Birinci Baskı



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə21/33
tarix09.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#93579
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   33
Taslağın başlığı "Kars'ta Olanlar Konusunda Avrupa Kamuoyuna Duyuru" idi. Bir an herkesin hoşuna gitti bu. O sırada hissettiklerini Fazıl daha sonra Ka'ya "Kendi küçük şehrimin bir gün dünya tarihine katılabileceğini ilk defa hissettim!" diye gülümseyerek anlatacak, bu da Ka'nın "Bütün insanlık ve Yıldızlar" adlı şiirine girecekti. Lacivert'in de içgüdüsel olarak hemen karşı çıktığı şey buydu: "Avrupa'ya seslenmiyoruz," diye açıkladı, "bütün insanlığa sesleniyoruz. Bildirimizi Kars'ta veya İstanbul'da değil de Frankfurt'ta yayımlatabilmemiz şaşırtmasın arkadaşlarımızı. Avrupa kamuoyu bizim dostumuz değil, düşmanımızdır. Biz onlara düşman olduğumuz için değil, onlar içgüdüsel olarak bizi küçümsedikleri için."
Bildiri taslağını yazan solcu bizleri bütün insanlığın değil, Avrupalı burjuvaların küçümsediğini söyledi. Yoksullar, işçiler bizim kardeşlerimizdi, ama tecrübeli arkadaşı dahil kimse ona inanmadı.
"Avrupa'da kimse bizim gibi yoksul değil," dedi üç Kürt gencinden biri.
"Oğlum siz hiç Avrupa'ya gittiniz mi?" diye sordu Turgut Hey.
"Henüz ben fırsat bulamadım, ama eniştem Almanya'da işçi."
Hafifçe gülüşüldü buna. Turgut Bey sandalyesinde doğruldu. "Benim için çok şey ifade etmesine rağmen ben de hiç gitmedim Avrupa'ya," dedi. "Gülünç değil bu. Aramızda Avrupa'ya gitmiş olanlar lütfen elini kaldırsın." Almanya'da yıllarca bulunmuş Lacivert dahil hiç kimse elini kaldırmadı.
"Ama hepimiz de Avrupa'nın ne anlama geldiğini biliyoruz," diye devam etti Turgut Bey. "Avrupa bizim insanlık içindeki geleceğimizdir. Bu yüzden beyefendi Lacivert'i işaret etti Avrupa yerine bütün insanlık diyorsa, bildirimizin başlığını öyle değiştirebiliriz."
"Avrupa benim geleceğim değil," dedi Lacivert gülümseyerek. "Yaşadığım sürece onları taklit etmeyi, onlara benzemediğim için kendimi aşağılamayı hiç düşünmüyorum."
"Bu ülkede yalnızca İslamcıların değil, cumhuriyetçilerin de milli onuru var..." dedi Turgut Bey. "Avrupa yerine insanlık yazılırsa ne oluyor?"
"Kars'ta Olanlar Konusunda İnsanlığa Duyuru!" diye okudu metnin yazarı. "Fazla iddialı oluyor."
Turgut Bey'in önerisi üzerine "insanlık" yerine "Batı" denmesi düşünüldü, ama buna da Lacivert'in yanındaki gençlerden sivilceli yüzlü olanı karşı çıktı. Kürt gençlerden cırlak sesli olanının önerisiyle yalnızca "bir duyuru" ifadesinin kullanılması üzerine anlaştılar.
Bildirı taslağı, böyle durumlarda olduğunun tersine, kısacıktı. Kars'ta yapılmak üzere olan seçimleri tam İslamcı ve Kürt adayların kazanacağı açıkça ortaya çıkmışken bir askerî darbenin "sahnelendiğinin" anlatıldığı ilk cümlelere kimse sesini çıkarmamıştı ki, Turgut Bey karşı çıktı: Kars'ta Avrupalıların kamuoyu yoklaması dedikleri şeyin zerresinin olmadığını, seçmenin seçimden bir gece önce, hatta sabah sandığa giderken sudan bir nedenle fikrini değiştirip aklındakinin tam tersi bir partiye oy atmasının burada sıradan bir şey olduğunu, bu yüzden kimsenin seçimleri filanca adayın kazanacağını söyleyemeyeceğini anlattı.
Bildiri taslağını hazırlayan solcu muhbir militan cevap verdi ona: "Darbenin seçimden önce ve seçim sonuçlarına karşı yapıldığını herkes biliyor."
"Bir tiyatro takımı en sonunda bunlar," dedi Turgut Bey. "Kar yolları kestiği için bu kadar başarılı oldular. Birkaç gün içinde her şey normale döner."
"Darbeye karşı değilseniz niye buraya geldiniz?" dedi bir başka genç.
Lacivert'in yanında oturan pancar gibi kıpkırmızı yüzlü bu saygısızın sözünü Turgut Bey'in işitip işitmediği anlaşılamadı. Aynı anda Kadife ayağa kalktı (konuşurken bir tek o ayağa kalkıyordu ve kendi dahil kimse bunun tuhaflığının farkında değildi), babasının siyasi fikirlerinden ötürü yıllarca hapis yattığını ve devlet zulmüne her zaman karşı olduğunu söyledi gözleri öfkeyle parlayarak.
Babası hemen paltosundan çekip oturttu onu. "Sorunuza cevabımdır," dedi. "Ben bu toplantıya Avrupalılara Türkiye'de de demokrat ve sağduyulu insanlar olduğunu kanıtlamak için geldim."
"Büyük bir Alman gazetesi bana iki satır yer açsaydı ben ilk bunu kanıtlamaya çalışmazdım hiç," dedi kırmızı yüzlü alaycı bir sesle, başka şeyler de söyleyecekti galiba, ama Lacivert kolundan tutup uyardı onu.
Bu kadarı Turgut Bey'i bu toplantıya geldiğine pişman etmeye yetti. Buraya geçerken uğradığına hemen inandırdı kendini. Kafası bambaşka şeylerle meşgul birinin havasıyla ayağa kalkıp kapıya doğru bir iki adım atmıştı ki gözü dışarıda Karabağ Caddesi'ne yağan kara takıldı ve pencereye yürüdü. Kadife de sanki o destek olmazsa babası hiç yürüyemezmiş gibi koluna girdi. Baba kız kar altındaki sokaktan geçen bir at arabasına, dertlerini unutmak isteyen mahsun çocuklar gibi uzun uzun baktılar.
Dernekli üç Kürt gencinden cırlak sesli olanı da merakını yenemeyip pencereye sokuldu, baba kızla birlikte aşağıya, sokağa bakmaya başladı. Odadaki kalabalık da yarı saygılı, yarı endişeli bir havayla onları izliyor, bir baskın korkusu, bir huzursuzluk hissediliyordu. Taraflar bu telaş içinde bildirinin geri kalanı üzerinde çok kısa sürede uzlaşmaya vardılar.
Bildiride askeri darbeyi bir avuç maceracının yaptığını belirten bir ifade vardı. Lacivert buna itiraz etti. Yerine önerilen daha kapsamlı tanımlar da Batılılara sanki bütün Türkiye'de askerî darbe yapılmış izlenimi verecek diye şüpheyle karşılandı. Böylece "Ankara'nın desteklediği yerel darbe," ifadesinde anlaşıldı. Darbe gecesi vurulan, tek tek evlerinden alınıp öldürülen Kürtlere ve imam hatip liseli öğrencilere yapılan zulüm ve işkenceye de kısaca yer verildi. "Halka topyekün bir saldırı" ifadesi "halka, maneviyatına ve dinine bir saldırı" şeklini aldı. Son cümlede yapılan değişiklikle artık yalnız Batı kamuoyu değil, bütün dünya Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni protesto etmeye çağrılıyordu. Turgut Bey bu ifade okunurken bir an gözgöze geldiği Lacivert'in mutlu olduğunu hissetti. Burada olduğu için bir pişmanlık geçti içinden.
"Kimsenin bir itirazı kalmadıysa lütfen hemen imzalayalım," dedi Lacivert. "Çünkü bu toplantı her an basılabilir." Oklarla düzeltme balonları ve karalamalarla arap saçına dönmüş bildirinin altına bir an önce imzasını atıp sıvışmak için odanın ortasında herkes birbirine girdi. Birkaç kişi işlerini bitirmiş çıkıyordu ki Kadife bağırdı.
"Durun, babam bir şey söyleyecek!"
Bu, telaşı daha da arttırdı. Lacivert kırmızı yüzlü genci kapıya yollayıp çıkışı tutturdu. "Kimse dışarı çıkmasın," dedi. "Şimdi Turgut Bey'in itirazını dinleyelim."
"Bir itirazım yok," dedi Turgut Bey. "Ama imzamı atmadan önce bir şey istiyorum bu delikanlıdan." Bir ân düşündü. "Yalnız ondan değil, buradaki herkesten istiyorum bunu." Az önce kendisiyle tartışan, şimdi de kimse kaçmasın diye kapıyı tutan kırmızı yüzlü genci işaret etti. "Önce bu delikanlı, sonra hepiniz şimdi soracağım soruya cevap vermezseniz bildiriyi imzalamayacağım." Ne kadar kararlı olduğunu anladı mı diye Lacivert'e döndü.
"Sorun lütfen sorunuzu," dedi Lacivert. "Cevap vermek elimizdeyse memnuniyetle cevaplarız."
"Demin güldünüz bana. Şimdi hepiniz söyleyin: Büyük bir Alman gazetesi size iki satır yer açsa Batılılara ne derdiniz? Önce o söylesin.
Kırmızı yüzlü delikanlı güçlü kuvvetli ve her konuda iddialıydı ama böyle bir soruya hazır değildi. Kapının kulpuna daha da sarılırken bakışlarıyla Lacivert'ten yardım diledi.
"İki satırcık da olsa içinden gelen şeyi hemen söyle de gidelim," dedi Lacivert zoraki gülümseyerek. "Yoksa polis basacak burayı."
Kırmızı yüzlü gencin bakışları çok önemli bir sınavda cevabını çok iyi bildiği bir soruyu hatırlamaya çalışır gibi uzaklara bir gidip bir geliyordu.
"İlk ben söyleyeyim o zaman," dedi Lacivert. "Avrupalı efendiler bana vız geliyor... Bana gölge etmesinler yeter derdim mesela... Ama zaten gölgeleri altında yaşıyoruz."
"Yardım etmeyin ona, kendi kalbinden geleni söyleyecek," dedi Turgut Bey. "Siz en son söylersiniz. " Kararsızlıkla kıvranan kırmızı yüzlü delikanlıya gülümsedi. "Karar vermek zordur. Yaman bir meseledir çünkü bu. Kapı eşiğinde dikilerek çözülmez."
"Bahane, bahane!" dedi arkalardan biri. "Bildiriyi imzalamak istemiyor."
Herkes kendi düşüncelerine çekildi. Birkaç kişi pencereye gidip kar altındaki Karabağ Caddesi'nden geçen bir at arabasına dalgın dalgın baktı. Bu "büyülü sessizlik" ânını daha sonra Fazıl Ka'ya anlatırken "Sanki o an hepimiz her zamankinden daha da kardeş olmuştuk," diyecekti. Sessizliği yukarılardan, karanlığın içinden geçen bir uçağın gürültüsü kesti ilk. Herkes bir an dikkatle uçağı dinlerken "Bu bugün geçen ikinci uçak," diye fısıldadı Lacivert.
"Ben çıkıyorum!" diye Bağırdı biri.
Kimsenin dikkat etmediği otuz yaşlarında, soluk yüzlü, soluk ceketli bir adamdı bu. Odadaki iş güç sahibi üç kişiden biriydi. Sigorta hastanesinde aşçıydı ve ikide bir saatine bakıyordu. İçeriye kayıp aileleriyle birlikte girmişti. Daha sonra anlatılanlara göre, siyasete meraklı ağabeyi bir gece karakola ifadesi alınmak için götürülmüş, bir daha da geri gelmemişti. Söylentilere göre kayıp ağabeyinin güzel karısıyla evlenebilmek için devletten bir "ölü" kağıdı almak istemişti bu adam. Bu amaçla ağabeyinin kaçırılmasından bir yıl sonra başvurduğu emniyet, gizli istihbarat servisleri, savcılık ve askeri garnizondan kovulmuş, bir intikam isteğinden çok, konuyu bir tek onlarla konuşabildiği için son iki aydır kayıp ailelerine katılmıştı.
"Arkamdan korkak diyeceksiniz. Korkak sizsiniz. Korkak sizin Avrupalılarınız. Onlara öyle dediğimi yazın." Kapıyı vurup çıktı.
Hans Hansen Bey'in kim olduğu bu sırada soruldu. Kadife'nin korktuğunun tersine Lacivert bu sefer son derece nazik bir dille onun Türkiye'nin "problemleriyle" içtenlikle ilgilenen, iyi niyetli bir Alman gazeteci olduğunu söyledi.
"Alman'ın asıl iyi niyetlisinden korkacaksın!" dedi arkadan biri.
Pencerenin kenarında dikilen kara ceketli bir adam bildiriden başka özel demeçlerin de yayımlanıp yayımlanmayacağını sordu. Kadife bunun mümkün olduğunu söyledi.
"Arkadaşlar, söz almak için korkak ilkokul çocukları gibi birbirimizi beklemeyelim," dedi biri.
"Liseye gidiyorum," diye söze başladı dernekli diğer Kürt genci. "Bu söyleyeceklerimi daha önceden de düşünmüştüm."
"Bir gün bir Alman gazetesine demeç vereceğinizi mi düşün müştünüz?"
"Evet, aynen öyle," dedi delikanlı son derece makul bir sesle, ama çok tutkulu bir hali de vardı. "Bir gün önüme bir fırsat geleceğini ve dünyaya fikrimi söyleyeceğimi hepiniz gibi ben de gizli gizli düşünmüştüm."
"Ben hiç düşünmüyorum böyle şeyleri..."
"Çok basit benim söyleyeceğim," dedi tutkulu genç. "Bunu yazsın Frankfurt gazetesi: Biz aptal değiliz! Fakiriz biz yalnızca! Bu ayrımın yapılmasını istemek hakkımız."
"Estağfurullah."
"Biz dediğiniz kim oluyor efendim," diye soruldu arkadan. "Türkler mi, Kürtler mi, Azeriler mi, Çerkezlcr mi, Karslılar mı?.. Kim?"
"Çünkü insanoğlunun en büyük yanılgısı," diye devam etti dernekli tutkulu genç, "binlerce yıllık en büyük aldatmaca budur: Fakir olmak ile aptal olmak hep birbirine karıştırılmıştır."
"Aptal olmak nedir, bunu da açıklasın."
"Gerçi insanlığın şerefli tarihinde bu utanç verici akıl karışıklığını fark edip fakirlerin de bir bilgisi, bir insanlığı, bir zekâsı bir kalbi olduğunu söyleyen din adamları, ahlaklı kişiler, hep olmuştur Hans Hansen Bey fakir bir adam görürse acır ona. Bu yoksulun fırsatlarını boşa harcamış bir aptal olduğunu, iradesiz bir sarhoş olduğunu düşünmez hemen belki."
"Hansen Bey'i bilmem ama bir yoksul görünce herkes böyle düşünüyor artık."
"Lütfen dinleyin," dedi tutkulu Kürt genci. "Fazla konuşmayacağım. Tek tek yoksullara belki acınır ama bir millet fakir olunca bütün dünya hemen o milletin aptal, kafasız olduğunu, tembel pis ve beceriksiz bir millet olduğunu düşünür ilk. Onlara acınacağına, gülünür. Kültürleri, töreleri, adetleri gülünç bulunur. Daha sonra bazan bu düşüncelerinden utanırlar da gülmeyi bırakıp o milletten göçmen işçiler yerleri siliyor en berbat işlerde, çalışıyorsa isyan etmesinler diye onların kültürlerini ilginç buluyormuş. hatta eşitmişler gibi bile davranırlar."
"Hangi milletten söz ediyorsa söylesin artık."
"Şunu da ben ekleyeyim," diye araya girdi öteki Kürt genci. "Birbirlerini öldüren, katleden, zulüm edenlere insanoğlu ne yazık ki gülemiyor bile artık. Almanya'daki eniştemin geçen yaz Kars'a gelince anlattıklarından anladım bunu. Artık dünyanın zalim milletlere tahammülü yok."
"Yani Batılılar adına bizi tehdit mi ediyorsunuz?"
"Böylece," diye devam etti tutkulu Kürt genci, "bir Batılı, fakir bir milletten birine rastladı mı önce o kişiye karşı içgüdüsel olarak bir küçümseme duyar. Aptal bir milletin mensubu olduğu için bu adam bu kadar fakirdir, diye düşünür hemen. Büyük ihtimal bu adamın kafasının içi de bütün milletini fakir ve zavallı düşüren aynı saçmalıklar ve aptallıklarla doludur, diye duşünür Batılı."
"Haksız da sayılmaz hani..."
"Sen de o kendini beğenmiş yazar gibi bizleri aptal buluyorsan açık konuş. O Allahsız ateist hiç olmazsa ölüp Cehennem'e gitmeden önce, televizyonda canlı yayına çıkıp bütün Türk milletini aptal bulduğunu hepimizin gözlerinin içine bakarak cesaretle söyleyebilmişti."
"Afedersiniz ama canlı yayına çıkan kişi televizyonda kendisini seyredenlerin gözlerinin içini göremez."
"Beyefendi 'gördü' demedi, 'bakıyordu' dedi," dedi Kadife.
"Lütfen arkadaşlar, açık oturumdaymışız gibi birbirimizle karşılıklı tartışmayalım," dedi not tutan solcu katılımcı. "Ayrıca yavaş konuşalım."
"Sözünü ettiği hangi millettir mertçe söylemedikçe ben susmayacağım. Bir Alman gazetesine bizleri aşağılayan bir demeç verilmesinin vatan hainliği olduğunu bilelim."
"Vatan haini değilim. Ben de sizinle aynı fikirdeyim," diyerek ayağa kalktı tutkulu Kürt genci. "Bu yüzden bir gün fırsat olsa, bana vize verseler bile Almanya'ya gitmeyeceğimin yazılmasını istiyorum."
"Kimse vermez senin gibi işsiz güçsüze Avrupa vizesi."
"Vizeden evvel devlet ona pasaport vermez."
"Evet. vermezler," dedi tutkulu genç alçakgönüllülükle. "Gene de verseler ve ben de gitsem ve sokakta karşılaşacağım ilk Batılı adam da iyi biri çıksa ve beni aşağılamasa bile, bu sefer ben sırf Batılı olduğu için bu adamın beni küçümsediğini zannedip huzursuz olacağım Almanya'da Türkiye'den gelenler her hallerinden belli oluyormuş çünkü... O zaman aşağılanmamak için yapılacak tek şey, bir an önce onlara onlar gibi düşündüğünü kanıtlamak. Bu da hem imkânsız, hem daha da gurur kırıcı bir şey."
"Oğlum, sözünün başı kötüydü, ama sonunu iyi getirdin," dedi ihtiyar Azeri gazeteci. "Gene de Alman gazetesine yazdırmayalım bunu, bizimle alay ederler..." Bir an sustu, sonra kurnazca soruverdi: "Sözünü ettiğiniz millet hangisidir?'
Dernekli delikanlı hiç cevap vermeden yerine oturunca, ''Korkuyor!" diye seslendi ihtiyar gazetecinin yanında oturan oğlu.
"Korkmakta haklı," "O sizin gibi devlet hesabına çalışmıyor," diye cevap yetiştirdiler ama ne ihtiyar gazeteci, ne de oğlu bundan alındı. Hep bir ağızdan konuşmak, arada yapılan şakalar, takılmalar odadakileri bir oyun ve eğlence havasıyla birbirine bağlamıştı. Daha sonra olup bitenleri Fazıl'dan dinleyen Ka, defterine bu tür siyasal toplantıların saatlerce sürebileceğini, bunun için tek şartın sigara içen çatık kaşlı ve bıyıklı erkekler kalabalığının eğlendiğini hiç fark etmeden eğlenmesi olduğunu yazmıştı.
"Bizler Avrupalı olamayız!" dedi bir başka İslamcı genç mağrur bir havayla. "Bizi zorla onların kalıbına sokmaya çalışanlar, tankla ve tüfekle canımızı yaka yaka sonunda bu işi yapabilirler belki. Ama ruhumuzu asla değiştiremezler."
"Vücuduma sahip olabilirsiniz ama ruhuma asla," diyerek Türk filmlerinden çıkan bir sesle alay etti Kürt gençlerinden biri.
Herkes güldü buna. Söz alan delikanlı da hoşgörülü bir şekilde bu gülüşmeye katıldı.
"Ben de bir şey söyleyeceğim," diye atıldı Lacivert'in yanında oturan gençlerden biri. "Her ne kadar arkadaşlarımız Batı taklitçisi onursuzlar gibi konuşmuyorlarsa da gene de burada Avrupalı olmadığımız için bir özür dileme, bir kusura bakmayın havası var." Not alan deri ceketli adama döndü. "Bu öncekileri yazma canım lütfen!" dedi nazik bir kabadayı edasıyla. "Şimdi yaz: Ben Avrupalı olmayan yanımla onur duyuyorum. Avrupalının çocuksu, zalim ve ilkel bulduğu her şeyimle gururlanıyorum. Onlar güzelse ben çirkin olacağım, onlar akıllıysa ben aptal olacağım, onlar akıllıysa ben aptal olacağım,onlar modernse ben saf kalacağım."
Hiç de onay verilmedi bu sözlere. Odada söylenen her söze bir şakayla karşılık verildiği için gülümsendi biraz. Birisi de "Zaten aptalsın!" diye araya bir laf sokuşturdu, ama tam bu sırada iki solcudan yaşlı olanı ile kara ceketli adam yoğun bir öksürük buhranına yakalandıkları için bunu kimin dediği anlaşılamadı.
Kapıyı tutan kırmızı yüzlü delikanlı bu sırada atılarak bir şiir okumaya haşladı: "Avrupa, ah Avrupa / Dur bakalım orada / Kendimizle rüyada / Uymayalım şeytana.," diye başlıyordu şiir. Devamını öksürükler, atılan laflar ve kahkahalar yüzünden Fazıl zar zor işitmişti. Ama gene de şiirin kendisinden değil, ona yönelik itirazlardan hatırladıklarını Ka'ya nakletmiş, bu ayrıntılardan üçü hem Avrupa'ya verilecek iki satırlık cevapların yazıldığı kâğıda, hem de Ka'nın az sonra yazacağı "Bütün İnsanlık ve Yıldızlar" adlı şiirine geçmişti.
1 "Korkmayalım oradan, korkulacak bir şey yok orada." diye bağırmıştı orta yaşa yaklaşan eski solcu militan.
2 İkide bir "Hangi milleti kastediyorsunuz," diye soran Azeri kökenli ihtiyar gazeteci "Türklüğümüzden ve dinimizden vazgeçmeyelim," dedikten sonra Haçlı seferlerinin, Yahudi katliamının, Amerika'da öldürülen Kızılderililerin, Cezayir'de Fransızların katlettiği Müslümanların uzun bir dökümünü yaparken kalabalığın içindeki bozguncu, "Kars'taki ve bütün Anadolu'daki milyonlarca Ermeni'nin nerede olduğunu" sinsice sormuş, not tutan muhbir ona acıdığından kim olduğunu kâğıda yazmamıştı
3 "Bu kadar uzun ve saçma bir şiiri kimse hakkıyla çevirmez ve Bay Hans Hansen de gazetesinde yayımlamaz," dedi biri. Bu da odadaki şairlerin (üç taneydiler). Türk şairinin dünyadaki bahtsız yalnızlığından yakınmaları için bir vesile oldu.
Kırmızı yüzlü delikanlı saçmalığı ve ilkelliği konusunda herkesin anlaştığı şiirini ter içinde bitirince birkaç kişi alaycı bir şekilde alkışladı. Alman gazetesinde yayımlanırsa bu şiirin "bizimle" daha da çok alay edilmesine yarayacağı söyleniyordu ki, eniştesi Almanya'da olan Kürt genci şikâyet etti.
"Onlar şiir yazar, şarkı söylerlerse bütün insanlık adına konuşurlar. Onlar insandır, biz ise Müslümanız yalnızca. Biz yapsak etnik şiir olur."
"Benim mesajım şudur. Yazın," dedi kara ceketli adam. "Eğer Avrupalılar haklıysa ve bizim onlara benzemekten başka bir geleceğimiz ve kurtuluşumuz yoksa, bizi bize daha da çok benzeten saçmalıklarla oyalanmamız ahmakça bir vakit kaybından başka bir şey değildir."
"Bizi de Avrupalılara en aptal gösterecek laf budur."
"Aptal gözükecek milletin hangisi olduğunu artık mertçe söyleyin lütfen."
"Sanki Batılılardan çok akıllı, çok değerliymişiz gibi davranıyoruz beyler, ama bugün Almanlar Kars'ta bir konsolosluk açıp herkese bedava vize verseler yemin ediyorum bütün Kars bir haftada boşalır."
"Yalan bu. Daha demin şu arkadaşımız vize verseler de gitmeyeceğini söyledi. Ben de gitmem, burada onurumla kalırım."
"Başkaları da kalır beyler, bilin bunu. Gitmeyecek olanlar" elini kaldırsın lütfen de görülsün."
Birkaç kişi ciddiyetle elini kaldırdı. Onları gören bir iki genç de kararsız kaldı. "Gidenler niye onursuz oluyor, o açıklansın ilk " diye sordu kara ceketli adam.
"Bunu anlayamayana anlatmak zor," dedi biri esrarengiz bir tavırla.
Bu sırada Kadife'nin bakışlarının hüzünle pencereden dışarıya yöneldiğini gören Fazıl'ın yüreği hızlı hızlı atmaya başladı. "Allahım, benim saflığımı koru, beni akıl karışıklığından koru" diye düşündü. Kadife'nin bu sözleri beğeneceği aklına geldi. Alman gazetesi için yazdırmak istedi onları, ama her kafadan bir ses çıkıyordu, ilgilenilmezdi.
Bütün bu gürültüyü ancak cırlak sesli Kürt genci bastırabildi. Alman gazetesine bir rüyasını yazdırmaya karar vermişti. Zaman zaman titreyerek anlattığı rüyanın başında Millet Tiyatrosu'nda tek başına film seyrediyordu. Film bir Batı filmiydi, herkes yabancı bir dille konuşuyordu, ama bu onu hiç huzursuz etmiyordu, çünkü söylenen her şeyi anladığını hissediyordu. Daha sonra bir bakıyordu, seyrettiği filmin içine girmiş: Millet Sineması'ndaki koltuk, aslında filmdeki Hıristiyan ailenin salonundaymış. Derken bir büyük sofra görüyordu orada, karnını doyurmak istiyor ama yanlış bir şey yapmaktan korktuğu için uzak duruyordu. Sonra yüreği hızlanıyor, çok güzel sarışın bir kadınla karşılaşıyor bir anda yıllardır ona âşık olduğunu hatırlıyordu. Kadında hiç beklemediği kadar yumuşak ve canayakın davranıyordu ona. Kılık kıyafetini, hallerini övüyor, onu yanağından öpüyor ve saçlarını okşuyordu Çok mutluydu. Sonra bir anda kadın onu kucağına alıyor ve sofradaki yiyecekleri gösteriyordu. O zaman daha bir çocuk olduğunu, bu yüzden sevimli bulunduğunu gözyaşlarıyla anlıyordu.
Gülüşmeler, şakalaşmalar kadar ucu korkuya varan bir hüzünle de karşılandı bu rüya.
"Böyle bir rüya görmüş olamaz." diye sessizliği bozdu yaşlı gazeteci. "Bu Kürt delikanlısı bizleri Almanların gözünde iyice aşağılamak için uydurmuş bunu. Yazmayın onu."
Dernekli delikanlı rüyayı gördüğünü kanıtlamak içinbaşta atladığı bir ayrıntıyı itiraf etti.Uykudan her uyanışındarüyadaki sarışın kadını hatırladığını söyledi. Beş yıl önce Ermeni kiliselerini görmeye gelen turistlerle dolu bir otobüsten inerken görmüştü onu ilk. Daha sonra rüyalarında ve filmde giydiği mavi askılı elbise vardı üzerinde.
Buna daha da gülüşüldü. "Biz Avrupalı ne karılar gördük, ne hayaller için şeytana uyduk," dedi biri. Bir anda Batılı kadınlar hakkında öfkeli, özlem dolu ve edepsiz bir sohbet havası oluştu. Kimsenin o ana kadar yeterince fark etmediği uzun boylu, ince ve oldukça yakışıklı bir delikanlı bir hikâyeye başladı:
Bir gün bir Batılı ile bir Müslüman bir istasyonda karşılaşmışlar Tren bir türlü gelmiyormuş. İleride peronda çok güzel bir Fransız kadın da tren bekliyormuş...
Erkek liselerine gitmiş, ya da askerlik yapmış her erkeğin tahmin edebileceği gibi cinsel güç ile milliyet ve kültür arasında bir ilişki kuran bir hikâyeydi bu. Edepsiz kelimeler kullanılmamış ve kabalığın üstü imalarla örtülmüştü. Ama kısa bir sürede odada Fazıl'ın "İçim utançla doldu!" diyeceği bir hava da oluşmuştu.
Turgut Bey ayağa kalktı.
"Tamam oğlum, yetişir. Getir bildiriyi imzalıyorum," dedi.
Turgut Bey cebinden çıkardığı yeni kalemiyle bildiriyi imzaladı. Gürültüden, sigara dumanından yorgundu, ayağa kalkacaktı ki Kadife onu tuttu. Sonra Kadife kendi kalktı ayağa.
"Bir dakika beni dinleyin şimdi," dedi. "Sizler utanmıyorsunuz ama benim yüzüm kızarıyor işittiklerimden. Siz saçlarımı görmeyesiniz diye bunu başıma bağlıyorum, bu sizler için fazla bir acı çekmek oluyor ama..."
"Bizim için değil!" diye fısıldadı alçakgönüllülükle bir ses. "Allah için, kendi maneviyatım için."
"Alman gazetesine benim de diyeceklerim var. Yazın lütfen." Yarı hayret ve yarı öfkeyle izlendiğini tiyatrocu sezgisiyle hissetti, "İnançları yüzünden başörtüsünü bir bayrak gibi benimseyen Karslı genç kız, hayır, Karslı Müslüman kız diye yazın, birden kapıldığı tiksinti yüzünden herkesin önünde başını açmıştır. Avrupalıların hoşuna giden iyi bir haber olur bu. Sözlerimizi de artık Hans Hansen yayımlar böylece. Başını açarken de şöyle demiştir: Allahım sen hem affet, çünkü artık yalnız olmalıyım. Bu dünya öyle iğrenç ki ve ben de öyle öfkeli ve güçsüzüm ki senin..."
"Kadife," diye birden Fazıl fırladı, ayağa kalktı. "Sakın açma başını. Hepimiz, hepimiz buradayız şimdi. Necip ve ben dahil. Sonra hepimiz, hepimiz ölürüz."
Bir an herkes şaşırdı bu sözlerden. "Saçmalama," "Açmasın tabii başını," diyenler oldu, ama çoğunluk bir yandan bir rezalet çıksın, bir olay olsun diye umutla bekleyerek bakıyor, bir yandan da olup bitenlerin nasıl bir kışkırtma, kimin oyunu olduğunu çıkarmaya çalışıyordu.
"Alman gazetesinde benim yayımlamak istediğim iki cümlem de şudur," dedi Fazıl. Odada bir uğultu yükseliyordu. "Yalnız kendi adıma değil, ihtilal gecesi gaddarca şehit edilmiş rahmetli arkadaşım Necip adına da konuşuyorum: Kadife seni çok seviyoruz. Başını açarsan intihar ederim, sakın açma."

Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin