. Kâsenin içinden birkaç yudum alınca içine bir ferahlığın dolduğunu hissetti. Derken güzellikleri göz alıcı bazı kadınlar geldi evine. Ama onları şimdiye kadar hiç görmemişti. Kendisi ve karnındaki yavrusu hakkında konuşuyorlar, birbirlerini ve Âmine’yi tebrik ediyorlardı. Hz. Âmine de, ”Yâ Rabbi, bunlar kimlerdir acaba?” diyerek merakla, hayretle onları izliyordu.
Dünya yaratıldı yaratılalı gelip geçen bu en hayırlı gecede, yeryüzünün her tarafında Allah Teâlâ’nın emri ile gerçekleşen çeşit çeşit hadiseler oluyordu. Yalnız Hz. Âmine’nin evindekiler değil, Mekke içinde, yakın kabilelerde ve dünyanın her tarafında bu haller dikkatle gözlemleniyordu. 13-14
Yahudiler, astronomik/astrolojik bulgularla gökyüzüne bakıp parlak bir yıldızın doğduğu gece son peygamberin doğduğunu söylemişler, “artık İsrail oğullarından peygamberlik gitti” diyerek feryad etmişlerdi.
Aynı gece Kâbe’deki putlar baş aşağı devrilmiş, O zaman mukaddes sayılan Save Gölü’nün de o gece bir anda suyu çekilip kuruyuvermiş, İran hükümdarının sarayı beşik gibi sallanıp on dört sütunu parçalanarak yere düşmüş, Mecusilerin bin senedir söndürülmeden yanan ateşi birden sönmüştü. Bu durum Mecusi İran Devleti’nin on dört hükümdardan sonra Müslümanların eline geçeceğini sembolize etmektedir.
Yüce Allah’ın, Hz. Muhammed’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) resûl olarak göndermesinden ve insanları Hakk’a ve sırât-ı müstakîme yönlendirmesinden daha büyük bir lütuf yoktur. Bir mümin için dünyada ve âhirette elde edilecek bütün hayırların sebebi hidayet ve imandır. Bunlar ebedî saadetin anahtarıdır. Peygamber Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) en büyük mûcizesi yüce Allah’ın kendisine vahyettiği kelâmı ve hidayet kitabı Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu mûcizenin büyüklüğü bir âyette şöyle hatırlatılır:
“Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmez mi?” 15
Şayet Hz. Muhammed’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) peygamberliğine alâmet olarak, sadece bu kitap olsaydı yine de yeterdi. Hâlbuki onun bundan başka yerde ve gökte sayılamayacak kadar mûcizesi vardır.
Yüce Allah’ın “Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler” âyeti bu kitap gelmeden önce insanların bulunduğu kötü hali haber vermektedir. 16
Hz. Peygamber’in yaşadığı devir gerçekten cahiliyenin bütün adetlerinin yürürlükte olduğu, Putperestliğin, haksızlığın, zulmün, adaletsizliğin kol gezdiği, kadınların hiçbir değerinin olmadığı, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir devir olarak tarihe geçmiştir.
O gün insanlar şirk bataklığı içerisinde Allah’ı gerçek anlamıyla tanıyamamışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlarını tanrı edinmişlerdi. Hz. İbrahim’in Hanif Dini’ne mensup muvahhidler/tek tanrıya inananlar bir elin beş parmağı kadardı. Bunlar arasında Zeyd b. Amr en-Nufeyl’in çaresizliği ibretliktir. Bu muvahhid kişi bir defasında Kâbe’ye gelerek ellerini açmış ve “Ya Rabbi, bugün kavmimin arasında benden başka İbrahim’in dinine inanan kimse kalmadı, keşke sana nasıl ibadet edileceğini bilseydim de öyle etseydim” diyerek avuçlarının içine secde etmişti. Zira din namına bildiği yalnızca Allah’ın birliği idi. Bugün her şeyi bilip de ilimleriyle amel etmeyenlerin/bildiklerinin gereğini yerine getirmeyenlerin kulakları çınlasın.
Allah Teâlâ Hz. Muhammed’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) peygamber olarak göndermekle inananlara hidayet yolunu gösterdi. Hak dinini apaçık ortaya koydu ve İslâm, doğuya da batıya da ulaştı. Yeryüzü şirk ve zulüm karanlığında iken, tevhid tanındı, adalet yayıldı.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Yüce Allah’ın yanında o kadar kıymetli ve değerlidir ki O’nsuz Yaratıcı’yı bulmak ve kurtuluşa ermek asla mümkün değildir. O’nun faydası sadece Müslüman olanlara değil, azılı düşmanlarına bile erişmiştir. Aşağıdaki örnek bunu çok güzel anlatmaktadır. Bu örnekte Hz. Peygamber’in doğumuna sevinmenin, Mevlid gecesine kıymet vermenin, onu kutlamanın ve “Mevlid” okumanın çok faziletli olduğuna dair delil de bulunmaktadır.
Menkıbe
Abbas ve Ebu Leheb amcalarından ikisiydi. Ebu Leheb O’nun azılı düşmanı, amcası Abbas ise can dostuydu. Süveybe Ebu Leheb’in cariyesiydi. Rasulullah’ı (sallallâhü aleyhi ve sellem) emzirmişti. Ebu Leheb’e Süveybe:
“Kardeşin Abdullah’ın hanımı Âmine bir erkek çocuk doğurdu, biliyor musun?” dedi. Sevindi Ebu Leheb, ne de olsa kendi akrabasıydı, yeğeniydi. Kanı harekete geçti. Cariyesine: “Git, artık hürsün. Seni bağışladım!” dedi.
Azılı düşman Ebu Leheb, o biricik Allah Rasulü’ne sonradan neler yapmadı ki! Düşmanlığı hakkında ayet indi.17
Abbas (r.a.), kardeşi Ebu Leheb’i öldükten sonra bir gün rüyasında gördü. O anlatıyor: “Sonradan Ebu Leheb’i çok kötü halde gördüm. Bana şöyle diyordu: “Öldükten sonra hep azap içindeyim. Ancak pazartesi günleri azabım hafifletiliyor. Çünkü o gün cariyem Süveybe’yi azad etmiştim.”18
Hafız Muhammed İbni Cezeri Şafii diyor ki: ‘’Ebu Leheb gibi azgın bir kâfirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir mümin, Onun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü Teâlâ onu Cennetine sokar.’’ 19
Şehabettin el-Kastallânî, İbn Hacer el-Askalânî, İbn Hacer el-Heytemî, Celâleddin es-Süyûtî gibi bazı âlimler, Peygamberimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) dünyaya gelmesi sebebi ile sevinmenin, bugün münasebetiyle muhtaçlara yardım etmenin, Peygamberimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) şiirler (mevlid gibi) okumanın güzel birer amel olduğunu söylemişlerdir.20
İmâm-ı Celâleddîn Abdurrahmân bin Abdülmelik el-Kettânî buyurdu ki:
“Mevlid günü ve gecesi mübecceldir, yani şerefi, kıymeti çoktur. Kendisine tâbi olanlar için kurtuluş vesilesi olan Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin doğumu için sevinmek, cehennem azabının azalmasına sebep olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazileti Cuma günü gibidir. Cuma günü, cehennem azabının durdurulduğu hadîs-i şerîf ile bildirilmiştir. Bunun gibi, Mevlid gününde de azâb olmaz. Mevlid geceleri sevincimizi göstermeli, çok sadaka vermeli, davet olunan ziyafetlere gitmelidir.”
Mübarek gün ve geceler münasebetiyle Resûlullah’ı (sallallâhü aleyhi ve sellem) yâd etmek, pek çok hayra vesiledir. Okunan mevlidlerde Allah’ı anma, Peygamberimize (sallallâhü aleyhi ve sellem) övgü ve sâlat-u selam vardır. Allah’ı anmak ayeti kerimede geçtiği üzere ‘’En büyük fazilettir.’’21
Peygamber Efendimize (sallallâhü aleyhi ve sellem) salât-u selam göndermek ise, ‘’Muhakkak ki Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selam verin’’ 22 ayeti mucibince bizlere emredilmiştir.
Salât-u selam getirmek sünnet olup Peygamber Efendimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) olan biatimizi yenilememiz demektir. İşte mevlid vesilesiyle hem salât-u selam sünnetini işlemiş hem de Hz. Peygamber’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) olan ahdimizi tazeleyip tekrarlamış oluruz.
Peygamber Efendimiz’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) övmek ve onun şefaatine nail olmak maksadıyla Rasûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) hayattayken bile şiirler yazılmış, kasideler söylenmiştir.
Bediüzzaman (r.ah) hazretleri ‘’Cenab-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi mevlid yazanlara rahmet etsin, yerlerini cennetü’l-firdevs yapsın’’ demiştir. 23
Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ve hûşu içinde dinlemek, onun mübarek ruhuna salât ve selam okumak hiç şüphesiz Sevgili Peygamberimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) olan sevgi ve bağlılığın bir ifadesidir. 24
Allah dostları ve âlimlerimiz eskiden beri mevlide büyük önem vermişler ve bu günlerde mevlid tertip etmeye gayret göstermiş, insanları da buna teşvik etmişlerdir.
Tâbiînin büyüklerinden Hasan-ı Basrî (k.s) hazretlerinin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Uhud dağı kadar altınım olsun, ben onu Peygamberimiz’in mevlidini kutlamak için sarf etmek isterim.”
Cüneyd-i Bağdadî (k.s) hazretleri şöyle der:
“Mevlid de hazır bulunan, onun kadrini kıymetini bilen kişi muhakkak ki büyük bir eman (güvence) kazanmıştır.”
Hz. Mevlâna (k.s), “Mevlid okunan yerden belâlar gider” buyurmuştur.
Yine meşhur hadis âlimlerimizden İmam Suyûtî (r.ah) şöyle buyurmuştur:
“Hangi evde veya mescidde yahut mahallede mevlid okunursa o evi, mescidi veya mahalleyi mutlaka melekler kuşatır, o mekânın ehline melekler feyz yağdırır. Allah Teâlâ rahmet ve rızasıyla onları kuşatır.”
Sâdât-ı kiram da Mevlid-i Nebî’ye büyük hürmet göstermişlerdir. Hz. Peygamber’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) senenin sadece bir gününde veya bir haftasında değil her zaman hatırlamamız gerekir. Nitekim sâdât-ı kiram, mevlidi senenin belli bir gününde değil, aralıklarla okur, okutur, okunan yerde bulunur, hürmet ve sevgiyle dinlerler. Nitekim mevlid okutmak için zaman zaman ilim talebelerini bir araya toplarlar. Bazen mevlidin baş kısmını kendileri okur, devamını talebelere okuturlar.
Mevlidin okunduğu yere yiyecek ve içecekler konur. Bundan herkese, özellikle de talebelere ikram edilir. Hatta mevlid dolayısıyla inen rahmetten, füyuzattan bereketlenmek gayesiyle bulgur, pirinç, nohut gibi yiyecekler getirilir, ortaya bırakılır. Daha sonra da bunlar tekrar geriye erzakların içine konulur.25
Meşhur âlimlerimizden Fahreddin er-Razî (r.ah) hazretleri de şöyle buyurmuştur:
“Herhangi bir şahıs, bir tuz, buğday veya yenilecek şeyler cinsinden başka bir şey üzerine mevlid okursa mutlaka o şeyde bereketler zuhur eder. O yiyecek neye ulaştıysa onda da çok bereket belirir.”
Muhammed Raşid (k.s) hazretleri bir sohbetlerinde: ‘’Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) eşrefi mahlûkat ve efdali peygamberdir. Ümmetlerin en efdali ümmeti Muhammeddir. Bu şeref Hz. Muhammed'in şerefinden gelmektedir. Onun ümmeti de diğer ümmetlere nispetle şereflidir, itibarlıdır.‘’ der ve şöyle bir menkıbe anlatır:
Menkıbe
Hz. Musa (a.s.), Hz. Muhammed'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) ve O'nun ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) katındaki değerini Levh-i mahfuz'da gördükten sonra şöyle buyurur: "Ya Rabbi! Hz. Muhammed'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım." O sırada İmam-ı Gazali'nin (rah.) ruhaniyeti oraya geliyor ve Hz. Musa (a.s.) ile görüşüyor.
Hz. Musa (a.s.):
-Sen kimsin? diye sorunca, İmam-ı Gazali:
- Muhammed oğlu, Muhammed oğlu, Hamid oğlu Gazali'yim diye cevap verir. Bu cevap üzerine Hz. Musa (a.s.)
-Künyeni neden bu kadar uzun söyledin, yalnızca Gazali deseydin yetmez miydi? diye sorar. İmam-ı Gazali (rah.):
-Allah (c.c.) Hazretleri ile konuşmaya gittiğin zaman sana "sağ elindeki nedir?" diye sorduğunda, sen onu tanıtırken "O benim asamdır. Ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak silkerim ve onda benim başka hacetlerim de vardır" diye uzun uzun anlattın, kısaca cevap verseydin yeterli olmaz mıydı?" şeklinde sorusuna soruyla cevap verir. Hz. Musa (a.s.) da cevap olarak:
-Ben Allah'u Teâlâ (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzun uzun açıkladım, der. İmam-i Gazali (rh.a) de cevap olarak:
-Sen Allah (c.c.)'in büyük peygamberlerindensin. Kelimetullah'sın. Kitab verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail olmak için uzun açıklamada bulundum, der. 26
Rivayet edildiğine göre Âdem (a.s) şöyle demiştir: Allah Teâlâ, Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetine dört keramet ihsan eyledi. Onları bana bile yapmadı.
-
Benim tövbemi, ancak Mekke’de kabul eyledi; ama Ümmet-i Muhammed’in tövbesini her yerde kabul buyurur.
-
Ben giyiniktim; zelle işleyince üryan oldum. Ümmet-i Muhammed çıplak halde isyan ederler. Allah onları giydirir.
-
Ben, hata edince, kadınımla aramı açtı, ama Ümmet-i Muhammed’e öyle yapmıyor. İsyan ederler kadınları ile araları açılmaz.
-
Ben, cennette hata ettim, oradan beni çıkardı. Ama Ümmet-i Muhammed cennetin dışında hata işlerler, cennete girerler.27
Rasulullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cennet ehli yüz yirmi saftır. Bunlardan seksen safı bu ümmetten, kırk safı da diğer ümmetlerdendir." 28
Peki, bizler böylesine önemli bir geceyi nasıl değerlendirmeliyiz?
-
Bir Allah dostu bu ay için, bu aydaki Mevlid-i Nebi için şöyle dermiş: “Bu ay, bu mübarek gün için yapılacak en güzel ibadet çok mutlu olmaktır.”
-
Bilhassa mübarek gecelere özel mevlid-i şerif okuması sağlanmalı, mevlidleri saygı ve hûşu içinde dinlemeli, Efendimiz (s.a.v)’in mübarek ruhuna salât ve selam okumalıyız.
-
Mevlid kandili v.b mübarek geceler, duaların Allah’a arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların silinmesi, yapılan ibadetlere verilen sevabın katlanması bakımından birer büyük fırsattır.
-
Öncelikle böyle zamanlarda kulluğumuzu gözden geçirerek, eksik ve hatalarımızı ele almalı ve bunları düzeltebilmenin yollarını aramalıyız. Yani hesaba çekilmeden önce burada kendimizi hesaba çekmeliyiz, her gece dünyalık işlerin muhasebesini yaptığımız gibi bugünlerde de manevi kazanç ve kayıplarımızın muhasebesini yapmalıyız ki ahiretteki hesabımız kolay olsun.
-
Bu mübarek geceyi günahlarımızın affı için bir fırsat bilmeli ve bol bol tövbe ve istiğfarda bulunmalıyız. Özellikle müslümanların içinde bulunduğu sıkıntıları düşünerek dua edip Allah’a yalvarmalıyız.
-
Eğer kaza namazlarımız varsa bunları kılma yoluna gitmeli, kaza namazımız yoksa bile, çokça nafile namaz kılmaya çalışmalı ve özellikle geceleri iyi değerlendirmeliyiz.
-
İmkânımız nispetinde çokça Kur’an okumalıyız.
-
Akrabalarla, komşularla ve dostlarımızla olan yakınlığımızı bir kat daha artırmalı ve yapacağımız ziyaretlerle onların gönlünü almalıyız. Onları sohbet meclislerine davet, hayır hasenata teşvik ederek onlarında bu feyzli, bereketli zamanlardan istifade etmelerinin sağlamalıyız.
-
Etrafımızdaki fakir fukaraya yardım etmeli, imkânımız ölçüsünde sadaka vermeli, fakir öğrencilerin okuması için onların elinden tutmalıyız. Çünkü bu zaman dilimlerinde vereceğimiz sadakalar veya zekâtlar bize kat kat sevap getirecektir. İftar yemeklerine katılmalı, gücümüz nispetinde iftar vermeli veya bir yudum su dahi olsa iftar yemeklerine katkıda bulunabiliriz.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen muazzez Peygamberimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem), doğumunu anarken, yalnız mevlid okumak, ilâhîler söylemek bu geceyi yaşamak için yeterli değildir.
Allah Teâlâ kendisine nasıl kulluk yapacağımızı, içimizden seçmiş olduğu elçiye bakarak anlamamız ve hayata geçirmemizi bizlerden istiyor:
“Andolsun ki, Rasulullah, sizler için güzel örnektir.” 29
Rabbimizin bizden istediği kulluk görevini, Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’ın sünnetine bakarak yerine getirmekle yükümlüyüz. Efendimiz (s.a.v)’in sünnetini başımıza taç, gönlümüze ilaç yapmadan dünyevi ve uhrevi huzuru elde etmek mümkün değil. Diğer bir ifade ile Cenab-ı Hak, Rasulünün sünnetine uymayı, hem Allah’ı sevmenin hem de Allah tarafından sevilmenin alameti ve günahların bağışlanmasına bir vesile sayıyor:
“(Ey Habibim) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” 30
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e uymanın ve en güzel şekilde O’nun yolundan gitmenin yolu da sünnet üzere yaşayan Allah dostlarını takip etmektir.
Gavs-i Sani Seyyid Abdülbaki (k.s) hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur:
‘’Bu dünya bir han gibidir; ahiret yolcusu bütün hazırlığını bu handa yapmalıdır. Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çıkmıştır. Ölümle başlayan bir yolculuğun geri dönüşü yoktur. Yola çıkan kimsenin, hedefine ulaşması için belli bir yol ve usul takip etmesi gerekir. Başıboş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye varacağı da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yolda Hz. Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) izinden başka Allah'a giden bir yol ve kapı yoktur. Hz. Rasulullah'ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) hayatını yaşamak için de Allah dostlarına uymak gerekir. Hz. Peygamber'e (sallallâhü aleyhi ve sellem) hakkıyla uymanın en güzel yolu, sünnet üzere yaşayan Allah dostlarını takip etmektir. Allah dostları, sünnet-i seniyyeyi kâl/söz olarak değil, hâl/hayat tarzı olarak yaşar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasip olur. Böylece ebedi ahiret yolculuğu iman ile başlamış olur. En büyük saadet de budur.‘’
Ehl-i Beytten olan âlimler ve mürşidler, ümmetle Peygamberimizin (s.a.v) arasında en güzel bağı oluştururlar. Onlar bize Efendimizi (sallallâhü aleyhi ve sellem) hatırlatırlar; çünkü O’nun hatırasıdırlar. Onları inkâr etmek veya onları hafife almak kişiyi çok büyük bir mahrumiyete sürükler. Misalde anlatıldığı gibi;
Menkıbe
Şemseddin-i Mardinî şu olayı anlatmıştır:
Bir gün Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i rüyada görmüştüm. Huzuruna varıp selam verdim. O ise benden yüzünü çevirdi. Ağlayarak dedim ki:
‘’Yâ Resûlullah! Ben yıllardır senin hadislerini ve eserlerini anlamak için uğraştım. Dinle ilgili müşkülleri çözmek için didindim. Şimdi bu mahrumiyetimin sebebi nedir?’’
Resûlullah s.a.v. dedi ki:
‘’Söylediklerin doğrudur. Fakat sen bizim kardeşimize inkâr gözüyle bakıyorsun. Bu da hoşumuza gitmiyor. Yaptığın şey büyük bir günah, kötü bir cinayettir. Sen veliler hakkında iyi zan beslesen ne olur? Özellikle can evlatlarımızdan Mevlânâ hakkında…’’
İşte ben bu rüya ile uyanınca halimden tövbe ettim, Mevlânâ’nın sadık bir müridi oldum. 31
Allah Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." 32
Bu meyanda Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur:
Felekte hâsılı insan isen bir canı incitme,
Günahkâr olma Fahr-i Âlemi Zişanı incitme.
Evet, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetinin her bir ferdinin gaflet ve delaletinden dolayı üzüntü duyar. Fakat ümmetinin her bir rahmet ve hidayetinden dolayı da büyük bir sevinç duyar.
Gavs-i Sânî (k.s) hazretlerinin buyurduğu gibi: ‘’Gündüz gece çalışmak gerek çünkü gaye Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in keyfi gelsin.’’
Kamil mürşitler Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin varisleridir. Onun diğer şerefli halleri gibi, kendisindeki muhabbet ve merhamet ahlakına da varis olduklarından, Efendimizin ümmetini kendi nefisleri gibi kabul ederler. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in yaptığı gibi bu ümmetin günahkâr fertleri için gözyaşı dökerler.
Menkıbe
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) hazretlerinin başka bir şehirde yaşayan müridlerinden biri anlatır:
Bir gün pazarda gezerken bir güzel kadın gördüm, defalarca baktım. Sonra pişman oldum, tövbe istiğfar ettim. Akşam eve geldiğimde eşim,
Efendi, bugün yüzünüzü kararmış görüyorum, acaba nedendir, dedi.
Aynayı alıp baktığımda, hakikaten yüzümün kararmış olduğunu gördüm. Neden olduğunu düşündüm, aklıma o kadına baktığım geldi. Bir mağaraya çekildim, günlerce gözyaşı döktüm, günahımın affı için Allah Teâlâ’ya yalvardım. Yine de huzurlu olamadım. Sonra hatırıma, Cüneyd-i Bağdâdî (k.s) hazretlerini ziyaret etmek geldi. Bağdat’a gittim. Şeyhin evine varıp kapıyı çaldığımda bana,
Gir ya Abdullah, sen Ruhbe’de günah işle, biz Bağdat’ta bu günaha istiğfar edelim öyle mi, dedi.
İçeri girdim, mübarek elini öpüp oturdum. Şaşırmış ve çok utanmıştım. Devamla şöyle buyurdu:
‘’Pişmanlık ve tövbe büyük bir nimettir. Kalbin imdadı olmadan, organların dinin emrine uyması çok güçtür. Büyüklerin sevgisi olmayınca, kalbin imdadı olmaz. Bunları yapmak ancak Allah adamlarının işidir. Büyükleri seven mahrum kalmaz.’’ 33
Evet, bugün bizler kendi günahlarımıza bile doğru düzgün gözyaşı dökemezken, bizim için gözyaşı döken, dua ve istiğfar eden bu muhammedî ahlakla ahlaklanmış Allah dostlarına tabi olmak ve yolunca gitmek Efendimiz (s.a.v)’in keyfini getirmek demektir. Bilinçli ümmet olma şuurunu elde etmektir.
Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle, bu gecenin bereketinden, feyzinden, rahmetinden bolca bizleri nasiplendirsin inşallah. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |