Bibliyografya: 4 behçET, hulusi 4



Yüklə 0,77 Mb.
səhifə18/26
tarix11.01.2019
ölçüsü0,77 Mb.
#94735
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   26

BEL BAĞLAMAK

Bazı tarikatlarda, tarikata yeni girenlerin pirlerine bağlılığını gösteren bir kemer veya peştemalın mürid adayına kuşatılması törenine verilen ad.193



BELÂ

Allah'ın insanları denemek için verdiği maddî ve manevî sıkıntı, dert, külfet.

Belâ kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de "es­kimek; denemek, sınamak; gam, musi­bet, darlık ve sıkıntı" mânalarında kul­lanılmıştır. Firavun'un İsrâiloğullan'na yaptığı korkunç işkenceler "büyük belâ"194 ve "açık belâ"195 diye vasıf­landırılmıştır. Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etmeye teşebbüsüne de "açık belâ" (deneme) denilmiştir fes-Sâffât 37/ 106. Allah'ın kendisini denediği kulun bu denemeden başarı ve yüz akı ile çık­ması da "güzel belâ" (belâün hasen) ola­rak tarif edilmiştir. Bu mânada Bedir Gazvesi ve sonucunda kazanılan zafer, "güzel bir belâ" yani başarıyla verilmiş bir İmtihan olarak nitelendirilmiştir.196

Kur'an'da dinî yükümlülükler de belâ kelimesiyle ifade edilmiştir. Bakara sû­resinin 155 ve Muhammed sûresinin 31. âyetlerinde belâ (ibtilâ) bu mânada kul­lanılmıştır. Allah'ın korku ve kıtlık ver­mesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de birer belâdır.197 Esasen Kur'an'a göre dünya, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeri olup ölüm ve hayat bunun için yaratılmıştır198. Hz. Peygamber de denenmek ve denemek için gönderilmiştir.199 Başta peygamberler olmak üzere Allah herkesi bir belâ ile denemektedir. Özellikle mutasavvıfların üzerinde önem­le durdukları bir hadise göre en şiddetli belâlara uğrayanlar önce peygamberler, sonra da onlara en çok benzeyenlerdir.200 İnsanın dert ve musibetlerle kar­şılaşması kaçınılmazdır. Çünkü kişinin gerçek şahsiyeti ibtilâ (denenme) halin­de ortaya çıkar. Deri için tabaklanma ne ise insan için ibtilâ da odur; altın ateş­te, insan mihnette belli olur. Büyük be­lâlara ancak büyük insanlar dayanabilir. Bir hadise göre kazanılacak olan seva­bın büyüklüğü katlanılan belânın ağırlı­ğı nisbetinde olur. Bu yüzden Allah sev­diklerine belâ verir. Buna razı olan Al­lah'ın rızâsını kazanır; isyan eden ise Al­lah'ın gazabına uğrar.201

Belâya uğrama aynı zamanda günah­tan arınmaya ve manen yükselmeye de vesile olur. Öyle günahlar vardır ki an­cak belâya sabretmek suretiyle silinir. Hz. Âişe, Hz. Peygamber'den daha şid­detli ağrılara mâruz kalan birini görme­diğini söyler.202 Has­talığa mübtelâ olan müminin günahları affa uğrar.203

Belâ, huzur ve selâmet mânasına ge­len afiyet* mukabili olarak da kullanıl­mıştır. Bir hadise göre afiyette olanlar, belâ ehline âhirette verilen sevabın çok­luğunu görünce, "Keşke dünyada iken derimiz makasla doğransaydı" diyecek­ler ve onların âhiretteki haline imrene-ceklerdir204. Bununla birlikte Allah'tan afiyet dilemek gerekir205. Bu yüzden belâda olanlara merha­met etmek lâzımdır; afiyette olanların da hamd etmeleri gerekir le!-Muuaüa206. Hz. Peygamber, "Takat ge­tirilemeyen belâlara kendinizi mâruz bı­rakarak zelil olmayın" buyurmuş207 ve dayanılmaz belâlardan daima Allah'a sı­ğınmıştır.208

Zâhid ve sûfîler belâ ve afiyet konu­sunu değişik bir şekilde ele almışlardır. Mutarrif b. Şıhhîr belâda sabır halinde olmayı afiyette şükür halinde olmaya ter­cih ederken diğer bazıları afiyette şük-retmeyi belâda sabretmeye tercih etmiş­lerdir. Gazzâlî ise avam için belâya sab­retmenin nimete şükretmekten daha faydalı olduğunu belirtmekteyse de as­lında insanların her iki durumda takı­nacakları tavra, niyet ve amellerine gö­re belâya sabretmenin veya nimete şük­retmenin daha değerli olabileceğini dü­şünmektedir. Esasen ona göre sabır ve şükür iç içedir. Çünkü dini ve ahlâkî açı­dan her nimet bir belâ, her belâ da bir bakıma nimettir. Dolayısıyla kemal sa­hibi bir insan aynı şartlar altında hem sabredici hem de şükredicidir. Süfîlere göre belâ da afiyet de Allah'tandır. Al­lah hangisini münasip görürse insan onu gönül hoşluğu ile kabullenerek hakkın­da hayırlısının o olduğuna inanmalıdır. Allah'ın kahrını da lutfunu da hoş kar­şılayan, cefada da safada da rızâ halin­den ayrılmayan sûfîler beiâda "mübte-lî"yi yani belâyı veren Allah'ı görürler-, belânın sonuçlarını ve karşılığını düşü­nerek teselli bulur, belânın acısını his­setmezler. Sevgiliyi temaşa ederken be­lânın ıstırabını unuturlar. Cüneyd-i Bağdadî'ye göre belâ ariflerin yolunu aydın­latan bir meşaledir; müridler için uya­nış, gafiller için helak olma sebebidir. İlâhî aşk ve muhabbeti esas alan muta­savvıflar en büyük dert ve belâ olarak aşkı görürler. Fakat âşık maşuku için her türlü acıya ve sıkıntıya severek kat­lanır, hatta bundan manevî bir haz du­yar.

Bibliyografya:

el-Muuatta, "cAyn", 8, "Kelâm", 8; Müsned, V, 231, 235; VI, 157; Dârimî, "Rekâ'ik", 67; Buhârî, "Merdâ", 3, "Da'avât", 23; Müslim, "Cennet", 63; İbn Mâce, "Fiten", 23, 31; Tir­mizî. "Zühd", 56, 58, "Da'avât", 91, "Fiten", 67; Serrâc, el-Lüma', s. 49, 300; Sülemî, 7a-bakât, s. 168-210; Hücvîrî, Keşfü'l-mahcûb (Uludağ), s. 539; Gazzâlî, İhya', IV, 135-141; Ebü'n-Necîb es-Sühreverdî, Âdâbü'i-mürîdîn, Kahire, ts. (DârıTI-Vatani'l-Arabî], s. 125; At-târ, Tezkiretü'[-euliyâ\ s. 18, 440, 626; İbn Abdülber. Behcetû'l-mecâlİs, I, 383; Aclûnî, Keş-fü'l-hafâ', I, 130, 290.



BELAGAT

Edebiyat kaideleri ve edebî sanatlarla ilgili meânî, beyân ve bedîî içine alan ilim dalı.

Belagat sözlükte "sözün fasih ve açık seçik olması" anlamında masdardır. Ba­zı kaynaklar bunu "ulaşmak; olgunlaş­mak, erginlik çağına varmak" mânasın-daki bulûğ kelimesiyle ilgili görüyorlar­sa da bab ve masdar değişikliğinden do­layı bu anlam isabetli görülmemektedir. Terim olarak ise biri "meleke", diğeri "ilim" olmak üzere iki mânada kullanıl­mıştır. Batı dillerinde meleke anlamın­da belagata karşılık eloquence. ilim an­lamında da rhetorique kelimeleri kulla­nılmaktadır. Meleke olarak belagat, sö­zün, fasih olmakla beraber yer ve zama­na da uygun olmasıdır. Diğer bir söyle­yişle bir fikrin sözlü veya yazılı olarak yerinde, yeterince ve zamanında ifade edilmesidir. Belagat insanda doğuştan var olan bir melekedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de. "0 insanı yarattı ve ona beyâ­nı (düşündüğünü açıklamayı) öğretti"209 buyuru im aktadır. Do­layısıyla belagat henüz ilim haline gel­meden önce meleke olarak şair, yazar ve hatiplerde hatta halkın dilinde vardı. Bu sebeple sonraları birer belagat teri­mi kabul edilecek olan teşbih, mecaz, is­tiare, takdim, tehir, cinas, mutabakat vb. edebî sanatlar her dil ve kültürde daima kullanılmıştır. Nitekim belagatın meleke olarak bir hayli geliştiği Câhiliye dev­ri sözlü edebiyatında, Kur'ân-ı Kerîm ve hadiste bu ilme dair birçok örnek bul­mak mümkündür.

İbnü'l-Mukaffa'dan (ö. 142/759) baş­layarak Câhiz (ö. 255/869), Kudâme b. Ca'fer (ö. 337/948) ve Rummânî'ye (ö. 384/ 994) gelinceye kadar belagat, insa­nın doğuştan sahip olduğu bir kabiliyet ve sanata olan yatkınlığı şeklinde anla­şılmıştır. Nitekim İbnü'l-Mukaffa'a göre belagat, sözü herkesin kolay kolay söy­leyemeyeceği tarzda söylemektir. Câ-hiz'e göre lafızla mânanın güzellikte bir­biriyle yarışması, yani mânadan önce laf­zın kulağa, lafızdan Önce de mânanın zihne süratle ulaşmasıdır210. Rummânî'ye göre ise mâ­nayı güzel ve uygun ifadelerle zihinlere ulaştırmaktır.211

İlim olarak ise düzgün ve yerinde söz söyleme usul ve kaidelerini inceleyen belagat, meânî, beyân ve bedf olmak üzere üç fenne ayrılır. Belagat Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ilimler içinde bağım­sızlığına en geç kavuşanıdır. Zira Kur'ân-ı Kerîrn'in i'câzını anlayabilmek için müslü-man milletlerin ve çeşitli nesillerin uzun­ca bir süre bu konu üzerinde çalışıp be­lagatın ilkelerini, metot ve terminoloji­sini ortaya koymalarını beklemek gere­kiyordu. Ancak bu tarihî süreçten sonra belagat bağımsız bir ilim olabilmiştir. Bu ilim bağımsız hale gelinceye kadar tari­hî gelişimine ve ihtiva ettiği konuların ağırlığına göre değişik isimlerle anılmış­tır. Meselâ "Mecâzü'l-Kur'ân" adlı eser­lerde mecaz ve fesahat, Câhiz'de beyân, İbnü'l-Mu'tez'de (ö. 296/908) bedf, Ku­dâme b. Ca'fer'de nakdü'ş-şi'r, Ebû Hi­lâl el-Askerî'de [ö. 400/ 1009'dan sonra) es-sınâateyn, İbn Sinan el-Hafâcfde (ö. 466/1073) fesahat, Abdülkâhir el-Cür-cânfde (ö. 471/1078) belagat ve delâilü'l-i'câz, Zemahşerîde (ö. 538/1144] meânî ve beyân, Bedreddin b. Mâlik'te meânî, beyân ve bedf, nihayet Hatîb el-Kazvî-nrde (ö. 739/1338) ulûmü'l-belâga ad­larıyla anılmıştır. Çağdaş müelliflerden Tâhâ Hüseyin belagat için beyân keli­mesini. Emîn el-Hülî ise fennü'l-kavl ter­kibini kullanmıştır.

Arap edebiyatında belagat çalışmaları önce edebî tenkit şeklinde başlamış, İs-lâmî dönemde ise hem Kur'ân-ı Kerîm'in i'câzı, hem de edebî tenkit sebebiyle bu faaliyet daha hızlı bir şekilde devam et­miştir. Edebî tenkit ve Kur'ân-ı Kerîm'e hizmet maksadıyla yapılan çeşitli çalış­malardan belagatla ilgili olanları dört dönem halinde incelemek mümkündür.

Birinci Dönem. Kur'ân-ı Kerîm'in nüzu­lünden yaklaşık IV. (X.) yüzyıl sonlarına kadar devam eden bu dönemdeki bela­gat çalışmaları dil ve edebiyat, tefsir, edebî tenkit ve kelâm ilimleriyle karışık bir şekilde ele alınmış, fakat esas hedef Kur'ân-ı Kerîm'i lâyıkıyla anlamak olmuş­tur. Başlangıçta Kur'an'ı her Arap'ın ra­hatlıkla anladığı söylenemezse de önem­li bir kesim onun fesahat ve belagatını an laya biliyordu; fakat yeni yetişen ne­sillerin, özellikle de Arap olmayan müs-lüman toplumların onu anlayabilmeleri için çeşitli çalışmalar başlatılmıştı. Bu çalışmaların sonuçlan ancak V. (XI.) yüz­yıldan sonra ortaya konan eserlerde el­de edilmeye başlanmış ve böylece bela­gat bağımsız bir ilim haline gelmiştir. Bu dönemde yetişen dilci ve edebiyatçı­ların çoğu aynı zamanda tefsir âlimi idi. Dolayısıyla bu devirde yazılan tefsirler belagata dair ilk bilgiler için vazgeçilmez birer kaynak durumundadır.

İslâm dünyasının sınırları genişleyip Arap olmayan müslüman toplulukların Kur'ân-ı Kerîm'i yanlış anlama endişesi ortaya çıkınca Arap dili gramerinin ku­rallar halinde tesbitine ihtiyaç duyuldu. İlk asırlarda bu kurallar tesbit edilirken dil ve edebiyat bir bütün olarak ele alın­dığından belagat kaideleri de bu ilimler içinde incelenmekteydi. Nitekim Sîbevey-hi (ö. 180/796) bu maksatla yazdığı eJ-Kitûb adlı eserinde dil konulan yanında daha sonraki yüzyıllarda belagat ilmi­nin bir kolu kabul edilen meânînin ala­nına giren müsned, müsnedün ileyh, tak­dim-tehir, kıyasa muhalefet, ta'rif-ten-kir, hazif, emir ve nehiy gibi konuları da işlemiştir. Müberred (ö. 285/898) eî-Kâ-mii'inde dil ve edebiyat meseleleri ya­nında mecaz, temsil, emir, dua, istiare, teşbih vb. konulardan söz etmiş, hatta teşbihi çok ayrıntılı bir şekilde işlemiş­tir. Câhiz ise el-Beyân ve't-tebyîn adlı meşhur eserinde meleke olarak belagat üzerinde dururken teşbih, mecaz, istia­re, kinaye, hüsn-i taksîm, i'câz, mukte-zâ-yı hâl gibi konulara da geniş yer ver­miştir.

Öte yandan bazı âlimler Kur'ân-ı Ke-rîm'deki kelimelerle bu kelimelerin de­lâlet ettiği eşya, vasıf ve hareketler üze­rinde düşünerek bunların bir kısmının son derece açık (muhkem), bir kısmının ise müphem (müteşâbih) olduğunu gör­düler ve daha ilk asırlardan itibaren "Be-yânü'l-Kur'ân", "Meâni'l-Kur'ân", "İcâ-zü'1-Kur'an", "Mecâzü'l-Kur'ân", "Müş-kilü'l-Kur'ân", "İ'râbü'l-Kur'ân" vb. ad­larla anılan eserler yazdılar. Edebî sanatların tetkikine yönelik çalışmaların gerçek başlangıcı olan bu eserlerde da­ha ziyade kelime ile mâna arasındaki münasebetler incelenmiştir. Yukarıda zik­redilenlerden başka bu dönemde dil, edebiyat ve tefsirle ilgili olarak ortaya konan ve belagat konularına da yer ve­ren başlıca eserler arasında Yahya b. Zi-yâd el-Ferrâ'nın (ö. 207/822) Me'âni'l-Kur'dn'ı, Ebü Ubeyde Ma'mer b. Müsen-nâ'nın (ö. 209/824) Mecâzü'l-Kur'ân, Vrâbul-Kur:'ân ve Me^ânil-Kur'ân'i, İbn Kuteybe'nin (ö. 276/889) Te'vüü müşkili'1-Kur0ân'ı, EbO İshâk ez-Zec-câc'ın (ö. 311/923) Viâbü'l-Kurbân'] ile Mecâni'l-Kur'ân\ İbn Fâris'in (ö. 395/ 1004) eş-Şâhibî's\ ve $erîf er-Radî'nin (ö. 406/1015) Telhîşül-beyân îî mecâ-zâti'l-Kur3ân'ı ile Mecâzâtü'l-âsâri'n-nebeviyye's) zikredilebilir.

Yine bu dönemde müslümanların ya­bancı kültürlerle teması sonucunda or­taya çıkan bazı problemlere kelâmcıla-rın çözüm getirmeleri, özellikle İslâm'a ve Kur'ân-ı Kerîm'e yöneltilen eleştirile­re cevap aramaları belagat ilminin ge­lişmesi açışından faydalı olmuştur. Ke-lâmcılar Kur'an'ın i'câzı üzerinde durur­ken i'câzı kavrama yollarından biri olan belagat ve fesahatla ister istemez meş­gul oldular. Bişr b. Mu'temir'in (ö. 210/ 825), Câhiz'in el-Beyân ve't-tebyîn" için­de (I, 135-139) günümüze kadar gelen meşhur "sahîfe'si, Kur'an'ın i'câzına dair Câhiz'in Nazmü'l-Kur'ân'ı ile Muham-med b. Zeyd el-Vâsıtî'nin (ö. 306/919} İ^câzü'l-Kur'ân'i (bu iki eser günümü­ze kadar gelmemiştir), Rummânî'nin en-Nüket îî iccâzi'l-Kur'ân'ı, Hattâbfnin (ö. 388/998) Beyânü iccâzi'I-Kurân' Ebû Bekir el-Bâkıllânî'nin (ö. 403/1013) İ'câzü'l-Kıır'ân'ı ve Kadî Abdülceb-bâr'ın (ö. 415/1025) el-Muğnî fî ebvâ-bi't-tevhîd ve'l- Qadl adlı eseri bu konu­da önemli kaynaklardır.

İslâmiyet'in ortaya çıkışından kısa bir süre önce şifahî olarak gürülen edebî tenkit, Abbâsîler'in ilk asrından itibaren medenî ve fikrî ilerlemeyle birlikte yazılı olarak gelişmeye başladı. Belagat çalış­malarının bu ilk dönemindeki edebî ten­kitle ilgili eserler genelde edebî tenki­din esaslarını tesbite çalıştılar. Bunlar­dan İbn Sellâm ei-Cümahî'nin (ö. 232/ 846) Tabakâtü îühûli'ş-şu'arâ* adlı ese­ri, Ebü Zeyd el-Kureşî'nin, Cemheretü eş"âri'l-'Arab'ı, İbn Kuteybe'nin eş-Şi'r ve'ş-şu'arâ^, İbnü'l-Mu'tezz'in Tobakâ-tü'ş-şu'arâ' adlı eserleri, Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin [ö, 356/967) el-Eğânî'si sayılabilir. Ayrıca bazı şairleri Özel olarak incelemek suretiyle edebî tenkidin esaslarını tesbite çalışan Hasan b. Bişr el-Âmidfnin (ö. 371/981) ei-Muvdzene beyne Ebî Temmâm ve'î-Buhtürî''si ile Ebü'l-Hasan el-Cürcânî'nin (ö. 392/1002) el-Vesâta beyne'l-Mütenebbî ve hu-şûmihî adlı eseri önemlidir. Ebü'l-Ab-bas Sa'leb'in (ö. 291/904] Kavâ'idü'ş-şicr, Nâşi e!-Ekber'in (ö. 293/905) Nak-dü'ş-şi^r, İbnü'l-Mu'tezz'in el-Bedf, İbn Tabâtabâ el-Alevfnin (ö. 322/933) cİyâ-rü'ş-şicr, Kudâme b. Ca'fer'in Nakdü'ş-şiVve Nakdü'n-neşr, Ebû Saîd es-Sî-râffnin (ö. 368/979) Şan'atü'ş-şi'r ve'l-belâğa, Merzübânî'nin (ö. 384/994) eî~ Muvaşşah iîme3âhizi']-culemâ:ı 'ale'ş-şu'arâ* ve İbn Münkız'in (ö. 584/1188) ei-Bedf iî nakdi'ş-şi'r adlı eserlerin­de şiir tenkidi yanında belagatla ilgili konular da işlendi. Edebî tenkit bakı­mından son derece verimii olan bu dö­nemde edebî tenkitle belagatın iç içe ol­duğu görülür. Bu ilk dönemde belaga­tın ilim olarak teşekkülünde yabancı te­sirler zannedildiği kadar fazla olmamış­tır. Bu sebeple Tâhâ Hüseyin'in, "Aristo sadece felsefede değil felsefe yanında belagatta da müslümanların ilk mualli­midir"212 tarzındaki görüşüne katılmak mümkün değildir.

İkinci Dönem. IV. (X.) yüzyıl sonlarından VIII. (XIV.) yüzyıl sonlarına kadar devam eden, belagatın müstakil bir ilim halin­de teşekkül etmeye ve terimlerinin be­lirmeye başladığı bu dönemde yazılan eserlerde belagat konulan ön planda gel­mektedir. Ebû Hilâl el-Askerî'nin Kitâ-bü'ş-Şmâcaîeyn", İbn Reşîk'in (ö. 463/ 1070-71) el-cUmde'si, İbn Sinan el-Ha-fâcî'nin Sırrü'l-feşâha'si ve Ebû Tâhir Muhammed b. Haydar el-Bağdâdî'nin (ö. 517/1123) Kânunu'1-belâğa s\ bu eserlerin önemlilerinden birkaçıdır. Bela­gat tarihinin en büyük nazariyatçıların-dan biri olan Abdülkâhir el-Cürcânî'nin De/d=iiü'l-iccdz ve Esrârü'l-belâğa ad­lı kitapları bu dönemin en meşhur eser­leridir. Zemahşerî, Cürcânfnin adı geçen iki eserini esas alarak Kur'ân-ı Kerîm'in belagatına geniş yer veren el-Keşşâf can hakâ'~'iki't-tenzil adlı tefsirini yaz­mıştır. Bu dönemin sonlarına doğru ya­zılan eserler tamamen belagat ağırlıklı olup giderek bu ilim beyân, meânî ve be-dî'den ibaret olan klasik şeklini almış­tır. Dönemin diğer Önemli eserieri şun­lardır: Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209), Nihâyetü'1-fcâz fî dirây-etil-i'caz nün Esrâri'l-belâğa ve Delâ^ili'l-i'câz. Eser Abdülkâhir el-Cürcânî'nin adı geçen iki kitabı esas alınmak ve Reşîdüddin Vat-vât'ın (ö. 573/) 177) Farsça Hadâ'iku's-sifrr'indeki bedîe dair sanatlar ilâve edil­mek suretiyle meydana getirilmiştir. Ebû Ya'küb es-Sekkâkî(ö. 626/1229), MiM-hu'l-Qulûm; Ziyâeddin İbnü'l-Esîr (ö. 637/ 1239), el-Meşelü's-sâ'ir iî edebi'l-kâtib ve'ş-şâ'ir, el-Cami cul-kebîr îî şmâ'atil-manzûm mine'l-kelâm ve'l-menşûr; İbn Ebü'1-İsba' el-Mısrî(ö. 654/ 1256), Bedîcu'l-Kur'ân, et-Tahrirü't-tahbîr fî cilmi'l-bedf\ Yahya b. Hamza el-Alevî (ö. 749/1348), et-Tirâzü'1-mü-taiammin H-esrâri'}-belâğa ve culûmi hakö^iki'l-i^câz.

Üçüncü Dönem. VIII. (XIV.) yüzyıl orta­larından XIII. (XIX.) yüzyıl sonlarına ka­dar devam eden bu uzun dönemde di­ğer birçok ilim dalında olduğu gibi be­lagat ilimlerinde de bir duraklama baş­lamış, belagat adına yapılan çalışmalar, Sekkâkrnin Miitöhu'l-'ulûm''unun üçün­cü bölümünden faydalanarak Hatîb el-Kazvînî tarafından Telhîşü'l-Miftâh adıy­la düzenlenen kitap üzerine yazılan şerh, haşiye ve ta'likat şeklinde olmuştur. Artık İslâm dünyasında müstakil eserler yerine çeşitli ilimlerde mantıkî birtakım tarif, tasnif ve değerlendirmelerle yeti-nilmiş, belagata dair çalışmalarda da bu durum açık bir şekilde kendini göster­miştir. Bu dönemde kaleme alınan şerh ve haşiyelerde dikkati çeken bir başka özellik de eserin konusu ne olursa olsun müellifin kendi ihtisasıyla ilgili terim ve­ya deyimlere büyük ölçüde yer verme­sidir.

Bu dönemde belagatla ilgili eserlerde beyân, meânî ve bedî' şeklindeki üçlü tasnif aynen devam etmiştir. Ancak be-dîiyyât adıyla Hz. Peygamberin methini konu edinen ve her beytinde en az bir bedîî sanat kullanılan yeni bir nazım şek­li ortaya çıkmıştır fbk. bedîiyyAt). Döne­min belagatla ilgili belli başlı eserleri şun­lardır: Adudüddin el-Tcî (ö. 756/1355), el-Fevâ^idü'I-ğıyâşiyye. Sekkâkî'nin Mif-tâhu'l-c ulûm'unun belagatla ilgili üçün­cü bölümünün bir muhtasarıdır. Teftâ-zânî(ö. 792/1390), el-Mutavveî Qaîe't-Telhîş, Muhtaşarü'l-Mutavvel; Seyyid Şerif el-Cürcânî(ö. 816/1413), Havâşi's-Seyyid Ca!e'l-Mutavvel; Hasan Çelebi, (ö. 886/1481), Haşiye calâ Şerhi'I-Mu-tavvel; Ebü'l-Kâsım el-Leysî es-Semer-kandî (ö. 888/ 1483'ten sonra), Hâşiyetü Ebi'l-Kâsim el-Leysî es-Semerkandî "aie'l-Mutavvel-, Abdüihakîm es-Siyâ!kû-tî (1067/1656), Haşiye calel-MutaweJ.

Bu dönemde şerh ve haşiye şeklinde gerçekleştirilen bu çalışmalar İslâm dünyasında edebî ve ilmî anlayışın ince tah­lil ve tenkitleriyle doludur. Dolayısıyla bu müelliflerin tamamen orijinaliteden yok­sun oldukları söylenemez.

Başlangıcından bu döneme kadar ge­len belagat çalışmaları taşıdıkları özel­likler bakımından genel olarak kelâm-felsefe mektebi ve edebiyat mektebi di­ye iki ana mektebe ayrılmaktadır. Süyü-tî bu iki merhaleyi Acem ve felsefecile­rin mektebi ile Arap ve bülegâ mektebi şeklinde ifade etmektedir.



a- Kelâm ve Felsefe Mektebi. Bu mektep­te "efradını cami, ağyarını mâni" mantı­kî tarifler, tasnifler, felsefî ve mantıkî terimler hâkimdir. Bu mektep mensup­ları, belagat ve fesahati ile tanınan kişi­lerden bol örnekler vermek suretiyle ye­ni bir üslûp ve anlayış geliştirme yerine mantık kaidelerine uygun bir tarif ve bu tarife uygun bir misalden oluşan an­laşılması zor, yoğun bir metin ortaya koyma yoluna gitmişler; bu metinlerin anlaşılabilmesi için de ayrıca şerh, ha­şiye ve ta'likat yazma ihtiyacını duymuş­lardır. Bilhassa Sekkâkfden sonraki be-İâgatçılar bütün güçlerini bu zor metin­lerin anlaşılmasına sarfederek bu tür eserleri inceden inceye tahlil ve tenkit etmişlerdir. Dolayısıyla müstakil eserler­le ortaya koymadıkları belagatla ilgili şahsî görüşleri bu şerh ve haşiye bollu­ğu içinde kaybolup gitmiştir. Daha çok İslâm dünyasının doğu kesiminde hâkim olan bu mektep esaslarına göre yazılmış başlıca eserler Abdülkâhir el-Cürcânî'­nin Deid'ilü'I-iVdz'ı, Z,emahşerî*nin el-Keşşâi'ı, Fahreddin er-Râzî'nin Nihâye-tü'1-îcâz îî dirûyeti'l-iQcâz\, Sekkâkr­nin Miftâhu'l-'ulûm'u, Bedreddin b. Mâlik'in el-Mişbâh îî "uîûmi'l-mekânı ve'1-beyân ve'l-bedîc\, Hatîb el-Kazvî-nî'nin Telhîşü'l-Miîtâh'\ ile el-îzâh'\, Sa'deddin et-Teftâzânfnin el-Mutavvel ile el-Muhtasar'i ve daha sonra bunla­ra yazılan şerh, haşiye ve ta'I i katlardır.

b- Edebiyat Mektebi. Bu mektep men-supiarı felsefî ve mantıkî terim ve tarif­lerden çok edebî zevk ve sanat ölçüleri­ni esas almışlar, bol misal ve şâhidier-den hareketle edebî zevkin ve bir be­lagat üslûbunun ortaya çıkmasına gay­ret sarf etmişlerdir. Bu mektebe men­sup eserlerin okunup anlaşılmasının ke­lâm mektebine göre daha kolay olması sebebiyle bunlarla ilgili şerh, haşiye ve ta'likata ihtiyaç duyulmamıştır. Daha çok Arapça'nın ana dili oiarak kullanıldığı Arabistan yarımadası, frak, Suriye, Mı­sır ve Mağrib'de hâkim olan bu mektep esaslarına göre yazılmış başlıca eserler İbn Reşîk'in el-eUmde''si, İbn Sinan el-Hafâcî'nin Sirrü'l-feşâha'sı, Üsâme b. Münkız'ın ei-Bedf iî nakdi'ş-şicr\ Zi-yâeddin İbnü'l-Esîr'in el-Meşelü's-sâJir"\ ile eî'Câmicul-kebîr"ı ve İbn Ebü'l-İs-ba' el-Mısrî'nin Bedî1u'l-Kur'ân''ıdır. Yahya b. Hamza el-Alevîbu iki mektebin görüşlerini birleştirmek suretiyle et-Ti-râzü'l-mütazammin adlı bir eser yaz­mışsa da kendisinden sonra pek takipçi bulamamıştır. Aynı şartlar içinde doğup gelişen bu mektepleri kesin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Şu var ki İslâm dünyasında belagat de­nince akla ilk gelen, kelâm ve felsefe mektebi ve bu mektebe mensup müel­liflerin eserleri olmuştur.

Dördüncü Dönem. XIII. (XIX.) yüzyıl son­larından günümüze kadar devam ede-gelen. İsiâm dünyasının Avrupa ile tema­sa geçmesinden sonra birtakım yenilik arayışlarının başladığı bir dönemdir. Do­layısıyla bu dönemde yetişen belâgatçı-lan, diğer birçok ilim dalında olduğu gi­bi, klasik tarz belagat çalışmalarını de­vam ettirenlerle ona modern bir veçhe vermek isteyenler olmak üzere iki grup­ta ele almak mümkündür. XX. yüzyıl be-İâgatçılannın özelliği, daha önceki dö­nemlerde yazılıp bu dönemin başların­da neşredilen metin, şerh ve haşiyeler­den faydalanarak konuyu kendi düşün­celerine göre ifade etme yoluna başvur­malarıdır. Bu dönemde ufak tefek ilâ­velerle klasik tarzı devam ettiren belâ-gatçılar ve eserleri şunlardır: Hüseyin b. Ahmed el-Mersafî (ö. 1307/1889), el-Ve-sîletü'l-edebiyye ile'l-eulûmi'l-eAra-biyye,-Ahmed el-Hâşimî(ö. 1362/1943), Cevâhirü'J-belâğa ül-me'ânî ve'}-be-yân ve'1-bedf; Ahmed Mustafa el-Me-râgi (ö. 1952), 'Ulûmü'l-belâğa.



Belagata modern bir veçhe vermek is­teyenler genellikle Batı edebiyatını oku­muş, incelemiş ve bu edebiyattaki geliş­melerin etkisinde kalmış kimselerdir. Bunlar belagatın edebî tenkitle iç içe ol­ması ve Batı'daki gibi estetik çalışma­lardan faydalanılması gerektiğini savun­muşlardır. En Önemli temsilcileri Tâhâ Hüseyin, Abbas Mahmûd ei-Akkâd ile İbrahim el-Mâzinfdir. Bunların çoğu be­lagatla doğrudan ilgili eserler kaleme al­mamakla beraber yazı ve kitaplarında belagat konularına sık sık yer vermiş kimselerdir. Modern anlamda belagat çalışmaları ortaya koyan belâgatçılar ve eserleri ise şunlardır: Emin el-Hûlî, Fen-nü'1-kavl, el-Belâğa ve cilmü'n-nefs; Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Diföc cani'l-belâğa; Ali el-Cârim-Mustafa Emîn. el-Belâğatü'l- vazıha.

Bibliyografya:



Ebû Zeyd el-Kuresî. Cemhere213, Dımaşk 1406/1936, I-II; Sîbeveyhi, el-Kitâbinşr. Abdüsselâm M. Hârûn, Kahire 1977-83, I-IV; Ma'mer b. Müsennâ, Mecâzü'l-Kıır1'ân214, Kahire 1374/1955; Câhiz. el-Beyân ue't-tebyîn, I-IV; İbn Kuteybe, 7e'uf-lü ınüşkili'l-Kur ân215, Kahire 1393/1973; a.mlf., eş-ŞiV ue'ş-şu'arâ216, Kahire 1367/ 1948; İbnü'I-Mu'tez. el-Bedf217, Beyrut 1401/1980; a.mlf., 7a-bakâtü'ş-şu'arâ'218, Kahire 1981; ibn Tabâtabâ el-Alevî, cİyâ-rü'ş-şi'r219, Beyrut 1402/ 1982; Kudâme b. Ca'fer, Nakdü'ş-şi'r220, Kahire 1400/1980; a.mlf., Nakdü'n-neşr221, Beyrut 1402/1982, Tâhâ Hüseyin'in mu­kaddimesi, s. 31; Hasan b. Bişr el-Âmidî, el-Mıiüâzene222, Kahire 1363/1944; Şelâsii resâ'ıV fî i'câzi'l-Kur'ân223, Kahire 1955; Rummânî, en-Niiket, Kahire 1955, s. 69; Askerî, KiLâbii'ş-Ştnâ'ateyn224, Kahire 1371/1952; Bâkıllânî. İ'câ-zü'l-Kur'ân; İbn Reşîk el-Kayrevânî, ei-cÜmde (nşr. Muhammed Karkazan), Beyrut 1408/1988, I-ll; Abdülkâhir el-Cürcânî, Esrârü't-belâğa225, İstanbul 1954; a.mlf., Delâ'ilû't-i'câz226, Kahire 1404/ 1984; Muhammed b. Haydar el-Bağdâdî, Kâ-nûnü'l-belâğa227, Bey­rut 1409/1989; Fahreddin er-Râzî, tiihâyetü'l-îcâz fî dirâyeti'l-i'câz228, Beyrut 1985; İbnü'l-Esîr. el-Meşelü's-sâ'İr229, Riyad 1403/ 1983; Ebû Ya'küb es-Sekkâkî. Miftâhu'i-'ulûm230, Beyrut 1403/1983; Zimil-kânt, et-Tibyân fî 'ilmi'l-beyân231, Bağdad 1384/ 1964; Hatîb el-Kazvînî, et-Telhîş ft culûml'l-be-lâğa232, Kahire 1932; a.mlf., el-îzâh233, Kahire 1400/1980, MI; Yahya b. Hamza el-Ale-vf. et-Tırâzü'l-mütczammin ii-esrâri'l-belâğa, Beyrut 1400/1980, I-III; İbn Haldun, Mukaddi­me, III, 1273-1277; Keşfü'z-zunûn, I, 232-234, 259-260; II, 1727; Hafâcî, Sırml-feşaha, Bey­rut 1402/1982; Abdurrahman Fehmi. Medre-setü'l-Arab, İstanbul 1304, s. 120-129; Ahmed Mustafa el-Merâgl. "ülûmü'l-belâğa, Beyrut, ts. (Dârül-Kalem), s. 7-14; Râduyânî, Tercümâ-nü'i-belâğa234, İstanbul 1949, naşirin mukaddimesi, s. 5-11; Abbas Azzâvî, Târlhu'l-edebiVArabî fıV'Irak, Bağdad 1382/ 1962, I, 198-235; II, 151-164'; Şevki Dayf, el-Belâğa: tetauvür ue târîh, Kahire 1965; Ahmed Emin. Zuhrut-lslâm, Beyrut 1388/1969, III, 124-125; Abdülazîz Atîk, Fi Târîhi'l-belâğati'l-'Arabiyye, Beyrut, ts.235; Ömer Rıza Kehhâle, el-Luğatü'i-cArabİyye ue eülamühâ, Dımaşk 1391/1971, s. 155-182; Bedevî Tabâne. el-Beyânü'i-'Arabî, Kahire 1396/ 1972; Mecîd Abdülhamîd Naci, el-Eseru iğrîki fi'l-beiâğati'l^Arabiyye mine'l-Câhiz İlâ İbrti'l-Mu'tez, Necef 1396/1976; Abdürrezzâk Ebû Zeyd Zâyed, Vlmü'l-bedf, Kahire 1977; M. Ali Sultanî, Ma'a'i-Belâğaü'l-'Arabiyye, Dımaşk 1979; Hammâdî Sammüd, et-Tefkîrü'l-be!âği inde'l-cArab, Tunus 1981; Mazin el-Mübârek, el-Mu'cez fîtârîhi'l-belâğa, Dımaşk 1401/1981; Abdülkâdir Hüseyn. el-Muhtaşar fî LSrthi'l-be-lâğa, Beyrut 1402/1982; Mahmut Kaya, İs­lâm Kaynakları Işığında Aristoteles ue Felse­fesi, İstanbul 1983, s. 113-127; Ahmed Matlüb, Mu'cemü't-muştalahâÜ'l-belâğiyye ue tetau-uüruhâ, Bağdad 1403/1983, I-III; İhsan Ab­bas, Târîhu'n-Rakdi'l-edebî'inde'l-'Arab, Bey­rut 1404/1984; Tâhâ Ahmed İbrahim, Târîhu'n-nakdi'l-edebT Cinde'i-Wab, Beyrut 1405/1985; Muhammed Câbir Feyyaz. "Mefhûmül-belâga luğaten ve jşhlâhen", MMİlr., XXXV (1974), s. 257-312; "Abduh Abdülazîz Kalkîle, "en-Nak-dü'1-edebî ve'1-belâğa eyyühüme'l^aşl ve eyyühüme'l-ferc", Faysal, XXXVI, Riyad 1980, s. 28-34; Nasrullah Hacımüftüoğlu. "Belagat Ekolleri ve Anadolu Belagat Çalışmaları", EAÜİFD, VIII (1988), s. 115-127; a.mlf, "Bela­gat İlminin Gelişmesinde Kelamcılar ve İs­lâm Filozoflarının Rolü", a.e., IX (1990), s. 215-237; A. Schaade. "Belâgöt", İA, II, 464; a.mlf. -G. E. von Grunebaum, "Balâgha", El2 (İng.), I, 981-983; Muhammed Halefullah-[ldâre], "Be-lâğat", UDM'l, IV, 735-744; Emîn el-Hûlî. "el-Belâğa", DMİ, IV, 65-72; J. T. P. de Bruijn. "Ba-lâğat", Elr., 111, 571-572; ABr., III, 537; Nihad M. Çetin, "Arap", DİA, III, 295-296.

Arapça'nın be­lagat ilmi için gerekli şartları taşıması­na karşılık Hint-Avrupa dillerinden olan Farsça bu konuda yeterli alt yapıya sa­hip değildir. Bu bakımdan İran şairleri özellikle yeni edebiyatın doğduğu sıra­larda Arap edebiyatındaki belagat kai­delerini taklit etmekle yetindiler. İran edebiyatına geçen birçok Arapça kelime de bu taklidi kolaylaştırdı. Bu dönemde hemen hemen bütünüyle Arap edebiya­tının etkisi altında bulunan şairler Arap edebî sanatlarından büyük ölçüde fay­dalandılar. İlk dönem şairlerinden Rüdekî (ö. 329/940-41), Şehîd-İ Belhî (ö. 325/ 9371 ve Daklki (ö. 366/976 [?]) gibi şairler bir yandan şiirlerinde bu sanatlara yer verirken bir yandan da edebî sanatlarla ilgili eserler yazılmasını istediler.

Sâmânîier'in son, Gazneliler'in ilk dö­nemlerinde İranlı şairler belagat ilminin bir dalı olan bedî' ilmine karşı özel bir il­gi duymuşlardır. Nitekim Unsurî (ö. 431/ 1039-40) bir beytinde bahar güzellerini bedî' sanatının kullanıldığı şiirlere ben­zetmektedir. Ayrıca Gazneli Sultan Mah-mud dönemi (998-1030) şairlerinden Ebû Saîd Ahmed b. Mahmûd-ı Menşürî-yi Semerkandî ve Katrân-ı Tebrîzî (ö. 482/ i 089) şiirlerinde geniş ölçüde bedî' sanat­larını kullanmışlardır. Ancak bu yıllarda henüz edebî sanatlarla ilgili Farsça eser yazılmamıştı. Belagat türünde büinen ilk Farsça eser, Muhammed b. Ömer er-Râ-dûyânfnin uzun zaman Ferruhî-yi Sîstâ-nfye ait gösterilen Tercümânül-belâğa adlı eseridir. Hicrî V. (XI.) yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Muhammed b. Ömer er-Râdûyânî, Ebû Yûsuf ve Ebü'1-AIâ-yi Şüşterî adlı iki kişinin aruzla ilgili Farsça eserleri dışında bu konuda Farsça hiçbir eser yazılmadığını söyler. Râdûyânî Ter-cümânü'I-belâğa'y] yazarken V. (XI.) yüzyıl âlim ve şairlerinden Ebü'l-Hasan Nasr b. Hasan el-Merglnânfnin Kitâbü'l-Mehâsin ü'n-nazm ve'n-nesr adlı ese­rinin etkisi altında kalmıştır. Tercümâ-nü'1-belâğa''dan sonra yazılan ilk eser, Reşîdüddin Vatvât'ın (ö. 573/ 1177) Hadâ'iku's-sihr fî dekö^iki'ş-şi'r'idir. Vat­vât'ın bu ünlü eseri kendinden sonra baş­lıca şu eserlerin kaynağı olmuştur:

1- Şems-i Kays. el-Mu'cem iî me'â'îri eşcâri'l-cAcem236.

2- Ha­san, Bahrü'ş-şanâyic. Manzum olarak kaleme alınan eserin237 çok basit bir ifade tarzı vardır.

3- Mu­hammed b. Saîd-i Fahr-i İsfahanı {Şems-i Fahrî), Mi'yâr-i Cemâli. Cemâleddin Şeyh Ebû İshak İncû'ya (ö. 758/1357] ithaf edilmiştir.

4- Şerefeddin Hasan b. Mu­hammed Râmî-yi Tebrîzî (ö. 795/1393], Hadâ''iku'l-hakâ'ik. Celâyirli Şeyh Üveys (1356-1374) adına yazılmıştır.

5- Tâcü'l-Halâvî unvanı ile tanınan Ali b, Muham­med (V1I1./XIV. yüzyıl), Deka^iku'ş-şir.238

6- Mîr Seyyid Bur-hâneddin Atâullah b. Mahmûd-ı Meşhe-dî(ö. 919/1513), Kitâbü Bedâyi'i'ş-şa-nâyi'. 894'te (1489) Emir Ali Şîr Nevâî adına yazılmıştır.

7- Hüseyin Vâiz-i Kâşi­fi (ö. 910/1504), Bedâyicul-efkâr iî şa-nâyi ci'l-eş "âi.

8- Vâhid-i Tebrîzî (6* 1080/ 16ö9), Miitâhu7-bedâyi' ve Câmic-i Muhtasar (her ikisi de manzum).

Beiâgatla ilgili bu eserler dışında özel­likle XIV ve XV. yüzyıllarda yine belagat­la ilgili muamma sanatına dair birçok eser ve risalenin yazıldığı görülmekte­dir.



1- Bedîî-yi Tebrîzî, el-İhyâ3 iî hal­li!-mu." amma.

2- Şerefeddin Ali Yezdî (o. 858/I454), Huleî-i Mutorraz der Fenn-i Mucammâ ve Luğaz.

3- Abdur-rahman-ı Câmî'nin Bâbür adına 856'da (1452) yazdığı Hilyetü'l-hulel'inm ya­nı sıra yine bu konuyla ilgili üç Risâle-i Mucammâ's daha vardır.

4- Mîr Hüseyn-i Muammâyî'nin 904'te (1498) yazdığı Destûr-i Mucammâ (birkaç defa Farsça ve Türkçe olarak neşredilmiştir!. S. Seyyid Şerîf-i Muammâyî'nin 906'da (1500) kaleme aldığı Eikâru'ş-şerit 6. Seyfî-i Bu-hârî, Risale der Mucammâ.

Bibliyografya:

Râdûyânî, Tercümânü'l-helSğa239, İstanbul 1949, naşirin önsözü, s. 5-11; Reşîdüddin Vatvât, Hadâ'iku's-sihr fîdekâ'iki'ş-şi'r240, Tahran 1342, naşirin önsözü, s. s-nh; Safa. Edebiyyat, II, 917; IV, 116-122; Rypka. HIL, s. 176, 432; A. Schaade, "Belâgaf", İA, II, 464; a.mif. - G. E. von Gru-nebaum, "Balâgha", El2 (ing.), I, 981-983; M. Cavid Baysun. "Muamma", İA, VIII, 435-438; J. T. P. de Bruijn, "Balâğal:", Elr., III. 571 -572.

TÜRK EDEBİYATI. Güzel yazma yollarının bilinmesi, fikir ve duygunun "yerinde, yeterince ve zamanında" ifade edilmesi tabii bir şekilde her zaman var olagelmiştir. Fakat bunun bir fen veya ilim olarak sistemleştirilmesi eski Yu-nan'da milâttan önceki asırlarda, Arap-lar'da ise İslâmiyet'ten önceki devirler­de bağlamıştır. Sözlü ve yazılı edebiyatı bugüne intikal eden İslâm öncesi Türk dünyasında bu yönde bir çalışmanın var­lığından söz etmek mümkün değildir. Ancak müslüman Türkler İslâm mede­niyetinin teşekkülünde oynadıkları rolü Arap dili ve edebiyatı ile belagatı alanın­da da gerçekleştirmişlerdir. Nitekim Ze-mahşerî, Teftâzânî gibi Arap belagatı sahasında eser vermiş büyük yazarlar Türk'tür. Müslüman Türkler Arapça'yı bir ilim dili kabul ettiklerinden belagatı da Arapça olarak yazıya geçirmişlerdir. Bu sebeple Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları devrinde bu konuda Türkçe yazılmış bir kitaptan söz etmek müm­kün olmamaktadır.

Akkoyunlular zamanında yaşayan Şeyh Ahmed el-Bardahfnin Kitâbü Camii en-vâi'l-edebil-Fârisî ad!ı kitabının (yazı­lış tarihi 907/1502) "fi's-Sanâyii'1-edebiy-ye mine'1-arûz ve't-ta'miye" başlıklı be­şinci bölümü bazı edebî sanatlar ile şiir nevileri, edebiyat terimleri, aruz ve mu­amma hakkında birtakım bilgiler ver­mektedir. Bugün konusunda Türkçe ya­zıldığı bilinebilen bu ilk kitap bir sözlük niteliğindedir ve örnekleri Farsça, Arap­ça ve Türkçe metinlerden derlenmiştir. XVI. yüzyılın ortalarında telif edilen Mus-lihuddin Mustafa Sürürî'nin bîr mukad­dime, üç bölüm, bir hatimeden meyda­na gelen Bahrü'l-maârif'inde241 nazım, nesir, kafiye, na­zım nevileri, edebî sanatlar vb. edebiyat terimleriyle geniş bir şekilde de teşbih ve benzetme yönü üzerinde durulur, ay­rıca şiir sanatının faydaları anlatılır. Eserin ağırlık noktasını teşbih bahsi teşkil eder. Aynı şekilde fakat bütünüyle teş­bihi konu alan bir diğer kitap da Muîdf-nin MiÛâhu't-teşbîh'ldir. Eser, benzeti­len unsurlarla benzetme yönü gibi konuların bilinmesi yazıda güzelliğin ara-nışı olarak değerlendirildiğinden bela­gatın konusu içine girer. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi'nin îstılâhâ-tü'ş-şiriyye's\ ise adından da anlaşıla­cağı gibi şiirle ilgili bazı terimlerle edebî sanatları ihtiva eder. Bu dört eser daha çok şiir etrafındaki belagat terimlerini içine almaktadır. Bu çerçeveyi ilk aşan İsmail Hakkı Ankaravî olmuştur. Ancak ondan daha önce Altıparmak Mehmed Efendi'nin, Hatîb el - Kazvînî'nin Telhî-şü'l-Mh'tâh''ına yapılmış şerhlerden bi­rinin tercümesi olan eserinin söz konu­su edilmesi gerekir. Sa'deddin et-Teftâ-zânî'ye ait el-Mutavvel'm muhtemelen geliştirilmiş ve genişletilmiş tercümesi olan ve Tercüme-i Telhis ismiyle de anı­lan bu eser Kâşifü'1-ulûm ve iâühu'l-fünûn adını taşımaktadır. Süleymaniye Kütüphanesi'ndeki yazmasında242 görüldüğü üzere önce metnin Arapça aslı verilerek ardından aynı kıs­mın tercümesi yapılmıştır. Bir Mevlevî şeyhi olan Ankaravî Miîtâhu'l-belâga ve misbâhu'l-fesâha'sm], yer yer Hatîb el-Kazvînrnin Telhîşü'l-Miftâh'm\ tercü­me ederek ve Hâce Cihan'ın Menâzır-ı İnşâ^ adlı eserinden faydalanarak ha­zırlamış ve belagat öğrenmenin Kur'ân-ı Kerîm'i, Hz. Peygamberin sözlerini ve ayrıca Mevlânâ'nın Meşnevfsini anla­maya yardımcı olacağını belirtmiştir. Bu husus belagata dinî bir anlam vermenin ötesinde müellifin anlayışını da sergi­ler. Esasen belagatın sistemleşmesinde Kur'ân-ı Kerîm'i ve hadisleri anlama ih­tiyacının payı büyüktür. Öte yandan bu­günkü bilgilerimize göre ilk defa Anka­ravî tercüme yoluyla da olsa bu türden bir eserde belagatı tarif eder. MiMhu'l-belâga ve misbâhu'l-fesâha'öa ayrıca beyân ve bedî' de başlığı ve kadrosu ile beraber söz konusu edilmiş, inşâ, hut­be ve mekâtible ilgili bilgiler verilmiştir. Ayrıca Taşköprizâde Ahmed Efendi de Mevzûd(ü7-u/ûm'unda bu sayılan eser­lerden önce meânî, beyân ve bedî' ile il­gili fasıllar açmış bulunuyordu.

Ancak bu tercümelere rağmen Türk­ler asırlarca belagat konusundaki kitap­ları Arapça asıllarından okumuşlardır. Nitekim medreselerde belagat için ders kitabı olarak Sekkâkî'nin Mittâhul-'u-lûm'u, Hatîb el-Kazvînî'nin Telhîşü'l-Miftâh'ı, Sa'deddin et-Teftâzânrnin el-Mutavvel ve Muhtaşarü'l-MutavveD ve bunların Molla Fenârî'nin oğlu Hasan Celebi, Molla Hüsrev vb. kimseler tara­fından kaleme alınan şerh ve haşiyeleri okutul m ustur.

Tanzimat'tan sonra Batılı anlamda ye­ni mekteplerin açılması ve bunların ders programlarına belagatın da alınması bu konuda yeni arayışlar doğurmuştur. Ar­tık bu okullardaki öğrenciler belagatı aslından okuyacak kadar Arapça bilmi­yorlardı. Bunun için Türkçe belagat ki­tabı telifinde bir artış görülmüştür. Önce Mevlânâ İsâmüddin'in Mîzânü'î-edeb'ı Mehmed Tâhir Selâm tarafından Arap­ça'dan tercüme edilerek yayımlandı.243 Sonra Ankaravî'nin adı ge­çen eseri neşredildi244. Bu devrenin ilk telif eseri Mehmed Nüzhet'-in Muğni'l-küttâb'ıû\r.245 Dârüimuallimîn kitabet hocası olan Meh­med Nüzhet orada "levâzım-ı tahsîliyye-ye, tehzîb-i ahlâk-ı etfale ve âdâb-ı ka­lem ve usûl-i inşâ ve kitabete dair" dik­te ettirdiği notlardan Muğni'l-küttâb'\ meydana getirmiştir. Daha sonra Selim Sabit rüşdiyeler için Mi'yârü'l-kelâm'\ yayımlar246. Mısır Hidivi İs­mail Paşa'nın Sultan Abdülaziz devrinde İstanbul'u ziyareti (1872) dolayısıyla taş basması olarak neşredilen Fenn-i Bedî'-de247 Mehmed Mirin, "fenn-i bedf" ile beraber teşbih ve nazım türle­rini de verir. Yazara göre ölümden son­ra adını yaşatmanın yollarından biri gü­zel konuşma ve güzel yazmadır; bunun için de belagatın en mühim şubesi olan bedî' öğrenilmelidir. Ahmed Hamdi, Mu-hammed b. Kays'ın Mu'cem'i ile Beh-râm-i Serahsfnin Ğayetü'l-'arûzeyn'm-den faydalanarak hazırladığı Teshîlü'l-arâz vel-kavafî ve'1-bedâyi'möe248 önce şiir üzerinde durur, şiirin tarihçesini verir; sonra aruz ve ka­fiyeyi ayrı ayrı ele alır ve nihayet edebî sanatları sıralar, nazım çeşitlerini ve şi­irle ilgili bazı terimleri açıklar.

Buraya kadar zikredilen eserler Arap­ça belagat kitaplarını numune olarak alan ve Arapça, Farsça, Türkçe örnekler veren kitaplardır. Esas örnek Arapça eserler ve daha çok Telhîşü'l-Miftâh'-tır. Halbuki Tanzimat'tan sonra edebiyat anlayışında değişiklikler olmuş, şair ve yazarlar Batı edebiyatına da yönelmiş­lerdir. Süleyman Paşa Mebâni'1-inşâ İl­li, İstanbul (288-1289) adlı eseriyle sa­nat alanındaki bu yönelişi nazariyeye de uygular. Mebâni'l-inşâ ile dokuz asır­lık bir gelenek kırılır ve Arapça, Farsça belagat kitaplarının yanında Fransızca "rhĞtorique" kitabı ve daha sonra diğer kitaplar yazarlara örneklik etmeye baş­lar. Süleyman Paşa Arapça Meşelü's-sâ^ir, îzâhü'l-me'ânî, Farsça Menâzır-ı İnşâ' adlı eserin yanında Fransız müel­lifi Emile Lefranc'ın Traite theorique et pmtique de litterature249 adlı kitabından da faydalanır. Terim karşılık­ları tam oturmamış da olsa Batı retori­ğinin birçok konusu Türk edebiyat na­zariyesine kazandırılır. Mebâni'l-inşâ'ûa nesir de ağırlık kazanır ve kendisinden önce yazılmış kitaplardan çok ileride Türkçe örneklere yer verilir. Artık bun­dan sonra bu alanda yayımlanan kitap­lar ya eski geleneği devam ettirirler ya da Arapça belagat kitaplarının yanında Batı retorik kitaplarından da faydala­nırlar. Nitekim asırlarca aslından oku­nan ve okutulan Sa'deddin et-Teftâzânf-nin el-Mutavvel'i Abdünnâfi İffet Efen­di tarafından en-Nef'ıı'l-muavvel lî Ter-cemeti't-Telhîs ve'l-Mutavvel adıyla tercüme edilir ve iki cilt halinde yayım­lanır250. Fa­kat bu tercüme ifade zaafları ile dolu­dur ve okunması güç bir eserdir.

Ali Cemâleddin'in Arûz-ı Türkî Sanâ-yi-i Şi'riyye ve îîm-i Bedî' adlı eseri251 Ahmed Hamdi'nin adı geçen kitabının tertibinde bir eserdir ve Türk­çe örneklerin bolluğu ile dikkati çeker. Artık bundan sonra Arapça ve Farsça ör­nekler gittikçe azalacaktır. Bizde klasik belagatın tam kadrosunu yani fesahat, meânî, beyân ve bedîi içine alan ilk ki­tap Ahmed Hamdi'nin Belâgat-ı Lisân-ı Osmdnf'sidir252. Fakat bu eser örnekler bakımından son derece zayıftır. Mihalicî Mustafa Efendi Zübde-tü'l-beyânında253 sadece beyânın kadrosunu ele alır ve yalnız ede­bî sanatların daha İyi hatırda kalması için atasözlerini örnek olarak kullanır. Hacı İbrahim Efendi ise sadece iki cüz neşredebildiği Hadîkatü '1 - beyân 'ında254 fesahattan sonra meânî-nin başta gelen konularını inceler. Ahmed Cevdet Paşa Mekteb-i Hukuk'ta okuttuğu belagat derslerini Belâgat-ı Osmâniyye255 adıyla cüz cüz yayımlar. Kitap büyük bir yankı uyandırır, hakkında çeşitli tenkitler ya­zılır ve bunlara cevaplar verilir256. Cevdet Paşa eserinin mukaddimesinde belaga­tın adlandırılışı ve kadrosu konusunda Araplar arasındaki tartışmalara temas ederek kendisinin meânî, beyân ve bedîi bir ilim kabul ederek ilm-i belagat diye adlandırdığını söyler. Belagat tarihimiz­de bu kitabın bir önemi de o devirde se­kiz defa basılıp belagat meselelerinin Türk aydını tarafından bir tartışma ko­nusu haline gelmesine yol açmasıdır. Bu tartışmaların önemli bir tarafı ise asır­lardır okunan ve takip edilen Arap bela­gatı yerine artık Türkçe'ye mahsus bir belagatın kurulması yoluna girilmesidir. Süleyman Paşa'nın kitabına karşılık Cev­det Paşa eski belagatı devam ettirir. Hal­buki yine aynı okulun belagat hocası Mü-nif Paşa'nın dersleri çok daha farklıdır. Bütünüyle Batı retoriğini anlatan Münif Paşa'nın İlm-i Belâgat-La Rhetorique'\ eksiktir ve basılmamıştır.

Arap belagatı ile Batı retoriğinden fay­dalanarak Tanzimat'tan sonra giderek kendini hissettiren Batılı anlamdaki ye­ni edebiyatın, yenileşme devri Türk ede­biyatının esaslarını tesbit gayesini gü­den ve belagat tarihimizde bir dönüm noktası teşkil eden (1882), tesiri Cumhu-riyefe hatta günümüze kadar devam eden Ta'lîm-i Edebiyyât da257 Mekteb-i Mülkiyye'de okutulan ders notlarından meydana gelmiştir. Re-câizâde Mahmud Ekrem, daha önce Sü­leyman Paşa'nın faydalandığı Emile Lef-ranc'ın Traite theorique et pratique de Htterature'ünün style et composition cildindeki "Style" bölümünü geniş ölçü­de Türk edebiyatında uygular. Yazar ki­tabının ağırlık noktasını teşkü eden üs­lûp konusunu bir araştırma zemini ola­rak Türk edebiyatı nazariyesi literatürü­ne kazandırmakla kalmaz, klasik bir ko­nu olan fesahat ve edebî sanatların izah­larında bile yenilikler yapar. Belâgat-ı Osmâniyye, tariflerinin yetersizliği, ör­neklerinin anlatılanı vermekten uzak olu­şu ve ifade zaafları bakımlarından ten­kit edilmişti. Ta'lîm-i Edebiyyât üze­rinde uzun süre devam eden tenkitler­de ortak ve benzer noktalar bulunması­nın yanında hem eser hem de yazarı es­ki ve yeni edebiyat taraftarları arasında tartışılmış, böylelikle Ta'lîm-i Edebiy­yât yeni edebiyatın belagatını yapan bir kitap olarak değerlendirilmiştir. Belâ­gat-ı Osmâniyye ile başlayan belagat tartışması Ta'lîm-i Edebiyyât'\a çok da­ha genişlemiş, derinleşmiş, dolayısıyla belagat Türk edebiyat hayatının önemli bir konusu oluvermiştir. Bu tartışmala­rın bir uzantısı olarak da sayılmış olan Şerh-i Belagat ise258 Mek­teb-i Hukuk'ta Cevdet Paşa'nın yerine o dersi ve paşanın eserini okutan Hacı İbrahim Efendi'nin notlarıdır ve eksiktir. Aslında bu devirde yazılmış belagatla il­gili eserlerin çoğu ders kitabı olmaları yanında tamamlanamamışlardır. Ta'lîm-i Edebiyyât'ın bile birinci kısmı çıkmış olup ikinci kısmı basılmamıştır. Aynı şe­kilde sadece birinci kısımda kalan ve Ta'­lîm-i Edebiyyât'm en yakın takipçisi du­rumundaki Tedrîsât-ı Edebiyye de259 Mekteb-i Hukuk'un ders ki­tabıdır. Bunda da üslûp bahsine ağırlık verilmiş ve yazan Abdurrahman Fehmi, daha önce adı geçen Lefranc'ın eserinin yanında yine Fransız müellifi olan Pelii-sier'in Principes de Rhetorique Fran-çaise'inden de faydalanmıştır. Bu iki ki­tap bu konuda II. Meşrutiyete kadar ya­zılmış eserler üzerinde etkili olmuştur. Bu devrede Menemenlizâde Mehmed Tâ-hir'in Osmanlı Edebiyatı260, Mehmed Celâl'in Osmanlı Edebiyatı Nu­muneleri261 Recâizâde'yi de­vam ettirirler. Ayrıca Menemenüzâde'-nin Mekteb-İ Mülkiyye'den hocası Recâ­izâde'yi aşan tarafları da bulunmakta­dır.

Öte yandan Abdurrahman Süreyya Mî-zânü'l-belâga262 ile Sefîne-i Belagatında263, Diyarbekir-li Said Paşa Mîzânü'l-edeb'ınüe264 eski belagatı aynen devam et­tirirler. Eski belagatın bir savunucusu olan ve Ta'lîm-i Edebiyyût'a şiddetle karşı çıkan Hacı İbrahim Efendi, Recâi-zâde'nin yerine hoca olduğu Mekteb-i Mülkiyye'de okuttuğu dersleri Edebiy-yât-ı Osmâniyye265 adı al­tında ve beş cüz olarak yayımlar. Bu ek­sik kalmış kitap, yazarın düşüncesinde geleneğin nasıl kırıldığının çarpıcı bir ör­neğidir. O da artık bu eseriyle belagata geleneğe göre değil devrine uygun ola­rak yaklaşmaktadır. Yine bu dönemin mahsulü olan Ali Nazif'in Zînetü'1-ke-lâm'ı266, Muallim Naci'nin Istilâhöt-ı Edebiyye'si267, birtakım edebiyat kavramlarını belirli bir esasa bağlı kalmaksızın açıklayan birer kitaptır ve ikincisi gerek eserin kuvvetli yapısı gerekse yazarı dolayısıyla günü­müze kadar aranan ve faydalanılan bir eser olmuştur. Ali Nazîmâ'nın Muhtıra-i Belagat')268, Rusçuklu M. Hayri'nin Belagat'269, İb-nü'l-Kâmil Mehmed Abdurrahman'ın Ter-tîb-i Cedîd Belagat-1 Osmâniyye'sı270, İbradalı Mehmed Şükrü'-nün İlm-i Belagatı271 anıl­ması gerekli diğer eserlerdir. Mehmed Rifat'ın Mecâmiu'l-edeb'i ise272 bu alanda daha önce yazılmış eser­lerin en hacimlisi ve âdeta bütün "ulûm-ı edebiyye "yi kuşatmaya çalışan fesahat, meânî, beyân ve bedîin müstakil kitap­larda ayrı ayrı ele alındığı bir teliftir. Bu son kitapların kısmî de olsa yeni anlayı­şa açık bulunduklarını da belirtmek ge­rekir. İsmail Hakkı'nın Esrâr-ı Belagatı273 bu devrin son terkip ara­yışını yansıtan en önemli eserdir. Süley­man Paşa'dan ve özellikle Recâizâde'den sonra görülen ikilik, yani eski belagatla Batı retoriğini birleştirecek yeni teşek­kül eden edebiyatın belagatının yapıl­mak istenmesi gibi anlayışlar belagatta yeni arayışlar doğurdu. Bir kısım yazar­lar eskiyi aynen devam ettirirken bir kısmı da eski ile yeniyi terkip etmek yo­lunu tuttu; bazılarında ise bu iş terkip­ten çok alıntı mahiyetinde kaldı. İsmail Hakkı tamamlanamayan bu eserinde gerçekten eski ile yeniyi, eskinin asıl kay­naklarına giderek birleştirmek ve birle­şen noktalarını ortaya koymak ister. Bu terkip denemesinin son temsilcisinden hemen sonra M. İzzet Def'u'l-mesâlib fî-âdâbi'ş-şâir ve'İ-kâtib274 adlı eseriyle eski belagatın son örneği­ni vermiştir. Bu bakımdan bu devirdeki eski ile yeninin aynı zamanda Doğu ile Batı'nın diğer alanlarda görülen ikiliği, terkip arayışları, bütünüyle yeni, bütü­nüyle eskinin hücre hücre yaşaması be­lagat alanında da kendini gösterir. Ay­rıca Türk edebiyatı tarihinin bütünü için­de belagatın en fazla önemi bu dönem­de (i870-1907) kazandığını söylemek de yanlış olmaz.

Süleyman Fehmi Edebiyat 275 adlı kitabıyla Recâizâde'nin getir­diği yenilikleri daha da ileri götürür ve bu alanda yeni bir devrin başlangıcı olur. Artık belagat güzel yazmak, fikir ve duy-guian yerinde, yeterince ve zamanında ifade etmek, edebî sanatları kullanmak için birtakım kaideler koyan bir ilim ol­manın ötesinde bir anlam kazanır. Sa­nat, güzel sanatların bir şubesi olarak edebiyat, sanatın gayesi, sanatta ve ede­biyatta ahlâk gibi konularla sanatın ve edebiyatın psikolojisi ve felsefesi yapıl­maya çalışılır; bu çerçevede Recâizâde ile geien his, fikir ve hayal görüşü asıl yerini bulur. Yazı yazma bir sanat olarak mütalaa edilir, üslûp ve üslûbun özellik­leri üzerinde durulur; vahdet, icat, ter­tip gibi kompozisyon meseleleri ele alı­nır. Aslında bunlar Arap belagatı ile Ba­tı retoriğinde de bulunan konulardır, fa­kat Süleyman Fehmi ve sonrakiler bunları Batı'daki gelişmelere paralel olarak felsefî ve psikolojik bir şekilde incele­miş, kaidecilikten uzaklaştırmaya çalış­mıştır. Eski belagata en uygun olan ve aslında değişmesi pek mümkün olma­yan edebî sanatlarda bile bu yeni anla­yış kendini hissettirir. Mekteb-i İdâdfde Süleyman Fehmi'nin Edebiyatım oku­tan Mithat Cemal orada eksik gördüğü bazı konuları Edebiyat Dersleri276 adıyla yayımlar. Reşid Nazariy-yât-ı Edebiyye 'sinde277 eski belagattan gelen kavramları devri­ne göre yeni açıklamalara kavuşturur. Şehabeddin Süleyman San'at-ı Tahrîr ve Edebiyyât278 ile eski be­lagattan tamamen ayrılır ve artık yeni anlamları içinde de olsa eski kavramlar görülmez. Sanat, şahsiyet, muhit, mek­tepler, tarih. ırk gibi sanat eserini çevre­leyen hususların felsefî ve psikolojik izah­ları yapılır. Muhyiddin'in Yeni Edebiyatı279 İle Köprülüzâde Mehmed Fuad ve Şehabeddin Süleyman'ın bera­ber hazırladıkları iki ciltlik Ma'lûmât-ı Edebiyye ise280 bu anlayı­şın gelişerek ve zenginleşerek devamı­dır. Artık yazarlar bütünüyle Bati'ya yö­nelmişlerdir. Bu kitapların kaynakları arasında Taine'in Philosophie de /'art'), Veron'un Esthetique ve Lanson'un Con-seils sur l'art d'ecrire'i gibi Batılı ya­zarlar İle eserlerini saymak bu konuda bir fikir verir. Bunların içinde Recâizâde ve devrinin örnek aldığı Emile Lefranc ve Pellissier artık yoktur. Öte yandan bu devredeki eserler de yine ders kitapla­rıdır ve yer yer vezin, kafiye ve nazım şekilleri gibi konular yanında bilhassa edebiyat tarihine de yer verirler. Bu ara­da bazı kitaplarda halk şiirinin nazım şekilleri de görülmeye başlanır. Yine bu dönemde Tâhirülmevlevî'nin vezin, kafi­ye ve nazım şekillerine hasredilmiş ese­ri Tedrîsât-ı Edebiyyeden Nazım ve Eşkâl-i Nazımı da281 anıl­maya değer bir kitaptır.

Buraya kadar söz konusu edilen eser­lerin hemen tamamına yakını Tanzimat'­tan sonra açılan rüşdiye, idâdî gibi okul­larda okutulan ders kitaplarıdır. Darül­fünun Edebiyat Fakültesi'nde yıllarca ho­calık yapan Ali Ekrem'in buradaki çeşit­li sınıflarda okuttuğu ders notları taş basması halinde çoğaltılmıştır. Bunlar Lisân-ı Edebiyyât282, Dâ-rülîünûn'da Edebiyat Dersleri (1330-1331 öğretim yılı), Nazariyyât-ı Edebiy­ye Dersleri (1331-1332 öğretim yılı), Na-zariyyât-ı Edebiyye Dersleri Nesir Kısmı (1332-1333 öğretim yılı), Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri Mesâlik-i Edebiyye (1333-1334 öğretim yılı) adlarını taşır. Na­zım, nesir, hece vezni, aruz vezni, edebî eser tenkidi, nazım şekilleri, nesir dilin­deki gelişmeler, edebî ekoller gibi ko­nuları ihtiva eden bu eserlerin matbaa harfleriyle baskıları yapılmamış ve dola­yısıyla yaygınlaşmamıştır. Ferit Kam'ın aynı fakültedeki ders notlan olan Âsâr-ı Edebiyye Tedkîkâtı Dersleri de (1331-1332 öğretim yılı] daha çok eski şiirin in­celenmesi ve tahlilinde kendine mahsus birtakım ölçüler geliştirmiş ve sahasın­da önemli bir boşluğu doldurmuş ol­makla beraber taş basması halinde kal­mıştır. Mehmed Akif'in Dârülfünun'da verdiği derslerin notlan olan Kavâid-i Edeöiyye'si de (1329) bu devreye aittir.

Cumhuriyet'e geçiş döneminde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Süleyman Sevket'in liseler için yazılmış dört ciltlik ve antolojik niteliği ağır basan Güzel Yazılar'] (1336-1339) yanında Ali Canip'in Edebiyat'm]283, EpopĞe ve Edebî Nevîlerle Mesleklere Dâir Mâ-iumdi'ını284 ve Çankırılı Ah­met Talat'ın Halk Şiirlerinin Şekil ve Nevi285 adlı kitapları da ay­rıca kaydedilmelidir. Bu son devreye eski belagatın hemen son bir denemesi ma­hiyetinde olan Said Nursi'nin Muhâke-mât'ını da (1327) eklemek gerekir. Arap-lar'ın Aristoteles'in Retonko 'sini orta za­manda el-Hitabe adı altında tercüme ettikleri bilinmektedir. Mithat Cemalin Hitabet Dersleri de286 bu devredeki eserler arasında konusunda zikre değer bir kitaptır.

Cumhuriyet devrinde liselerdeki ede­biyat öğretimi giderek mahiyet değiş­tirmiş ve artık eski yolda eser yazılmaz olmuştur. Hatta edebî bilgilere ve bela­gata ilgi gittikçe azalmıştır. Bununla be­raber sayılan az da olsa eski metinleri anlamak için çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bunların önemli birkaç tanesinden söz etmek yerinde olacaktır. Tâhirülmevle-vî'nin Edebiyat Lügati287, bizde alfabetik olarak tertip edilmiş ilk edebiyat terimleri sözlüğüdür. Eski ve yeni belagatın pek çok konusu burada klasik tasnif yerine alfabetik sırada söz konusu ediiir. İsmail Habip Sevük'un Edebiyat Bilgilen288 ile Ni-had Sami Banarlı'nın Edebî Bilgileri de289 de özellikle kaydedilme­lidir. Kaya Bilgegil'in Edebiyat Bilgi ve Teorileri I: Belagat290 adlı eseri ise Cumhuriyet devrinde eski belagatın yeni harflerle Türk okuyucusu­na kazandırılması yolunda bir çalışma olup bütün eski belagat kitaplarındaki bilgileri tekrarlar. Cem Dilcinin Örnek­lerle Türk Şiir Bilgisi de291 şiirle ilgili bilgileri, vezin, kafiye, nazım şekillerini ve edebî sanatları ihtiva eder.



Bibliyografya:

Belagat sahasında Türk-Osmanlı eserleri mad­de içinde kronolojik olarak verilmiş ve bunlar­dan en önemlileri bazı özellikleri sebebiyle aşa­ğıda tekrar gösterilmiştir. Konu ile ilgili diğer eserlere de ayrıca işaret edilmiştir: Taşköprizâ-de. Meuzüâtü'l-ulam, s. 228-248; Muslihuddin Mustafa Sürün, Bahrul-Maârif, İÜ Ktp., TY, nr. 1857, vr. 106; Em. Lefranc, Traitâ th&orique et prat.ique de litterature, siyle et composition, Paris 1839, s. 1-22; Rusçuklu M. Hayri. Bela­gat, izmir 1308; Mehmed Rıfat, Mecâmiu'l-edeb i: Usül-i Fesahat, İstanbul 1308; Mehmed Ab-durrahman, Belâgat-ı Osmâniyye (tertîb-i ce-dîd), İstanbul 1309; İbradalı Mehmed Şükrü, llm-t Belagat, İstanbul 1318; Tâhirülmevlevî. TedrTsâL-ı Edebiyyeden Nazım ve Eşkâl-İ Na­zım, Kism-ı evvel, İstanbul 1329; Kısm-ı sânî, İstanbul 1329; Münif Paşa, İlm-i Belagat-La Rhtlorique, İstanbul Belediye Ktp., Muallim Cev­det Kitapları, nr. K. 219, 64 yaprak; Ali Ekrem [Bolayır]. Nazariyyât-t Edebiyye Dersleri, 1331-1332 Sene-İ Tedrîsiyyesinde Dârülfünûn'da Tak-rîr Olunan Derslerden Müteşekkildir |İstanbul|, 496 s.; a.mlf., Nazariyyâl-ı Edebiyye Dersleri Nesir Kısmı, 1332-1333 Sene-i Tedrîsiyyesinde Takrîr Olunan Derslerden Müteşekkildir, 421 s. |tstanbul|; a.mif., Nazariyyâl-t Edebiyye Ders­leri MesSUk-i Edebiyye, 1333-1334 Sene-i Ted­rîsiyyesinde Dârülfünûn'da Takrîr Olunan Ders­lerden Müteşekkildir, 208 s. [İstanbul]: Ferid Kam, Âsâr-ı Edebiyye Tedkîkâlı Dersleri, 1331 1332 Sene-i Tedrîsiyyesinde Dârülfünûn'da Tak­rîr Olunan Derslerden Müteşekkildir, 226 5. [İs­tanbul] ; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 21; Ke­mal Eraslan, "Eski Bir BeJâğat Kitabı", Birinci Millî Türkoloji Kongresi292, İstanbul 1980, s. 3; Kâzım Yetiş, Talîm-i Edebiyyat'ın Rh&torique ve Edebiyat Nazari­yatı Sahasında Getirdiği Yemlikler (doktora tezi, 1981], Türkiyat Enstitüsü, Tez, nr. 2259, I-II, XIII + 893 s.; a.mlf., "Edebiyat Nazariyesi Sa­hasında Batı'ya Açılan İlk Kitap: Mebâni'l-înşa", Mehmet Kaplana Armağan, istanbul 1984, s. 306-316; a.mlf.. "Tanzimat Sonra­sında Kullanılan Bazı Yeni Edebî Istılahlar", TDA, sy. 52 (1988), s. 197-202; a.mlf., "Tanzi­mat Sonrası Belagat ve Rhelorique Kitapla­rımıza Fransız Rhetorigue Kitaplarının Te­sirleri", a.e, sy. 56 (1988), s. 93-99; a.mlf.. "Ye­nileşme Devri Türk Edebiyatında Millî Rhe-torique Meselesi", TDAY Belleten 1985, s. 199-210; C. Ferrard, "The Development of an Ottoman Rhetoric up to 1882 Part I, Tbe Med­rese Tradition", OsmAr., III (1982), s. 165-188; a.mlf., "Part II, Contributions from Outside the Medrese", a.e., IV (1984), s. 19-34; Harun Tolasa, "18. yy'da Yazılmış Bir Divan Edebi­yatı Terimleri Sözlüğü-Müstakimzâde'nin Is-tılâ"hâtuş-şi'riyye:si", TDED, XXIV-XXV (1986), s. 363-379; İsmail E. Erünsal. "Mu'idî'nin Mif-tâhıTt-Teşbih'i", Osm.Ar., VII-VIII (1988i, s. 215-272.




Yüklə 0,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin