Allame murtaza askerî ehl-i BEYT VE ehl-i SÜnnet ekolleri Mütercim: Cafer bendiderya ismail bendiderya


- Ashabın Ameliyle İstidlalin İncelemesi



Yüklə 1,44 Mb.
səhifə36/70
tarix29.10.2017
ölçüsü1,44 Mb.
#19784
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   70

3- Ashabın Ameliyle İstidlalin İncelemesi


Ashabın ameli, sîret ve davranışlarını delil olarak sunmak ancak, onun da Kur'ân-ı Kerim ve sünnet gibi başlı başına İslâm hükümlerinin kaynaklarından biri olması durumunda doğru olur. Resulullah hakkında inen "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır."[498] "Peygamber size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının."[499] ayetlerin benzeri ashapla ilgili inmiş olsaydı, bu durumda onlarla istidlal yerinde olurdu; aksi durumda ashabın amel ve gidişatı bize hüccet olamaz. Ayrıca, sahabelerden hangilerine uymamız gerektiğini de bilemiyoruz! Çünkü onlardan bazılarının amel ve davranışları diğer bazılarının davranışıyla çelişmektedir. Ulema hilâfetin nasıl gerçekleşmesi ve kimin nasıl halife olması gerektiği konusunda ihtilâfa düşmüştür; bazıları, bir kişinin biatiyle hilâfetin gerçekleştiğine inanırken (Resulullah'ın amcası Abbas'ın, Hz. Ali'ye (a.s), "Uzat elini sana biat edeyim de halk da sana biat etsin." dediği gibi), bazıları, Ebu Bekir'e biatin aceleye ve oldu bittiye getirilen hesaplanmamış bir olay olduğunu söyleyen Ömer'in görüşünü kabul ediyor ve bazıları da, meşru ve hak halife olan Ali b. Ebu Talib'e kılıç çeken Muaviye'nin fetvasını benimsiyorlar!! Yukarıda söylediklerimizi göz önünde bulundurarak bu alanda daha fazla değerlendirmede bulunmaya gerek görmüyoruz. Emi-rü'l-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belâğa'daki buyruğuyla yapılan istidlal ise şundan ibarettir:

Şûra, Biat ve Ashabın Ameliyle İstidlalde Delil Olarak Nehcü'l-Belâğa'nın Gösterilmesinin İncelemesi


Ehlisünnet ve Hilâfet Ekolü'nün bilginlerinden bazıları, şûra, biat ve ashabın amelini izlemenin doğruluğuna Seyyid Razî'nin Nehcü'l- Belâğa'nın Mektuplar bölümünde kaydetmiş olduğu bir rivayeti delil göstermektedirler. Nehcü'l-Belâğa'da, Hz. Ali'nin (a.s), Muaviye'ye hitaben yazmış olduğu bu mektup şöyledir: Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a biat edenler aynı şekilde bana biat ettiler. Orada (Medine'de) olanların seçme hakkı yoktu, olmayanların da kabul etmemeye hakkı yoktur. Şûra, muhacir ve ensarın salahiyet alanındadır; onlar bir kişinin hilâfetinde ittifak eder, onu imam ve önder seçerlerse böyle bir seçim (Allah Tealâ'yı) memnun eder. Dolayısıyla, bir kimse, kusur arama ve bidat çıkarma bahanesiyle ona itaatsizlik ederse onu yola getirirler, biri kabul etmeyip direnirse, müminlerin yolundan başka bir yol tuttu, diye onunla savaşırlar. Allah Tealâ da onu sırt çevirdiği şeyde kendine bırakır.[500] Bunlar, Hz. Ali'nin (a.s) bu mektupta muhacir ve ensarın biat, şûra ve icmasıyla istidlal etmesinden dolayı, Hz. Ali'nin, bu yollarla hilâfet ve imametin gerçekleşebileceğini kabul ettiğine delil gösterirler. Buna cevabımız şudur: Seyyid Râzî, bazen Hz. Ali'nin (a.s) hutbe ve mektuplarından sadece fesahat ve belagatın en yüce mertebesinde bulduğu bölümü seçiyor, gerisini almıyordu. Seyyid Râzî, İmam'ın bu mektubunda da aynı yöntemi kullanmış, mektubun tamamını nakletmemiştir. Nasr b. Müzahim bu mektubun tamamını Sıffin adlı kitabında kaydetmiştir. Bu mektup şöyledir: Bismillahirrahmanirrahim Ama sonra, Medine'de bana yapılan biat, Şam'da seni de uymaya zorunlu kılar. Çünkü Ebu Bekir, Ömer ve Osman'a biat edenler, aynı şekilde bana da biat ettiler. Dolayısıyla orada olanların seçme, olmayanların ise itaatsizlik ve kabul

etmemeye hakkı yoktur. Şûra ve oylama muhacirlerle ensarın salahiyeti alanındadır; onlar bir kişinin hilâfetinde ittifak eder, onu imam ve önder seçerlerse, böyle bir seçim Allah Tealâ'yı hoşnut eder. O hâlde, kusur arama veya nefsi istekleri bahanesiyle onların emrine itaatsizlik edeni yola getirirler, kabul etmeyip direnirse de müminlerin yolundan başka bir yol tutmuş olduğu için onunla savaşırlar; Allah Tealâ da onu kendi isteğine bırakır ve onu kötü bir ikamet yeri olan cehenneme atar. Kesindir ki, Talha'yla Zübeyir bana biat ettikten sonra biatlerini bozdular; onların biatlerini bozmaları itaatsizlikti. Dolayısıyla, onlara zor gelse de hak yerine otursun ve Allah'ın isteği aşikâr olsun diye ben onlarla savaştım. O hâlde sen de diğer Müslümanların kabul ettiği şeyi kabul et; senin için daha çok istediğim şey, senin beladan uzak olmandır. Fakat eğer kendin kendini belaya düşürürsen bu durumda seninle savaşır ve Allah'tan sana karşı yardım dilerim.

Osman'ın katilleri hakkında da sözü uzattın! O hâlde sen de Müslümanların doğrultusunda ilerle ve onların hükmünü bana bırak da seninle onların arasında Allah'ın Kitabı üzerine hükmedeyim. Fakat senin tasarladığın, çocuğu sütten almak için kullanılan hiledir; çünkü kendi canıma andolsun, nefsin hevasını karıştırmadan ona akıl gözüyle bakacak olsaydın, Osman'ın kanında beni Kureyş'in en suçsuzu bulurdun. Şunu da bil ki sen Tulaka'dansın;[501] hilâfete ve müşavere toplantısına katılmaya lâyık olmayanlardansın. Şimdi ben, muhacirlerden imanlı bir kişi olan Cerir b. Abdullah'ı sana ve senin yolun üzerindeki diğer kumandanlara gönderdim. O hâlde sen de biat et. Allah'tan başka kuvvet sahibi yoktur.[502] Bu mektupta Hz. Ali (a.s), Muaviye'yle fikirdaşlarına, kendilerini kabul etmeye zorunlu bildikleri şeyle delil getirmektedir. Çünkü Hz. Ali (a.s), Muaviye'ye diyor ki: Medine'de bana yapılan biat, Şam'da da seni kabul etmeye zorunlu kılar. Nitekim Medine'de Osman'a yapılan biati de Şam'da olduğun hâlde kabul etmeye mecbur olmuştun. Aynı şekilde, Medine'de Ömer'e yapılan biat, orada olmayanları uymaya mecbur ettiği gibi bana yapılan biat de senin gibi Medine dışında olanları uymaya mecbur eder. İmam Ali (a.s), Muaviye ve onun Hilâfet Ekolü'nden olan fikirdaşlarına, o gün kendilerini kabul etmeye zorunlu gördükleri delillerle böyle cevap vermiştir. İnsanın karşısındakine, onun kabul ettiği yolla cevap vermesi gerektiği bütün insanların ittifak ettiği bir konudur. Diğer taraftan Hz. Ali'nin (a.s) mektubunda şöyle geçer: "Onlar bir kişinin hilâfetinde ittifak eder de onu imam ve önder seçerlerse bu seçim Allah'ı hoşnut eder (kâne zâlike lillah-i rızen)."[503] Bazı kitaplarda "seçenleri hoşnut eder anlamında" "Kane zâlike rızen" geçer. Bu durumda biat, oy verenlerin serbest olarak oy vermeleriyle olmalıdır, kılıç zoru, tehdit ve baskıyla değil!! Fakat, "Bu Allah'ı hoşnut eder." tabiri olursa, Hz. Ali'nin (a.s) evlâtları Hasan'la Hüseyin'in (aleyhimasselâm) de içinde bulunduğu ensar ve muhacirlerin hepsi bir konuda ittifak ederlerse şüphesiz Allah da ondan razı ve hoşnut olacaktır. Ayrıca, Hilâfet Ekolü mensupları, delil olarak İmam Ali'nin (a.s) Nehcü'l-Belâğa'daki bu buyruğunu gösterirken, Seyyid Râzî'nin o kitapta kaydettiği İmam Ali'nin (a.s) diğer buyruklarını neden unutmuş veya kendilerini unutmuşluğa vurmuşlardır?!

Örneğin Nehcü'l- Belâğa'nın Hikmetler bölümünde şöyle geçer: Hz. Ali (a.s) Benî Sâide Sakifesi'nde olup bitenleri duyunca şöyle sordu: Ensar ne dedi?, "Bir kişi sizden ve bir kişi de bizden halife seçilsin dediler." şeklinde cevap verdiler. İmam, "O hâlde neden Resulullah'ın (s.a.a), onların iyilerine iyilik edin, kötülerini ise affedin, buyurduğunu söylemediniz." dedi. "Bu ensara karşı nasıl delil olabilir?" diye sorduklarında, İmam, "Eğer ensarın hükümete geçmeye hakkı olsaydı, Resulullah'ın (s.a.a) bu konuda tavsiye etmesi yersiz olurdu." Buyurdu ve sonra, "Peki Kureyş ne dedi?" diye sordu. Dediler ki: "Hilâfet Resulullah'ın şeceresidir -onun için hilâfet bize düşer-." dediler! İmam Ali (a.s), "Şecereyle delil getirdiler; ama onun meyvesini[504] zayi ettiler!!" buyurdu. Veya Hz. Ali'nin (a.s) yine o bölümdeki şu buyruğu: Hayret! Resulullah'ın (s.a.a) halifesi olmak için sahabe olmak yetiyor da, hem sahabe, hem akraba olmak yetmiyor mu?!![505] Seyyid Râzî bunun peşinden İmam Ali'nin (a.s) bu konuda şöyle bir şiiri olduğunu söyler: Eğer şûrayla onlar halife olduysa, bu nasıl şûradır ki onda görüş sahipleri yoktu? Eğer Resulullah'la (s.a.a) akraba olman sebebiyle diğer rakiplerine delil getiriyorsan, Peygamber'e senden daha yakın olan başkaları var.Hz. Ali'nin (a.s) bu konudaki bütün buyrukları "Şıkşıkiyye" diye meşhur olan şu hutbesinde geçer: Andolsun Allah'a ki, Ebu Kuhafe'nin oğlu, onu bir gömlek gibi giyindi. Oysa daha iyi bilirdi o, ben hilâfete nispetle değirmen taşının mili gibiydim. Hilâfet benim çevremde dönerdi.Sel (Resulullah'ın (s.a.a) bilgisi) benden akardı. Hiçbir kuş, uçtuğum yere uçamazdı. Hilâfetle arama bir perde çektim; onu koltuğumdan silkip attım. Düşündüm; kesilmiş elimlehamle mi edeyim; yoksa bu kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Hem de öylesine bir körlük ki ihtiyarları tamamıyla yıpratır; çocuğu kocaltır; inanan da Rabbine ulaşıncaya dek bu zulmette zahmet çeker. Gördüm ki sabretmek daha doğru. Sabrettim; ettim ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik vardı; mirâsımın yağmalandığını görüyordum. Birincisi (Ebu Bekir), onu falâna (Ömer'e) verip gitti (sonra A'şâ'nın şu beytini okudu:) "Bugün deveye binmişim; yolculuk zahmetine düşmüşüm / Câbir'in kardeşi Hayyan'la bulunduğum günle bugün kıyaslanır mı hiç?" Ne de şaşılacak şey ki yaşarken halkın kendisini bırakmasını teklif ederdi;[506] ölümünden sonra yerine öbürünü geçirdi. Bu iki kişi hilâfeti, devenin iki memesi gibi aralarında paylaştılar.

O, hilâfeti, düz ve düzgün olmayan çorak bir yere attı; sözü sertti, insanı yaralardı; onunla buluşup görüşeni incitirdi. Meselelerde şüphesi çoktu; özür getirmesinin sayısı yoktu. Onunla konuşan, arkadaşlık eden, serkeş bir deveye binmişe benzerdi; burnuna geçen yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı; bıraksa üstündekini helâk olma çukuruna götürür, atardı. Allah'ın bekasına andolsun, halk, onun zamanında ne edeceğini şaşırdı; yoldan çıktı; renkten renge boyandı; oradan oraya geldi durdu. Uzun bir zaman, çetin sıkıntılara düştüm; sabrettim; derken o da yoluna düzüldü; halîfeliği bir topluluğa bıraktı ki ben de bunların biriyim sandı... Allah'ım, sana sığınırım; ne de danışma topluluğuydu bu. Onlardan benim hakkımda, birincisiyle (Ebu Bekir'le) ne vakit bir şüpheye düşen oldu ki bu çeşit kişilere katıldım ben? Fakat inerlerken onlarla indim; uçarlarken onlarla uçtum; inişte, yokuşta onlarla bile oldum. İçlerinden biri, hasedinden gerçekten saptı; öbürü, damadı olduğundan ona uydu, benden yüz çevirdi;[507] öbürleri de öyle işler ettiler ki anmak bile çirkin. Derken kavmin üçüncüsü (Osman) kalktı; hem de bir hâlde ki iki yanı da yelle dolmuştu. İşi gücü, yediğini çıkaracak yerle yiyeceği yer arasında gidip gelmekti. Onunla beraber babasının oğulları da işe giriştiler; Allah malını ilk baharda devenin otları, çayırı çimeni yiyip sömürmesi gibi yediler, sömürdüler.

Sonunda onun da ipi çözüldü; hareketi tezce yaralanıp öldürülmesine sebep oldu, karnının dolgunluğu onu yüz üste devirdi; işini tamamladı gitti. Derken, halkın benim etrâfıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni üzen bir şey olmadı. Her yandan, birbiri ardınca çevreme üşüştüler. Öyle ki kalabalıktan Hasan'la Hüseyin, ayaklar altında kalacaktı neredeyse. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar; bu sırada elbisem bile yırtılmıştı. Ama işi elime aldıktan sonra bir bölük, biatten döndü; ahdini bozdu. Öbür bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, inancından vazgeçti; öbürleri de itâatten çıktı; sanki onlar, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh Allah'ın, "İşte âhiret yurdu; biz onu, yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz ve sonuç, çekinenleridir."[508] buyurduğunu duymamışlardı. Evet, andolsun Allah'a, elbette duydular da, ezberlediler de; fakat dünya, gözlerine bezenmiş bir şekilde göründü, onun süsü hoş geldi onlara. Ama şunu da bilin ki andolsun tohumu yarana, insanı yaratana, bu topluluk, biat için toplanmasaydı, Allâh'ın, zâlimin doyup zulmetmemesi, mazlûmun aç kalmaması hakkında bilginlerden aldığı ahit olmasaydı hilâfet devesinin yularını sırtına atardım; ümmetin sonuncusunu, ilkinin kâsesiyle suvarır giderdim. Siz de anlamışsınızdır ki şu dünyânızın değeri, bir dişi keçinin aksırığından da değersizdir bence. Demişlerdir ki: Hutbelerinde söz, buraya gelince, Irak halkından biri kalktı, Hz. Ali'ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali kâğıdı okumaya daldı. Okuyup bitince İbn Abbas, ey Müminlerin Emiri dedi, sözüne, bıraktığın yerden başlasan; Emirü'l-Müminin (a.s) buyurdular ki: Heyhât ey Abbas oğlu, bu, erkek devenin, esridiği zaman ağzına gelen bir köpüktü; geldi, gene geriye gitti. İbn Abbas, vallahi demiştir, bu sözün yarım kalmasına eseflendiğim gibi hiçbir söze eseflenmedim; Emirü'l-Müminin (a.s) ne olurdu, dilediği gibi söyleseydi. Hilâfet Ekolü mensupları, Hz. Ali'nin (a.s) bu gibi buyruklarını unutmuş veya kendilerini unutmuşluğa vurmuş ve sadece İmam Ali'nin (a.s) Muaviye ve onunla aynı düşüncede olanlara getirmiş olduğu delile sarılmışlardır. Oysa İmam, onlara kendilerinin kabul ettikleri



delille delil getirmek zorundaydı.

Yüklə 1,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin