Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə16/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   32

ŞAHKULU AYAKLANMASI

Antalya‘nın merkez olduğu Toros dağları etekleri Osmanlı‘nın Teke sancağını oluşturuyordu. Teke sancağı, Türkmen boylarının Anadolu‘ya yerleşmeye başladığı II. Yüzyıldan itibaren Alevi halkın yaşadığı bir bölgeydi. 15. yüzyılda ise Osmanlı‘ya karşı isyan ve öfkesi hiç bitmeyen Kızılbaşların merkezlerinden biri haline geldi.

Şahkulu‘nun babası Hasan Halife, Şah İsmail‘in babası Şeyh Haydar zamanında Erdebil Tekkesine bağlanmıştı. Erdebil‘de 12 dilimli Kızıl taç giyen Şeyh Haydar‘ın halifesi olarak Teke yöresine gönderilmişti. Antalya‘nın Korkuteli kazasına bağlı Yalımlı (Kızılkaya) köyündeki bir mağarada yazan Hasan Halife, zamanla tüm halkın saygısını, sevgisini kazanarak ünlendi. Öyle ki Osmanlı padişahı bile “hayır duasını almak için“ sadaka göndermekteydi. Daha öncede belirttiğimiz gibi bu sadakanın aslında “hayır duası“ ile ilgisi yoktu. II. Bayezit‘in tehlikeli gördüğü Alevi halkın önde gelenlerini, rüşvet ve hediyelerle teslim alma siyasetinin bir parçasıydı.

Babası ölünce postuna oturan Şahkulu, yöresindeki Kızılbaşlarla beraber Rumeli‘den başlayıp bütün Anadolu‘ya mektuplar göndererek, Osmanlı‘nın zulüm ve sömürüsüne son verecek bir ayaklanma örgütlemeye girişti.

“Batı Anadolu ve Rumeli‘de, Şah İsmail adına çalışmaları Şahkulu yürütüyordu. Serez, Selanik, Yenice-i zagra, filibe, Sofya ve öteki Rumeli il ve kazalarına örgütleyicilerini (halife) göndermiş, bu yöreleri Şah İsmail‘e kazanmaya çalışıyordu. Sipahilerden Çakıroğlanları, Kızıloğlu, Mehmet Bey, Dede Ali, ve Hızır onun görevlileriydi. Adamlarından (mürid) Sefer‘i Siroz‘a, İmamoğlu’nu Selanik‘e, Taceddin‘i Zoğna Yenicesi‘ne , Pir Ahmet‘i de Filibe‘de propaganda çalışması için görevlendirmişti. Kapıkulu Kaya‘da ve Döşeme Derebenti’nde sürekli gizli toplantılar yapıyorlardı“ (120) Osmanlı‘da Alevi Ayaklanmaları/Baki Öz/ syf 166

Şahkulu‘nun 1509‘dan itibaren 2 yıl sürdürdüğü bu örgütlenme çalışmaları Filibe sancak beyinin müridi Pir Ahmet‘i yakalatması ve Osmanlı divanına bildirmesi ile açığa çıktı. Bunun üzerine Teke Sancağını yöneten Osmanlı şehzadesi Korkut, Şahkulu‘nun Döşeme Derbentin‘de yaptığı gizli toplantı ve cemlere baskın yaptırdı. Antalya Subaşısının yaptığı baskından kurtulan Şahkulu‘nun, halk arasındaki ünü daha da arttı. Antalya Kadısının, Şehzade Korkut‘a yazdığı mektuba göre halk, Şahkulu‘nu “Peygamber“ ve “Mehdi“ olarak görmekte ve ona inanmayanların imansız öleceklerini söylemekteydi.

Baskından bir süre sonra Şehzade Korkut‘u Pay-ı tahta (başkent) yakın olmak için Manisa‘ya hareket etmesi üzerine Şahkulu ayaklanmayı Başlattı. II. Bayezit‘in sağlığı bozulmuştu ve tahta gözünü diken şehzadeler de İstanbul’a yakın olmak böylece Padişah ölünce diğer kardeşlerden önce yetişip tahta oturmak telaşına düşmüşlerdi. Bu durumu iyi değerlendiren Şahkulu, Antalya‘yı terk eden şehzade Korkut‘a yetişip saldırarak hazinesine el koydu. Bu sırada 3 bin kişilir bir güç toplayıp, şehzade Korkut‘un yardımına gelen Antalya subaşısının da yoğun bir çarpışma sonucu yenilgiye uğrattı.

Şahkulu ayaklanması, planlı, örgütlü ve iktidar hedefli bir ayaklanmaydı. Ayaklanmacılar temel hedeflerini “ devlet ve saltanat bizim hakkımızdır“ diyerek ilan etmişlerdi. Bölgelerde, yeni bir yönetim oluşturmaya girişmesi, adımları arasında vezir ve yöneticiler ataması bunu gösteriyor. Zaten ayaklanmanın yönü de tıpkı Babailer‘de olduğu gibi Osmanlı‘nın başkentine çevrilmişti.

Osmanlı tarih yazıcıları, ayaklanmayı basit bir yağma talan hareketi gibi göstermeye çalışır. Açlık ve yoksulluk tan dayanmasının sınırına gelmiş halk, onlara göre başıbozuk, çapulcu ve sapıktır. Örneğin Osmanlı tarih yazıcısı Hoca Sadettin Efendi, ayaklanmanın başlangıcını şöyle anlatıyor.

“…. Ol diyarda yaşayan Türklerin varlıkları doğuştan yaramaz olup, yaradılışlarından dik başlı olduklarından başka huysuzluk da onların aşağılık yahılarında ikici bir huy gibiydi. Ol insanlıktan eksik kişilerin nifakla dolu yüreklerinde bin bir türlü fesat gömülü olup, her biri insan biçiminde laf anlamaz hayvana benzer kişilerdir. Şehzade‘nin ince gönlü ol çirkin suratlılardan iğrendiğinden, eskiden sancağı olan Saruhan ilini arzulayıp kopuşu halkın olan bir kaç yiğidi hazinesini koruyup taşımak için geride bırakarak bir gece ansızın Saruhanla yola çıktı“ (121) Alevilikle ilgili Osmanlı Belgeleri/Baki Öz/ syf 237

Şahkulu ayaklanması bir köylü ayaklanmasıydı. Kitlesini Babailer gibi kadınları ve çocukları ile topyekün ayaklanmaya katılan yoksul köylüler oluşturmuştu. Ayrıca II. Bayezit‘in ellerinden tımarlarını aldığı, türlü yolsuzluk ve rüşvetlerle saray çevresine hizmetkarlarına dağıttığı sipahiler de Şahkulu’nun yanında yer aldılar. Osmanlı tarih yazıcılarına göre: “Kentlerde, kasaba ve köylerde, dağlarda ve obalarda her çeşit kötüler ve türkmenler ve her ne kadar levent...“ varsa Şahkulu’nun çevresinde toplanmıştır. “...görünüşleri korkunçtu. Paçavra çıkınına benzeyen elbiseleri, bağrış ve çağrışları uzun bıyık ve sakalları, kırmızı saçlarıyla geçtikleri yerler ahalisine dehşet salıyorlardı. Böylece işe başlayan Şahkulu, Antalya‘dan Sivas’a kadar önüne gelen kuvvetleri silip süpürdü, ortalığı yakıp yıktı.“(122) Osmanlı Toplumsal Düzeni/ Taner Timur syf:148

Ayaklanmacıların “görünüşlerinin korkunçluğu“ yoksulluklarındandı. Aç, sefil, çıplak durumdaydılar. Dehşet saldıkları ise ele geçirdikleri bölgelerdeki başta kadılar olmak üzere Osmanlı düzeninin koruyucusu beyler, subaşlarıydı. Ayaklanmacılar ilerlerken Antalya, Kızılcakaya, İstanos, Elmalı, Burdur ev keçiburunlu kadılarını öldürdüler. Beylerin mallarına mülklerine el koyup, direnenleri kılıçtan geçirdiler.

Osmanlı ayaklanmayı bastırmak üzere Anadolu Beylerbeyi Karagöz Ahmet Paşa‘yı görevlendirdi. Ahmet Paşa, Burdur dolaylarındaki ayaklanmacıların üzerine Nokta adlı bir adamını bir kaç bin kişilik kuvvetle gönderdi. Ama sayıları 10 bine ulaşan Şahkulu ve müritleri bu orduyu da bozguna uğrattı. Ve 16 Nisan 1511‘de Burdur‘u aldı. Kütahya‘ya yönelen Şahkulu burada Karagöz Ahmet Paşanın ordusu ile karşılaştı. İlk çarpışmada Şahkulu yenildi, dağlara doğru çekildiler. Ama Osmanlı ordusu peşlerine düşmeyip yağma ve çapula girişince, dağınıklık ve kargaşalıktan yararlanan Şahkulu yeniden saldırıya geçit. Ve çapulcu Osmanlı ordusunu dağıtarak başlarındaki Karagöz Ahmet Paşayı Öldürdü. Osmanlı tarih yazıcısı Hoca Sadettin, çok kanlı geçen bu çarpışmayı şöyle betimliyor: “ O denli kan döküldü ki kan buharından gökyüzünde bulutlar gül gibi kızarıp eylece göründüler“(123) Aktaran: Alevilikle ilgili Osmanlı Belgeleri Baki Öz/ syf 239

paçavralara sarınmış yarı çıplak savaşan Türkmenlerin, ancak bu zaferle at ve silah elde ettiğini yazıyor: “ (…) zamane dünyasında yaya dolaşmakla ömrün geçiren bir nice çulsuz, işsiz, güçsüz, pırlanta gibi atlara, birer oyunla Şah deyip biner oldular.

Alup giysi at hem altınla gümüş

Arada bölüşüp didiler hoş imiş

Dahi tabl u nakkare tuğ ve sancak

Hep alındı kaçan kurtuldu ancak“ (124) A.g.e syf 204

Görüldüğü gibi çapulla, ganimetle koskoca bir imparatorluk kuran Osmanlı‘nın tarih yazıcısı Hoca Sadettin, ayaklanmacıların vergi ve rüşvetle kendinden çalınanlara savaşarak el koymasına çok içerlenmiş. Onları ne güzel atlara ne de altına, gümüşe layık görüyor!

Kütahya‘dan sonra Şahkulu, Alaşehir Ovasındaki Şehzade Korkut‘un üzerine yürüdü. Alaşehir Ovası’nda Hasan Ağa komutasındaki Osmanlı güçlerini de yendi. Şehzade Korkut ise korkarak Manisa kalesine sığındı. Sayıları 20 bini aşan ayaklanmacılar Bursa‘ya yönelmişlerdi.

Ayaklanmanın bu aşamasında Şahkulu karar değiştirerek Konya‘ya yöneldi. Osmanlı tarih yazıcılarına göre Bursa‘ya yürümekten vazgeçmesinin sebebi, öldüğü söylenen II. Bayezit‘in sağ olduğunun ortaya çıkmasıydı! Asıl sebep ise Osmanlı‘nın büyük bir ordu ile üstüne gelmesiydi. Osmanlı Sadrazamı Hadım Ali Paşa, emrindeki 4 bir yeni çeri ve 4 bin sipahi ile ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmişti. Amasya valisi Şehzade Ahmet, Niğde sancak beyi Şehzade Şahin Şah’ın oğlu Mehmet Mehmet‘in oğlu şehzade Osman da emirlerindeki binlerce askerle Hadım Ali Paşa‘nın ordusuna katıldılar.

Şahkulu‘nun geri çekilmesinin bir nedeni de Şah İsmail’den beklediği desteği alamamış olmasıydı. Şahkulu ayaklanmanın başından itibaren “Ben sahip – zuhur olan Şah İsmail‘in halifesiyim“ diyerek ona bağlılığını ilan etmişti. Bağımsız hareket etmişse de Şah‘ın Osmanlı karşısında Müridlerini yalnız bırakmayacağına inanmıştı. Zaten halkın her yıl kapısında kurbanlar kestiği, gidemediğinde nezir gönderdiği Şah İsmail‘den posta oturduğu günden beri medet beklediği ortadaydı. Ne var ki Şah İsmail yardım etmediği gibi ayaklanmayı da hoş karşılamamıştı.

Osmanlı ordusu karşısında Şahkulu önce Konya‘ya çekildi, kenti kuşattı. Fakat ordu yaklaşınca kuşatmayı kaldırarak dağlara kızılkaya geçidine sığındı. Osmanlı ordusunun kuşattığı bu bölgede 38 gün direndi. Kuşatmayı yarmayı denedi ve sonunda kayalar arasında bir çıkış yolu bularak Karaman Beylerbeyi Haydar beyin kuvvetlerini yendi ve kuşatmayı yardı. Bu sırada Şehzade Ahmet komutasındaki Osmanlı güçleri, Hisar Dağına sığınan 3 bin Aleviyi öldürdüler. Kuşatmayı yarıp kurtulanların peşine düşen Hadim Ali Paşa 14 gün sonra Sıvas yakınlarında onlara yetişti. Gedikhan‘ında (Gökçayı da deniyor) Şahkulu güçleriyle savaşa tutuştular. Hadım Ali Paşa‘nın ordusu bozuldu, sipahiler dağıldı. Ve kendisi de öldürüldü. Ne yazık ki bu savaşta ölenler arasında Şahkulu da vardır. Yoldaşları ölüsünü bırakmadılar. Osmanlı tarih yazıcılarının kimi kaybolduğunu, kimi de ölmeyip İran‘a vardığını yazarlar.

Bu savaştan geriye kalanlar aç, susuz günlerce durmadan Tebriz‘e Şah İsmail‘e ulaşmaya çalıştılar. Bu sırada Erzincan‘da ufak tefek çatışmalar oldu ve önlerine çıkan Şah İsmail‘e ait bin kişilik bir kervanı da yağmaladılar. Osmanlı tarih yazıcılarının kötülemek için “ Şeytan kulu “ diye andıkları Şahkulu‘nun isyancıları ne yazık ki Tebriz‘de de hoş karşılanmadılar. Osmanlı tarih yazıcılarına göre Kızılbaşlar o derece azimlidir ki bundan Şah İsmail de ürktü. O sırada Irak‘ta iken hemen ülkesine döndü ve tedbir aldı!
ŞAH İSMAİL‘İN SALTANAT DAVASI İLE KIZILBAŞLARIN KURTULUŞ KAVGASI ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER SU YÜZÜNE ÇIKMIŞTIR.

Şahkulu, “Şah İsmail’in halifesiyim “ diyerek ayaklanmıştı ama Şah İsmail ayaklanmadan memnun değildi. Ayaklanmanın önderlerini sorguya çekti: “Babam Sultan Bayezit Han hazretlerinin koruyucu gölgesinde bunca zamandan beri çoluk ve çocuğumuzla Ferahlık içinde yaşarken neden gerekti ki boynunu bağlılık lalesinden çıkarıp ayaklanma doruğuna tırmandın?“ Ayaklanmacıların “zulümlere dayanamadık“ demesine aldırmadı ve yol üzerinde kervanı soymalarını da bahane ederek önderlerini öldürdü, halkı da çeşitli bölgelere yerleştirerek dağıttı.

Şah İsmail, Orta Asya‘yı fethetmek ve Timur gibi büyük bir imparatorluk kurmak çabasındaydı. Bunu yaparken Kızılbaş Türkmenlere dayanmıştı Ama iyice güçlenene kadar Osmanlı ile savaştan kaçınmaya, ilişkileri iyi tutmaya çalışıyordu. Bu nedenle sonuna kadar bağlı kalsalar da Anadolu‘daki Alevi halkın çıkarları ile Şah İsmail‘in Saltanat davası arasında çelişkiler çıkması kaçınılmazdı.

Bu çelişkinin ilk olarak Şah İsmail‘in Dulkadiroğulları beyliği üzerine yaptığı seferde açığa çıktığı Osmanlı kaynaklarından da anlaşılıyor. 1509‘da Şah İsmail‘in Osmanlı sınırına gelerek müritlerini toplamak istediğini yazan Osmanlı Şeyhülislamlarından Kemal Paşazade, beklediğini bulamadığını anlatıyor: “ (Şah İsmail) Diyarbekir içinden dahi gitse olurdu. Ol yıldan da maksuda vusul bulurdu; amma yerinden deprenüp bir taşla iki kuş vurmak istedi. Bahane ile gelip serhadd-i Rum‘da ( Osmanlı sınırlarında) bir zaman durmak istedi. Taki Anatoli‘nin Kızılbaş‘ı ve sair evbaşı ol şem-i bezm fitnenin kenara geldüğünin duyup, her taraftan yanına cem‘ oluna… Amma umduğun bulmadı, ol dediğin iş olmadı ve içinde Kızılbaş olan vilayetlerin raiyetleri boyunlanıp bir birine merbut olmuştu. (bağlanmıştı)“ (125) Aktaran Aleviliğin Doğuşu/ İsmail Kaygusuz/ syf:247

Yani halk, Osmanlı ile iyi geçinip Beyezit‘e “baba“ diyen Orta Asya‘yı Fethetmek için asker isteyen Şah İsmail‘e asker vermedi. Halkın dileği onun gelip vaat ettiği düzeni Anadolu‘da kurmasıydı. Şah İsmail‘i var eden, umut haline getiren Anadolu halkıydı. Prof. Faruk Sümer bu gerçeği şöyle dile getiriyor:

“Anadolu’da Kızılbaş Türkler olmasa, değil Safevi devletinin kuruluşu, Erdebil Şeyhlerinin siyasi gayeler taşıması bile düşünülemezdi. Hatta kaynaklardan açıkça anlaşıldığı gibi, onlar, yani Anadolu Türkleri veya onların bir kısmı, aşırı dini inançlarını Şeyh ve şahlarına kabul ettirmeye çalışmışlardı.“ (126) Aktaran: Aleviliğin Doğuşu/ İsmail Kaygusuz/ Syf 233

Alevi halk, Erdebil tekkesine yalnızca inançlarını aşılamamış; gövdesini oluşturduğu bu harekete siyasi bir yönde verilmişti. Şah İsmail‘in vezirleri, yöneticileri olan Alevi dedeleri, aşiret liderleri, onu Anadolu‘ya yürümeye zorlamışlardı. Çaldıran Savaşı‘ndaki yenilginin ardından Şah İsmail onu Osmanlı ile savaşmaya zorladıkları için beylerine sitem edecekti.

Şah İsmail, 1508‘de Şamlı Hüseyin Beyi “Şah Vekilliği“ görevinden alıp yerine bir İranlı atadı. Bu tarihten itibaren Safevi devletleri de İranlı yöneticilerin ağırlığı giderek arttı: “1508-1524 yılı arasında 5 şah vekilinin hepsi İranlıydı. Kızılbaşların buna tepkisi gecikmedi ki beş vekilden en az üçünün Kızılbaşlar tarafından öldürüldüğü biliniyor“(127) Aktaran: Aleviliğin Doğuşu/ İsmail Kaygusuz / Syf 246

Şah İsmail, saltanatı kurumlaştırırken Kızılbaşlara sırt çevirmeye de başlamıştı. Şahkulu Ayaklanması‘nın hemen ardından, Kızılbaşları toparlaması için Anadolu‘ya gönderdiği halifesi Rumlu Nur Ali Halife‘nin başlattığı büyük ayaklanmaya da destek vermeyerek, bir kez daha Kızılbaşların Osmanlı tarafından ezilmesine göz yumacaktı.

NUR ALİ HALİFE AYAKLANMASI

Bayezit‘in tahttaki son yılında, Şehzadeler arasındaki iktidar kavgası şiddetlenmişti. Babasını Kızılbaşlara karşı gevşek davranmakla suçlayan ve daha sert tedbirler alınmasını isteyen Yavuz Sultan Selim, tahta yakın olmak için ordusu ile Edirne‘ye geçmiş, babası ile savaşa tutuşacak kadar gözünü karartmıştı. Karşısında ise II. Bayezit‘in yerine geçmek istediği şehzade Ahmet vardı. İktidar savaşının kargaşa ortamında Kızılbaş halkın çoğunlukta olduğu bölgelerden Teke Sancağı‘nın ardından, Sivas bölgesinde ayaklanma başlamıştı.

Asıl adı Nureddin olan Nur Ali Halife, Şah İsmail tarafından Anadolu’ya gönderilmişti. 1512‘de Tokat, Amasya, Çorum, Sivas ve Yozgat‘ta yaşayan Kızılbaşlar halkı örgütleyerek ayaklanmayı Koyulhisar‘da başlattı. Çevresine 3-4 bin kişi toplanmıştı. Niksar‘ı alarak Tokat‘a geçti. Üzerine gelen Osmanlı güçlerini yenerek Tokat‘ı aldı. Ve Şah İsmail adına hutbe okuttu. Yöredeki Avşar, Varsak, Karamanlı, Turgutlu, Bozoklu, Tekeli ve Hamit‘li aşiretleri, Nur Ali Halife‘ye katıldılar. Kısa sürede 20 bin kişilik bir kitle haline gelmişlerdi. Önceki ayaklanmalarda olduğu gibi bu kitleye ayaklanmaya katılanların kadınları, çocukları, hayvanları, yükleri de dahildi! Geri de bir şey bırakılmaz

Şehzade Ahmet, Vezir Yularkıstı Sinan Paşa‘yı 2 bin askeriyle ayaklanmacıların üzerine gönderdi. Ama Osmanlı bir kez daha yenildi. Ve Sinan Paşa öldürüldü. Bu sırada Yavuz‘a karşı taht mücadelesi veren Şehzade Ahmet‘in Oğlu Murat‘ da 10 bin askeri ile ayaklanmacılara katıldı. Böylece ayaklanmacıların sayısı 30 bin olur. Osmanlı‘nın Kızılbaş halkı kuşatarak Şah İsmail‘e ulaşmasını engelleyen kuşatmadaki ilk gediği Murat açmıştı. Sivas‘a ulaşan ayaklanmacıların büyük kısmı ile Şehzade Murat oradan (İran’a) Şah İsmail‘e gitti. Denilebilir ki Nur Ali Halife ayaklanması İran’a gitmesi yasaklanan yolları kesilen halkın ayaklanmasıydı. Ayaklanmacıların İran‘a yönelmesi de bunun sonucuydu. Ayaklanma sonunda Nur Ali Halife Önderliğindeki halk Erzincan‘da toplandı. Nur Ali Halife Şah İsmail tarafından Erzincan Valisi olarak atandı. Daha sonra Nur Ali Halife, Çaldıran‘da Şah İsmail‘in komutanlarından biri olacaktı. Yenilginin ardından Dersim-Ovacık bölgesine sığındı.1515‘te Osmanlı güçlerinin başındaki Bıyıklı Mehmet Ağa tarafından bu bölgedeki Tekir Yaylağı‘nda kıstırılarak katledildi. Osmanlı tarih yazıcılarına göre Bıyıklı Mehmet Paşa, Nur Ali Halifenin başıyla birlikte 600 Kızılbaşın burnunu İstanbul‘a gönderdi.

II. Bayezit‘in son yıllarına denk gelen iki büyük Alevi ayaklanması böylece sona ererken “sorunu“ kökünden çözmeye kararlı olan Yavuz Sultan Selim‘de kılıç zoru ile tahta geçti Osmanlı‘nın zulüm ve sömürüsüne karşı Kızılbaş halkın bir örgütlenmesi olarak tarih sahnesine çıkmış Safevilerle savaşması kaçınılmazdı.

SAFEVİLER

Safevi Devleti, resmi tarihte “Türk Devletleri“ arasında sayılmaz Çaldıran Savaşı öncesi Erzincan‘a kadar Doğu Anadolu‘ya hakim olduğu halde bir İran Devleti olarak gösterilir. Oysa Safeviler 1530‘lara kadar bir İran Devleti olmamıştır.

Şah İsmail‘in kurduğu devlete adını verdiği dedelerinden Erdebilli Sofiyüddin İshak, 1252‘de doğmuştur. Soyu, yedinci imam Musa Kazım‘a dayanır. 1334‘te ölünce dergahın avlusuna gömülmüş ve üstüne görkemli bir türbe yapılmıştır. Torunu “Şeyh Hacı Ali (ya da Sultan Ali) “ Timur‘un Anadolu‘dan dönerken getirdiği 30 bin Tekeli Türkmeni, Erdebil‘in Rum mahallesine yerleştirmiştir. Şeyh İbrahim döneminde(1429-1447) bu Alevi Türkmenler memleketlerine geri dönmüştür. Bundan sonra da Erdebil Tekkesi ile bağları giderek güçlenir. Tekke‘de itibar kaybeden Şeyh Sofiyüddin soyundan dervişler, Anadolu’ya, Türkmenlerin arasına sığınır. Alevi halk Ozanı Kul Himmet‘in ataları da Erdebil‘den gelen Sofiyüddin torunlarındandır.

Şeyh İbrahim‘den sonra Erdebil dergahlarından kovulan Şeyh Cüneyd, 7 yıl Anadolu‘da kalır (1449-1456) Şeyh Bedreddin müritleriyle ilişkiye geçer. Şeyf Sofiyüddin soyu, Anadolu Alevilerinin etkisiyle ve özellikle de Şeyh Cüneyd döneminde Aleviliği benimsemiştir. Şeyh Cüneyd çevresine topladığı müritleriyle 20 bin kişilik bir ordu oluşturur. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, onun elinden tutarak kız kardeşiyle evlendirir. Erdebil‘e dönerek posta oturan Şeyh Cüneyd fazla yaşamaz. Yerine 9 yaşındaki oğlu Şeyh Haydar 1470‘te posta oturdu. Dayısı Uzun Hasan onu da kızı Alemşah Halime ile evlendirir. Bu evlilikten doğan 3 oğuldan biri olan Şah İsmail, 17 Temmuz 1487‘ de doğdu.

Şeyh Haydar‘ın ilk yılları, Anadolu‘yu kendine bağlamakla geçti. Anadolu‘ya gönderdiği halifeler yandaşlarını çoğalttılar. Bu halifeler özel giysiler giyiyor, başlarına on iki dilimli kızıl taç kakıyorlardı. Haydari taç adıyla anılan bu başlık Erdebil tekkesine bağlı Alevilerin Kızılbaş diye anılmasının nedeni oldu. Bu başlık “Safeviliğin Alevi akidesini ve mübarek on iki imamı temsil etmektedir. Peygamberle kan akrabalığı dolayısıyla yalnız bu on iki imam onu meşru halifeleri sayıldığından isimleri bu dilimlerin üzerine işlenmiş bulunmaktaydı. Bu başlığı kullananlara verilen kızılbaş isminde bu yeni sarığın rengi ile ilgilidir“(128) Aktaran: Aleviliğin Doğuşu/ İsmail Kaygusuz/ Syf:231

Araştırmacı İsmail Kaygusuz, Babek Hürremi yandaşlarının da kızıl başlıklar taktığını ve onlara Farsça “Sürhseran“( Kızılbaşlar) dendiğini tespit etmektedir. Daha gerilere gittiğimizde, azat edilen kölelerin başına, özgürlüğün simgesi olarak da kızıl başlık geçirildiğini görürüz:

“Spartaküs‘ün ordusu büyüyordu(…) Bir mızrak ucuna takılmış kızıl kalpak, ayaklananların bayrağı olmuştu. Eski bir geleneğe göre azat edilen kölenin başına kızıl kalpak geçirilirdi.“ ( 129) Aktaran: İnsan Nasıl İnsan oldu/ M. Ilin -E Segal/ Syf:322 say yay 2009

Kızılbaşlık takan Şeyh Haydar‘ın çevresinde bulunan halifeleri, ondan sonra Şah İsmail’i de saklayıp eğiten Alevi beyler dedelerdi. Safevi kızılbaş devletini kuranlar da Anadolu‘nun yoksul Alevi halkını temsil eden bu kişilerdi: Şamlu Türkmenlerinden Lola Hüseyin Bey, Dulkadirli Dede Abdal Bey, Ustacalu Muhammed Bey, Şamlu Abdi Bey, Baybutlu Karaca İlyas, Tekelü Soru Ali Bey, Talişli Dede Bey, Kaçarlu Kara Piri Bey…

Şeyh Haydar, Saltanat iddiasında bulunarak Akkoyunlu hükümdarı dayısı Uzun Hasan‘ın oğlu ve halefi Yakup Beye karşı savaş açtı.1488 Ağustos‘unda Yakup Beyin ordusuyla yaptığı savaşta öldü. Şeyh Haydar‘ın müritleri, bu kez büyük oğlu Yar Ali‘nin çevresine toplandılar. Yakup Bey, tehlikenin büyüklüğünü anlayınca Şeyh Haydar’ın çocuklarını İstahan kalesine hapsetti. Bu tutukluluk 4,5 yıl sürdü. Yakup Bey ölünce taht kavgasına başlayan oğulları Yar Ali yi serbest bıraktılar. Yar Ali 1493‘te öldürüldü. Kardeşleri İsmail ve İbrahim‘i ise müritleri kaçırıp gizlediler. İsmail bu sırada 6 yaşındaydı. Onu Erdebil‘in Anadolu (Rum) Mahalesinde Türkmenler gizlemekteydiler. Orası güvenli olmadığı için bir süre sonra Hazar Denizi kıyısındaki Gilan‘a Kaçırıldı. Burada 6 yıl boyunca daha önce isimlerini belirttiğimiz Alevi aşiretlerin dedeleri, beyleri tarafından çok iyi bir şekilde eğitildi saz çalmayı, deyişler söylemeyi öğrendi ve 1501‘ de 14 yaşındayken binlerce insanı peşinden sürükleyerek devlet kurup taç giyecek bir lider haline geldi.

“Şah İsmail‘in çağrısıyla Sivas, Tokat, Amasya yöresinde yaşayan Rumlu, Ustacalu, Antalya, Isparta ve Bursa yöresinde yaşayan Tekelü, Halep yöresinde yaşayan Şamlu, Maraş ve Yozgat (Bozok) yöresinde yaşayan Dulkadirli, Tarsus yöresinde yaşayan Varsak, Malatya yöresinde yaşayan Hınıslü, Dersim ve Çemişgezek yöresinde yaşayan Çemişkezeklü Türkmenler ve Karadeniz bölgesinde (Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Giresun, Ordu, Samsun) yaşayan Çepniler 1500‘de Erzincan‘da buluşurlar Erzincan buluşması 1501‘de kurulan Safevi Devleti‘nin bir “Kuruluş Kurultayı“ olur. Nitekim hem bu buluşmaya katılan Alevilerin yaşadıkları topraklar Safevi toprağı hem de o topraklarda yaşayan önde gelenleri Safevi Devleti‘nin yöneticileri oldular“(130) Aktaran: Alevilerin Siyasal Tarihi/ Necdet Saraç/Syf:58
ŞAH İSMAİL

Şeyh Haydar‘ın kızıl börk giydirdiği taraftarları Erzincan‘da Şah İsmail çevresinde toplandılar ve büyük bir ordu oluşturdular. Şah İsmail, Taraftarları ile Şirvan‘ı aldı. Düzenli bir ordu oluşturdu, vezirler komutanlar atadı. Bu komutanlar arasında Şamlı Lala Hüseyin Bey, Dulkadirli Dede Abdal Bey, Ustucalu Muhammed Bey, Bayburtlu Karaca İlyas, Tekelü Sor Ali Bey, bir “ ihtisas kurulu“ oluşturarak buradaki yönetimi üstlendiler. Şah İsmail, on binleri bulan ordusuyla Tebriz‘e yürüdü. Akkoyunlu Sultanı Elvend Mirza‘yı yendi ve Safevi Devleti‘ni ilan etti. On beş yaşındaydı, kendi adına para bastırdı ve hutbe okuttu. Kuruluşundan itibaren rakip olarak gördüğü bu devletten Osmanlı‘nın rahatsız olduğu açıktı. Osmanlı tarih yazıcısı Hoca Sadettin‘in dizeleri bu rahatsızlığı yansıtıyor.

“Başına taç aldı çıktı ol pelid

İtti bi-idrak Etrakı mürid“

( Odun gibi adam, başına taç giyip anlayışsız Türkleri etti mürit) (131) Şah İsmail/ Nejat Birdoğan/ syf:13

Böylece gövdesi Anadolu‘da başı ise Tebriz‘de bulunan bir Kızılbaş devleti kurulmuş oldu. Bu devlet, Kızılbaş Anadolu haklarının başlıca kurtuluş umudu haline geldi. Halk, Mehdi olarak kabul ettiği ve başlarına geçip kendilerini kurtaracağına inandığı Şah İsmail‘e vergi ve asker verdi, kapısına yüz sürdüğü Alevi dedeleri, beyleri tarafından yetiştirilen Şah İsmail, savaşçılığı; ozanlığı, yazarlığı, Alevi inancına ait değerleri, sahiplenmesi ile halkı kendisine bağlamıştı. Bu özelliklerini şiirlerinde şöyle dile getiriyor;
Ali İsmail‘em geldim

Alemi seyram eylerim

Zülfikar durmaz kınında

Günde yüz bin kan eylerim
Görürüm düşen düzeni

Kırarım yoldan Ozanı

Yeni baştan bu düzeni

Bir kavim erkan eylerem
Şah İsmail, Kızılbaşlığın yalnızca askeri-siyasi lideri değildi. Aynı zamanda dini lideriydi. Kendinden önceki batını akımları özümsemiş bir senteze ulaşarak Aleviliğe bugünkü şeklini verdi. Anadolu Alevilerinin hala izlediği inanç ve ibadet Şekillerini erkanı Şah İsmail‘den kalmıştır. Yine örgütlenme propaganda çalışmalarında da Alevi ayaklanma önderlerini örnek almıştı. Anadolu‘nun her köşesine halifelerini yollamıştı, ellerinde Buyruk kitapları, dillerinde Şah İsmail deyişleriyle bu halifeler halka önderlik ettiler.

Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin