Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə30/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   178

sonra tekrar hücuma geçmeleri hesaba katılmayacak kadar nâdirdir.

Türk Horasanlı gibi geri çekilmez. Geri döndüğü takdirde öldürücü bir zehir, insanın işini bitiren bir ölümdür. Zirâ, arkasındaki insana önündeki insan gibi okunu isabet ettirir. Bu kadar hızlı gitmesine rağmen kemend atmasından, kemendi ile düşmanın atını yere yıkmasından ve süvariyi atının üzerinden kapıp almasından emin olunamaz” diyerek Türklerin savaştaki cesaret ve hünerlerinden bahseder ve devamla; “Türk hücum ettiği zaman şahsı, silahı, hayvanı, hayvanının takımları ile ilgili herşeyi yanında bulundurur. Hızlı yürüyüşe, devamlı yolculuğa, uzun gece yürüyüşlerine ve memleketler katetmeye gelince bu hususta o cidden şâyân-ı teaccüptür” demektedir.4 Bundan da anlaşılıyor ki; Türkler askerlikte cesaret, maharet, disiplin ve sebati birleştirip çoğu zaman imkansızı başarmışlardır.

Türklerin askerlikteki üstünlükleri ve bu teşkilata verdikleri değer kurdukları devletlerin bünyesine de etki etmiştir. Meselâ Büyük Selçuklu Devleti tarihine baktığımızda askeri teşkilatın gerek hükümet ve gerekse eyalet teşkilatında müstesna bir yere sahip olduğunu görürüz. Esasen Selçuklu tarihi, mülkî teşkilat kadrolarını işgal eden İranlılarla, askerî teşkilat kadrolarını işgal eden Türkler arasında, bazen Türk hükümdarı ile mülkî teşkilatın başı olan veziri de içine alan gizli veya açık daimi bir nüfuz mücadelesi örnekleriyle doludur. Bu mücadelenin akisleri İranlı vezir Nizamü’l-Mülk’ün eserinde de yer almıştır.5

Büyük Selçuklu Devleti’nin Anadolu’daki uzantısı olan Türkiye Selçuklu Devleti’nin de en önemli özelliği askerî bir bünyeye sahip olmasıydı. Bu nedenle ordu devlet ve toplum hayatında son derece önemliydi. Türkiye Selçukluları İranlı ve İslâm hüviyetindeki idare sistemini tevârüs etmiş oldukları Büyük Selçuklulardan daha ileri derecede eski Türk hususiyetlerini muhafaza ettiklerinden6 askerî teşkilatda Büyük Selçuklulardan farklı bir takım uygulamalara da yer vermişlerdi. Bu farklılık şüphesiz zaman ve şartların zorlaması yanında coğrafi mekan ve yaşanılan tecrübelerin tabii sonucundan kaynaklanmaktaydı.

Türkiye Selçukluları Büyük Selçuklular gibi devletin temel unsuru olan Türkmenleri Anadolu’da dağıtmak ve iskân etmek amacını taşıyorlardı. Diğer yandan Büyük Selçuklulardan farklı olarak kumandanlara vilâyetler büyüklüğünde iktâlar vermemek suretiyle hakimiyetin parçalanmasına ve feodalizmin kurulmasına engel oldular. Bundan başka yine Büyük Selçukluların aksine sübaşılar (serleşker, kumandan) iktâlarına ve askerlerine sahip değil, sadece askerî amir mevkiinde idiler. Esasen bu askerler sübaşılara bağlı köle değil devletin asıl sahibi Türklerden oluşan sipahiler idi. Bunların geçinme masrafı kumandana ve onun iktâına değil devletin kendilerine tahsis ettiği küçük iktâlara bağlanmıştı. Türkiye Selçuklularında uygulanan bu iktâ veya toprak sistemi sayesinde devletin feodal bünyesi tedricen hafifletilmişti.7

Bunun yanı sıra Büyük Selçuklularda devletin bekâsı için kardeşi Çağrı Bey ile büyük bir uyum içinde olan Tuğrul Bey zamanında uygulanmaya başlamış olan devletin merkezileştirilmesi hususu daha sonraki dönemde fetihler, Türk devlet telakkisi ve Türkmenler meselesi yüzünden tam olarak başarıya ulaşmamıştı. Sayılan sebeplere bağlı olarak uygulanan toprak hukuku yani iktâ sistemi devlet otoritesinin güçlü olduğu dönemlerde askerî yönden fevkâlade mühimdi. Ancak zamanla hanedan üyelerine, devlet hizmetinde bulunan büyük emirlere, savaşlarda yararlık gösteren neferlere verilen iktâlar bazen bir veya birkaç vilâyeti içine alacak kadar genişledi ve âdeta feodal bir yapı özelliği gösterdi. Büyük iktâlarda sahipleri emrinde bazen 100, 150, 300, 500, 800 hatta 1000 asker bulunmaktaydı ki gerçekte 10 askerden fazla asker besleyenleri büyük iktâlar grubuna sokmak mümkündü.8 İdarelerinde geniş topraklar ve maiyetlerinde mühim askerî kuvvetler bulunan ve merkezdeki devlet teşkilatının küçük bir örneğini teşkil eden iktâ sahiplerinin bazen sultan ile, bazen kendi aralarında mücadelelere giriştikleri, iktâlarını yetersiz görenlerin tek başına veya aralarında ittifak kurarak isyan ettikleri görüldü.9

Türkiye Selçuklularında ise II. Kılıçarslan’ın devleti on bir oğlu arasında paylaştırması devletin feodal esaslara göre paylaştırılması esasının son örneği oldu.10 II. Kılıçarslan’dan sonra Türkiye Selçuklu Devleti Moğol istilâsına kadar tam bir merkeziyetçi devlet manzarası arz etti. Selçuklulardan sonra Osmanlılar da devlet ve mirî arazi sistemini geliştirerek uyguladılar. Diğer bir husus Türkiye Selçuklularında devlet teşkilatında görev alan kişiler arasında askerî kadrolar sivil kadrolara nazaran daha kalabalık ve daha etkiliydi. Devlet ileri gelenlerinden büyük bir kesim “ehl-i Seyf”den olup emir rütbesini taşıyordu.11

Orduya ait bütün idarî işlere büyük divana bağlı olup ikinci derecedeki divanlar kategorisinde değerlendirebileceğimiz “Divan-ı Arz” bakardı. Ordunun levazımat ve ihtiyaçlarına bakan, maaşlarını veren, defterlerini tutup yoklamalarını yapan Divan-ı Arz reisine ise “Emir-i Arız” denirdi.12

Divan-ı Arz’ı bugünkü Milli Savunma Bakanlığı’na, Emir-i Arız’ı ise Milli Savunma Bakanı’na benzetmek mümkündür. Ordunun sevk ve idaresi ise “Beylerbeyi” veya “Melikü’l-Ümerâ” denilen kumandanın uhdesinde bulunuyordu. Önemli vilâyetlerde ise “Arzü’l Ceyş”ler vardı. Bunlar bir çeşit askerî defterdar konumunda idi.13

Günümüzde olduğu gibi Selçuklu ordusu üç temel unsurdan oluşuyordu. Bu unsurlar insan, teşkilât ve teçhizâtdı.


İnsan Unsuru

Ordunun en temel unsuru insan idi. Teşkilât ve teçhizâtın kullanımını sağlayan ve ordunun zafere ulaşmasında birinci derecede rol oynayan bu unsurdu. Türkiye Selçuklu Devleti’nde ordunun bünyesi yedi farklı şubeden meydana geliyordu.

Fuad Köprülü’nün de ifâde ettiği bu şubeleri şöyle sıralayabiliriz:

1-) Doğrudan doğruya sultanın şahsına bağlı olan ve daima merkezde bulunan kuvvet (hassa birlikleri); Bunlara “müfred” ya da çoğul olarak “mufarede”;14 “gulamân-ı has”,15 mulâzıman-ı yatak/yayak ve “halka-i hass” deniliyordu. Sarayda çeşitli hizmetlerde bulunan Serhenkler, candarlar, perdadarlar da bu zümreye dahildiler.16 Memlük askerî teşkilatına ait bir ıstılâh olan “Halka-i Hass”17 tâbiri müfârede askerlerinin bir kısmı idi.18 Gulamân-ı hass, gulamân-ı dergah gibi tâbirlerle ifâde edilen gulâmlar yine Memlükler devrinde “memlük” veya “vişaki” ya da “uşaki” adını alan zümre idi. Osmanlı teşkilâtında “kul” ıstılahı da buradan alınmıştır.19 Yine Selçuklularda bu ıstılahdan mülhem olan visakbaşı20 tabirini görüyoruz ki bu sultanın odabaşısı veya muhafız komutanına verilen isimdi. Sultanın özel askerlerine ise “haşem-i has” deniliyordu.21

Bu hassa askerleri Büyük Selçuklularda olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da değişik unsurlardan oluşuyordu. Bunlar muhtelif milletlerden ya esir edilmek veya köle satın alınmak suretiyle tedârik edilmişti.22 Mesela I. İzzüddin Keykâvus’un Kazvinli, Deylemli, Rum ve Frenk serhengleri yani çavuşları mevcuttu.23 Sultan I. Alâeddin Keykubad döneminde ise yine Kazvinli, Deylemli, Frenk, Rum ve Ruslardan oluşan hassa birliklerinin sayısı 500 kişi idi.24 O, Ahlat’ı ele geçirdikten sonra şehrin tahriri için görevlendirdiği Vezir Pervâne ve Müstevfi ile beraber şehre maiyetindeki “müfârede” ve “gulâmân-ı has”dan bin süvari sevketmişti.25

Hususi surette talim ve terbiye gören gulamlardan oluşan bu daimi kuvvetin sayısı hakkında elimizde kesin bir kayıt yoktur. Ancak İbn Bibi’nin bazı kayıtlarında bunların sayıları hakkında değişik bilgiler mevcuttur. Meselâ o, I. Alâeddin Keykubad döneminde Selçuklu ordusunun Ermenistan üzerine yürüdüğü sırada müfârideden 10 bin savaşçı yiğit olduğunu belirtir.26

Fuad Köprülü’nün İbn Bibi’nin Houtsma’nın yayınladığı muhtasar Selçuknâme’den naklettiği rakam ise 3-5 bini geçmemektedir.27 Ve bunların ekseriyeti süvaridir. Ancak Uzunçarşılı’nın İbn Vasıl’ın eseri Müferricü’l-Kurûb’dan naklettiği bir ifâdeye göre 1234 yılında Eyyûbî meliki Melik Kâmil ile I. Alâeddin Keykubâd arasında vukubulan çarpışmada Selçuk ordusunda piyadeler de bulunmaktaydı.28

Halka-i Has müfredleri sultanı muhafaza hizmetini gören Büyük Selçuklu sarayındaki müfredlerin aynısı idi. Bunların içindeki Mülazımân-ı Yatak veya Yayak tabiri ise tamamen Türkçe bir kelime olan otak veya otag kelimesinden alınmış bir ıstılah idi. Bu sınıf hükümdarın çadırını beklerdi. Bu teşkilâtın aynısını Memlüklerde görmek mümkündür.29 Yine Osmanlılardaki Yeniçeri solakları Selçuklulardaki bu teşkilatın bir benzeri idi. Bu grubun Sultanın muhafazası hususunda önemli bir yer işgal ettiği İbn Bibi’de geçen bir kayıtta sarih olarak kendini gösterir; 1211 yılında Sultan I. Gıyâsüddin Keyhüsrev İznik Rum Devleti hakimi I. Laskaris’e karşı sefere çıkmış ve Bizanslıları Alaşehir civarında bozguna uğratmıştı. Bu sırada Laskaris’in askerleri hükümdarlarının yenildiğini görünce dağlara ovalara kaçmaya başladılar. Bunun üzerine I. Gıyâsüddin’in bütün silahdar, candar ve müfârede birlikleri sultanı yalnız bırakıp ganimete dalmışlardı. Bu sırada aniden sultanın karşısına çıkan Frenk askerî bir hançer darbesi ile sultanı şehit etmişti.30

İbn Bibi’de Mülâzıman-ı Yatak kuvvetlerinin görevine dair bahislerde “seraperde”31 ve Memlük tarihlerinde kullanılan “dehliz”32 kelimesinin kullanılması bu grubun hükümdarın otağını muhafazayla görevli olduğunu ispatlar.33 Candarlar ve bunların reisi olan “Emir-i Candar”ın görevi ise, müfârede kuvvetleriyle beraber, sultanı muhafaza etmekti. Bunlar süvari olup bellerinde altın işlemeli hamayil ile asılı kılıç taşırlardı.34 Hükümdarın muhafızı olan candarların bir kısmı divanı muhafaza etmekte de istihdam edilirdi.

Hükümdarın hassa askerlerinden olan Mülâzıman-ı Yayak grubunun “Kanun-ı Yayak” adı verilen kanunları mevcut idi. Ve bunlar muhtemelen piyade olup kendilerine her zaman silah verilmezdi. Ancak sefer ve savaş halinde yani ihtiyaç hasıl olunca silah verilirdi.35

Bu gulâmân içinde saraya ayrılıp yetiştirilen köleler arasından Mübârizüddin Ertokuş, Celâlüddin Karatay, Melikü’l Ümerâ Seyfüddin Torumtay36, Rum asıllı olup ihtidâ eden Emir Seyfüddin Hasoğuz37 gibi değerli devlet adamları da çıkmıştı. Selçuklu Sultanları bu hassa askerlerinin intizamına oldukça dikkat ederlerdi. Sultan II. Gıyâsüddin Keyhüsrev tecrübeli komutanlarının itirazlarına rağmen Gulâmân-ı Has’ın teşvikiyle Kösedağ Savaşı’nı yapmaya karar vermişti.38

Hükümdarın hassa birliklerinin Sâmânîler, Gazneliler ve Büyük Selçuklularda olduğu gibi “Bitegani” yani maaşlı olmaları kuvvetle muhtemeldir.39

2-) Kayseri başta olmak üzere Sivas, Harput, Develi-Karahisar, Niksar, Malatya, Erzincan, Niğde, Ladik, Honas, Amasya gibi önemli askerî merkezlerde daimi surette bulunan muhafaza kuvvetleri40; bu merkezlere bağlı olan mıntıkalardaki iktâ sahipleri, Türkmenler ve

müstahkem mevkilerdeki daimi kuvvetlerin komutanları o mıntıkanın sübaşısına ya da kaynaklarda geçen Farsça tâbir ile “serleşker”ine bağlıydılar.

Meselâ, Selçuklu Devleti’nin Moğol tahakkümüne girdiği dönemde naiblik ve vezirlik görevlerinden uzaklaştırılan Fahrüddin Ali 1274 yılında İlhanlı başkenti Tebriz’e gitmiş ve Abaka ile görüştükten sonra kendisine vezirlik makamı tekrar verilmiş, iki oğluna da Ladik (Denizli), Honas ve Karahisar-ı Devle sübaşılığı bırakılmıştı.41 Yine Moğol hakimiyetine karşı ilk istiklâl harekâtına girişen beyler arasında mühim bir yere sahip olan ve Moğollar tarafından şehit edilen meşhur Hatiroğlu Şerefüddin Niğde Sübaşısı idi.42

1230’dan önce Harezmşahlar Devleti içinde bulunan ve 1230 Yassı-Çemen Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya göçüp Malatya’ya yerleşen Germiyan aşireti reisi Alişiroğlu Muzafferüddin’in 13. yüzyılın ikinci yarısından önce Malatya sübaşısı olduğu tarihi kaynaklarda mevcuttur.43 Aynı dönemde Amasya sübaşılığı Hacı Armağanşah’ın, Sivas sübaşılığı Çaşnıgir Mübârizüddin Çavlı’nın ve Niksar sübaşılığı ise Mübârizüddin Yavtaş’ın uhdesinde bulunuyordu.44

Şehrin mülki idaresi ve inzibatı sübaşının emri altında bulunan kumandanlara aitti. Sübaşılar aynı zamanda savaş sırasında kaza, nahiye ve köyledeki, Tımarlı sipahiye kumandanlık ederlerdi.45

Türkiye Selçuklularında en önemli askerî merkezlerden biri Kayseri idi. Sultan I. Alâeddin Keykubâd döneminde Kayseri sübaşılığı Kemalüddin Kâmiyâr’a verilmişti.46 Ermeni seferi sonrasında Gürcü, Erran ve Azerbaycan sübaşılığı ise Emir Sinanüddin’e tevdi edildi.47

Antalya’nın 1216 yılında ikinci defa fethedilmesinde büyük rol oynayan Mübârizüddin Ertokuş’a da Alâeddin Keykubâd şehrin valiliğini ve sübaşılığını vermişti.48

3-) Merkezde veya kendi mıntıkasında bulunan büyük iktâ sahibi devlet adamlarının şahıslarına bağlı, gulam veya ücretli askerler; bunlara örnek olarak hem saray teşkilatında yer alıp hem de sübaşılık görevlerini üstlenen Sivas sübaşısı Çaşnıgir Mübârizüddin Çavlı ile önceleri Niksar sübaşısı olan, daha sonra da Beylerbeyi makamına yükselen Mübârizüddin Yavtaş’ı verebiliriz. II. Gıyâsüddin Keyhüsrev’in Amid’i ele geçirmek üzere harekete geçtiği sırada Çaşnıgir Mübârizüddin Çavlı ile Niksar sübaşısı olan Mübârizüddin Yavtaş’a bir mektup gönderip Danişmend vilayetinin bütün askerleriyle, büyük bir görkem ve ihtişamla tam bir kararlılık ve vakarla, mükemmel bir güç ve kuvvetle Amid yolunu tutmalarını, acele etmeyi gerekli, durup eğlenmeyi mahzurlu saymalarını emrettiğini görmekteyiz.49

İbn Bibi bu büyük emirlerin de şahıslarına bağlı müfredlerinin ve gulamlarının olduğundan bahsetmektedir. Bunlara “ücr-i har”50 denilip adından da anlaşılacağı üzere paralı askerlerden oluşmaktadırlar. Hevâşi tabirinin ise bunların umumi heyetine verilen isim olması muhtemeldir.51

4-) Küçük iktâ sahiplerinin maiyetindeki kuvvet; yani Türkiye Selçuklu Devleti ordusunun asıl mühim kısmını oluşturan sipahiler. Bunlar ocakzâde yani babadan oğula geçmek suretiyle devletin en esaslı Türk askeri idiler.52 Tımarlı sipahiler ellişer kişilik müfrezeler halinde kısımlara ayrılmışlardı. Bunların başlarındaki kişiye “ellibaşı” denirdi. Son derece vatansever insanlardan oluşan bu süvari grup arasında yaşı ilerlemiş pek çok harp ve darp görmüş kişiler de mevcuttu. Meselâ Sultan I. İzzüddin Keykâvus döneminde Haleb Seferi sırasında Mübârizüddin Behramşah’ın Sivas’ın sübaşısı ellibaşı olan ve seksen yaşını geçmiş bulunan Mahmud Alp’in ikâzlarına uymaması neticesi muvaffak olunamamıştı.53

Antalya’nın fethine vesile olan Hüsamüddin Yavlak Arslan da Konya’nın ocakzâde sipahilerindendi.54

Tımarlı sipahilerin mühim vilayet merkezlerindeki kumandanlarına “sübaşı” denirdi. Sübaşıların “emir-i sipehsâlâr” ve “serleşker” ismi verilen mıntıka kumandanlarına tâbi olduklarını belirten Uzunçarşılı “serleşker” ıstılahı hususunda Köprülü ile ayrılığı düşer. Zirâ Köprülü sübaşı kelimesinin kaynaklarda Farsça “serleşker” ile aynı mânâda kullanıldığını iddia eder.55 Fakat şurası bir gerçektir ki sübaşılar; emir-i sipehsâlâr, sipehsâlâr, emirü’l-kebir sipehsâlâr, isfehsâlâr, emir-i isfehsâlâr, ecelü’l-kebir veya melikü’l-ümerâ adıyla anılan bir komutana bağlı idiler. Ve serleşkerlerin ehliyet ve liyâkat sahibi olanları Melikü’l-Ümerâ yani Beylerbeyi olabilirdi.56

5-) Uçlarda ve beylerinin emrindeki kuvvet; Bunlar genellikle uçlara yerleştirilmiş Türkmen kabilelerine mensup kuvvetlerdi ki sadece savaş zamanında değil barış zamanında dahi komşu devletlere, Bizans, Ermeni ve Gürcülere akınlar yaparlardı. Bunları hudut muhafızı olarak değerlendirmek yanlış olmaz, ancak bunların Türkiye Selçukluları döneminde ve sonrasında pozisyonları gözönüne alındığında eksik bir değerlendirme olduğu ortaya çıkar. Zirâ bunların bir kısmı Selçuklular döneminde timarlı yani iktâlı idiler. Merkezi idarenin zayıflaması ile birlikte kendi hesaplarına hareket edip merkezi tanımıyorlar ve çoğu zaman isyan ediyorlardı. Ya da kendi bağımsız devletlerini kuruyorlardı.

İlk bakışta bunların Anadolu’daki siyasi birliği parçaladığı düşüncesi hasıl olsada Moğol tahakkümü döneminde Anadolu’nun Türkleşmesinde birinci derecede rol oynadıkları ortaya çıkar. Önceleri uçlara yerleştirilen ve sonraları küçük birer beylik kurmuş olan Karaman, Germiyan, Eşref, Hamidoğulları bu teşkilatın en çarpıcı örneklerini teşkil ederler.

1203’lü yıllarda Rüknüddin Süleymanşah zamanında batı uçlarına yerleştirilen Danişmend Hükümdarı Ya

ğıbasan’ın oğulları Muzafferüddin Mahmud, Bedrüddin Yusuf ve Zahirüddin İli Selçukluların hudud kumandanlarından idiler. Bu kardeşlerin soyundan gelen Kalem ve Karası Beyler 13. yüzyılın sonları ile 14. yüzyılın başlarında Balıkesir, Bergama ve Çanakkale çevresini fethederek burada “Karasioğulları” adı ile anılacak beyliği kurmuşlardı.57

Sultan I. Alâeddin Keykubâd zamanında kendisine Batı uçlarından Kastamonu’nun iktâ olarak verildiği Hüsâmüddin Çoban ise sultanın emri ile Suğdak seferine gönderilmiş ve büyük başarılar elde etmişti.58

6-) Savaş zamanında ihtiyaç duyulduğunda Türkmenlerden veya ülke dahilinde yaşayan yabancı ırklara mensup halktan ücret ile alınan kuvvetler; bunlara “ücr-i har” veya “kadim-i cera-hur” deniliyordu. Meselâ Kösedağ Savaşı öncesinde II. Gıyâsüddin Keyhüsrev’in ordusuna kadim-i cera-hurdan ve iktâlara bağlı sipahilerden oluşan 70 bin süvari iltihâk etmişti.59 Paralı askerleri sadece hükümdar değil ihtiyaç hasıl olduğunda büyük emirler de istihdam ediyorlardı.

7-) Türkiye Selçuklu Devleti’nin vassallığını kabul eden veya yapılan bir anlaşma mücibince harp zamanında belirli miktarda asker göndermeyi taahhüd eden müslüman veya Hıristiyan devletlerin gönderdikleri yardımcı kuvvetler; Bunlar 13. yüzyılın ilk yarısında Bizans veya Trabzon İmparatorlarının, Ermeni ve Gürcü krallarının, Suriye ve el-Cezire bölgesindeki müslüman bazı küçük devlet hükümdarlarının gönderdikleri yardımcı kuvvetlerdi. Bunların techiz ve iaşe masrafları ve miktarları meselesi muahedelerle tesbit edilirdi.60 Meselâ Kösedağ Savaşı sırasında her savaşa iki bin askerle katılması gereken Nasuhuddin Farisî sözünü yerine getirmişti.61

Sinop’un 1216 yılında I. İzzüddin Keykâvus tarafından fethini müteakiben Sinop tekfuru Kyr Aleksi Sultan I. İzzüddin Keykâvus’tan emân dileyip canının bağışlanması şartıyla sultana yardım vaadediyor; “askerimi ondan esirgemem” şeklinde bir ifâde kullanıyordu.62

Bütün bunların yanısıra 13. yüzyılın ortalarında devlet hizmetine girmiş aşiret kuvvetleri de vardı. Bunların mühim bir kısmı uclara yerleştirilmişti. Celâlüddin Harezmşah’ın vefatından sonra Ahlat Seraskeri Sinanüddin Kaymaz’ın gayretleriyle Harezm aşiret reislerinden Kır Han, Bereket Han, Köşlü Han ve Saru Han maiyetiyle birlikte Selçukluların hizmetine girmişti. Daha sonra bu mühim Türk kuvveti II. Gıyâsüddin Keyhüsrev’in basiretsizliği yüzünden Cezire ve Suriye taraflarına göçmeye mecbur kaldı.63

Farklı yedi şubeden oluşan Türkiye Selçuklu Devleti ordusunun sayısı hakkında 13. yüzyılın ikinci yarısına kadar bilgi veren kaynak yoktur. Ancak İbn Bibi’nin Kösedağ Savaşı öncesinde birtakım rakamlar vermesi kesin olmasa da Selçuklu ordusunun sayısı hakkında fikir edinmemizi sağlıyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi İbn Bibi, sipahilerden ve ücretli askerlerden meydana gelen grubun sayısının 70 bin olduğunu, ayrıca uçlardan ve etraf komşu müslüman ve hristiyan devletlerden gelenlerin dışında sipahiden 80 bin kişinin bulunduğunu kaydeder.64

Selçuklu ordusunun en büyük kısmını süvariler teşkil etmekteydi. Bunun yanı sıra piyadelerin de bulunduğu ve kuşatma savaşlarında bunlardan istifâde edildiği açıktır. Günümüzdeki istihkâm kıtalarına benzeyen lağım ve mancınık kıtalarının bulunması da gerekir. Çünkü o dönemde yakma ve yıkma silahlarının özellikle kale kuşatmalarında ehemmiyeti büyüktü.

Türkiye Selçuklu Devleti ordusu görüldüğü gibi sadece Türkler ve Türk kabilelerinden müteşekkil değildi. Orduda farklı din ve milliyetlere mensup unsurlar bulunuyordu. Bunlar İran, Arap, Rum, Ermeni, Gürcü, Frenk ve Rus unsurlardı. Gerek Büyük Selçuklu Devleti’nde gerekse Türkiye Selçuklu Devleti’nde mütecanis olmayan kuvvetlerin teşkili devlet içinde sürekli mesele çıkarmaya mütemayil Türkmenlere karşı oluşturulmuş bir usuldü. Osmanlılar da bunu devam ettirmişler ve Yeniçeri teşkilatını oluşturmuşlardı.65

Türkiye Selçuklu Devleti ordusunu meydana getiren şubelerde Moğol istilâsından sonra birtakım değişiklikler olmuştu. Sultanın şahsına bağlı hassa ordusu ile, bazı müstahkem mevkilerdeki kuvvetler muhafaza edilmişti. Ancak devlet içinde zaman zaman büyük problemler çıkaran Türkmenlerin bu dönemde ordudakı varlığını devam ettirdiği söylenemez. Paralı asker uygulaması devam etmişti. Bunun yanısıra Darü’l-Feth (Kayseri), Darü’l-Cihâd veya Darü’zafer (Aksaray) gibi adlarla anılan büyük askerî merkezlerde ve büyük iktâ sahiplerinin emrinde bulunan kuvvetlerin sayısı azalmıştı. Ordu mevcudunun 1277’ye kadar olan yıllarda tedricen azalmasının ve devletin yıkılış dönemine denk gelen yıllarda hemen hemen tamamen ortadan kalkmasının en büyük nedeni, iktâ sisteminin Moğol İşgali ile sarsılmasıydı.66 Moğollar iktâ sisteminin bozulmasını sağlamakla kalmamışlar, Selçuklu ordusunu sürekli kontrol altında tutarak sayıca büyümesine de engel olmuşlardı. Tahtta kalabilmek ve kardeşlerini bertaraf edebilmek için Moğolların desteğini sağlayan IV. Kılıçarslan döneminde iktâ bölgelerinin mülk haline getirilmesi timar sisteminin ifsâdına sebep olan en önemli hadiselerden biridir.

1277 yılında İlhanlı hükümdarı Abaka’nın Pervâne’yi ortadan kaldırmasından sonra Anadolu’daki Moğol tahakkümü iyice artmıştır. Bu tarihten sonra Selçuklu Devleti ve ordusu da fiilen ortadan kalkmış, iktâ idaresi yıkılmıştır. Bunun üzerine meslek ve maişetlerini kaybeden halk, Selçuklu Devleti yıkılıncaya kadar isyan ve kargaşalıklara sebep olmuş, Moğollar da tahakküm altı

na aldıkları oldukça zayıf durumdaki Selçuklu ordusuyla birlikte bu isyanları bastırmaya çalışmışlardır. Moğol-Selçuklu kuvvetlerinin ortak harekatına en iyi örnek Moğol tahakkümüne karşı istiklâl hareketine girişen ve bu duruma meşruiyet kazandırmak için yanına Selçuklu şehzadesi “cimri” lakaplı Gıyâsüddin Siyavuş’u alan Karamanoğlu Mehmed Bey zamanında gerçekleşmiştir. Mehmed Bey, Konya’da Selçuklu tahtını ele geçirmiş, Siyavuş’u sultan, kendisini de vezir ilân etmişti. Bu olay üzerine İlhanlı hükümdarı Abaka Moğol destekli Selçuklu ordusunu Sahib Ata Fahrüddin Ali komutanlığında Mehmed Bey üzerine göndermiş, Mehmed Bey de Ermenek taraflarındaki dağlık bölgeye çekilmişti. Fahrüddin Ali, Mehmed Bey’i takip ederek Mut taraflarına gitti. Elli nefer Selçuklu ve elli nefer Moğol askerini ileri karakol olarak gönderdi.67 Mehmed Bey, Siyavuş’u savaşa sokmayıp, iki kardeşi ve amcaoğullarıyla birlikte Moğol-Selçuklu öncü kuvvetleri üzerine yürüdü. Moğollar sahte ricat takdiğini uygulamak suretiyle Mehmed Bey’i pusuya düşürüp birliklerini mağlup ettiler. Kendisini, kardeşlerini ve amcasının oğullarını öldürüp başlarını kestikten sonra Selçuk ordugahına gönderip halka teşhir edilmesini sağladılar.68

Ordu İçinde Komuta Mevkii ve Hiyerarşik Düzen

Diğer Türk devletlerinde olduğu gibi Türkiye Selçuklularında da hükümdarın en büyük vazifelerinden biri harekât sırasında orduya kumanda etmekti. Zaman zaman orduya vezir69 veya “Melikü’l-Ümerâ” adı verilen komutan da kumanda edebiliyordu. Kumandan mevkiindeki sultana emirler (ümerâ), serleşker (sipehdâran-ı memâlik), reisler (rüesa) ve ileri gelenler (mü’teberân) refakat ediyorlardı.

Orduyu başlıbaşına bir teşkilat olarak değerlendirdiğimizde bu teşkilatın başında bulunan kişiye “Beylerbeyi” veya “Melikü’l-Ümerâ” denilmekteydi. Merkezde en yüksek askerî makamı işgal eden beylerbeyi protokolde de devlet teşkilatı içinde askerî ricalin en ön safında yer alıyordu. Ancak I. İzzüddin Keykâvus zamanında “emir-i meclislik” makamını işgal eden Mübârizüddin Behramşah rütbe ve makam itibariyle sultanın kendisine verdiği ehemmiyete ve itimata binaen en yüksek askerî mevkii olan beylerbeyi derecesinin dahi üzerine çıkarıldı.70

II. Kılıçarslan zamanında 1178 yılında Malatya’nın daha sonra da Sivas’ın alınmasıyla Danişmend Devleti ortadan kalkmış, Sivas hakimi Danişmendli Yağı basan oğulları Müzafferüddin Mahmud ile kardeşleri Zahirüddin İli ve Bedrüddin Yusuf da maiyetiyle birlikte Batı uçlarına tenkil edilmişti. Kaynaklarda Batı uclarında faaliyet gösteren Müzafferüddin Mahmud, I. Alâeddin Keykubad zamanında güney sahillerinin fethedilmesinden sonra Maraş çevresine hakim olan Nusratüddin Hasan ve Kastamonu bölgesinde bulunan Hüsâmüddin Çoban da Melikü’l-Ümerâ şeklinde geçmektedir.71 Bu da gösteriyor ki devlet ordusunun başında herhangi bir sefere giden ya da devletin askerî teşkilatında önemli bir yeri olan kişilere de sadece unvan olmak şartıyla “Melikü’l-Ümerâ” denilebiliyordu.72 “Sipehdâr-ı bozorg” ya da “emir-i bozorg” tâbiri de uç beylerbeyi ile aynı mânâya geliyordu.73


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin