CEHENNEM ATEŞİNİN YAKITI
İNSANLAR VE TAŞLARDIR!
(Soru: Kurân’da "Yakılacak şeyleri insanlar ve taşlar olan" ateşten bahsediyor. Buradaki ” taşlar”dan kasıt nedir?)
-Dünya!. Cehennem’de yanmanın iki boyutuna işaret ediliyor bu âyette...
Birinci boyut; şuursal yanma... Buna “İNSAN” kelimesiyle işaret olunuyor..
İkinci boyut; maddesel yanma.. buna da “TAŞLAR” kelimesiyle işaret olunuyor; anladığım kadarıyla!.
* * *
BEDENSEL YANMA
Fiziki yani bedensel yanış Cehennemin yüksek ısısındaki radyasyonun fotonlarının ışınsal yapıyı tahribinden doğmaktadır...
* * *
CEHENNEMİN DEV ALEV DİLİMLERİ
(SEMUM-ZEHİRLEYEN VE TAHRİB EDEN RADYASYON)
Cehennemin alevleri "semûm" diye ifade edilmiştir Kur'ân’da; ki, bunun günümüzdeki anlamı "zehirleyen ve tahrip eden radyasyon" demektir!...
Taşları, yani maddeyi yakıp yok eden; buna karşın insanların "ışınsal bedenlerini" ise sadece "yakan", "yıpratan", "deforme eden" güneş radyasyonu, cehennemin dev alev dilimlerini oluşturmaktadır; ki, bu alev dilimleri hâlen, günümüzde 800 bin kilometreye kadar yükselmektedir... Varın siz, o günkü 400 milyon kere daha büyük hâlin şartlarını eğer hafsalanız alıyorsa düşünün!.
* * *
İleride de tekrar üstünde duracağımız için, konumuzla çok yakından ilgisi olan iki kelimenin; "ŞİHAB" ve "SEMÛM" kelimelerinin Arap lisanında ne anlama geldiğini Hamdi Yazır merhumun tefsirine dayanarak verelim:
"ŞİHAB", lugatta "ateş alevi" demektir.
"SAMM". semm maddesinde fail; "SEMÛM"da onun mübalağası feul sıgasıdır... "SEMM", "zehir" ile, bir de "SEMMÜLHIYAT" gibi "ince delik" mânâsına gelir. Nitekim, bedendeki terin çıktığı ve havanın nüfus ettiği gizli deliklere "mesemme", çoğulunda "mesamm" veya "mesemmat", cemül cemine de "mesammat" denilir.
"CAN"ın "NÂRI SEMUM"dan halkedilmiş olması, CİN ve ŞEYTANIN insanın gizli mesammatından hulûl edecek, zehirleyecek bir mâhiyette olduğuna işarettir.." (c:4,s:3059)
* * *
HAKİKAT BİLGİSİNE SAHİP OLDUĞU HALDE
GEREKLİ ÇALIŞMALARI İHMAL EDENLER
RUH GÜCÜ YETERSİZLİĞİ SEBEBİYLE AZAP
VERECEK ORTAMIN ŞARTLARIYLA KUŞATILIRLAR!
Bkz. M / Mülhime Bilinç/ Kişide Hakikat bilgisini değerlendirecek ruh gücü yoksa, yüklendiği tüm bilgiler cehennem ortamında tükenir gider.
* * *
İNSANLAR DÜNYAYI KUŞATAN CEHENNEMDEN KURTULMAK İÇİN
RASÛL VE NEBİLERİN PEŞİNE TAKILARAK YOLA ÇIKACAKLAR...
VE ANCAK İMAN NURU OLANLAR BU GEÇİŞİ BAŞARIP
CENNET BOYUTUNA GEÇEBİLECEK!
Kıyâmetle birlikte “Kabir âlemi” yaşamı sona erecek, bütün insanların dünyadan ayrıldıklarındaki son sûretlerinde olan ruhları toplu bir halde “mahşer” diye isimlendirilmiş ortamda bir araya geleceklerdir.
Bu süreç, herkesin dünyada edindiklerinin ve elde ettiklerinin kendine neler kazandırıp neler kaybettirdiğini en detaylı bir şekilde yaşadıkları bir evredir ki, insanlar için hayli sıkıntılı ve uzun süren bir süreç olacaktır.
Daha sonra insanlar Dünya’yı kuşatan cehennemden uzaklaşmak için, Dünya’da iken inanmış oldukları Rasûl ve Nebilerin peşine takılarak yola çıkacaklardır. Bu yolculukta, iman sahipleri bu geçişi başararak “Cennet” ismiyle tanımlanan boyuta geçecek; iman nurundan mahrum olanlar ise “Cehennem” ismiyle tanımlanan boyutta yaşamlarını sürdüreceklerdir. Bu konunun detaylarını ilgili âyet ve hadisler ile “İNSAN VE SIRLARI” isimli kitapta anlatmıştık. İlgi duyanlar oradan okuyabilir detayını.
İman nuruna sahip olanların dünyadayken yaptıkları “ibadet” diye tanımlanmış çalışmaları, onların bu geçişi daha kolay yapmalarını sağlayacak, Rasûl ve Nebilerin haber verdikleri konularda yeterli çalışmaları yapmamış olanlar da, o geçiş sırasında bunun sıkıntısına katlanacaklardır.
“Cehennem” boyutunda kalanlar, ruh bedenle yaşamlarına devam ederlerken, “Cennet” ismiyle işaret edilen boyuta geçenler ise bir tür transformasyon yaşayarak, “ruh” bedenden arınıp, “nur” yapılı yaşamlarına başlayacaklardır.
* * *
DÜNYADAYKEN BEŞERİ, HAYVANİ DUYGULARDAN
VE DEĞER YARGILARINDAN ARINMAMIŞ OLANLAR
CEHENNEM ÇUKURLARINDA SEYAHATLERİNE BAŞLARLAR!
Eğer Dünyada velâyet makamına ulaşmışsan insan suretinde cehennemin içinden geçip gidiyorsun, Cennet denen ortama… Sırat’ı geçip gidiyorsun...
Yok eğer o düzeye ulaşmamışsan, yani “beşeri duygular” denen, hayvanî duygulardır esasında onlar; melekiyete ulaşamıyorsun!. Melekiyete ulaşamadığın zaman o hayvani duyguların karakteristiği olan hayvan suretine bürünüyor bedenin..
Hadisi şerifte “Mahşerde 10 hayvan suretinde olarak haşrolurlar” denmesinin sebebi bu!. Ve bundan sonra ne diyor hadisi şerifte; aşağı yukarı 70 bininin herbirinin içinde 70 bin olmak üzere, 70 bin çarpı 70 bin insan, direk Cennete girer diyor. Yani Cehennem azâbı duymadan, Cehennemde azap duymadan girer diyor. ”Geri kalanı, Dünyadayken o beşeri, hayvanî duygulardan değer yargılarından arınmamış olanlar bu defa Cehennem çukurlarındaki seyahatlerine başlarlar” diyor.
* * *
CEHENNEM ÇUKURLARINDA TEK ŞANS,
O OLAYLA KARŞILAŞA KARŞILAŞA
BAĞIŞIKLIK KAZANMAK!
“Onların herbiri bir Cehennem çukuruna girerler orada yıllar boyu yanarlar. Oranın azâbını bitirdikten sonra o çukurdan çıkarlar, ikinci bir çukura girerler, bu defa orada yanmağa başlarlar… Tâ ki kendi yapısının gerektirdiği bir biçimde yanıp bitmedikten sonra” diyor…
Bu çukurlardaki yanmanın sebebi ne?...
Bu çukurlardaki yanmanın sebebi, biraz evvel izah ettiğim kabirdeki azâbın sebebi…
“Ben”, esasında orijininde meleki yapıya sahip, ilâhi kuvvet ve kudretle mücehhez. O’nun halifesi olmak üzere varolmuş bir varlıksın... Ama şu içinde bulunduğun dünyada önce bedenin tabiatıyla, sonra şartlanmalarla, duygularla ve değer yargılarıyla 70 bin türlü perdeyle perdelenmişin... Neticede kendini bu beden kabullenmişin… Allah’tan ayrı, O’nun dışında O’ndan gayrı bir varlık olarak kendini kabullenmişin. Bunun neticesi olarak da sürekli azap içerisindesin…
Ve nasıl kabir için izah ettim size, “senin o hoşlanmadığın kişi, nesne neyse onunla beraber oluyorsun ve onunla beraber olmak sana azap veriyo; ve onunla ola ola devamlı bağışıklık kazanıyorsun...
Dünyada ölmek var… Dünyada çıldırmak var... Çıldırırsın, kafayı üşütürsün, artık onun değeri senin için kalmaz orada azap biter… Ama öbür tarafta ne çıldırmak, kafayı üşütmek, deli olmak var... Ne de ölmek var!
Tek şansın sürekli o olayla karşılaşa karşılaşa karşılaşa bağışıklık kazanacaksın! Veya oradaki azaplardan en hafif bir tanesinin misalinin veriyim…
Kıskanma duygusu.. Beşeri bir duygu... Bu Dünyadayken kıskanma duygusu yüzünden bir cehennem azâbı yaşıyor bir kişi… Onun kıskanma olayının kalkması için o olaya bağışıklık kazanması lâzım. Bunu sağlayacak bir olayla sürekli karşılaşıyor… Belki 1000 defa belki onbin defa...
Sen bir defasını kaldıramıyorsun çıldıracak gibi oluyorsun, bin defa veya yüzbin defa aynı olayla karşılaşıyorsun… Veya fareden tiksiniyorsun, göremiyorsun, çıldıracak gibi oluyorsun… Her tarafını fareler sarıyor kucağında üstünde başında sürekli dolaşıyorlar..
Ne çıldırmak var deli olmak var ne de ölmek var... Veya bunun gibi daha başka şeyler. Ve bunun gibi, meselâ Allah’ın haram kıldığı bir olay… Sen o olayı yapmışın… O olay senin karşına seni cezbeden bir ateş olarak çıkıyor. O olaya Dünyada düşkün olduğun için o da ruhuna işlediği için otomatikman o olayın içine gidiyorsun... Ama içine gittiğin o olay bir ateş!. Ve o ateş bu sefer seni kuşatıyor sana azap veriyor... Bunun gibi tek tek ne kadar sende beşeri duygulara değer yargılarına alışkanlıklara veya tabiata uygun olarak neler varsa bunların hepsinde yanıyorsun... O yanmanın sonucunda da o şey senden gidiyor tabi...
İşte “Cehennem Allah’ın rahmetidir” denmesinin sebebi hikmeti ortaya çıkıyor burada… Sen eğer saidsen, Cennetliksen, fakat sende de bu eksikler noksanlar haller varsa, bu hallerle de Cennnete gitmen mümkün değil! Ama Cehennemde sendeki bu eksik noksan hallerden azap duya duya bağışıklık kazanıyorsun ve arınıyorsun. O şey artık senin için birşey ifade etmiyor, o şeyden geçiyorsun... Ve bu geçişin sonucunda da neticede Cehennemden çıkarak Cennete gitmenin yolu sana açılıyor.
Ondan sonra işte yeni bir bâ’s şekli daha var.. Bütün bu kalıntılardan meydana gelen beden tekrar gidiyor ve tamamen meleki bir bedenle meleki yapıyla Cennete giriyorsun..
Bakın kaç türlü beden değişti, kaç türlü bâ’s meydana geldi...
* * *
KİŞİ ÖLÜM SONRASINDA MİKRODALGA BEYİN ÜZERİNDE
DEĞİŞİKLİK YAPAMAYACAĞI İÇİNDİR Kİ
CEHENNEM ÇUKURLARINA SAYISIZ DEFA GİRER VE ÇIKAR!
‘İnsanların bir kısmı, öldükten sonra cehenneme gidecek, orada milyonlarla sene yanacak; burada terkedemediği, atamadığı halleri orada sürekli yaşayacak; tekrar tekrar yaşayacak... Neticede, şartlar, artık ona azâb vermez hâle gelecek; ve azâb öylece bitmiş olacak.
Müminlerin, cehenneme girip de, yandıktan sonra cehennemden çıkması denen olaya gelince...
Burada, sana azap veren bir olayla ilk karşılaştığında, göstereceğin tepkiyi yüz üzerinden yüz olarak kabul edersek... ikinci defa aynı olayla karşılaşırsan, yüzde seksen tepki gösterirsin... Üçüncüde yüzde altmışa düşer tepkin. En sonunda boş verirsin, olay artık seni hiç etkilemez!.
İşte o şey, o takdirde artık sana azap verme durumundan çıkar!.
Bu olay, şimdi dünyada iken kolay... Kendinde belli idrâkleri oturtabilirsen, bunu üç ayda, altı ayda, bir senede bilemedin birkaç senede atarsın!. Ancak, bu beden ve bu beyin, bu şuur kendinden gittikten sonra; “ruh” denen o mikrodalga beyinle yaşamaya başladığın zaman, bunu böyle bir kaç defada atamazsın...
Biyolojik beyin, şu anda ruh üstünde, mikrodalga beyin üstünde rahatça gerekli yüklemeleri yaparak, bunları değiştirebiliyor... Ama öldükten sonra o imkân kaybediliyor!.
Ölüm sonrasında, mikrodalga beyinle baş başa kaldığımız zaman, onun yeni şartlara adaptasyonu, ancak ve ancak, aynı olayla pek çok sayıda karşı karşıya kalması suretiyle mümkün olur.
O yüzden de işte “Cehennem” dediğimiz hayat çok çok uzun sürelere ve boyutlara dönük bir hayattır... Ve bu halleri orada çok uzun sürede atmak mümkün olur.
Bu gün bu dünyada, sana azap veren her hangi bir olaydan, yüz kere aynı olayı yaşamakla kurtulabilirsen; orada belki on milyon defa aynı olaya, aynı azâba tahammül edeceksin!.
Neticede artık o olay sana azap vermez olacak .
‘’Cehennemde insanın kendisine azap veren cehennem çukurlarına sayısız defa girip çıkması’’ diye sembolize edilen olay budur işte!.
Aslında bu dünyada da cehennem çukurlarına girip girip çıkıyoruz da, olayın ne olduğunun ismini koyamıyoruz bu konudaki bilgisizliğimizden…
* * *
“MÂLİK”
Cehennem halkının lideri olan varlık.
* * *
ZEBÂNİ
İnsanları ezici hor hakir hâle getirici, onları zebun edici varlıklar anlamında olarak “zebâni” denmiş.
* * *
CEHENNEM PUSUDA!
CEHENNEMİN PUSUDA BEKLEYEN VARLIKLARI İSE
“ZEBÂNİLER”
Bilelim ki, her ortamın kendine has canlı türleri vardır...
Her gezegenin ve yıldızın kendine has canlı bilinçli birimleri varolduğu gibi; evrenin farklı boyutlarının oluşturduğu değişik katmanların dahi farklı canlı türleri vardır ve bütün bunlar hep bilinçli varlıklardır.
İşte bunların hepsi birden Din terminolojisinde sadece "melek" kelimesiyle tanımlanmıştır.
Beyinlerimiz genel yapısı itibariyle, sadece beşduyu dediğimiz "kesitsel algılama araclarıyla" gelen verileri değerlendirmek için programlanmış olduğundan, algıladığımız kesitin dışında kalan boyutlardan ve bu boyut katmanına ait canlılarından habersiz yaşamaktayız!.
Oysa, gerçekte, bırakın başka gezegen ve yıldızlarda yaşayanları; "cin" ismiyle işaret edilen ve her an beyinlerimizi etkilemeye çalışan aramızda yaşamakta olan canlı türlerinin dahi farkında değiliz. Nerede kaldı, başka gezegenler ya da yıldızdakiler!
Her neyse!
Bir âyet-i kerimede “Cehennem”in insanların güzergâhı üzerinde olduğu veya cehennemin pusuda olduğu anlatılır.
Bu pusudaki varlıklar, işte bu zebâniler!
Pusu ortamı da, “Cehennem” ortamıdır!
Nasıl, dünya üzerinde insanlar veya dunyada ve uzayda yaşayan cinler var ise; onlar gibi her gezegende ve yıldızda da yaşayan değişik türden varlıklar vardır!.
Dolayısıyla Güneş'in de kendine has ışın yapılı sâkinleri mevcuttur.
İşte bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de "zebânî" diye târif edilmişlerdir. Bu isimle adlandırılmışlardır!
İşte, Güneşin içinde yaşamını sürdürmekte olan canlılara, bilinçli varlıklara da Kur'ân-ı Kerim'de "zebânî" denilmiştir!.
* * *
ZEBÂNİLER BİR TÜR MELEKTİR
VE NUR YAPILIDIR!
Cehennem varlıkları olup "zebâni" adıyla tanınanlar da "melek"tir!
* * *
Bunlar, bir tür "melek"lerdir! "NUR" yapılı olmaları; ve o ortam içinde meydana gelmeleri sebebiyle, diğer ortamlardan oraya girecek varlıklara GÖRE çok zor olan şartlara rağmen; içinde bulundukları şartlardan hiç etkilenmeden; tıpkı bizim yaşayamadığımız su ortamında balıkların yaşaması gibi; Güneş'in çok yüksek radyasyon ortamında doğal hayatlarını sürdürmektedirler.
Çok iri bedenleri ve dışarıdan o ortama gireceklere göre de, çok serî hareket kâbiliyetleri mevcuttur.
Balığın suyu yutup, suyu çıkarması gibi, onlarda “ateş” yerler ve “ateş” çıkartırlar!.. Oraya gidecek olan gerek insten gerek cinden tüm canlılarla top gibi oynarlar, “aklınız olsaydı, buraya düşmezdiniz, sizi uyaranlar gelmedi mi?” derler.
* * *
ZEBÂNİLERİN HERBİRİ
DEV BOYUTLU VARLIKLARDIR
Bunların her bir tanesi koskoca bir dağ gibi.. Her bir zebani, koskoca bir dağ gibi vücuda sahip!
Ufak yerin ve yerçekimi ufak olan yerin varlıkları da ufak olur. Yerçekimi ağır olan ortamların varlıkları da, ona göre dev varlıklardır. Güneşin yerçekimi Dünyadan çok çok yüksek olduğu için oranın canlı varlıkları da ona göre çok büyük boyutlardaki varlıklardır.
İşte Cehennem meleklerinin Cehennem kapısının 500 senelik yol diye tarif edilmesi, ordaki meleklerin çok dev boyutlarda olarak hadislerde tarif edilmesinin sebebi budur. Yani onların yanında bir insan senin vücudundaki bir pire gibi falan kalıyor.
* * *
ZEBÂNİLER 19 TÜRDÜR!
Cehennemdeki bu zebâniler 19 türdür. Tür olarak 19 türdür. Besmele de 19 harftir!
* * *
ZEBÂNİLER NİÇİN EZİYET EDER?
Biz, doğal ortamımızda, nasıl gücümüzün yettiğine hükmediyor, kuşu kafese koyuyor, hayvanları kendi anlayışımıza göre terbiye(!) ediyor; ayıların burnuna kanca takıp, “mârifet öğretiyoruz”, diye kızgın saç üzerinde zıplatıp, yürütüyorsak... “Zebânîler” de kendi doğal ortamlarına dışarıdan gelen varlıkları öylece “terbiye”(!) ederler!.
Ama o insanlar, ya da diğer canlılar bundan azâb ve ızdırap duyarlarmış, elbette ki bu onların sorunu değildir!.
“Zebânî” denmesinin sebebi, “zebûn edici” olmalarıdır. Ve bu kelime, genel olarak sıfatlarından dolayı kullanılan isimdir. Yâni, öylesine güç sahibi, hükmedici ve dilediklerini yaptırıcı varlıklardır ki, onların güçleri karşısında, herkes aşağılanır, ezilir, azâb ve ızdırap duyar!.
Tıpkı, burada “cin”lerin hükmüne girip, sersefil sokaklara düşen bir kısım insanlar gibi; ya da sirklerdeki “terbiyeci”lerin eline düşmüş hayvanlar, ya da laboratuvarlarda kullanılan ve en az bizim kadar yaşama hakkı olan kobaylar gibi!.
Öyle ise, yapılacak en iyi iş, o şartlara en iyi şekilde hazırlanmaktır!.
Bu isim onlara, oraya gidecek “insanlara göre” verilmiştir.. Ellerine düşen varlıkları “zebûn edici” yâni aşağılayıcı, horlayıcı, onlara istedikleri her şeyi yapacak özellikleri dolayısıyla bu şekilde isimlendirilmişlerdir.
Esasen bu varlıklar, kendi başlarına kötü varlıklar değillerdir...
Güneş içinde yaşamaları ve orada meydana gelmeleri sebebiyle son derece güçlü, bize göre lâtif, hareket kâbiliyeti son derece yüksek varlıklardır.
Dışarıdan güneş içine gidecek olan “ruhlar” ise; yer çekimi Güneşe göre son derece düşük olan Dünyada meydana geldikleri için, orada büyük bir zayıflık ve güçsüzlük içinde olurlar.
Kezâ Güneş`e gidecek “CİNLER” dahi düşük seviyeli dünya yerçekimine göre yapılandıkları için, cehennem tâbir edilen bu ortamda ora halkından büyük eziyet görür halde olacaklardır.
* * *
MÂNEVİ CEHENNEM
(DÜŞÜNSEL AZAP-ŞUURSAL YANMA)
Cehennemin maddi azâbından hadsiz hesapsız güçlü olanı mânevi yani düşünsel azâbıdır!.
* * *
MÂNEVİ CEHENNEMİN SEBEBİ
KİŞİNİN ÖZ’ÜNDEKİ KENDİNİ BİLEBİLME HASLETİNİ
ORTAYA KOYAMAMASINDANDIR!
“Mânevî cehennem”, kişinin kendini meydana getiren ilâhî isimlerin terkibi olarak kalması ve bu terkibin özünde bulunan kendini bilebilme hasletini ortaya koyamamasındandır!.
Azâbının, yanmasının sebebi de; kendisinde mevcut olan bu haslettir.
Terkibinin oluşturduğu huy-tabiat ve şartlanmalardan, kendini Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak sûretiyle kurtaramaması, neticede cehenneme gidişine yolaçar!.
Kişi terkibiyetinin hükmünden çıkarsa, mânevî mânâda cehennem diye bir şey kalmaz... Dünyada iken cennete girmişlerden olur.
* * *
Kendindeki hangi özelliği keşfederek onu kullanmak sûretiyle bir cehenneminden kurtulup, karşılığı olarak o cenneti yaşayabildin?.
* * *
Kişinin kafasına yerleşmiş, yanlış bilgi ve şartlanmaların oluşturduğu kabullerin, orada karşıt gerçekleriyle karşılaşmalarından meydana gelecektir.
Bunun en başta gelen sebebi ise, kişideki “benlik” duygusu, “sahiplik düşüncesi”, “hırs”, “tamah”, kendini beden kabullenme ve bunun sonucu olarak sadece bedensel zevkler istikametinde hayvansı yaşam türü gibi sebepler...
* * *
Cehennemini, şartlanmalarınla, duygularınla ve ellerinle tutuşturmakta olduğunun farkında mısın?.
* * *
YANINIZDA GÖTÜRDÜĞÜNÜZ ATEŞİNİZ
VİCDANINIZDA GİZLİDİR!
Bakın, “ben cehennemde acaba yanacak mıyım, ne kadar yanacağım” sorusunu gündeme getirdiğinizde şunu sorun kendinize:
“Vicdanen bu konuda ne kadar rahatım?.”
Akşam yatağa yattığınız zaman uyumadan evvel, kendinizi vicdanî muhasebeye çekin!. Bu vicdani muhasebe ile sorun kendinize: “Ben neler yaptım?. Bu yaptıklarımı hangi gaye ve amaçla yaptım?.”
Bunu sorun kendinize!.
Alacağınız cevap sizin o sınavdaki puanınızı gösterecektir.
Cehennemden ya çok kısa bir sürede geçeceksiniz, cennet ortamına geçmek üzere; ya da orada bir hayli fazla kalacaksınız!.
“Cehennemde hiç ateş, odun, alev yoktur. Oraya herkes kendi ateşini yanında götürür.” diyor Allah Rasûlü.
İşte o yanınızda götürdüğünüz kendi ateşiniz, vicdanınızda gizlidir!.
O ateşin kaynağı, vicdanınızdır!. Ya samimiyet suyu ile doludur, sulanmıştır... Ya da riyâkârlık ikiyüzlülük münâfıklık ateşiyle kıvranmaktadır vicdanınız!.
Her gece yapamıyorsanız haftada bir; haftada bir yapamıyorsanız ayda bir; ama mutlaka vicdanınızı ziyaret edip onunla bir sohbet edin!.
Pahasını ödeyemeyeceğiniz en büyük aldanma, kendi kendinizi aldatmadır.
* * *
MÂNEVİ CEHENNEMİN YAKIŞI
DÜNYADA BAŞLAR…
Cehennemin mânevi ateşi, şuurundaki sahiplik düşüncesidir!. Ki, yakışı dünyada başlar.
Herhangi bir nesnenin sahibi olduğunuzu düşünüyorsunuz ve o nesneyi yitirdiğiniz anda başlıyorsunuz yanmaya!. Oysa, "Allah verdi, Allah aldı" deyip işi bitirebilseniz, "yanma" olayı bir anda sona erecek; ya da hiç olmayacak!.
Esasen cehennemdeki "yanma"ların kökeninde büyük ölçüde, toplumsal şartlandırmalar; bu şartlandırmaların oluşturduğu değer yargıları; ve nihâyet bunların tümünün meydana getirdiği duygular yatar!.
Hangi şey ya da konu için "ille de böyle olmalı" diyorsanız, sizi mutlaka bir "yanma" bekliyordur... Kaçınılmazdır!. Çünkü, er ya da geç, bir gün o şey sizin istediğinizin dışındaki bir hâle dönüşecek; neticede siz de bundan dolayı "yanacaksınız" demektir!.
Kişilerin büyük çoğunluğu, dünyada yaşarken "yanmaya" başlar... Bir kısmının yanması da ölümle, yâni biyolojik bedeni terkedişiyledir... Çünkü, sahibi olduğunu sandığı herşeyin elinden çıktığını, yitirildiğini bizzat yaşamaktadır!.
* * *
İNSAN DÜNYADA BEDENE DÖNÜK YAŞADIĞI SÜRECE
FARKETSE DE FARKETMESE DE CEHENNEM HAYATI İÇİNDEDİR!
Kendini bir beden olarak müşahede etme, tesbit etme, değerlendirme ve bunun gereğini yaşama hâli, "Adem ve Havva`nın, Cennet`den Dünya`ya indirilmesi" diye târif edilegelmiştir. Yani, Adem ile Havva`nın, Cennet`den Dünya`ya indirilmesi bir "mekânsal" indirilme olmayıp; içinde yaşadıkları "Ruhâni güçlerle" tahakkuk etme hâlinden, bedeni kayıtlar ve kısıtlamalar yaşamına geçmeleridir... "Ahsen-i Takvim"in, "Esfeli sâfiliyn"e indirilmeleri de denmektedir buna...
İşte bundan sonradır ki, Adem nesli dünya üzerinde, dünyanın şartları içinde yaşamaya ve kendilerini bir beden olarak görme hâlini kolay kolay üstlerinden atamama cezasını çekmeye başlamışlardır; ki bu duruma;
"Dünya mü`minin sicciynidir"
şeklindeki Rasûlullah aleyhisselâm açıklamasıyla işaret edilmiştir.
Öyleyse insan, dünyada yaşadığı sürece; kendini bir beden kabul ederek, bu bedene dönük yaşadığı sürece farketse de farketmese de Cehennem hayatı içindedir.
“Cehennem hayatı” deyince yalnızca ötede, gelecekte, maddî ateş olarak düşünmeyelim!. Kişinin kendisindeki ruhânî güçleri veya bir diğer anlatımla kendi varlığında mevcut olan ilâhi isimlere dayalı sayısız kemâlâtı ve bu kemâlâtın getireceği özellikleri ve güzellikleri yaşayamama hâli de bir tür Cehennem hâlidir.
* * *
NE KADAR GERÇEKÇİ OLABİLİR VE
EVRENSEL BAKABİLİRSEK O KADAR CENNETİ YAŞARIZ!
Cehennemi yaşıyoruz; şartlanmalarımız, DUYGUlarımız ve değer yargılarımız yüzünden... Cenneti yaşıyoruz; gerçekçi olmamız, duygularımız ve evrensel bakabilmemiz yüzünden!.
* * *
KENDİSİNDEKİ ÜST BOYUTTAN GÂFİL OLAN,
KESRET GÖRÜŞÜNÜN GETİRDİĞİ YAŞAMLA
DÜNYASINDA CEHENNEMİNDE PERİŞAN OLUR!
Tasavvufta bahsedilen tüm mertebeler, herkeste mevcuttur!.
Fark, bunların şuurunda olarak yaşamak ile farkında olmadan yaşamak arasındaki farktır.
Kendinde bunları bulmuş olan, bulduğu kadarının cennetini yaşar.
Kendindeki üst boyuttan gâfil olan da, bunun sonucu olarak, kesret görüşünün getirdiği yaşamla, dünyasında, cehenneminde perişan olur!.
* * *
Dostları ilə paylaş: |