AYET VE HADİSLERLE ESMÂÜ'L-HÜSNA 4
Önsöz 4
Münâcaat 6
Gönül Açan, Ruhu Arıtan Mübarek İsimler 6
Allah Azze Ve Celle 7
Allahü Teala'nın Güzel İsimleri 8
İsimleri Nasıl Okumalı? 9
Esmaü'l-Hüsna'nın Kula Kazandırdığı Ma'nâ 10
ALLAH (C.C.) 11
Dört Husus: 12
1- Ulûhiyyete Mahsus Sıfatlar: 12
Allah'ın Sıfatları: 13
A) Zatî Sıfatlar: 13
Sübûtî Sıfatlar: 13
2- Allah İsm-i Şerifinin İsm-i Cami’ Olması 15
3- Vâcibü'l-Vücûd’un Mana ve Mefhumu 15
4- Allah İsm-i Şerifinin İsm-i A'zam Olması 15
Bir Başka Hikmet: 16
Mânâda Topluluk 17
Kullar Ne Yapmalı? 18
ER-RAHMAN (C.C.) 19
ER-RAHÎM (C.C.) 21
EL-MELİKÜ (C.C.) 25
EL-KUDDUS (C.C.) 26
ES-SELÂM (C.C.) 27
EL-MÜ'MİN (C.C.) 28
EL-MÜHEYMİN (C.C.) 29
EL-AZÎZ (C.C.) 29
EL-CEBBAR (C.C.) 30
EL-MÜTEKEBBİR (C.C.) 31
EL-HÂLIK (C.C.) 33
EL-BÂRİ’ (C.C.) 34
EL-MUSAVVİR (C.C.) 34
EL-ĞAFFÂR (C.C.) 35
EL-KAHHÂR (C.C.) 36
EL-VEHHÂB (C.C.) 37
ER-REZZAK (C.C.) 38
EL-FETTAH (C.C.) 39
EL-ALİM (C.C.) 40
EL-KABID (C.C.) 41
EL-BASIT (C.C.) 41
EL-HÂFID (C.C.) 41
ER-RAFİ' (C.C.) 42
El-MUIZZ (C.C.) 42
EL-MÜZİLL (CC.) 43
ES-SEMÎ' (C.C.) 43
EL-BASÎR (C.C.) 44
EL-HAKEM (C.C.) 45
EL-ADL (C.C.) 45
EL-LÂTÎF (C.C.) 46
EL-HABİR (C.C.) 47
EL-HALÎM (C.C.) 47
EL-AZÎM (C.C.) 48
EL-GAFUR(C.C.) 49
EŞ-ŞEKÛR (C.C.) 49
EL-ALİYY (C.C.) 51
EL-KEBÎR (C.C.) 51
EL-HAFİZ (C.C.) 52
EL-MÜKIYT (C.C.) 53
EL-HASİB (C.C.) 54
EL-CELÎL (C.C.) 54
EL-KERÎM (C.C.) 55
ER-RAKIYB (C.C.) 56
EL-MUCÎB (C.C.) 56
EL-VASİ’(C.C.) 57
EL-HAKİM (C.C.) 58
EL-VEDUD (C.C.) 59
EL-MECÎD (C.C.) 60
EL-BÂİS (C.C.) 60
EŞ-ŞEHÎD (C.C.) 61
EL-HAKK (C.C.) 62
EL-VEKÎL (C.C.) 63
EL-KAVİYY (C.C.) 63
EL-METÎN (C.C.) 64
EL-VELIYY (C.C.) 64
EL-HAMÎD (C.C.) 65
EL-MUHSÎ (C.C.) 66
EL-MÜBDİ’(C.C.) 66
EL-MUÎD (C.C.) 66
EL-MUHYÎ (C.C.) 67
EL-MÜMÎT (C.C.) 67
EL-HAYY (C.C.) 68
EL-KAYYÛM (C.C.) 68
EL-VÂCİD (C.C.) 70
EL-MÂCİD (C.C.) 71
EL-VÂHİD (C.C.) 71
ES-SAMED (C.C.) 72
EL-KÂDİR (C.C.) 73
EL-MUKTEDİR (C.C.) 74
EL-MUKADDİM (C.C.) 74
EL-MUAHHİR (C.C.) 75
EL-EVVEL (C.C.) 75
El-AHİR (C.C.) 75
EZ-ZÂHİR (C.C.) 76
EL-BÂTIN (C.C.) 76
EL-VALİ (C.C.) 77
EL-MÜTEÂLÎ (C.C.) 77
EL-BERR (C.C). 78
ET-TEVVÂB (C.C.) 78
EL-MÜNTEKIM (C.C.) 79
EL-AFÜVV (C.C.) 80
ER-RAÛF (C.C.) 81
MÂLİKÜ'L-MÜLK (C.C.) 82
ZÜ'L-CELÂL-İ VE'L-İKRÂM 83
EL-MUKSIT (C.C.) 83
EL-CÂMİ’ (C.C.) 85
EL-ĞANİYY (C.C.) 86
EL-MUĞNÎ (C.C.) 87
EL-MANİ' (C.C.) 88
ED-DÂRR (C.C.) 89
EN-NAFİ' (C.C.) 90
EN-NUR (C.C.) 91
EL-HÂDÎ (C.C.) 92
El-BEDİ’(C.C.) 93
EL-BAKİ (C.C.) 94
EL-VÂRİS (C.C.) 96
ER-REŞÎD (C.C.) 97
ES-SABÛR (C.C.) 98
Dikkat Edilecek Bir Husus 100
Mühim Not 102
Allah De 103
AYET VE HADİSLERLE ESMÂÜ'L-HÜSNA
Önsöz
Ey nihayetsiz kudret ve kemâl sahibi olan Allah'ım! Senin mübarek ismini anarak söze başlıyorum. Çünkü senin ismin dudağa tat verir, senin ismin kalbe şifa ve safadır. Alemde zerre küre ne varsa, herbir güzel isimlerinin tecellilerine mazhardır. Beni de bu yolda rahmetinin tecellisine mazhar et.
Sana hamd eder, her işimde Senden yardım dilerim. Benim kırık dökük sözlerimi, Velî kullarının uğurlu sözleri gibi gönül uyarıcı ve ciğer yakıcı eyle. Batıl bir söz söylemekten beni muhafaza buyur. Göklerin, yerlerin ve bütün âlemlerin sultanı sen olduğun gibi, sözlerin sultanı da yine sensin.
Ey hamd, şükür ve senanın tek sahibi.
Ey şeref ve yücelik sahibi.
Ey iftihar ve güzellik sahibi.
Ey söz ve vefa sahibi.
Ey af ve rıza sahibi.
Senden af ve rıza talep ediyoruz.
Ey bir damla suya perî gibi güzellik veren Rabbim! Senin güzel isimlerinin bahçesinden güller demetlemek ne hoştur. Kimse seni kemaliyle bilmeye kadir değildir. Bu yolda akıl ayağı çamura batıp kalır. Ama sen bir kulunun elinden tutarsan ona yollar açılır, sen perdeyi aralarsan hikmetler zahir olur. Ben yalnız senin katından ümitliyim. Sana sadece iyiler iltica etmez, günahkârlar da senin kullarındır. Sen yalnız iyilere ikramda ihsanda bulunacak olsan, mücrimler kime gidip yalvaracaklar?
Yâ Rabbi! Senden daima muradım yine sensin!
Salât ve selâmın en güzeli cenâb-ı Muhammed Mustafa üzerine olsun.
Ey Hâlik-ı Zîşanım! Ezelden ebede kadar malûmat-ı ilâhîyen adedince efendimiz ve sultanımız Muhammed'e, âl ve ashabma salât ve selâm olsun.
A dostlar!
Bir düşününüz ki bir zamanlar biz yoktuk. Yerler, gökler, yerlerde göklerde olanlar da yoktu. Hattâ zaman bile yoktu. Bütün bunları Cenâb-ı Hak vücuda getirdi.
O bir şeye “Ol!” deyince, o şey hemen oluverir. Onun kereminin rüzgârı taşları ayna yapar. Bütün âlem dolusu halk O'nun kerem sofrasmdan rızıklanır. Toprak altındaki âciz karıncanın rızkını O takdir ettiği gibi, filin yiyeceğini de yine O hazır edip verir.
Yılanda zehri, arıda balı, denizlerde inciyi, kuru dallar üstünde kırmızı gülleri hep O yaratır. O'nun kudretine bir sınır, bir nihayet yoktur. Evet:
Karıncaya mide, pireye kanat.
Ol deyince oluverir o saat!
Dahası var: Gözle görülmesine imkân olmayan küçük mikropçukların midesini, dişini, gözünü O vücuda getirir. O kadar ki, zerreden yüz kat küçük bu mikropçuklar koca koca adamları devirir, yatağa düşürür. Bütün bunlar O'nun mübarek isimlerinin başka başka tecellileridir.
Her varlık O'nun isimlerinin gülistanından nasib alır. Kimde kudret vardır ki, O'nu tam olarak bilsin... Ancak herkes kendi ilmi kadar ve Allah'ın kendisine bildirdiği kadar bilebilir.
Bu hususta peygamberler de O'nun ilmine muhtaçtırlar. Gönüllerine ne vahyedildi ise bildikleri sadece odur. Yine herkesin marifeti dahi bir değildir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin Allah bilgisi ile ümmetinin bilgisi elbette bir olamaz. Hattâ bütün insanlık âleminde O'nun ufkuna erişecek kimse de yoktur. Öyle olduğu halde Sultan Nebi çok kere:
“(Ey Rabbim!) Seni hakkıyle bilemedik!” derlerdi.
Akıl şimşeği onun vasfının eteğine el eriştiremez. Eşi, benzeri, misli olmayan, mülkünde tek olan Cenâb-ı Hakk'ın künhüne erişilmesi imkânsızdır.
Cebrail (a.s.) bile O'nun kudret ve Celâli karşısında hayrete düşmüştür. Çünkü Cebrail'in Rabbi de O'dur. Arş da O'nun hükmüyle durup dinlenir. Cennetler de O'nun rahmetinin güzelliğinden sadece bir daldır.
O'nun celâl şimşeği âlemin teline bir dokunacak olsa hiçbir şey hayatta kalmaz. O daima hükmünde galibdir. “Rahman” sıfatının tecellisi olarak verir de verir. Bu mü'min, bu kâfir demez. O'na bütün mahlukatı doyurmak ve rızıklandırmak güç gelmez. Bir anda binlerce mahlûku yok etmek veya yoktan var etmek de güç değil. O sadece “Ol!” der, O'nun murâd ettiği şey hemen vücuda geliverir.
Kur'an-ı Kerim bize şunu haber veriyor:
“(Allah) hikmeti kime dilerse ona verir. Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayır verilmiştir.” 1
İşte gönülleri hikmet nuru ile doldurulan kimselerle hikmetten mahrum kişilerin O'nu bilmesi bir olmaz. O'nu bilmenin mektebi İslâm'dır. Ve o medresenin muallimi nebiler sultanıdır. Ve O'nun kitabı Kur'an'dır.
Kur'an-ı Kerim bize Vahdet bahçesinden öyle kapılar açıyor ki akıllar hayretinden parmağını ısırır. O'nun kudret ve azameti akıl dağlarını titrettiği gibi, bu yolda vehim kuşuna da geçit yoktur. Yani onun büyüklüğü her şeyi âciz bırakır.
Evet:
Zât-i ehadiyyeti nasıl kavrarız ki biz?
Vehim kuşuna yol yok, akıl şimşeği âciz!..
Rabbi kerîmine karşı Resûl-i Kibriya'nın bir niyazı vardır ki hakikatin tâ kendisidir. Rahmet Nebi (s.a.v) izhâr-ı ubûdiyyet eyleyerek şöyle dedi:
“(Ey Mâbud-i Zîşanım!) Ben, seni, lâyık olduğun veçhile sena edemem. Sen, kendini nasıl sena etti isen öylesin.”2
Gerçekten öyledir. Allahü Teâlâ nebilerinin, velîlerinin ve dostlarının gönüllerini açar, ma'rifetinin nurunu o kalblere indirir ve O nur ile onlar rablerini bilirler. Yani kendilerine ne kadar ilim ve hikmet verildiyse bilgileri o kadardır. Veliler serdârı Şâh-ı Nakşibend (k.s.) demiştir ki:
“Kalblerin büyüklüğü aslında birdir; lâkin onlardaki ma'rifetlerin büyüklüğü başka başkadır.”
Vahye mazhar olan Nebiyy-i Zîşan efendimizin kalbindeki ma'rifetle diğer insanların bilgisi elbette bir olamaz. Arslanın pençesi ne kadar kuvvetli olsa da gökte uçan şahine erişme ihtimali yoktur.
Diğer insanlara karşı nebiler ve velîler de böyledir. Nebiler vahyin bereketine mazhardır. Velîler dostluk kâsesinden ma'rifet nuru içmişlerdir. Yine de herkesin aldığı mesafe bir değildir. Şu çarpıcı levhaya bir bakınız:
Zamanın ulusu ve Ehl-i Sünnet imamlarının övüncü Ahmed bin Hanbel Hazretleri, çok kere Bişr-i Hafî (k.s.)'yi ziyarete giderdi.
Bir adam, bir gün büyük imamı Bişr Hazretlerinin huzurunda gördü de dedi ki:
“Ey zamanın İmamı, ey din yolunda kendisine uyulan! Sen bilgi sahibi bir insansın. Hadis ve sünnette seni kimse geçemez. Senden daha bilgili adam âleme ayak basmaz artık. Fakat burada, şu çıplak ayaklı dervişin yanında işin ne senin? Hiç lâyık olur mu ki sen ona gelesin?”
İmam Ahmed (k.s.), yanağına tombul bir gülücük kondurup:
“A kişi, dedi, evet, ben hadis ve sünnette ödülü kaptım. Bilgim onun bilgisinden çok, ilmim onun ilminden ileri... Ben her şeyi ondan iyi biliyorum. Ama o, Allah Teâlâ'yı benden iyi biliyor!”
İşte bütün mes'ele... İnsanlardan, çok kimseler vardır ki, Allah'a iman ettim dediği halde, Allahü Teâlâ'nın sıfatlarında hataya düştüğü için helak olmuştur.
Kur'an'ın, sünnetin ve İslâmın dışında O'na varacak bir yol yoktur. O'nu bilmenin mektebi de sadece İslâm'dır. Müslüman, imanın mihverinde, Kur'an'ın gölgesinde, sünnetin bahçesinde O'na yol bulacaktır.
O'nun Zât-ı Kerîmini düşünmek yasak edilmiştir. Çünkü hayalimize gelen herşey mahlûktur, hayâl de öyle... O'nun yaratıklarına bakmak kâfi... Yaratan hiç yaratılan gibi olur mu?..
Koca şair ve büyük âşık Fuzûlî öyle söz eder ki, artık ben ne diyeyim?
“Amma çü sana kadîmdir zât
İdrâk sana yeter mi heyhat
İdrâkimize kemâl-i hayret
Tevhidine bes durur delâlet
Endîşe-i zât kılmak olmaz
Bilmek bu yeter ki bilmek olmaz.”
(Ama senin zâtın kadîm olunca, seni kavramak mümkün mü?
Ne yazık! Seni kavrayabilmedeki şaşkınlığımızın büyüklüğü senin bir oluşuna yeterlidir.
Senin zâtını düşünmek olmaz.
Seni bilmenin imkânsızlığını bilmek yeter.)
O'nun muhabbetinin deryasına yelken açanlar işte böyle hayrete düşmüşlerdir. Asıl hayret edilecek şey ise kafası olup da aklı olmayan bazı insanların O'na eş-ortak koşmalarıdır.
Sesimizin son perdesiyle haykıralım ki: O'nun eşi, benzeri, mülkünde ortağı yoktur. O'nun sonsuz kudreti karşısında dağlar eteklerini suya daldırıp kalmışlardır.
Evet: Yerlerin, göklerin, Arş'ın sahibi, bütün âlem halkının Rabb-i Kerimi O'dur.
O, “Ol!” deyince ateş üstünde güller destelendi, yokluktan varlık husule geldi. Nice yokları var etmek, nice varlıkları da yok etmek O'nun için pek kolaydır.
Âlemde dönüp duran bütün hâdiseler O'nun “Esmaü'l-Hüsnâ” sının tecellisidir. İnsan O'nu bu sıfatlarla tanımaya çalıştı mı ilâhî ma'rifete mazhar olacaktır. O'nu tanıdıkça, O'na karşı sevgi ve muhabbeti de artacaktır...
İşte bu küçük eser, inşaallah İlâhî muhabbetlere kapı açacak, O'nun güzel isimlerinin ikliminde muhabbet balı akıtan arılar gibi kanat vuracaktır.
İslâm büyükleri, Allah'ın velî kulları ve söz sultanları, eserlerinin başına mutlaka münâcaat koymuşlardır. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim dahi Allah Teâlâ'ya hamd ve münâcaatla başlamaktadır. Zaten O'na açılmayan eller ve gönüller her şeyden mahrumdur. Dünya sultanlarından bir şey talep edildiğinde çok kere kızarlar, halbuki Allah Azze ve Celle kendisinden istenmeyince gadap eder. Kul, O'ndan ne kadar çok dilekte bulunursa rabbi de onu o kadar çok sever.
Ben, O'nun keremine güveniyor ve O'na el açıyorum.3
Münâcaat
Yalnız sana kulluğum, sana benim niyazım,
Kudretinin eseri, ey Rabbim, alın yazım!
Garîb kime baş vurur, sensin tek dost, sensin yâr,
Kul seninle huzurlu, kul seninle bahtiyar!..
Sen ezelî mahbubsun, değil ki yeni sevdim,
Tâ “Kalû Belâ” da ben, ey Rabbim, seni sevdim!
Senin kerem bulutun, çiçeğime verir su,
Zaman boyu eksilmez: Kuş sesi, gül kokusu!
Sensin ebedî sultan, muhtaç vezîr, şah sana,
Kulluğu devlet bilir, nice padişah sana!
Nimetlerin sayısız: Hurma, zeytin, dut senin,
Bizim her zerremizde rahmetin mevcut senin!..
Alemde sünbül, çemen, sen dilersen var olur,
Nerde görülmüştür ki, ustasız duvar olur?
Yerler, gökler, güneşler, hepsi senin îcâdın,
Zerrelerin nabzında çarpıyor kudsî adın!
Akıl, idrak hep âciz, künhüne varmak muhal,
Senin vahdaniyetin zâtına mahsus bir hâl!
Mülk senindir, harnd sana, sensin Ma'bûd-ı Zîşan,
Kâinatın nizamı bir olduğuna nişan!.. 4
Gönül Açan, Ruhu Arıtan Mübarek İsimler
Yâ Allah, Yâ Rahman, Yâ Rahîm, Yâ Alîm, Yâ Halîm, Yâ Azîm, Yâ Hakîm, Yâ Kadîm, Yâ Mukîm, Yâ Kerîm!..
Senin güzel ve mübarek isimlerinle sana iltica ediyorum. Sana ilticadan gayri her şeyin beyhude dönüp dolaşmak olduğunu bilmeyi nasib et. Resûl-i Ekrem (s.a.v)'e inzal buyurduğun kitabında zât-ı kerimine nasıl duâ edeceğimizi bize öğreten sensin. Zaten hiç kimse senin öğrettiğinden başkasını bilemez.
Ey meded isteyenlerin mededkârı olan rabbim! Takdir kaleminin yazdığı belâları bizden geri çevir, bize güzel isimlerin hürmetine hayırlı bir sabah ihsan buyur. Ve kördüğüm olan talihimizi açıver. Çünkü yollar açan, kapılar açan da ancak sensin.
Senin şu emrin başımızın tacıdır. Biz emrine boyun eğip sana güzel isimlerinle iltica ediyoruz.
Seni ve senin isimlerini senden daha iyi bilen kimdir ki? Kerîm kitabında bize şöyle ferman erişti:
“En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bu isimlerle duâ edin.” 5
Evet. En güzel isimler Allahu Teâlâ'ya mahsustur. Bütün kemâllerin sahibi O'dur. O'nun kudret ve kemâlini kavramak imkânı yoktur. O, öyle ulu, öyle yüce bir pâdişâhtır ki, bazı dağların içini ateş ve lâvlarla doldurmuş, ağızlarını kerem ipiyle bağlamıştır. İpi çözecek olsa, dağlardan ateşler fışkırır, âlem cehennem derelerine dönerdi.
O'nu bilmek, O'nun muhabbetinin denizine akmak, O'nun kulluğu ile taçlanmak herkese nasib değildir. Ancak îman ve ihlâs sahipleri bu devlete ermişlerdir.
O'nu bilmek. Ama nasıl? Bu, O'nun isimlerini ve sıfatlarını öğrenmekle olur,
Herşey, ama herşey O'nun kudret elindedir. Gördüğümüz ve görmediğimiz, bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün varlıkları o vücuda getirmiştir. Lâlenin başına kına yakan O olduğu gibi, güneş aynasına cila süren de O'dur.
Kâinat kuşu, yolunda kanat çırpar; deniz, aşkıyla köpürüp taşar; tufanlar, fırtınalar, rüzgârlar, yıldırımlar, şimşekler, bulutlar emrine râm olur.
Yani yerde gökte hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O'nun dilediğinden, takdir ettiğinden başkası vücuda gelmez.
Birine Yusuf güzelliği, birine Süleyman mülkü, birine Davud nağmesi, birine Eyyûb derdi ve sabrı, birine Nuh ömrü, birine İsa nefesi, birine Mustafa aşkı vermek hep O'nun kudret elindedir. Bir şeyi yaratmayı murâd ettiğinde, melekler, insanlar, cinler ve bütün âlem karşı çıksa, yine O'nun dediği olur ve o şey hayat bulur.
Bir kimse Cenâb-ı Hakk'ın kudret ve azametinin nihayetsizliğini kavradı mı O'na karşı gönlünde bir sevgi yumağı düğüm olur, ruhu bu bilgiden haz duyar ve hep O'nun kulluğuna koşar.
İşte “Esmaü'l-Hüsna” kula bu doyumsuz zevki tattıracak, Rabbini kemâl sıfatlarıyla öğrenmenin kapısını açacaktır. Malumdur ki, hiç kimse dünyaya kendi gayretiyle ve arzusuyla gelmemiştir. Herkes Allah Teâlâ'nın rahmetiyle hayata mazhar olmuştur. Bu dünyadan gidişimiz de yine O'nun elindedir. Çünkü hayatı veren de O'dur, ölümü takdir eden de O!..
O'nun kulluğundan baş çevirenler yarın başlarına neler geleceğini göreceklerdir. Allah'ı bırakıp fânileri İlâh edinenler de öyle.
Bilirsiniz ki, âlemdeki insanlar başka başkadır. İşte insanların sevgileri de başkadır. Kişi sevdiğinin ismini dilinden düşürmez. Âşık, maşukunu anmazsa ona âşık demek abestir.
Bizi Allah bilgisine, Allah muhabbetine ve Allah aşkına götürecek şey Esmâü'l-Hüsnâ'dır. Çünkü o güzel isimleri öğrenmekle Allah bilgisi kazanılır. O bilgi ise Allah sevgisinin kalbe düşen tohumudur.
Kalblerde ma'rifet fidanları boy verince, can kuşu Allah aşkına kanat açar. İnsan Mecnun'dan ibret alır. Bir mahlûkun sevgisi Mecnun'u bu hale getirirse, Allah aşkı insanı nerelere ulaştırır?
Mecnun dedi Leylâ'ya:
“Zannetme şaşkın beni,
Bir acâip eyledi âlemde aşkın beni”
Evet: Leylâ'nın zülfünün ucunu kıvırıp kederli Mecnun'un boynuna zincir yapan da elbet Allah Teâlâ'dır. O'na hamd olsun.
Şimdi şu şiirin bize fısıldadığı nağmelere kulak verelim: 6
Allah Azze Ve Celle
Birdir, Tek'dir, Ezeldir,
Allah Azze Ve Celle,
Güzel, hem ne güzeldir,
Allah Azze Ve Celle,
Rahman, Rahîm, ve Rezzâk,
Azîz, Hakîm, Yüce Hak,
Vahîd- Vekil-i Mutlak,
Allah Azze Ve Celle,
Anlamaz mısın hâlâ?
Bir ebedî muallâ,
Kerîm, Aliyyü'1-a'lâ,
Allah Azze Ve Celle,
Duyar âhı, feryadı,
Dillerde tatdır adı,
Muratların muradı,
Allah Azze Ve Celle,
“Ol!” der, canı var eder,
Hep kendine yâr eder,
Kulu bahtiyar eder,
Allah Azze Ve Celle,
Kudretine yok hudut,
Yaratır zeytin ve dut,
Zahir, her yerde mevcut,
Allah Azze Ve Celle,
Övgüde ne desen az,
Düşün ve fikret biraz,
Akla, hayâle sığmaz,
Allah Azze Ve Celle,
Hükmeder dağa-taşa,
Aklını devşir başa,
Seni görmez mi hâşâ?
Allah Azze Ve Celle, 7
Allahü Teala'nın Güzel İsimleri
Cihan mülkünü Âdem'in nesli dizisiyle zînetlendiren, onlara peygamberler gönderen, Kitap indiren yüce Allah Kerîm kitabında buyuruyor ki:
“Allah o (Allah) dır ki kendisinden başka hiçbir İlâh yoktur. En güzel isimler O'nundur.” 8
Ay yüzlü mânâ kahramanı Ebû Hüreyre (r.a.)'den nakil: Resûlüllah (s.a.v) buyurdular ki:
“Şüphesiz ki, Allahü Teâlâ'ya mahsus doksan dokuz isim vardır. Her kim bu (güzel) isimleri ihsâ eder (sayar, ezberler ve dilinin tesbihi haline getirirse) Cennete girer.” 9
Evet. Âlemde herkes cenneti ister, fakat herkes cennete götürecek yolları bilemez. Kişi kendisine bir rehber edinmeden yola düşerse menzile varamaz.
Gittiğin yol olmalı, nebî ve ermiş yolu,
Peygamber-i Âlîşan sana göstermiş yolu!..
İşte nebiler sultanının bize tâlim buyurduğu güzel isimler:
Allah'ımızın bu mübarek isimlerine “İhsâ isimleri” denir. Bu isimleri hem ezberlemek, hem mânâlarını öğrenmek, hem saymak ve hem de dilin teshi hâline getirmek gerekir. Bu doksan dokuz isim dillerin virdi olunca, diller tatlanacak, gönül kapıları açılacak ve kalblere ma'rifet nurları akacaktır.
Cenâb-ı Hakk'ın sadece 99 ismi vardır denemez.
İhsâ isimlerini bildirmek için böyle denmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın bunlardan başka isimleri de zikredilmiştir. Yine başka rivayetlerde başka başka isimler de mevcuttur. Bizim bilmediğimiz, ancak Allahü Teâlâ'nın bildiği nice mübarek isimler vardır.
Yine Cebrail (a.s.)'in Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) Efendimize vahy ile getirdiği ve “Zırhını çıkar, bunu oku” ediği Cevşenü'l-Kebir'de yüzlerce isim bulunmaktadır. Bunun zayıf bir rivayet olduğunu söyleyenler var ise de, orada zikredilen isimlerin bir nicesi zaten Kur'an-ı Kerim'de de mevcut.
Bir mübarek âyette Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurmaktadır:
“(Habibim) De ki: “İster Allah dîye duâ edin; ister Rahman deyin. Hangisini deseniz, en güzel isimler hep O'nundur.” 10
O güzel ve mübarek isimler zikredilince manevî kazanç da ona göredir. Kur'an-ı Kerim'de binlerce âyet var. Ama içinde Allah'ın güzel isimleri bulunan âyetleri okumak fazilet bakımından çok çok ileridedir. Hatta İhlâs sûresini üç defa okumak, Kur'an'ı hatmetmeye denk tutulmuştur. Neden öyledir? Çünkü o sûrede Allahü Teâlâ'nın güzel isimleri ve yüce sıfatları zikredilmekte; O'nun hiçbir şeye denk olmadığı, bir ve tek olduğu, O'nun künhüne erişilmesinin imkânsızlığı dile getirilmektedir.
Yine Kur'an-ı Kerim'in “Haşr” sûresinin son üç âyetini okumak mükâfat bakımından bulunmaz bir devlettir. Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve Kevser Havuzu'nun sahibi Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.) buyuruyorlar ki:
“Kim sabahladığında üç kere (Eûzü biIlâhi's-Semî'ıl alîmi mine'ş-şeytânirracîm) diyerek Haşir sûresinin son üç âyetini okursa, Allah, ona akşama kadar yetmiş bin meleği (istiğfar etmek üzere) müvekkel kılar. O günde ölecek olursa, şehîd olarak ölür. Kim bu âyetleri gece okursa, aynı mertebe kendisine verilir.” 11
İleride sırası geldiğinde tekrar izah edilecektir.12
İsimleri Nasıl Okumalı?
Bir kere güzel niyet, kalb safası ve gönül uyanıklığı gerekir. Şuursuzca yapılan işlerin kimseye bir faydası dokunmaz. Ve ihlâs. İhlâs ile yapılan az bir amel ihlâssız yapılan çok amelden daha üstündür.
Allahü Teâlâ'nın güzel isimleri gönüllerde cennet çiçekleri husule getirecektir. Böylece Allah bilgimiz artacak, bilgimiz çoğaldıkça sevgi ve muhabbetimiz bizi kulluğun zirvesine ulaştıracaktır. Ama bu pek kolay ele geçmez. Bunun yolu zikr-i İlâhî'dir. Allah'ın velî kulları böyle keremlenmişlerdir.
Evet:
Yürekte aşk olmazsa perde kalkmaz aradan.
Tıkanır bütün yollar, denizden ve karadan!
İnci madeni hurda, bırak çakıl taşını,
Ey adam, gözünü aç! Kulu ile Yaradan!..
“Haşr” sûresinin son üç âyetindeki “Esmâü'l-Hüsnâ” yı okuduğumuz gibi, Yüce Allah'ın güzel isimlerini birbirine ekleyerek okumak caizdir.
Bunun aksine olarak her ismi diğerlerinden bölerek teker teker ve her birinin sonunda durarak okumak da yine caizdir. Yani öyle okunsa da böyle okunsa da makbuldür.
Yine bu güzel isimlerin başına (Yâ) nidası ekleyerek okumak da caiz. Meselâ:
“Yâ Allah, yâ Rahman, yâ Rahîm, yâ Melik, yâ Kuddûs, yâ Vedûd...” gibi. Çok kimseler ve çok velîler bunu tercih etmişlerdir. Hattâ Osmanlı hattatları bu mübarek isimleri “Yâ Fettâh, yâ Hayyü yâ Kayyûm” diye yazarak levhalar haline getirmişlerdir.
Bazı kere de şiirlerin sonuna “Esmâü'l-Hüsnâ” dan bir isim getirilerek ilâhîler yapılmıştır. Buna misâl olarak şu şiiri verebiliriz:
Nefs tenimde bir pusu,
Meded, meded, Yâ Vedûd.
Başımdan aşmada su,
Meded, meded, Yâ Vedûd.
Âlem senin, kul senin,
Yetîm, garîb, dul senin,
İşte bu yoksul senin,
Meded, meded, Yâ Vedûd.
Hayrette hep nazarım,
Yırtılır beyin zarım,
Balım vermez arım,
Meded, meded, Yâ Vedûd.
Gecemiz bilmez sabah,
Vah, bunca emeğe vah,
Sensin Rab, sensin İlâh,
Meded, meded, Yâ Vedûd.
Allah'ın arslanı ve evliyalar sultanı Hazreti Ali (r.a.) şu âdiseyi nakleder:
Bedir cengi vuku bulmuştu. Resûlullah (s.a.v.) ne yapıyor diye yanına geldim. Bir de baktım ki secdedeler. Secde esnasında durmadan: “Yâ Hayyü Yâ Kayyûm!” diyorlardı. Ben, birkaç defa harp sahnesine gittim geldim. O, aynı şekilde, hiç ilâve yapmadan rabbine böyle nida ediyordu. Fetih müyesser oluncaya kadar “Yâ Hayyü Yâ Kayyûm!” demeye devam ettiler.
Demek ki, Allahü Teâlâ'nın güzel isimlerini okuma şekli geniştir. Okumak güzel, ama kalb safası ve gönül uyanıklığı ile okumak hepsinden daha güzeldir. Bir kul ihlâs ile o mübarek isimlerin gülistanına kanat açtı mı artık başına rahmetler saçılacaktır. Bir de şu var:
Her ism-i şerifi okudukça “Celle Celâlühû” (Büyüklük ve yücelik O'na aittir) tazım cümlesini veya “Azze ve celle” cümlesini tekrarlamak bir edep ifadesidir. Kul rabbine karşı edepli olursa rabbi de ona mukabil rahmet nazarını esirgemez.
Mezhebimizin kurucusu İmam-ı A'zam Hazretlerinin nezdinde bulunan bir adam hikaye ediyor: Ebû Hanife ile altı ay bir arada kaldım. Onun bir kerecik ayağını uzatıp yattığını ve oturduğunu görmedim. Hep huşu halini muhafaza etmekteydi.
Evet. Sen rabbini görmüyorsun ama, O seni hep görüyor. İşte bu marifeti elde etmek mühim. Elbet bu kolay bir lokma değildir. Zaten kolay olsaydı herkesin bir şahin olması gerekirdi...
İnsanlar bir değil ki, güzeli var, hası var,
Hakk'a kul olanların bin türlü sevdası var! 13
Esmaü'l-Hüsna'nın Kula Kazandırdığı Ma'nâ
“Hüvallâhüllezî lâ ilahe illâ hû.”
“O, öyle Allah'dır ki, kendisinden başka (ibadete lâyık) hiç bir İlâh yoktur.”
Evet. O Allah (Azze ve Celle), bütün kemal sıfatlarını zâtında toplayan, varlığı gerekli ve ulûhiyet kendi hakkı olan yüce zâttır ki “La ilahe illâ hû” O'ndan başka İlâh, kulluk edilecek mâbud yoktur.
Yerler O'nun, gökler O'nun, ırmaklar, denizler, dağlar O'nundur. Mülkünde ortağı yoktur. Herşey O'nun kudret elindedir. O'na karşı durabilecek bir güç mevcut değildir.
“Er-Rahmân, Er-Rahîm, El-Melik.”
Çünkü O, Rahmân'dır, Rahîm'dir, Melik'tir. Cenâb-ı Hakkın azamet ve şanı dile getirildikten sonra, hemen sıfatları hatırlatılıyor. Dikkat ve nazarlar o cihete döndürülüyor ki, kul her lâhza O'nun keremine muhtaç olduğunu bilsin.
Aklı başında olan hiç kimse kalkıp diyemez ki “ben kendi yiğitliğimle âleme geldim.” Bütün yaratılmışların vücut bulması ancak Allahü Teâlâ'nın rahmetinin eseridir.
Yaratmak O'na mahsustur, ulûhiyyet yalnız O'nun hakkıdır. Aciz insanların elinden çıkan taş parçalarına veya bir yaratığa ulûhiyet isnat etmek felakete kapı açmaktır. Sonradan yaratılan bir şeyde mâbudluk hayâl etmek, Allahü Teâlâ'nın sonsuz kudretini ve kemâlini bilememenin neticesidir. Hatta Kur'an-ı Kerim bize haber veriyor ki, kıyamet gününde yüce Allah, Hazreti İsa'ya:
“Ey Meryem oğlu İsa, insanlara (Allah'ı bırakıp da beni ve anamı iki ilâh edinin) diyen sen misin?” 14 diye suâl edecek, o da “Sübhâneke mâyekûnü lî en ekûle mâleyse lî bihak = Seni tenzih ederim (Yâ Rab), hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim bana yakışmaz.” cevabını verecek ve Ulûhiyyet hakkında Allah'a iftira eden hıristiyanlar ateş yurdunun yaranı olacaklardır.
Ey rahmeti, keremi sonsuz Rabbim! Şu anda biz sana, Resûl-i Kibriya (s.a.v)'nın dualarında söylediği gibi niyaz ediyoruz:
“Allah'ım! Çocuğa kefil olur gibi bana kefil ol. Göz açıp kapayana kadar (dahî olsa) beni nefsime bırakma, yüzümü sana çevirdim, sırtımı sana dayadım, senden sana sığınmaktan başka çâre ve kurtuluş yoktur.” 15
Evet. O'nu bilen ve O'nu bulan neyi kaybeder ki?
Allah'tır en büyük kudret sahibi,
Bin âlem yaratır bu dünya gibi!..
Şimdi “Haşr” sûresinin son üç âyetine nazarlarımızı döndürelim. Zaten “Esmâü'l-Hüsnâ” nın giriş kapısı da o.
“O, öyle Allah'dır ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. (O) gizliyi de bilendir, aşikârı da. O, çok esirgeyen, çok bağışlayandır.”
“O, öyle Allah'dır kî kendisinden başka hiçbir ilâh yokdur. (O) mülkü melekûtun yegâne sahibidir. Noksanı mûcib her şeyden pâk ve münezzehdir. Selâm ve selâmetin tâ kendisidir. Emn-ü eman verendir. Her şeye nigehbandır. Gâlib-i mutlakdır. Halkın hâlini kemâl-i salâha götürendir. Büyüklükde eşi olmayandır. Allah (müşriklerin kendisine) katmakda oldukları her ortaktan münezzehdir.”
“O, öyle Allah'dır ki vücûda getireceği her şeyi hikmeti muktezâsınca takdîr edendir. Onları var edendir. Varlıklara suret verendir.”
“En güzel isimler O'nun. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tesbih (ve tenzih) eder. O gâlib-i mutlaktır. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.”
Görüldüğü üzere bu mübarek âyetler Sultan-ı ezelînin kudret ve azametini dile getirmektedir. Allahü Teâlâ'yı en güzel ve kemâliyle anlatan yine Allah'ın kelâmıdır. Akıllar O'nun fazlının eteğine el eriştiremezler. Âlemde O'nu en iyi bilen O'nun şanlı Resulüdür. O da kendisine ikram edilen vahyin bereketiyle bilmektedir ve:
“Ben Allah'ı en iyi bileninizim.” 16 demiştir. Yine sahabilerine karşı: “Siz benim bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız ve yataklarınızda duramazdınız.” buyurmuştur. Kâinatın nuru ve Allah'ın sevgilisi, bu sözleriyle, “akılların idrak edemeyeceği, idraklerin ulaşamayacağı ve bütün mahlukatın ilimlerinin âciz olduğu” gibi lâfızlarla has bir mânâya işaret etmiştir.17
Daha evvelce de işaret ettiğimiz gibi Haşr sûresinin bu son üç âyetini okumak pek faziletlidir. Yine bu âyetlerin İsm-i A'zam olduğu da rivayet edilir.
Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve Allah'ın Resulü buyurmuşlardır ki:
“Kim gündüz veya gecede Haşr Sûresi'nin sonunu okur, sonra da o gündüz veya gecede ölürse, Allah ona cenneti vacib kılar.” 18
Çünkü bu mübarek âyetler bize Allahü Teâlâ'yı kemal sıfatlarıyla anlatıyor. O'nun güzel isimlerinden desenler sunuyor. Onun nihayetsiz kudretini nazara veriyor.
Şimdi “Esmâü'l-Hüsnâ'nın gülistanından çiçekler demetlemek vakti geldi. İşte ilk isim: Allah (Azze ve Celle).. 19
Dostları ilə paylaş: |