Mâide Sûresi 55-56



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə21/45
tarix30.07.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#64276
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   45

inanırlar, iyiliği emreder, kö-tülükten sakındırırlar ve hayırlarda

yarışırlar. İşte onlar iyilerdendirler." (Âl-i İmrân, 114)

Nefisle mücadele etmeyi, ruh terbiyesini benimseyen başka

değişik mezhepler ve gruplar da vardır. Büyücüler, simyacılar, tıl-sımcılar, ruhları, cinleri ve harflerin ruhaniyetini denetim altına a-lanlar, yıldızlarıve başka şeyleri denetim altına alanlar, ruhlarıça-ğırıp ihzar edenler ve onlarıdenetim altına alanlar gibi. Bunların

Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 255

her birinin kendine özgü nefis terbiyesi yöntemleri vardır ve bu

metotların her biri, bir tür nefse hâkimiyet kazandırır.

1

Bütün bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur: Bütün dinlerin,



mezheplerin ve iyi ahlâk taraftarlarının en son amacı, nefsin arzu-larına karşıkoyarak onu arındırmak, onu kötü huylardan ve mak-sada uymayan hâllerden temizlemektir.

5-Belki de dönüp şöyle diyeceksin: Çeşitli mezheplerin ve yol-ların taraftarlarının geleneklerinin ve uygulamalarının ortaya koy-dukları şey, dünyadan el-etek çekmektir. Bu da incelemenin ba-şında değinilen anlamda nefsi bilmek ve onun durumu ile meşgul

olmaktan başka bir şeydir.

Daha açık bir ifade ile şöyle diyebilirsin: Şu veya bu şekilde i-badet etmeye çağıran çeşitli dinler ve mezhepler, insanıbir nevi

dünyadan el-etek çekmeye çağırıyorlar. Bu amaçla iyi işler yap-mayı, nefsin arzularını, günahlarıve ahlâksızlıklarıbırakmayıtelkin

ediyorlar. Böy-lelikle en güzel mükâfata lâyık hâle gelineceğini

vurguluyorlar. Bu mükâfat ya ahirette olur. Yahudilikten, Hıristi-yanlıktan ve İslâm'dan oluşan peygamberliğe bağlıdinlerin dedik-leri gibi. Ya dünyada bir mükâfat söz konusu olur. Putperest dinle-rin ve tenasuh (ruh göçü) ilkesini benimseyen görüşlerin ve başka

akımların öngördükleri gibi.

Dolayısıyla, inandığıdinin prensiplerine göre ibadet eden sıra-dan bir dindar, belirli oranda dünyadan el çekme sonucunu doğu-ran dinî emirleri yerine getirir.Fakat nefis denen soyut bir varlığın

olmasıve onu bilme diye bir hedef, bu hedefin ucunda mutluluğa

ve kemâle erme diye bir sonuç aklının ucundan geçmez.

Bunun yanısıra çeşitli yollarla ve geleneklerle nefislerine karşı

mücadele veren riyazet taraftarlarından biri, nefse ağır gelen çe-şitli uygulamalara katlanır. Fakat bu uygulamalardaki tek amacı,

bu çalışmalar için öngörülen makamıelde etmek ve çabalarının

sonuçlarına ulaşmaktır. Başkalarına istediklerini yaptırabilme ay-1- Bu inanç gruplarıhakkında daha genişbilgi almak isteyenler Razi'nin,

es-Sırr'ul-Mektum adlıeserine, Zahîret'ul-İskenderiye adlıesere, Hint'li Hâkim

Tam-tam'ın el-Kevakib'us-Sab' kitabına, Teshir sanatıhakkındaki Sek-kaki'nin

Risalesine, İbn-i Arabi'nin ed-Dürr'ül-Mektum adlıeserine, son dönemde yazılan

ruh çağırma konulu eserlere başvurabilirler.

256 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

rıcalığıgibi... Bu kimse riyazete başladığıandan bitirdiği ana ka-dar sözünü ettiğimiz nefis meselesinin farkında olmayabilir.

Üstelik böyleleri arasında nefsin kan gibi, buhar türü ruh gibi

veya temel elementler gibi maddî ve doğal bir fenomen olduğu

görüşünde olanlar vardır. Bunların yanısıra nefsin, maddî ele-mentlerden oluşmuşbedene benzer, fakat bedene sızmışve canlı-lığıtaşıyan latif bir cisim olduğunu düşünenlere de rastlıyoruz. O

hâlde bunların hepsinin yaptıklarıriyazetle nefsi bilmeyi hedef e-dindikleri nasıl söylenebilir?

Fakat yukarıda vurguladığımız şu gerçeği hatırlamalısın: İnsan

bü-tün bu durumlarda birtakım uygulamalara girişiyor. Bu uygu-lamalar nefsi dışâlemden ve çeşitli hazlardan alıkoyucu nitelikte-dir. İnsan, bu uygulamalarla maddî sebeplerle ve normal tabiî fak-törlerle ulaşılamayacak özellikler ve sonuçlar edinmek peşindedir.

Bunlarıyaparken tek gayesi, dışdünya kaynaklısebeplerden ve

etmenlerden koparak nefsi ile başbaşa kalmak ve böylece nor-mal maddî faktörlerin erdiremeyecekleri özel sonuçlar elde et-mektir.

Dinin ilkelerini tam anlamıyla uygulayan bir dindar, insanî bir

görev olarak nefsi için gerçek mutluluğu seçmesi gerektiğini dü-şünür. Bu da ahirete inananlar için ahiretteki güzel hayattır. Put-perestler ve tenasuh nazariyesi taraftarlarıgibi ahireti inkâr eden-lere göre ise, iyilikleri bir araya getirip kötülüklerden uzak tutan

bir dünya mutluluğudur.

Ayrıca böyle bir kimse hayvanî hazlara dalmanın kendisine

aradığımutluluğu sağlayamayacağına, kendisini amacına ulaştı-ramayacağına inanır. Bunun için genelde nefsinin arzularına karşı

çıkmasıve onun normal sebepler aracılığıyla istediği her şeyin pe-şinden koşmayıbırakması, kaçınılmaz olur; normal maddî sebep-ler ötesinde kalan bir veya birkaç sebebe başvurmasıgerekir. Bu

sebebe ve sebeplere yaklaşması, onlarla bütünleşmesi icap eder.

Bu yaklaşma ve bütünleşme ancak o sebebe veya sebeplere bo-yun eğmekle, emirlerine teslim olmakla gerçekleşebilir. Bu da ru-hî ve nefsanî bir iştir. Bazıbedenî eylemleri yapmak ve bazılarını

terk etmekle pratiğe yansır. Bu eylemler de namaz, dinî törenler

veya bu kategoriye giren dinî ibadetlerden ibarettir.

Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 257

Dinin emri olan ameller, riyazetler, nefisle mücadeleler, bunla-rın hepsi nefisle uğraşmaya yönelik çabalardır. İnsan fıtrî olarak

yaptığıve yapmadığıher şeyin kendi yararına olduğu düşüncesin-dedir. Daha önce belirttiğimiz gibi, insan bir an bile nefsini gözle-mekten ve kendine yönelik bilinç sahibi olmaktan geri kalmaz. Bu

bilincinde asla yanılgıya düşmez. Eğer yanılgıya düşerse, nazarî

görüşüne ve fikrî incelemesine dayanarak yaptığınefis tefsirinde

yanılır. Bu açıklamadan ortaya çıkıyor ki, bütün dinler ve mezhep-ler, geleneklerinin ve yollarının farklılığına rağmen genel anlamda

nefisle uğraşmaktan başka bir amaca sahip değildirler. O dinlerin

ve mezheplerin bağlılarıbunu bilsinler veya bilmesinler fark

etmez.


Çeşitli riyazet ve nefisle mücadele programlarıuygulayanlar

var ki, bunlar hiçbir dine bağlıdeğildirler ve nefsin gerçek mahiye-tine de inanmazlar. Bunların da uyguladıklarıriyazet programla-rındaki tek maksatları, kendilerine vaat edilen sonuca ulaşmaktır.

Vaat edilen sonuç ile bazıdavranışlarıyapma ve yapmama ara-sında doğal sebep sonuç bağlantısıgibi doğal bir bağlantıyoktur.

Bu bağlantımaddî olmayan iradî bir bağlantıdır. Bu, riyazet prog-ramıuygulayanın, uyguladığıprogramla korunan bilincine ve ira-desine bağlıbir ilişkidir. Riyazet programıuygulayanın nefsi ile

vaat edilen sonuç arasında geçerli ve etkilidir.

Yani sözünü ettiğimiz riyazetin mahiyeti, nefsi bilincinde ve ar-zulanan sonucu elde etmek isteği hususunda desteklemek ve

mükemmelleştirmektir. Şöyle de denebilir: Riyazetin etkisi, arzu

edilen sonucun makdur (güç yetirilebilir) olduğu bilincini nefse ka-zandırmaktır. Buna göre, eğer riyazet gerçekleşir ve tamama erir-se, nefis öyle bir konuma gelir ki, arzulanan sonucu mutlak olarak

veya küçük yaştaki bir çocuğa ait ruhu çağırarak aynaya yansıtıl-masıgibi özel şartlarda gerçekleşmesini irade ederse, arzulanan

şey gerçekleşir.

Peygamberimizden (s.a.a) nakledilen şu rivayetin anlamıda

bu gerçeğe dönüktür. Rivayete göre Peygamberimizin (s.a.a) hu-zurunda Hz. İsa'nın (a.s) havarîlerinden birinin su üzerinde batma-dan yürüyebildiği söylenince, Peygamberimiz (s.a.a), "Eğer yakini

258 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

daha fazla olsaydı, havada da yürürdü..." dedi.

1

Görüldüğü gibi Peygamberimizin bu sözü, bu işin Allah'a yöne-lik kesin iman ile doğal sebeplerin tek başlarına etkili olmadıkları



gerçeği üzerinde yoğunlaşıyor. Buna göre insanın mutlak ilâhî gü-ce yönelişi ne kadar güçlü olursa, tabiî nesneler ona o derece bo-yun eğer. Bu gerçeği iyi anlamak gerekir.

Bu konudaki en genişanlamlısöz, İmam Sadık'ın (a.s) "Niye-tin güçlü olduğu hiçbir şey karşısında beden zayıf ve âciz

kalmaz."2

sözüdür. Peygamberimiz (s.a.a) de mütevatir bir hadi-sinde, "Ameller niyetlere bağlıdır."

3buyurmuştur.

Ortaya çıkıyor ki, amellerin ve ibadetlerin dinî etkileri ve riya-zetlerin ve nefse dönük mücadelelerin etkileri ile insan nefsi ara-sındaki bağlantıbatınîdir, yani söz konusu ilişki bu çabaların

batınî fonksiyonlarıolarak kendini gösterir ve bu işlerden herhangi

biri ile meşgul olmak, nefisle meşgul olmak demektir.

Bazıları şöyle zannedebilirler: Sebep-sonuç ilişkisi, söz konusu

amellerin maddî görüntüleri ile ahirete ilişkin beklentiler arasın-dadır. Rahatlık, güzel rızk ve nimet dolu cennet gibi. Veya bu ilişki

bu amellerin görünen yanlarıile doğal sebeplerin etkili olamadık-ları, şaşırtıcıdünyevî amaçlar arasındadır. Nefislerin idrakleri ve

irade türleri üzerinde tasarrufta bulunabilmek, hareket ettirici bir

güç olmaksızın hareketler meydana getirebilmek, kalplerin sırla-rından ve geleceğin olaylarından haberdar olmak, ruhanîlerle ve

ruhlarla bağlantıkurmak gibi. Ya da arada gerçek bir bağlantıol-maksızın veya belirleyici bir faktör olmadan sırf Allah'ın mutlak i-radesi ile amelleri, sonuçların izleyebileceği sanılabilir. Fakat bu

zanlar doğru değildir ve böyle sananlar kendilerini aldatmışlardır.

6-Sakın yanılgıya düşüp şimdiye kadar yaptığımız bu incele-melerden dinin irfan ve tasavvuf, yani nefsi bilmek demek olduğu

sonucuna varmayasın. Nitekim bazımaddeci araştırmacılar böyle

sanmışlar ve insanlar arasında geçerli olan hayatla ilgili yönelişle-ri, maddî yönelişler ile irfan, yani din olarak ikiye ayırmışlar.

1- [Bihar'ul-Envar, c.70, s.210-212]

2- [Bihar'ul-Envar, c.70, s.205, h:14]

3- [Sefinet'ül-Bihar, c.2, s.743]

Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 259

Sebebine gelince, dinin temel ilkesi şudur: İnsan için gerçek

bir mutluluk vardır. Bu mutluluğu elde edebilmek için tabiat üstü

güce boyun eğmek ve maddî hazlarla yetinmemek gerekir. Şimdi-ye kadarki incelememizden de çıkan sonuç şudur: Hak olsun, batıl

olsun, bütün dinler insanlarıeğitmede ve onlara vadesini verdikle-ri ve çağırdıklarımutluluğa sevk etmede, arzulanan hedefe uygun

şekilde nefsi ıslah edip arındırmayıbir araç olarak kullanılırlar. Bu

gerçekler nerede, nefsi bilmenin din demek olmasınerede?

Din, insanlarıbir ilâha kulluk etmeye çağırır. Bu ibadet ya ara-cısız (hak dinde olduğu gibi) veya şefaatçiler ve ortaklar (batıl din-lerde olduğu gibi) aracılığıile yapılır. Çünkü insanın tek amacıo-lan mutluluk ve güzel hayat bu kulluktadır. İnsanın bu kulluğa e-rebilmesi için madde bağımlılığının ve kontrolsüz hayvani hazların

kirlerinden arınmışbir nefse sahip olmasıgerekir. Bunun için din,

çağrıgörevinin bazıaşamalarında nefislerin ıslahınıve arındırıl-masınıprogramlamaya şiddetle ihtiyaç duyar. Ancak böylece ona

inananlar ve ocağında eğitilenler hayır ve mutlulukla donanırlar ve

bir şeyi bir elle alıp öbür elle veren gibi olmazlar. Buna göre din

başka ve nefsi bilmek onun ötesinde daha başka bir şeydir. Gerçi

dinin, belirli oranda irfanıgerektirdiğini hiç unutmamak gerekir.

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, alışılagelenin dışında kalan, ga-rip ve değişik maksatlara yönelik riyazet ve nefisle mücadele me-totlarınefsi bilme kategorisine girmez. Gerçi birbirleri arasında bir

dereceye kadar ilişki vardır.

Evet; bir konuda kesin yargıya varmalıyız ki, o da şudur: Hangi

metotla olursa olsun nefsi bilmek, dinden kaynaklanmışbir çaba-dır. Ayrıca özgür ve yeterli bir araştırma yapılırsa görülür ki, bütün

farklılıklarına ve dağınıklıklarına rağmen bütün dinler aynıkayna-ğa dayanırlar. İnsan fıtratının benimsemeye çağırdığıbu tek ve

derin köklü din, tevhit dinidir.

Eski kuşaklardan miras aldığımız veya birbirimize aşıladığımız

taassuplarıbir yana bırakarak yalın fıtratımıza döndüğümüzde,

hiç şüphe etmeyiz ki, çokluğu içinde birliği yansıtan ve dağınıklığı

içinde parçalarıarasında bağlantıolan bu kâinat, bütün sebepler-den üstün olan tek bir sebebe varıp dayanır. Bu tek sebep, kendi-sine boyun eğmenin ve plânına, eğitim sistemine göre hayattaki

davranışlarıdüzenlemenin gerekli olduğu Cenab-ıHaktır. İşte tev-

260 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

hit ilkesine dayanan din budur.

Bütün dinlere ve mezheplere yönelik enine-boyuna bir değer-lendirme, onların hepsinin az veya çok bu canlıruhu taşıdıkları

sonucunu verir. Hatta putperestlik ve çok tanrılıinançlar da böyle-dir. Ayrılık ve farklılık, dinî geleneği bu temel üzerine oturtup o-turtmamaktan ve bu uyarlamada isabetli ve ya hatalıolmaktan

kaynaklanır. Meselâ biri diyor ki: "Yüce Allah bize şah damarından

daha yakındır. Nerede olursak olalım, O bizimledir. O'nun dışında

bir dayanak merciimiz, bir aracımız yoktur. Dolayısıyla, hiçbir or-tak koşmaksızın sırf O'na kulluk etmek gerekir."

Bir başkasıda diyor ki: "İnsan toprak kaynaklıve adi cevher-den türemişbir varlıktır. Bu niteliği onun yüce varlıkla ilişki kur-masına engeldir. Toprak nerede, Rablerin rabbi nerede? Bundan

dolayıO'nun, kerem sahibi, madde bağımlılığından kurtulmuş,

temiz ve doğallığın kirlerinden arınmışkullarına yaklaşmamız ge-rekir. Bu kullar, yıldızların ruhanîleri ve türlerin rableri ya da Allah-'a yakın insanlardır. 'Biz bunlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar di-ye tapıyoruz.' (Zümer, 3) Bu aracılarıduyu organlarımızla algılaya-madığımız için, onlar bizden yüce varlıklar olduklarıiçin onlarıa-nıtlarla ve putlarla somutlaştırmamız gerekir. Böylece kulluk yak-laşmasısağlamamız gerçekleşmişolur."

Diğer bütün dinlerde ve mezheplerde de aynıdurum geçerlidir.

Görülüyor ki, bütün dinlerin özlerinde şu veya bu oranda yüce Al-lah'ıbir bilmeye bir yönelişmutlaka vardır.

Şurasıbilinen bir gerçektir ki, insanlar arasında geçerli olan

bütün inanç sistemleri, ne kadar çok dallara ayrılsalar ve araların-da ne kadar büyük görüşayrılıklarıbulunsa da, bu sistemlerin

geçmişdönemlerine döndüğümüzde onların tevhit ilkesine daha

çok meyilli olduklarınıgörürüz. Tam köklerine indiğimizde, karşı-mıza yalın fıtratın dini olan fıtrat dini çıkar. Buna göre tevhit dini

dinlerin babasıdır ve diğer bütün dinler bu babanın ya iyi veya kötü

evlâtlarıdır.

Ayrıca fıtrat dini, nefsi bilme meselesini, davetinin amacıolan

insan mutluluğuna ulaşmanın aracıkabul eder. Bu amaç, fıtrî di-nin nihaî isteği olan Allah'ıbilmektir. Başka bir deyişle fıtrat dini,

insanınefsi bilmeye davet eder. Ama bu davet, bir hedef çağrısı

Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 261

değil, hedefe giden yola yapılan bir davettir. Çünkü din anlayışı,

kulluk yolu dışında bir mesele ile uğraşmaktan hoşlanmaz. Allah

katında geçerli olan tek din İslâm'dır ve Allah kullarının kâfir ol-malarından hoşlanmaz. Öyle olunca başlıbaşına hedef hâline ge-tirilen bir nefsi bilmekten nasıl hoşnut olabilir?

Bu söylediklerimizden ortaya çıkıyor ki irfan, fıtrat dininin kay-nağına dayanır. Çünkü o, insan fıtratının çağrıhedefi olan bağım-sız bir konu değildir ki, dallarıve budakları, bir tek kökte yani fıtrî

irfanda birleşsin.

Bu konuya bir başka şekilde de yaklaşabiliriz, şöyle ki: İnsan-lık, mutlu bir hayata ermek için fıtratının dinamizmi ile toplumsal-laşmaya ve uygarlaşmaya atıldı. Tarih ve ilmî incelemeler, toplum

hâlinde yaşayan bazıkişilerin veya kavimlerin birtakım milliyetçi

görüşlerin benimsenmesi için çağrıyaptıklarınıveya bazısosyal

sistemler ortaya koyduklarınıve bu sistemleri milletleri arasında

uyguladıklarınıispat etti. Kabile düzeni, derebeylik düzeni ve de-mokrasi gibi. Fakat tarih boyunca herhangi bir kimsenin insanları

nefsi bilmeye ve ahlâkıarındırmaya çağırdığını, ne geçmişin bel-geleri ve ne ilmî incelemeler gös-termiyor. Bu görevi sadece dinle

ilgili kişilerin yaptıklarınıgörüyoruz.

Evet, bu din dışıyolların büyücüler ve ruh çağırıcılarıgibi bazı

yolcularıbu tür bir nefis bilgisine din dışıyoldan ulaşmışolabilir-ler. Fakat bu çaba fıtrî bir yönelişsonucu değildir. Çünkü yukarıda

söylediğimiz gibi fıtratın bu konuda etkisi yoktur. Böylelerinin yö-nelişleri şöyle oldu: Önce tesadüfen nefsin bazıgarip tezahürlerini

müşahede ettiler. Bu gözlemleri, nefislerle ilgili bir ayrıcalıklıko-num elde etme yolunda onlarıkamçıladı. Bu yolla kâinatta acayip

işler ve az rastlanır tasarruflar yaparak insanlarıaldatmaya yönel-diler. Bu merak onlarınefsi incelemeye ve bu yolda ilerlemeye

sevk etti. Sonra da adım adım ilerleyerek işin başında bir patika

gibi belirsiz olan bu yolu maksatlarına doğru uzayan düzgün bir yol

hâline getirdiler.

7-Birçok dindar ve salih kulların dine uygun şekilde giriştikleri

nefisle mücadele süreci esnasında, olağanüstü kerametlere eriş-tikleri ve benzerleri arasında sadece kendilerinin karşılaştıkları

garip olaylar anlatılır. Başkalarının göremedikleri bazı şeyleri gö-rebilmek, kendileri dışındaki insanların duyu organlarıile algıla-

262 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

yamadıklarıbazıolaylarıve şahıslarıalgılayabilmek, dualarının

kabul edilmesi, tedavisinden ü-mit kesilen bazıhastaları şifaya

kavuşturmak, normal olmayan yollarla tehlikelerden kurtulabil-mek gibi. Bu olağanüstülükler bazen salih olmayan, fakat sadık

niyetli ve madde bağımlılığından kurtulmuşnefse sahip kimsele-rin eliyle de gerçekleşebilir. Bu kimseler bu gördükleri olağanüstü-lüklerin yakın sebebini göz ardıederler. Bu olağanüstülükleri doğ-rudan doğruya Allah'a isnat ederler, aradaki sebeplerin etkisini

dikkate almazlar. Her şeyin Allah'a dayandığıgörüşü, kabul edil-mesi kaçınılmaz bir gerçek olmakla birlikte aradaki sebeplerin

etkisini yok saymak doğru bir yaklaşım tarzıdeğildir.

Kimi zaman ruh uzmanıkişi, sık sık rastlanan usûle göre kü-çük bir çocuğun nefsi üzerinde tasarrufta bulunarak bir insan ru-hunu çağırarak aynaya, suya veya başka bir şeye yansıtır. Bu uz-man başkalarıgibi, o çocuğun ruhu çıplak gözleri ile gördüğünü,

diğer insanların gözleri ile ruh arasında perde olduğunu, eğer bu

perde ortadan kalksa onların o çocuk gibi çıplak gözleri ile ruhu

görebileceklerini zanneder.

Kimi zaman çağrılan ruhun verdiği bilgilerde yalan söylediği

görülür ve bu işe herkes hayret eder. Çünkü ruhlar âlemi temizlik

ve arınmışlık âlemidir. Bu âlemde yalana, aldatmaya ve kandır-maya yer yoktur.

Kimi zaman yaşayan bir insanın ruhu çağrılarak sırlarıve gizli

yanlarıhakkında soru soruluyor. Oysa o ruhun sahibi uyanıktır, işi

ile gücü ile meşguldür, gündelik ihtiyaçlarıpeşinde koşmaktadır

ve ruhunun çağrıldığından, birileri tarafından kendine soru sorul-duğunda ve açıklamasınıistemediği sırlarınıifşa ettiğinden haberi

yoktur.


Kimi zaman bir kişi hipnotizma metodu ile uyutuluyor ve uy-kusunda yapılan telkin ile belirli bir işi yapmasıkendisine kabul

ettiriliyor. Kişi uyanıp serbest kalınca kendisine uykuda telkin edi-len işi, istenen şartlara uygun biçimde yapıyor. Ama kendisine ya-pılan telkinden ve bu telkini kabul ettiğinden haberdar değildir.

Bazıruhçular insan şekline benzeyen veya hayvan şekillerini

andıran ruh şekilleri gördükleri için bu şekillerin madde âleminde

ve değişken tabiat ortamında olduklarınısandılar. Özellikle maddî

Mâide Sûresi 105 .................................................................................................. 263

varlık bi-çiminden başka bir varlık biçimine inanmayanlar bu zan-na kuvvetle sarıldılar. Öyle ki, bunların bazılarıruhlarıavlamakta

kullanılabilecek aletler icat etmeye koyuldular. Bütün bu girişim-leri insan nefsi hakkındaki şu faraziyelerine dayanıyor: İnsan nefsi

[beden için] maddî bir kaynaktır veya bilinç ve irade yolu ile etki-sini gösteren maddî bir kaynağın özelliklerinden biridir. Böyle

diyorlar ama, bugüne kadar canlılığın ve bilincin ne olduğunu or-taya koymuş, bu problemleri çözebilmişdeğildirler.

Bu faraziyenin bir benzeri de ruhun latif bir cisim olduğunu, bi-çim ve görüntü bakımından elementlerden oluşan bedenlere ben-zediğini iddia edenlerin faraziyesidir. Bu faraziyeyi savunanlar, in-sanın kendini uyanıkkenki biçimi ile rüyada görmesini, varsayım-larına delil sayıyorlar. Kimi zaman da nefislerine karşımücadele

verenlere nefisleri, bedenleri dışında şekil bakımından bedenin

tıpkısıolarak bağımsız bir varlık biçiminde gösterilir. İşte bunlara

dayanarak ruhun, elementlerden oluşmuşbedene sızan, latif bir

cisim olduğuna, insan sağoldukça bedende barındığına ve be-denden ayrılınca ölüm olayının meydana geldiğine hükmetmişler-dir.

Bunlar, gördükleri bu şekillerin kendi bedenlerinden edindikle-ri suret ve kendileri dışında başka varlıklardan zihinlerinde oluşan

bir suret gibi, zihnî bir suret olup insan bilincine dayandığınıgöz

ardıetmişlerdir. Kimi zaman bu bağımsız suret, nefislerine karşı

mücadele verenlerin bazısına birçok kez bedenin tıpkısıolarak ve-ya bir başka biçimde zahir olur. Kimi zaman kendi nefsini bir baş-ka insanın nefsi olarak görür. Bu durumlarda görünen biçimin ru-hun şekli olduğunu savunmadıklarıgibi, nefislerine karşımücade-le edenlere kimi zaman bedenleri biçiminde görünen suretin de

ruhun biçimi olduğunu savunmamalarıyakışır.

Meselenin aslı şudur: Bu tür iddialarıileri sürenler nefisle ilgili

bazıbilgiler elde ettiler ama, onun gerçek mahiyetini olduğu gibi

bilemediler. Bu yüzden elde ettikleri bilgilerin yorumunda ve nef-sin mahiyetini açıklamada yanılgıya düştüler. Açık delillerin ve

tecrübenin bizi ulaştırdığıgerçek şudur:

Şu bildiğimiz düşünen şuurdan ibaret olan ve konuşmaları-mızda kendisinden "Ben" diye söz ettiğimiz fenomen, daha önce

söylediğimiz gibi cevheri, özü itibarıile şu maddî fenomenlerden

264 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6

farklı, bambaşka bir şeydir. Nefsin şuurunun kısımlarıve algılama,

hayal ve düşünme gibi idrak türleri, idrak etmeleri itibarıile nefsin

kendi âleminde ve ortamında gerçekleşen olaylardır.

Bu olaylar, organizmanın algılama ve idrak organlarında mey-dana gelen doğal özelliklerden farklıve başka olaylardır. Organ-larda meydana gelen olaylar, özleri itibarıile canlılıktan ve bilinç-ten yoksun, maddî olaylardır. Salih kullarda, nefisleri ile mücadele

edenlerde ve riyazet programıuygulayanlarda görülen söz konusu

olağanüstülükler, onların nefislerinin çerçevesi dışında olan olay-lar değildir. Bu bilgilerle ilgili esas mesele şudur:

Acaba bunlar nefiste nasıl oluşuyorlar ve oradaki yerleri nere-sidir? Ayrıca bir de şu nokta var: Nefisle şu veya bu oranda bağ-lantılıolan bütün bu olaylar ile nefsin kendisi arasında sebep-sonuç ilişkisi vardır. Buna göre riyazet ve mücadele adamlarının

ortaya koyduklarıolağanüstülükler tümü ile onların iradelerinden

ve isteklerinden besleniyor. İrade ise şuurdan kaynaklanır. O hâl-de şuurla bağlantılıve şuurla sıkıilişkisi olan bütün olaylarda in-san şuurunun etkin rolü vardır.


Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   45




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin