Alevi İslam iLMİhali



Yüklə 1,97 Mb.
səhifə6/87
tarix21.08.2018
ölçüsü1,97 Mb.
#73751
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   87

KUR’ÂN’I TANIMA ÜZERİNE...

Bismillâhirrahmânirrahîm // Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla...


Bütün övgüler yüce Allâh’a, Allâh’ın selâm ve rahmeti şanlı Peygamberimize @, Âl-i Beyt’ine (s.a.) ve seçkin ashâbına (r.a.) olsun!

Neden Kur’ân’ı tanıma üzerine” dedik?



Çünkü;

Tanımak; tanış olmaktır, yakın veya uzak durmaktır, dost ya da düşman bilmektir. Tanımamak da; tarafsız ve nötr kalmaktır. Tanınmayan bir şeye yakın veya uzak, karşı ya da taraf, dost veya düşman olunduğu söylenemez. Biz de istedik ki; bizim, Kitab’ımız ile tanışıklığımızın seviyesi ortaya çıksın. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu, neyin, kimin safında olduğumuzu, hangi konumda bulunduğumuzu anlayalım. Ne kendimizi, ne de toplumumuzu kandırma durumunda kalmayalım. Neysek onu görelim ve bilelim. Böylece; “Kitâbı tanıyan dîni tanımış, dîni tanıyan Allâh’ı tanımış, Allâh’ı tanıyan kendini tanımış, kendini tanıyan da cihânı tanımış olur.” sözünün bir hakîkat olduğu anlaşılsın!



Öyleyse; Bismillâh!

Kur’ân nedir?

Kur’ân’ın muhâtabı kimlerdir?

Kur’ân’ın gönderiliş amacı nedir?

Kur’ân ölülere mi, dirilere mi okunmalı?

Kur’ân’ı Arapça mı yoksa, ana dilimizle mi okumalı?

Kur’ân’ı nasıl anlayabiliriz?

Kur’ân’ı anlamadan; “Kitâb’a imân ettim.” demek yeterli mi?

Kur’ân’ı anlamak için Arapça bilmek zorunlu mudur?

Kur’ân’ı yalnızca mealden-tercümeden anlamaya çalışmak yeterli midir?

Kur’ân meallerinin farklılığı durumunda nasıl bir yaklaşım sergilenmelidir?

Kur’ân’ın anlaşılmayan âyetleri olursa ne yapmalı?

Kur’ân’ı anladıktan sonra; “îmân ettim.” demek yeter mi?

Kur’ân abdestsiz okunabilir mi?

Kur’ân’a karşı görevlerimiz nelerdir?

Kur’ân’da hangi konular yer almaktadır?

Kur’ân’da yeralıp da zamanını doldurmuş, geçerliliğini yitirmiş hükümler, âyetler var mıdır?

Kur’ân’ı hayâtın dışında tutmanın kaç yöntemi vardır? Bunlardan hangisi daha tehlikelidir?

Kur’ân okunması yönünden diğer kitaplara benzer mi?

Kur’ân’a şirk koşmak ne demektir? Kur’ân’a şirk koşanların İslâm nazarındaki konumları nedir?

Kur’ân’ı anlamada nasıl bir metot takip etmeliyiz?
Kurân nedir?
Kur’ân;Yüce yaratıcının kullarına gönderdiği bir mektup,

Kur’ân;Kâinâtın Tabîb’inin âlemlere indirdiği bir reçete,

Kur’ân;İnsanlara dünyâ hayatlarını tanzîm etmeyi öğreten bir rehber,

Kur’ân;Allâh’a kul olmanın genel prensiplerini veren bir yol gösterici,

Kur’ân;Şeytân’a ve tâğût’a kul olmamayı emreden bir bildiri,

Kur’ân;Kula kulluğu reddeden, yalnızca Allâh’a kul olmayı öğütleyen bir uyarıcı,

Kur’ân;Ruhlardaki ve nefislerdeki hastalıkları tedâvi eden bir şifâ kaynağı,

Kur’ân;Cennet ve Cehennem’in gidiş yolları üzerindeki trafik yol işareti,

Kur’ân;Okuyanın anlaması, anlayanın eyleme dönüştürmesi gereken bir ilâhî buyruk,

Kur’ân;Gönüllerin kışını sona erdiren bir bahar rüzgarı,

Kur’ân;Ağızları ballandıran ilâhî şerbet,

Kur’ân;Ölülerden çok dirilere hitap eden ve hayat proğramı sunan bir mesaj,

Kur’ân;Dünyâ’da insana yakışır bir şekilde yaşamayı, âhirette de bunun sonucunda elde edilecek olan mükâfâtı açıklayan bir tebliğci,

Kur’ân;Neyin iyi-neyin kötü, neyin güzel-neyin çirkin, neyin yapılması-neyin yapılmaması gerektiğini öğreten bir kılavuz,

Kur’ân;Allâh’tan, Peygamberimiz Hz. Muhammed’e @ yaklaşık 23 yıl içerisinde Cebrâil vasıtasıyla indirilmiş Kutsal Kitap...
Kur’ân’ın muhâtabı kimlerdir?
İnsanlarımızın bir kısmı; Kur’ân’ın yalnızca âlimler tarafından anlaşılabileceğine, halkın ise âlimlerin görüşleri ve anlattıklarıyla yetinmeleri gerektiğine inanmaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek; Kur’ân’ı anlamaya çalışmanın insanı saptırabileceğini bile söylemektedirler. Acaba gerçek böyle midir? Gerçekten Kur’ân; kendisini sadece Peygamberimizin @, sahabenin (r.a), Ehl-i Beyt’in (a.s.) ve âlimlerin-dînî önderlerin mi anlayabileceğini bildiriyor? Yani, Kur’ân sadece saydığımız kimseleri mi muhâtap alıyor? Ve diğer insanlara ise körü körüne îmân ve tasdik mi düşüyor? Bunun cevâbını inandırıcı bir şekilde verebilmek için Kur’ân’a müracaat etmek ve aydınlanmak gerekiyor.

Kur’ân okuyan herkes, Kur’ân’da; “Ey insanlar!..., ey müminler!..., ey akıl sahipleri!...vs.” gibi ifâdelerle sıkça karşılaşır. Ve hiçbir âyette de sadece belli bir gurup din âlimlerine seslenen ifâdelerle karşılaşmaz. Bu neyi ortaya koyuyor? Demek ki Kur’ân’ın muhâtabı tüm insanlık âlemidir. Bu âlem içerisindeki her fertte; aklı, irfânı, anlayışı, genel kültürü, kabiliyeti ve bilgi kepçesinin büyüklüğü oranında Kur’ân okyanusundan faydalanır ve İslâm’ı yaşamaya çalışır.

Nasıl ki her hangi bir şeye bakan farklı sınıf ve bilgi seviyesindeki insanlar bilgileri oranında o şey hakkında fikir sâhibi olurlar ve gerekli açıklamalarda bulunurlarsa, Kur’ân okyanusuna bakanlar da aynı şekilde farklı pencerelerden konuları anlar, kavramaya çalışırlar ve güvenilir sünnetin (Peygamberimizin açıklamaları) de yol göstericiliği ışığında İslâm’ı yaşarlar.

Şu gerçekte hiçbir zaman gözardı edilmemelidir; Hiç kimse, “nasıl olsa ben de Kur’ân’ın muhâtabıyım.” diyerek aklının estiği gibi Kur’ân’ı anlamaya çalışamaz, Peygamberi @, O’nun Ehl-i Beyt’ini ve Kur’ân’ı kendisinden daha iyi anlayabilecek ehil–yetkin kimseleri tamâmıyla kapı dışında bırakamaz. Çünkü Kur’ân’ı en iyi bilen, tanıyan ve anlatan ilk öğretmen Peygamberimizdir. O’ndan ve ehlinden faydalanmamak ilime ve insanlığa ihânettir, koyu bir cehâlettir.
Kur’ân’ın gönderiliş amacı nedir?
Madem ki Kur’ân bütün insanlığa hitap ediyor, peki; Kur’ân’ın gönderiliş amacı nedir? İnsanlık âlemi bu amaca uygun hareket etmiş midir? Ya da bugün Kur’ân’ın gönderiliş amacına uygun mu davranılıyor?

İnsanoğlunun ürettiği, îcat ettiği hemen her makine ve ürünün bir kullanım kılavuzu vardır. Bu kullanım kılavuzu ile işler daha bir kolaylaşmakta, yapılacak veya yapılması muhtemel olan hataların önüne geçilmektedir.

Peki... İnsanoğlu ürettiği bir ürünün boş yere heder edilmemesi, zaman kaybı olmaması için bu şekilde bir yol takip ediyor da, Yüce yaratıcının, insana hem kendisini hem de bütün yeryüzünü nasıl yöneteceği, nasıl ve hangi yolda kullanacağı konusunda bir “insanı ve evreni kullanım kılavuzu” vermesi gerekmez mi? Tabii ki gerekir! İşte bunun içindir ki Allâh ilk insandan bugüne kadar insanoğlunu başı boş bırakmayarak onlara rehberlik edecek Peygamberler ve Kılavuz Kitaplar göndermiştir. Kur’ân’da bunların en sonuncusu ve kalıcısıdır.

Öyleyse bu kitabın insana her konuda yol gösterici olması, onu doğruya yönlendirmesi gerekir.



Kur’ân’la tanıştığımızda karşılaştığımız bir gerçekte şudur; Bu Kitap insanlara hemen her alanda uyması gereken temel prensipleri ve programları vermektedir. Ama insanlar-Müslüman’lar (Alevîsiyle-Sünnîsiyle) kitaplarıyla yeteri kadar tanış olmadıklarından sürekli yan çizmekte, olur olmaz yönlere gitmektedirler. Peygamberimizin yaşadığı zaman dilimi hâriç, ne târih boyunca ve ne de bugün maalesef Kur’ân’ın gönderiliş amacına tamâmıyla uygun bir uygulama (devlet ve toplum düzeyinde) olmamıştır. Ancak Müslüman’ım diyenlerin samîmi olmaları ve Kur’ân’ın gönderiliş amacını tam olarak kavramaları hâlinde bu amaç bir hayal değil gerçek olacaktır. Bu, Allâh’ın bir vaadidir ve gerçekleşecektir.

Kur’ân ölülere mi okunmalı?
İnsana bir hayat programı sunan kitabın ölüler diyârına okunmasının ne önemi vardır? Kitap ölüler için ise, neden ölülere yine ölülerden olan bir Peygamber ve sadece onlara hitap eden bir kitap indirilmedi?

Bugün “İslâm toplumu” denilen kalabalıklara bir göz attığımızda genel olarak şu manzara ile karşılaşırız;



Kur’ân; Camilerde vs. yerlerde namazda, mübârek gün ve gecelerde, ölülerimizin arkasından belli zaman ve mekanlarda, her harfine bilmem ne kadar sevap almak amacıyla, bazı rûhî ve psikolojik hastalık ve depresyonların tedavisi için, kişisel akademik çalışmalarda bulunmak amacıyla, ruhsal olarak rahatlama ve Cennet’ten bir köşe kapmak niyetiyle okunan vs. bir kitap görünümünde!

İyi güzel de Kur’ân’ın gönderiliş amacı ile yukarıdaki okuma çeşitleri ve şekilleri arasında bir bağlantı var mıdır?

Doktorun yazdığı bir reçeteyi bilmem ne zaman, nerede okuyarak şifa bulmayı hedefleyen, verilen ilaçlara bakarak, ya da reçeteyi evinin en güzel yerine çerçevelettirip asarak tedâvî olacağını düşünen bir kimse avanak değilse nedir?

Babasının gönderdiği bir mektubun içeriğine uygun hareket etmeyen, evlatlık görevini yapmayan, fakat mektubu sürekli okuyarak, koynunda taşıyarak, evine asarak babasının seveceği bir evlat olmayı uman kimse ne derece umduğuna kavuşur?

Verilen iki örnekte olduğu gibi, Müslüman da kendisine gönderilen ilâhî mektubun ve reçetenin içeriğine uygun hareket etmekle yaratıcısına karşı kulluk borcunu yerine getirmiş olur. Yoksa gelenek, görenek ve câhil kalabalıkların yaptıklarına uymakla doğruyu yakalamış olmaz, âhirete gözlerini açtığı zaman umutlarının boşa çıktığına da şâhit olur.

Bu yazdıklarımızdan “Müslüman ölülerimizin ruhlarına Kur’ân okunmamalı.” diyoruz gibi bir mana da çıkartılmamalıdır. Peygamberimizin @ ve Ehliyetli İslâm büyüklerinin uygun gördüğü ölçüde Kur’ân her zaman ve mekanda (özellikle de belli gün ve gecelerde daha ağırlıklı olacak şekilde) okunacaktır. Ancak bütün bu uygulamalar yapılırken Kur’ân’ın ana gayesinin ne olduğu öncelikle öğrenilecek ve hayata aktarılacak, ondan sonra gerekenler yapılacaktır. Aksi halde Kur’ân; bir ölüler kitabı, bir mezarlıklar kitabı, bir kutsal gün ve geceler kitabı, evde duvara asılacak bir aksesuar, kağıdı, cildi ve altın yaldızları çok kaliteli büfelik bir tarihi eşya konumunda görülmüş olur ki, (şu andaki uygulama maalesef budur.) bunun hesâbının altından hiç kimse kalkamaz.


Kur’ân’ı Arapça mı okumak gerekir?
Şurası bir gerçektir ki Kur’ân’ın dili Arapça’dır. Bu, Arap dilinin kutsal oluşunu mu ortaya koyar? Yoksa sosyolojik bir gerçeklik midir?

Allâh bir Peygamber seçiyor ve bu seçim kendi dilediği gibi oluyor. Bu seçilen Peygamberin de doğal olarak içinde yaşamış olduğu bir toplumu var. İnsanlara ulaştırılması amaçlanan ilâhî mesajın da ilk muhâtapları Peygamberin içinde yaşadığı topluluktur. Bu topluluğa anlamadıkları dilden bir kitabın indirilmesi hiç olması gereken iş midir? Siz isteklerinizi kendisine ulaştırmak istediğiniz bir kişiye ya da topluluğa anlamadıkları dille hitap eder misiniz? Onlara bilmedikleri dille yazılmış her hangi bir mektup, belge, kitap vs. gönderir misiniz? Elbette ki hayır! Yüce Allâh’ın da Kur’ân’ı Arapça olarak göndermesinin ilk ve en önemli sebebi tabii ki budur. Bundan gayrı bir takım hikmetleri var olsa da bu, bahsettiğimiz sebebin geçerliliğini ve önemini hiçbir zaman iptal etmez.

Gelelim Kur’ân’ın Arapça okunmasının faziletli olup olmadığına?

Eğer Kitab’ın indirilmesindeki ana gâye, insanlara nasıl yaşayacaklarını öğretmek ve hayatlarını tanzim edecek plan ve programı vermek ise, neden O Kitâb’ı ille de indirildiği dil ile okumak en üstün fazilet olsun ki? Nerede görülmüş amacın araca fedâ edildiği, aracın amaçtan üstün kabul edildiği?

Kur’ân’ın bir çok âyetinde geçen; “akletmez misiniz, düşünmez misiniz, anlamaz mısınız, ibret almaz mısınız...?” ifâdeleri kitâbın nasıl okunması gerektiği yönünde ipuçları vermiyor mu? Öyle ya; Bir şeyi anlamak için ya dilini bilmek, ya da bildiğin dilde okumak lazım! Şimdi kalkıp ta dünyâdaki bütün insanlara ya Arapça’yı mükemmel bir şekilde öğreteceksiniz! Ya da her topluluk kendi ana dillerinde ilâhî mektubu okuyacak, aklı ve anlayışı nispetinde anlayarak yaşayacak! Hangisi insan fıtratı ve dünya gerçeğine uygun? Şüphesiz ki ikincisi...

Dolayısıyla Kur’ân’ı her insanın kendi anlayabileceği dilde okuyarak anlamaya çalışması en doğru ve en güzel olan davranıştır. Hatim indirmek, filanın rûhu için, sevap almak amacıyla okumak vs. ne adına okumak olursa olsun en anlamlısı ve ilâhî buyrukların hedefine en uygun olanı anlaşılan bir dilden okumaktır.



Kur’ân’ın Arapça okunması gereken bir alan varsa, o da genelde namazdır. Ve yine ortak evrensel bir çağrı olan ezânın da Arapça lisanıyla okunması gerekir. Yalnız bunların Arapça okunması başta belirttiğimiz gibi dilin kutsallığından değil, ümmet arasında dil bazında bir takım ortak değerlerin olması gerektiği anlamındadır. Ve ihtiyata uygun bir uygulamadır. Zaten diğer zamanlarda kitabını ana diliyle okuyan bir kimse, namazda ve ezanda okunanları da aşağı yukarı mana olarak anlayacak seviyeye gelmiş olur.
Kur’ân’ı yalnızca mealden anlamaya çalışmak yeterli mi?
Demek ki her Müslüman Kur’ân’ı anlayabileceği bir dilde okumalıdır. Bu sefer de Kur’ân ile aramıza meal-tercüme denilen çeviriler girecektir. Belki de Allâh’ın buyruğu diye, çevirmenin yazdığını anlayacak ve yanlış bir yola yönlendirileceğiz. Ne yapalım öyleyse?

Piyasada var olan onlarca Kur’ân çevirisi-mealine güzelce bir dikkat edilecek olursa hemen hepsinin birbirine çok yakın ifâdeler kullandıkları görülür. Yani mealler arasında çok ciddî farklılıkların olmadığı göze çarpar. Biz de en güvenilir olarak bildiğimiz bir zâtın mealini elde etmeli ve anlamaya çalışmalıyız.

Öyle olur ki; Bazı âyet mealleri anlam itibâriyle aklımıza takılır. Yanlış anlamış olabileceğimizi düşünürüz. Mealden evrensel ilke ve kabullere aykırı sonuçlar çıkarabiliriz. O zaman ne yapacağız?

O durumda da başka meallere bakarak bir karşılaştırma yapmalı, yine de içinden çıkılmazsa bizden daha iyi bildiğine şâhit olduğumuz ehliyetli, yetkin kimselerden konunun hakîkati hakkında açıklama istemeli, ya da güvenli bir veya birkaç tefsîr (Kur’ân’ın geniş açıklamasının yapıldığı eserler) den doğrusunu etraflıca öğrenmeliyiz. Bu şekilde bakacağımız âyet mealleri de belki Kur’ân’ın % 10-15’ini bile bulmaz. Bu kadarcık zorluk da her Müslüman’ın Kitâb’ını anlama yolunda katlanmayı göze alması gereken bir zorluktur. Kimsenin yakınmaya hakkı olmasa gerek!


Kitâb’ı anlayarak îmân etmek yeterli mi?
Kur’ân’ın gönderilmesinin amacı insanların kendisine îmân etmesini sağlamak mıdır? Varsayalım Kur’ân’ı ana dilinizle baştan başa birçok kez okudunuz ve okumaya devam ediyorsunuz. Ve okuduğunuzu da anlıyor, anlamaya çalışıyorsunuz. En sonunda “Ben bu Kitâba bütün varlığımla ve samimiyetimle îmân ediyorum.” dediniz. Yeterli mi? Allâh insanlardan Kitâba yalnızca îmân etmelerini mi istiyor?

Kur’ân’ı anlamaya çalışmak; kapıya yönelmek demektir. Anlamak ise; açılacak kapının anahtarını elde etmektir. Bir de bu kapıdan içeri girmek var ki, bu da anladığını hayata geçirmek, inandığını iddia ettiğin ölçülere uygun bir şekilde yaşamaktır.

Sizden bir takım görevler isteyen bir üst makamdan gelen yazıyı anlamadan okumak ne derece anlamsız ise, okunanı yalnızca anlama aşamasında kalmak ve istenilenleri yerine getirmemekte bir o kadar, hattâ daha da ağır bir suçtur ve kişiye ağır sorumluluklar yükler. Siz de Kâinâtın Rabbi tarafından gönderilmiş bir fermânı okuyacak ve anlayacaksınız, sonra da; “inandım, iman ettim.” diyeceksiniz, hayatınızın akışında hiçbir şey değişmeyecek! Buna; inanmak, îmân etmek denir mi? Her iddia bir ispat istemez mi? Allâh’ın Kitâb’ına îmân ediyorsanız bunu neyinizle ispat edeceksiniz? “Îmân ettim.” deyip de Kitab’ın dediklerine uymayan bir insan, sevgilisinin hiçbir dediğini yerine getirmeyen ancak, kuru kuruya; “kurbanın olayım, seni çok seviyorum(!).” diyen bir âşığa ne kadar da benziyor!

Kitâb’ı anladıktan sonra “inandım-îmân ettim.” diyerek uygulamada hiç bir değişim göstermemek ne kadar ciddiyetsiz bir yaklaşım ise, Kitab’ı hiç okumadan, okuyup da anlamadan “inandım-îmân ettim.” demek de tamamıyla gülünç ve samimiyetsiz bir kimliğin göstergesidir.
Kur’ân abdestsiz okunabilir mi?
Kur’ân’ı anlayan kimselerin aslından, anlamayanların ise aslının yanında bir de mealinden ya da yalnızca mealinden okuyarak anlamaya çalışması gerektiği aklı başında hiçbir kimsenin îtirâz etmeyeceği bir husustur. Ancak, Kur’ân-ı Kerîm’in okunabilmesi için; Abdestli olmak, Kur’ân-ı Kerîm’in kapağına, kağıdına bile abdestsiz dokunulmaması vs. gibi bazı şartların gerekli olduğu söylenmekte, yazılmaktadır. Bunların gerçeklik payı nedir? Kur’ân’ı okurken nelere dikkat etmeliyiz?

Şunu bilmek gerekir ki, bir şey;



  1. Ya araştırmak, incelemek, hakkında bilgi sâhibi olunmak için okunur.

  2. Ya da içeriğinden haberli olunup, okumak, anlamak ve hayata aktarmak sûretiyle sevap vs. elde etmek amacıyla okunur.

Şayet bir kimse yalnızca birinci amaçla Kur’ân’ı okuyorsa ondan fazlaca bir şey beklemenin, saygı anlamına gelecek yaklaşımlar sergilemeyi ummanın bir anlamı yoktur. Hele bir Kitab’ı tanısın, O’na gerektiği gibi îmân etsin, sonra âdâbına uygun bir şekilde okusun!

Tamamıyla ibâdet kastı ile Kur’ân okuma niyeti olan (ister aslından, isterse mealinden olsun) kimse ise, elbette ki temiz bir elle Kitab’ı tutmalı ve temiz bir dille Kur’ân’ı okumalıdır. Mümkün olduğu kadar da abdestli olmaya çalışmalıdır. Kur’ân’ın kapağına, kağıdına vs. abdestsiz dokunmanın, tutmanın ise hiçbir şekilde sakıncası yoktur. Mevcut uygulama sadece bir âdet, gelenek ve âdaptan ibârettir. Kur’ân ve Sünnet’ten ciddî anlamda bir dayanağı bulunmamaktadır. Hakâret olsun diye Kur’ân’a abdestsiz dokunmak, okumak ise elbette haram ve yanlış bir davranıştır. Böyle bir hareketi yapan kimse ise zâten ta baştan kaybetmiştir ki, ona Allâh seni ıslah etsin” demek düşer!



Kur’ân’a karşı görevlerimiz nelerdir?



  1. Kur’ân’ı; Okunması gerektiği şekilde; sade, gösterişsiz ve harflere hakkını vererek okumak.

  2. Kitâb’ı sanki kendimize yeni indiriliyormuşçasına okumak.

  3. Kur’ân’ı, Kâinâtın Rabb’i ile konuştuğunun, O’nu dinlemekte bulunduğunun farkına vararak okumak.

  4. Okunulan Kitab’ı anlamaya çalışmak.

  5. Anladığımız kadarıyla hayatımıza yön vermek, emir ve yasaklarına uymak.

  6. Herşeyimizde O’nu kendimize rehber ve ölçü almak.

  7. Kitab’a saygısızlık olarak değerlendirdiğimiz tavırlardan kaçınmak.

  8. Kabuktan çok öze, dıştan çok içe, görüntüden çok rûha önem vermek.

  9. O’na hiçbir kitabı şirk (ortak) koşmamak... vs.

Bütün bunları bir tarafa bırakarak şekilde boğulmak, kağıt perestlik, harf perestlik ve gelenek perestlik olur.
Kur’ân’da yer alan konular nelerdir?
Kur’ân’da yer alan konuları bilmenin ne önemi var dememeli. Bunu bilmek Kur’ân’la tanışıklığımızın ölçüsünü, boyutlarını ortaya koyar. Samimi bir Müslüman’ın Kur’ân’ın içeriğinden haberli olması, onun daha uyanık olacağı ve daha az yanlışa düşebileceği anlamına gelir.

Her kim ki, Kur’ân’daki konulardan habersiz ise,

O kimsenin;

▓ Yanlış yollara gitmesi...,

▓ Bâtıl yollarda kullanılması...,

▓ İslâm’a aykırı görüş, ideoloji, siyâsi akım ve düşüncelere takılıp kalması...,

▓ İnsanlık dışı hal ve hareketlerde bulunması...,

▓ Bazı çıkarcıların ve menfaatçi tiplerin oyuncağı haline gelmesi...,

▓ Şeytan’ın taraftarlığını yapması...,

▓ İyi niyetle “doğru yapıyorum.” diyerek yanlışlar içerisinde yüzmesi...,

▓ Hakkı bâtıl, bâtılı hak bilmesi...,

▓ Müslüman’ım diyerek Cennet’e gitmeyi ümit ederken, kafir bir halde Cehennem yolcusu olması...,

▓ Kendisine, âile efradına, toplumuna ve bütün insanlık âlemine zulmetmesi...vs. kuvvetle muhtemeldir.

Neden?


Çünkü; Kitâb’ını bilmiyor ki inancını, hal ve hareketlerini ona göre ölçüp-biçsin, kendisine bir yön tayin etsin, doğruya ulaşsın!

Yanlış işaretlenmiş cetvelle doğru ölçüm yapılır mı? Bozuk terâzi ile doğru tartım olur mu? Çarpım tablosunu yanlış ezberlemiş olan bir kimse problemleri doğru çözebilir mi? Yanlış bilgi ile doğru adrese varılır mı?

Kitâb’ını tanıyarak, Cennet yönünü gösteren pusulaya kavuşamamış bir kişi de bocalamalar içerisinde sağa sola koşuşturup durur da, bir türlü rotasını doğrultamaz!
Kur’ân’ı Allâh’ın istediği gibi tanımayan, içindekilerden genel hatlarıyla haberli olmayanlar;

İlâh’larını, Rab’lerini bilmez,

Dinlerini bilmez,

Îmânı bilmez,

İnkârı bilmez,

Tevhîdi bilmez,

Şirki bilmez,

İnsanı tanımaz,

Kendilerini tanımaz,

Toplumlarını tanımaz,

Dünyâyı tanımaz,

Devleti tanımaz,

Hukûku tanımaz,

Evreni tanımaz,

Ahlâkı tanımaz,

Adâleti bilmez,

Zulmü bilmez,

Özgürlüğü bilmez,

Köleliği bilmez,

Geçmişi bilmez,

Geleceği görmez,

Hiçbir siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik vs. olayları da gerektiği şekilde değerlendiremez, kavrayamaz, sürekli yanlışa düşer, serseri mayın misâli dolaşır, birilerinin kuyruğu ve kör bir takipçisi olur, bir ömür hebâ ederek hak ettiklerine kavuşurlar, sonra da; Ver elini haydi ateşe!


Kur’ân’ın içerdiği konular;

1.İnanılması gereken îmân esaslarını bildirir.

2.İbâdetlerin niçin ve nasıl yapılması gerektiğinin temel prensiplerini verir.

3.Dünyâ işleri ve âhiretle ilgili hükümler, yasalar ihtivâ eder.

4.Ahlâk ile ilgili ilkeleri açıklar.

5.İlme önem vermeyi, her şeyi Rahmânî akıl, mantık ve sağ duyu çerçevesinde değerlendirmeyi öğütleyen âyetleri içerir.

6.Geçmiş toplumlarla ilgili açıklamalarda bulunarak geleceğe nasıl yön verilmesi gerektiğinin ip uçlarını verir.

7.Ferdî, ailevî ve devlet-toplum düzeninin maddî ve manevî yönden sağlıklı yürümesi için genel plan ve programları içerir.
Ayrıntılarına girmediğimiz bu konuların içeriğinde, acaba zamanımıza hitap etmeyen hükümler, devrini doldurmuş, geçerliliği bugün için sözkonusu olmayacak kurallar var mıdır? Varsa nelerdir?
Müslüman-Alevî; Kur’ân’a bir bütün olarak îmân eden insandır.

Müslüman-Alevî; Kur’ân’ı evrensel bir kitap olarak kabul eden kimsedir.

Müslüman-Alevî; Kur’ân’ı târihe hapsetmeyendir.

Müslüman-Alevî; Kur’ân-ı Kerîm’i zaman ve mekan üstü bilendir.

Müslüman-Alevî; Kur’ân’ı çağa değil, çağı Kur’ân’a uyarlamaya çalışandır.

Müslüman-Alevî; Kur’ân’ı sadece geçmişin değil, her dönemin yegâne başvuru kaynağı olarak görendir.

Müslüman-Alevî; Kur’ân-ı Kerîm hükümlerini insanlar tarafından yazılmış-yapılmış yasalar, kanunlar gibi zaman geçtikçe eskiyen yasalar-hükümler toplamı olarak değerlendirmeyendir.

Müslüman-Alevî; Allâh’ın, geçmişi bildiği gibi geleceği de hakkıyla bildiğine inanan, kullarına da ölümsüz ve kalıcı hükümler indirdiğine îmân eden ve Kur’ân’ı buna göre kabul edendir.

Bu tanımlara göre; Müslüman-Alevî olmakla şeref duyan bir kimsenin Kur’ân-ı Kerîm’e yaklaşımı ne şekilde olmalıdır? Kur’ân’daki filan hüküm bugün geçersizdir.” diyebilir mi?

Biz bugün görüyoruz ki niceleri; Müslüman’ım-Alevî’yim.” dedikleri halde, Kur’ân’ın bir çok emir ve yasaklarını çağdışı bulmakta, Müslümanlığı-Alevîliği kimseye kaptırmamakta ve mangalda kül bırakmamaktadırlar! Bunlara ne demeli? Biz mi Müslümanlığı-Alevîliği yanlış biliyoruz? Onlar mı yanlış biliyorlar? Ya da doğru biliyorlar da halkı kandırmaya çalışarak iki yüzlülük, münâfıklık mı yapıyorlar? Veyahut Allâh mı indirdiği Kitâb’ın Kıyâmete kadar geçerli olacağını bildirmek suretiyle (hâşâ) yanlış yapmıştır, çağdışı hükümleri insanlara yüklemiştir?

-Sözüm onlara- Kimi ilerici ve çağdaş geçinen, duruma göre hem Müslüman-Alevî, ya da Müslüman -Sünnî olduğunu iddia eden ve de Kur’ân’ın birçok emir ve yasaklarını çağdışı, uygulanamaz, ilkel, gereksiz ...vs. bulanların gözünde, Kur’ân’ın hangi emir ve yasağı zamanını doldurmuştur?

Allâh’ı ve Peygamberini sevme emri mi?

Vakit namazlarını kılma emri mi?

Farz orucu tutma emri mi?

Abdest alma emri mi?

Zekat verme emri mi?

Hacca gitme emri mi?

Ümmet olma emri mi?

Nikahlanarak evlenme emri mi?

Boşanma durumunda Allâh ve Peygamberin buyruklarına uyma emri mi?

Miras dağıtım emri mi?

Sözünde durma emri mi?

Haram şeyleri yememe emri mi?

Ölçü ve tartıda hile yapmama emri mi?

Zâlimlere karşı olma emri mi?

Emânetleri ehline verme emri mi?

Alacak verecekleri yazma emri mi?

Hırsıza Kur’ân’daki cezâyı uygulama emri mi?

Zinâ edene verilmesi gereken cezâ emri mi?

Haksız yere adam öldürene, ya da yaralayana takdir edilen kısas emri mi?

Bayanların ve erkeklerin Kur’ân’a uygun giyinme emri mi?

Kul hakkı yememe emri mi?

Sabırlı olma emri mi?



Allâh yolunda savaş emri mi? vs.

Yalan ve yalan yere yemin yasağı mı?

İnsanlara iftirâ etme yasağı mı?

Kur’ân’da belirtilen kişilerle evlenme yasağı mı?

Rüşvet yasağı mı?

İçki yasağın mı?

Fâiz yasağı mı?

Kumar yasağı mı?

Puta tapma yasağı mı?

Gıybet, dedi kodu, gösteriş yapma, kendini beğenme, israf yasağı mı? vs.

Evet, bunların hangisi zamanını doldurmuştur ve bugün için bir anlam ifâde etmez? Allâh ya da Peygamber; “Ey Müslüman’lar! Kurân’daki şu âyetlerin hükmüne filan yüzyılda uymayabilir, onları yürürlükten kaldırabilirsiniz(!)” mi buyurmuşlar?

Bir kısım kimseler bu saydıklarımız içerisinden bazı emir ve yasakların bağlayıcılığının kalmadığını savunmakta, bunları çağdaş değil, ilkel bulmaktalar. Onlara soruyoruz? Çağdaş bulmadığınız hükümlerin yerine uyulmasını istediğiniz hükümler neler? Ve onlar kime göre çağdaş? Çağdaşlığın ölçüsü olarak neyi alıyorsunuz? Niçin sizin ölçü olarak aldığınız şeyi diğer insanlar da kabul etsinler? Bu zorunluluk nereden geliyor? Siz Kâinâtı yaratandan daha mı iyi biliyorsunuz, insanlığa neyin fayda neyin zarar getireceğini? Yoksa sizler, insanları kendi emir ve yasaklarınıza uymaya ve Allâh’ın yasalarından uzaklaşmaya çağıran zamanımızın Firavunları, Nemrutları, Ebû Lehebleri, Yezitleri... olmayasınız?

Sahi, bizlerin ürettiği bir çok ürünün son kullanım tarihi var. Ve o tarih dolmadığı müddetçe o ürünün kullanılması bir sakınca doğurmuyor ve hattâ israf olmaması için kullanılması gerekiyor. Kur’ân’ın da bir bütün olarak “son kullanım tarihi” kıyâmet günü olduğuna göre, nasıl olur da bir Müslüman son kullanım tarihi geçmemiş bir Kitab’ın bazı hükümlerinin devrini doldurduğunu savunabilir? “Şu şu hükümler, âyetler eski dönemler içindi, bize hitap etmiyor(!)” diyebilir? Eğer bu bir cehâlet ise uyarıyoruz. Çünkü Müslüman, Müslüman’ı uyarır. Cehâlet değilse ihânettir, bunu da cümle âlem bilsin istiyoruz. Öyle ki bu görüşte olanların ne İslâm dîni ile, ne Müslüman’lıkla ne de Alevî’likle-Sünnî’likle bir yakınlıkları-ilişkileri yoktur. En iyisi yüzlerindeki maskeyi indirsinler ve gerçek kimliklerini ve yeni dinlerini ortaya koysunlar! Kendilerinin “Şeytânizm” isimli ilâhî olmayan bir dînin mensubu olduklarını îtirâf etsinler! Ne kendilerini kandırsınlar, ne de başkalarını!


Kur’ân-ı hayâtın dışında tutma yöntemleri nelerdir?
Kur’ân’ı hayâtın dışında tutma çabaları her zaman olagelmiştir. Bu çabalar; Kur’ân’ın bazen açık, bazen gizli düşmanları, bazen de câhil dostları tarafından ortaya konulmuştur.

Kur’ân’ın açık düşmanları; Allâh’ın “kâfir” adını verdiği kimselerdir. Onlar Kur’ân’ın toplum yaşamından uzakta tutulmasını avazlarının çıktığı kadar bağırarak dile getirirler ve derler ki; “İnsanoğlu için bu çağda dînin, kitâbın, peygamberin vs. ne önemi var? Akıl tek başına yeterlidir! Biz gelişmeyi, ilerlemeyi, topluma düzen vermeyi, hukuk anlayışını, ahlakı vs. vahyin öğretileriyle değil, pozitif bilimin ve aklın öncülüğüyle öğrenir ve uygularız! vs.”

Bunlara söyleyecek pek fazla sözümüz yok. Onlardan açık sözlü olanlar zaten kendilerinin Müslüman olduklarını iddia etmiyorlar. Biz de diyoruz ki; “sizin yolunuz size, bizim yolumuz bize. Allâh sizi hak yola döndürsün, ya da sizleri hak ettiğinize kavuştursun!”



Kur’ân’ın gizli düşmanları da; Allâh’ın “Münâfık” adını verdiği guruptur. Bunlar pirincin içindeki beyaz taş gibidirler. Farkına varmazsanız en büyük zarar bunlardan gelir. Bunlar koyun postuna bürünmüş kurtlardır. Sürüye daldılar mı bir daha baş edemezsiniz. Bunlar ne derler?; “Efendim biz de Müslüman’ız elhamdülillâh, Kur’ân’a da sonsuz saygımız var(!), bizim de babamız, dedemiz hacı, hoca, şeyh, dede, ocakzâde... Kur’ân’ın ahlâk ile ilgili hükümlerine bir diyeceğimiz de yok. İnsanlar namazlarını kılsınlar, oruçlarını tutsunlar, ferdî ibâdetlerini yapsınlar, onlara karışmak kimin neyine(!) Fakat... Kur’ân’da yer alan toplum düzeni ile ilgili emir ve yasaklar, giyim kuşamla ilgili hükümler, miras, ceza, evlenme-boşanma düzenlemeleri, kısacası şerîat-hukûk denilen uygulamalara gelince... bunlar biraz çağdışı(!). Bunlara yeniden bir çeki düzen vermek gerekir. Herkes giyim-kuşamını, ticâretini, yeme içmesini, eğlencesini, eğitimini, kamu işlerini vs. ilgililerin düzenlediği gibi yapmalı(!). Cezâ sistemi de hukukçularımızın(!) belirlediği gibi olmalı(!). Kimse bunların Kur’ân’a uygun olmasını istememeli(!). Çünkü, dînin bu ve benzeri konulardaki emir ve yasakları zamanımız insanının kabul edemeyeceği tarzda kabadır, eski zamanlar için geçerlidir. Dileyen bu konulardaki âyetleri istediği kadar okusun, sevâbını alsın, ama topluma uygulamaya gelince...hop dediiiiiik... vs.”

Bunlara ne diyelim? Düşünce, inanç ve yaşantılarının hayırlarını(!) görsünler.

Ancak, samîmi olarak Müslüman’ım-Alevî’yim.” diyenlere söyleyeceklerimiz var; Yukarıdaki inanç ve görüşte olanları iyi tanısınlar, aldanmasınlar, onların takipçileri olmasınlar, bunları da Müslüman-Alevî kimliği içerisinde görmesinler. Bu tiplerin camiye, cumaya, ceme, cemaate gitmelerine, oruç tutmalarına, dindar görüntüsü altında bulunmalarına bakarak yanılgıya düşmesinler. Dostlarını, düşmanlarını tanısınlar ve gaflet uykusundan uyansınlar.

Kur’ân’ın câhil dostları; Bir de Kur’ân’ın dostu oldukları halde, câhilliklerinden Kur’ân düşmanları ile aynı sonuçları getiren uygulamalar peşinde olanlar var. Bunlar; Kur’ân’ın yazısını, kağıdını, okunmasını, yazılmasını vs. kutsallaştıran, ancak O’nu toplum hayatına yön veren bir yasalar manzûmesi olarak bilmeyenlerdir. Verin bunların eline Kur’ân’ı; Mübârek günlerde ve gecelerde okusunlar, bol bol hatim indirsinler, açılışlarda okusunlar, yarışmalarda okusunlar, Kitab’ı yükseklerde tutsun, öpsün, evlerinde bulundursunlar, camide ve benzeri bir yerde yanık sesli birinden dinleyip kendilerinden geçsinler, ölülerinin ruhlarına, hastalarının üzerine okuyarak üflesinler... hepsi bu! Senden iyi Müslüman yok. Yeryüzünde Müslümanlığı senden iyi yaşayan da yoktur vallâhi(!)

Evet... Kur’ân bunlardan şikayetçi! Kur’ân bunlardan davacı! Bunlar Müslüman’ların yüz karası! Bunlar her ne kadar kötü niyetli değillerse de, sonuç itibâriyle Kur’ân’a yaklaşımları diğer iki guruba çok yakın! Bunlar Peygamberinin, Ehl-i Beyt’in yüzlerine nasıl bakacaklar? “Kitab’ın nedir?” sorusuna ne cevap verecekler? İnsan Kitâb’ını tanımaz mı? Müslüman, Kitab’ının gönderiliş amacını öğrenerek o amaca uygun hareket etmez mi?

Onlara da diyoruz ki; Allâh aşkına, Peygamber aşkına, Ehl-i Beyt aşkına Kur’ân aşkına; “Kitâb’ınızı tanıyın, üç günlük dünya menfaatine kapılmayın, câhil kalmayın, Kur’ân’a ve Müslümanlığa gölge düşürmeyin, kendinizi ve gelecek nesillerinizi tehlikeye atmayın. Allâh’ınızı, Peygamberinizi, Allâh’ın Velîlerini, dostlarınızı gücendirip, şeytanı ve düşmanlarınızı sevindirmeyin.”

Görüldüğü üzere çok gurup insan, bilerek veya bilmeyerek, iyi niyetle ya da kötü niyetle Kur’ân’ı rafa kaldırma durumunda. Bu yöntemler bazen kabaca, bazen de kibarca ve tereyağından kıl çekercesine uygulanmakta.

Peki bu yöntemlerin en tehlikelisi hangisi?

Cevap; Hangi yöntem diğerinden daha az tehlikeli ki? Hepsi birbirinden bayağı!
Okuma yönünden; Kur’ân-ı Kerîm, diğer kitaplara benzer mi?
Günümüzde hemen her insan hayatında bir çok kitap okur. Hiç kitap okumayanlarsa konumuzun dışında. Dolayısıyla okunulan kitaplar insanlara kitap okuma ve anlama noktasında da yardımcı olurlar. Her kitabın da kendine has bir okunma tekniği vardır. Ancak bu teknik yaklaşım birkaç türü geçmez. Efendim, bir roman giriş, gelişme, sonuç vs. gibi bölümlerden oluşur. Bir fikir kitabı da aşağı yukarı aynı şekildedir. Bir ders kitabının ise durumu biraz daha farklıdır. Konular tek tek ele alınarak işlenir, sonuca varılır. Psikolojik ve felsefî bir kitap belki biraz daha farklı ele alınıp okunur. Şiir kitabı da kendine uygun bir tarzda okunur. Peki, Kur’ân’ı nasıl okumalı, nasıl anlamalı?

Kur’ân’a, bir roman gibi mi yaklaşmalı?

Kur’ân’ı bir felsefî kitap gibi mi okumalı?

Kur’ân’ı bir fikir kitabı gibi mi görmeli?

Kur’ân’a şiir kitabı gibi mi bakmalı?

Kur’ân’ı bir hukuk kitabı gibi mi değerlendirmeli?

Kur’ân’ı okumada bir baştan girip sondan mı çıkmalı?

Ya da Kur’ân’ın kendisine has bir okunma şekli mi olmalı?



Kur’ân’ı az çok tanımaya çalışan bir kimse şunu hemencecik fark eder. Kur’ân okunması ve anlaşılması yönünden hiçbir kitaba benzemez. Ne aralardan birkaç âyet okursanız tam doğru bir sonuca ulaşırsınız! Ne de baştan başa bir roman gibi okursanız doğru bir şey yapmış olursunuz!

O zaman ne yapmalı?

Lütfen ileri sayfalardaki;“Kur’ân’ı anlamada nasıl bir metot takip etmeliyiz?” bölümünü dikkatlice okuyunuz!
Kur’ân’a şirk koşmak ne demektir?
Allâh’a şirk koşmak ne demektir?” sorusunu anladık da, Kur’ân’a şirk koşmak da ne demekmiş?” demeyin. Belki böyle bir soruyla ilk defa karşılaşmakta ve şaşırmaktasınız. Fakat bilin ki; İnsanlar Allâh’a şirk koştukları gibi, Kur’ân’a da şirk koşmakta ve hem de bunu bazen dindarlık adına yapmaktadırlar. Nasıl mı?

Bir mezhebe,

Bir tarîkata,

Bir cemâate,

Bir siyâsî topluluğa vs. mensup olan insanların sevip bağlandıkları liderleri, önderleri, âlimleri, şeyhleri, dedeleri, efendileri var. Bir de onların başucu kaynağı bildikleri, el üstünde tuttukları, sürekli okudukları kitapları var. Bu kitapların hiç birisi ne Allâh’tan, ne de Peygamberden bizzat onay almış, doğrulukları tasdik edilmiş eserler değiller. Bunların yazarları da yanılma ihtimalleri bulunan birer beşerdirler. Dolayısıyla yazılanlar içerisinde hatalı olanlar, Kur’ân’la uyuşmayanlar, Peygamberin güvenilir sünnetlerine aykırı düşenler olabilir. Müslüman’a bu durumda düşen görev sevip saydığı kişinin Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı görüşlerini reddetmek, Allâh’ın kitâb’ından yana tavır koymaktır. Değil mi?

Peki; Bizim insanlarımızın birçoğu ne yapmakta?

Efendilerini gücendirmemek, mezheplerinin görüşüne aykırı düşmüş olmamak, şeyhlerinin manevî yardımlarından(!) uzak kalmamak, âlimlere saygısızlık(!) etmiş bulunmamak, siyâsî yapıda aşağılarda kalmamak ve dışlanmamak vs. için Kur’ân’ın dediklerini bir tarafa kibarca itivermekte, sevdiklerinin dediklerine bağlanmaktalar! Kur’ân-ı Kerîm’i anlama yolunda ömürlerinin bir yılı-ayı-haftası-günü, hattâ saatini... bile ayırmayanlar, efendilerinin, liderlerinin, şeyhlerinin, üstatlarının, dedelerinin kitaplarını, eserlerini ise ellerinden bırakmamaktadırlar. Sabah oku, akşam oku, gündüz oku, gece oku, yat oku, kalk oku, bitir bitir tekrar oku, olmazsa ezberle...

Bir zâtın kitabından bir görüşü beğenmediniz ve eleştirmeye mi kalktınız? Kur’ân’a uymayan yerlerini mi söylediniz! Allâh etmesin! Hemen ağzınızın payını alır, cehennemlik ilan edilirsiniz! Cevap hazır; “Siz kim oluyorsunuz da bizim hocamızın, şeyhimizin, dedemizin, liderimizin, üstâdımızın yanlışını bulabiliyorsunuz? Bir kimseyi tenkit etmek için en azından onun seviyesinde olmak lazım(!). Siz daha elif’i, be’yi bilmiyorsunuz kalkmış bir de âlimlerin hatasından söz ediyorsunuz(!). Kur’ân’a aykırı gibi gördüğünüz yerler aslında aykırı değildir, vardır onun bir hikmeti(!) de siz bilemezsiniz. Eğer böyle yapmaya devam ederseniz çarpılır, bir belaya uğrarsınız(!). Aklınızı başınıza toplayın. Biz kim, Kurân’ı anlamak kim? Bizler Kur’ân’ı Arapça’sından belli zamanlarda okuruz. Hayatımıza yön vermek içinse büyük zâtların, âlimlerin kitaplarından faydalanırız. Onlar Kur’ân’ı okurlar, anlarlar bize kitaplarında anlatırlar. Bizim neyimize Kur’ân’ı anlamaya çalışmak?... vs”.

Yani, bu adamlarda var olan; Hem kolaycılık, hem “armut piş ağzıma düş.” anlayışı, hem kendilerine güvensizlik, hem efendicilik, üstatçılık, hem körü körüne taklitçilik, her şeyden de önemlisi Kur’ân’la tanışmaktan korkma hastalığıdır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz yaklaşımlar hayal mahsulü olarak yazdığımız şeyler değil. Bunlar bir çok “Müslüman’ım.” diyenin söyledikleri sözler ve uydukları pratiklerdir! (Maalesef)

Şimdi soruyoruz;

Bir beşer tarafından yazılmış kitabı tartışmasız bilmek, eleştirilmez kabul etmek, onu Kur’ân’a eş koşmak değil midir?

Her hangi bir eserin Kur’ân’a aykırı görüşünü savunmak, onda hikmetler aramak ve o görüşü reddetmemek o eseri Kur’ân’a şirk koşmak olmaz mı?

Allâh’ın Kitab’ını hayatında bir kez olsun anlayarak baştan başa okumayıp da, bilmem kimlerin kitabını dönüp dolaşıp okumak, okutmak, başucu kitabı edinmek o eserleri Kur’ân’a şirk koşmak sayılmaz mı? Şirkte ne demek? Şirkte biraz olsun denklik vardır! Şirkten de öte Kur’ân’dan üstün görmek olmaz mı?

Demek ki biraz dikkat edilecek olursa, görülür ki bir çok kimse bilerek ya da bilmeyerek bazı kimselerin eserlerini Kur’ân’a eş gibi görmekte, Kur’ân’dan daha üstün gibi değerlendirmekte ve tehlikeli bir konuma gelmektedirler. Oysa bir Müslüman, önce kendisinden hesaba çekileceğine inandığı Kitâb’ını iyi tanımalı, bilmeli, öğrenmeli, okuyacaksa en fazla O’nu okumalıdır.

Bir de, yöneticiler tarafından diğer insanlara uymaları emredilen bir takım yasalar, kanunlar, yönetmelikler var. Alım-satımı, mirası, yeme-içmeyi, evlenmeyi-boşanmayı, eğitimi-öğretimi, cezaları vs. kısacası hayatın hemen her alanını tanzim eden ilkeler var. Bu ilkeler de belli kitaplar, dergiler, genelgeler vs.de yazılmış ve uygulanmakta. Bunlara uyanlar da, uygulayanlar da “Müslüman” olduklarını iddia etmekteler. Ve görünen o ki bu yasalar hazırlanırken Kur’ân hükümleri, Peygamberimizin @ güvenilir sünnetleri ve Ehl-i Beyt’in temiz sîreti ölçü alınmamakta. Bu durumda, Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırılıkları apaçık olan hükümleri kabul ederek uymak, hem Allâh’a ve hem de Kur’ân’a şirk koşmak olmaz mı?

Önce kendimizden başlamak üzere çevremize bir bakalım! Kimler; nelere, kimlere, ne adına ve ne zamandan beri uymakta ve buna ne mazeretler bulmaktalar? Şerîat’e aykırı olarak şekillenmiş bir devlet düzeninde;

Yürürlükteki hukuk mu Kur’ân hukûku?

Uyulmakta olan giyim-kuşamla ilgili emirler ve yasaklar mı Kur’ân’a uygun?

Suçlulara verilen cezâlar mı Kur’ân’ın bildirdiği cezâlar?

Evlenme boşanma sistemi mi Kur’ân’a göre mi düzenlenmiş?

Eğitim mi Kur’ân’ın hedefleri doğrultusunda?

Yasaklar ve serbestler Kur’ân-ı Kerîm ölçülerine göre mi belirlenmiş? vs. vs.

Hayır, hayır, hayır... Yüz binlerce hayır! Milyonlarca hayır!

O halde; Biz neyiz? Kimiz? Yoksa birileri yazdıkları, çıkardıkları yasaları bizlere kabul ettirmekle, hissettirmeden bizleri Allâh’a-Kur’ân’a şirk koşturmuşlar da haberimiz mi yok?

Kim bilir?

Belki de!

Bu şirk hastalığına yakalanmış olanların acilen tedâvi görmeleri, Kur’ân’la yakınlıklarını tekrar gözden geçirmeleri, sevip saydıklarının kendilerini Allâh’ın azâbından kurtaramayacağını bilmeleri gerekir. Bütün bunlar da Kur’ân’la iyice bir tanış olmaktan, kendilerini ve amellerini sorgulamaktan ve Kur’ân tartısıyla tartmaktan geçer.
Kur’ân’a şirk koşanların İslâm nazarındaki durumları nedir?
Kur’ân’a şirk koşma hastalığı tedavi edilmez ise ebedî ölüm ve yıkım getirir, insanı bilinen adrese ulaştırır.

Adres; “C?H?N?E?.”


Kur’ân’ı anlamada nasıl bir metot takip etmeliyiz?
Kur’ân’ın kendine has bir okunma ve anlaşılma metodu vardır ki, ana hatlarıyla aşağıdaki maddeler halinde sıralanabilir;

Kur’ân’ı, hakkını vererek okumalı, okumada çok yavaş ya da çok hızlı olmamalıyız.

Kur’ân’ı okumak için en uygun zaman ve mekanı seçmeli. Olur olmaz yerlerde ve zamanlarda okumamalıyız. Çünkü rasgele okumak insanı istediği sonuca ulaştırmaz. Bu zamanı ve mekanı ise, her insan kendi içinde bulunduğu psikolojik hali ve durumuna göre belirler.

Kur’ân’ı anlamak niyetiyle okumalıyız.

Kur’ân’ı Allâh ile sohbet ediyormuşçasına okumalıyız.

Kur’ân’dan anladığımızı uygulamaya geçirme niyetinde olmalıyız.

Kur’ân’ı tekrar tekrar okumalı ve O’nunla irtibâtı kesmemeliyiz.

Kur’ân’ın belkemiği sayılabilecek temel kavramlar üzerinde araştırmalar yapmalı ve onların içeriğini öğrenmeliyiz. (Tevhid, şirk, küfür, din, ibâdet, ilâh, Rab, tâğût, sâlih amel, îmân, İslâm, adâlet, zulüm, velî, takvâ... vb.)

Kur’ân’ı manasını düşünerek okumalıyız.

Kur’ân’ı kendi bütünlüğü içerisinde okumalıyız. Âyetleri tamamıyla birbirinden bağımsız ve kopuk olarak ele almamalıyız.

Kur’ân’ı zaman zaman cemaat halinde ders yaparak okumalı ve anlamaya çalışmalıyız.

● Fert veya cemaatla yapılan derslerimizde, sûreleri indiriliş sırasına göre veya tertip sırasına göre ya da bir konu ile ilgili tüm âyetleri ele alarak okumaya, anlamaya çalışmalıyız.

● Anlamaya çalıştığımız âyet veya sûreyi, Mekke’de mi, Medîne’de mi indirildiğini göz önüne alarak değerlendirmeliyiz.

● Sûre veya âyetin sonunda, verilmesi istenen ana fikri özet başlıklar halinde çıkarmalıyız.

● Sûredeki emir, yasak ve dualara dikkat etmeli, gereken mesajları almaya çalışmalıyız.

● Sûre veya âyette yalnızca Peygamberimizi @ bağlayıcı hükümler olup olmadığına dikkat etmeliyiz.

● Sûrede tanıtılan, müminlikte ve kâfirlikte önde gelen şahsiyetlerin özelliklerini kavramalı, onların günümüzdeki uzantılarını ve benzerlerini görmeliyiz.

Kur’ân’da anlatılan olayları, verilen tipleri iyi anlamaya çalışmalı, onlardan bütün zamanlara yönelik mesajları almalıyız.

Kur’ân’daki misaller ve benzetmelerin vermek istediğinin ne olduğu düşünmeliyiz.

Kur’ân’ı anlamaya çalışırken her türlü önyargı, bağnaz anlayış, mezhep, tarîkat ve cemaat taassubundan uzak kalmalıyız.

Kur’ân’ı ilk okuduğumuzda anlayamadığımız yerler için başka meallere de bakmalıyız.

● Farklı meallere baktığımız halde içinden çıkamadığımız, anlaşılması güç olan âyetler olursa, güvenilir birkaç tefsîre başvurmalı, akla, mantığa, bilimsel verilere ve evrensel ilkelere en uygun açıklamalar yapılmış tefsirin açıklamalarını tercih etmeliyiz.

Kur’ân’da geçen mecâzî ifâdeleri, anadilimizdeki mecaz kelimeleri de dikkate alarak doğru anlamaya gayret etmeliyiz. (Allâh’ın eli deyimini-Devletin eli ifâdesi ışığında anlamak gibi..)

Kur’ân’da yer alan namaz, abdest, oruç, hac, vs. gibi ibâdetlerin uygulamalarını mümkünse Peygamberimizin Sünneti ve Ehl-i Beyt’in açıklamaları aracılığı ile öğrenmeli, yoksa güvenilir Ehl-i Beyt yolunun fıkıh-ilmihâl kitaplarına başvurarak yerine getirmeliyiz.

Kur’ân’ı anlama çalışmasında aslâ sabırsız olmamalı, yavaş fakat emin adımlarla çalışmamızı devam ettirilmeliyiz.

Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi şekilde anlayabilmek için Peygamberimizin @ de hayâtını okuyup bilgi sâhibi olmalıyız...vs.

Bu kadar yoğun ve yorucu olacağını düşündüğümüz uğraşı ile Kur’ân’ı anlayacaksak bu iş bize göre değil dememeli. Bir işe başlamak onu bitirmek, ya da yarılamak demektir. Belki her insan yukarıdaki açıklamalarımıza göre “Kur’ân’ı anlama ve yaşama çalışması” yapamayabilir. Bu kimseler, hiç olmazsa bir mealden faydalanır, Kur’ân’ı anlamaya çalışırlarsa, inanıyoruz ki bulunduğu durumu daha iyi kavramaya başlar, samimiyeti oranında çok faydalı sonuçlar elde ederler. Ve kendilerini Kur’ân aynasında seyrederek ne olup olmadıklarını öğrenirler.

Evet... Kur’ân’ı tanımanın formüllerini aldık, daha neyi bekliyoruz? Hâlâ;Kur’ân’ı tanıma ve yaşama çalışması” yapma zamanı gelmedi mi?

Haydi; “Bismillâh!


Yüklə 1,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   87




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin