BiRİNCİ BÖLÜM İKTİsat eleşTİRMİZİn sinirlarinin belirlenmesi : konu, YÖntem ve aralarindaki DİyalektiK İLİŞKİler


B.3 Kaba iktisadın konusu ve yöntemi…



Yüklə 0,64 Mb.
səhifə2/6
tarix29.10.2017
ölçüsü0,64 Mb.
#19581
1   2   3   4   5   6

B.3 Kaba iktisadın konusu ve yöntemi…

Temsilcileri olarak geçinen Friedman’ın aralarında da yer aldığı para politikaları yanlısı [monetarist] neo-klâsiklere yani günümüz kaba iktisatçılarına kadar varmak için iktisatçılar uzun bir yol kat edecek ve de bu yol boyunca seçme özgürlüğü15 ve uyum adına, gelişmesinin nesnel olarak çelişkilerinin ve felâketlerinin gelişmesiyle de eşanlamlı olduğu ortaya çıkmış olan kapitalist toplumun tüm açıklamalarından ideal bir biçimde ayrılmış olacaktırlar.


Köklerini vülgarize edilmiş ekonomi politikte bulan kaba iktisadın nihayet kendine has kesin biçimlere ulaşmasından önce pek çok temsilcisi olmuştu. Bu ara halkada örneğin Jean Baptist Say, Thomas Robert Malthus, Henri Charles Carey, Fréderic Bastiat, Karl Eugen Dühring, James Mill, John Stuart Mill, Nassau William Senior, William Stanley Jevons ve daha başka isimleri buluruz.
Öznelci anlayışın kurucusu olarak kabul edilen Carl Menger, iktisadın konusu sıfatıyla “faydayı refah amacının bir ifadesi olarak” tanımlamıştı. Bu dönemdeki en önemli temsilcileri Léon Walras, V. F. Samasol Pareto, Eugen von Böhm-Bawerk gibi iktisatçılardır.16 Alfred Marshall’la birlikte bu anlayış, günümüzdeki neo-klâsik ekol (habercileri L. Robbins, E. Schneider, Paul Anthony Samuelson vs. olan bir ekol) kesin biçimini alır.
Bütün çağdaş neo-klâsik iktisatçılar, iktisadın konusunun Lionel Robbins tarafından verilmiş olan şu tanımıyla özdeşleşirler :
«[İktisat], insan davranışını farklı uygulamaları olan kıt olanaklarla amacı arasındaki bir ilişki olarak inceleyen bir bilimdir.»17
Her ne kadar daha tam bir biçimde görmeye çalışsa da Schneider’in tanımı da hiçbir önemli değişiklik içermez :
«İktisat biliminin alanı, ihtiyaç ve isteklerden doğan insanî amaçların gerçekleştirilmesi için kıt olanakların bireysel tasarrufundan ibaret olan insan faaliyetinin alanıdır.»
Bu tanımların sonuçları olarak söz konusu olan, olduğu hâliyle toplumun özel bir alanını (iktisadî alan : ekonomi politiğin durumunda olduğu gibi üretim, dağıtım vesaireyi) incelemek değil, ama almaşık [alternatif] amaçların elde edilmesi perspektifi içinde kaynakların en akılcı kullanımının ne olduğunu belirlemek ve karar almada da bir konum belirlemektir. Bu iktisadî kuramı belirlemeye [doğurmaya] çalışan yasa türlerinin nesnel ve toplumsal olmadıkları (aslında ekonominin toplumsal karakteri toptan bilinmezlikten gelinmiş !), ama öznel ve prakseolojik18 [kılgın toplum bilimsel] oldukları ve de bu şekilde anlaşılan iktisadın falan ya da filân amacın elde edilmesi için bazı şeylerden vazgeçmeyi var sayan herhangi bir insanî davranış türüne de uygulanabileceği daha şimdiden çıkar bu tanımlardan.
Akılcı bir kararın bu arayışı, kurgul bir konuttan [postülâdan] hareket eder… “insan doğası gereği (herhangi bir toplum türünde) belirli bir şeyi (çağdaş adlandırması fayda olan belirli bir şeyi) azamîye çıkarmaya çalışır” diyen bir konuttan yani. Klâsik iktisatta, özelikle de D. Ricardo’da daha önce var olan bu insanbilimsel [antropolojik] anlayış, insanın doğasının kazançlarını azamîleştirmeyi hedefleyen kişisel çıkarları tarafından yönetildiğini iddia eden bu anlayış, bu ekolün gerçek ilkesidir. N W. Senior ile birlikte bu prensip, mümkün en az özveri karşılığında (veya gelirin azamîleştirilmesi ya da harcanan çabanın asgarîye indirilmesi için) ek bir zenginlik olarak tanımlanır ; oysa W. S. Jevons ile birlikte nesnelerle olan ilişki dondurulur (şeyleştirilir) ve insanın amacı da bu ilişki çerçevesinde minimum hoşnutsuzluk karşılığı maksimum memnuniyetin elde edilmesi olarak belirlenir. A. Marshall da, insanın – ona göre – mülk sahipliği aracılığıyla elde edilen refahını azamîleştirmeye çalıştığını düşünür.
İktisat, bu beylerin beklediği gibi, bu ilkeyi açıklamakla kesinlikle ilgilenmez. “Bir insanın bu azamîleştirme amacına sahip olması nasıl mümkün olabilir” sorusu ve dolayısıyla bu sorunun söz konusu kurgul konutu da özenle iktisadın dışında tutulmuştur. Bizzat insanın, bu beylerin bengi ve evrensel olarak düşündükleri bu insanın tarihsel yaratılışı [oluşu, oluşumu] da, nerden bakarsanız bakın, iktisadın ele almaması gereken bir veri oluşturur [onlar için]. Burada sözü edilen âdemoğlu da şu ünlü iktisadî insandır [homo economicus : yalnızca iktisadî çıkarlarını düşünen insan], yalnızca faydayı azamîleştirmeye çalışandır onlar için.
Fayda, azamîleştirilebilecek bir şeyle çeşitli derecelerde gerçekleştirmeye elverişli bütün büyüklüklerdir [nicelikler]. Bu büyüklük dinsel bir niceliğe sahip olduğu zaman adı selâmettir, salâhtır ; siyasî bir kapsamı olduğunda adı iktidar olur ; içeriği maddî olduğu zaman kâra, ücrete veya gelire dönüşür ; bu muhteva ruhsal olduğunda da hoşnutluk, memnuniyet olarak isimlendirilir vs… Dolayısıyla iktisat, hangi tür olursa olsun bir büyüklüğün azamîleştirilmesine doğru yönelmiş olanla, akılcı olanla ilgilenen biçimsel bir bilime dönüşür.
Son olarak emek-değer teorisi de terk edildi ve yerini bir yandan talep ve tüketici teorisi ile diğer yandan firma ve arz teorisi sonucunu veren fiyatların ve değerin öznelci anlayışı aldı. Bu iktisatçılar, özellikle insan-nesne ilişkisinin (ya da değişik fayda seçenekleri olarak insanın bizzat kendisiyle olan ilişkisinin), – bu “insan” bir ortaçağ ziraatçısı, sanayici bir müteşebbis, sömürülen bir işçi, bir borsa spekülâtörü veya bir işsiz de olsa – tamamen aynı olduğunu düşünerek her özel durumda gerçek ve çelişik sosyo-ekonomik ilişkilere sırt çevirirler. Ama “homo economicus”u, şu ülküsel adamı ile birlikte kaba iktisatçı gırtlağına kadar şu tümdengelimsel sürece batmış olduğu için, gerçek insanın her günkü gerçekliğinin bayağılıklarıyla başını ağrıtmak istemez19 ve toplum dışında bir “ekonomi” yaratan yalıtılmış insanı düşünür durmadan… ama bu, Marx’ın işaret ettiği gibi, toplumsuz bir dil düşünmek kadar saçmadır. Bu yüzden, üniversitelerde alabildiğine hızla çoğalmaya devam eden ve denge teorilerinin özünü oluşturan robensonculuklardır bunlar. Bastiat “İktisadî Uyum”da şunları yazıyordu daha o zaman :
«Söz konusu olan ister kalabalık bir insan yığışması ister sadece iki insan veya koşuların zorlamasıyla ıssız bir yerde yaşamaya mahkûm olmuş tek bir insan da olsa, iktisadî yasalar aynı prensibe göre davranırlar. Şayet bu insan bir süre için yalıtık olarak varlığını sürdürebilirse, o aynı zamanda hem kapitalist hem girişimci hem işçi hem üretici hem de tüketici olacaktır. Bir ekonominin tüm gelişimi onun şahsında gerçekleşecektir.»20
Bu toplum, şu iktisadî “insanlar”ın, esas olarak yalıtık “insanlar”ın toplamından oluşan hayalet bir toplumdur her zaman. Buharin, döneminin en tanınmış kaba iktisatçılarında (Böhm-Bawerk ve Menger) beliren bu “iktisadî Robinson”21 örneklerinin kısa bir özetini yapmıştı. Bu özette, her durumda gerekli kaynakları da aktararak, şunları söyler :
«Böhm-Bawerk bakış açısını ortaya koyabilmek için örneklerini seçer ve “Günün birinde adamın biri, çok hoş içilebilir bir suyun gür biçimde fışkırdığı bir kaynağın yanında buluverir kendini…” sözleriyle başlar değer teorisinin analizine. Bunun ardından çöldeki bir yolcu, tüm dünyadan yalıtılmış bir çiftçi, yerleşmek üzere bakir topraklar arayan bir kâşif belirir sahnede. Aynı türden örnekleri Menger’de de buluruz : “kayıp bir vahanın sakinleri”, “ıssız bir adada uzakları görememenin, miyopluğun acısını çeken bir garip”, “yalıtık koşullarda çalışan bir çiftçi” vs.»
Kaba iktisadın en parlak temsilcileri, bugün bile, bilimlerinin doğal ve evrensel olduğunu ilân etmekte hiçbir sakınca duymuyorlar ; örneğin Samuelson, benzer biçimde, “tüm iktisadî toplumların temel sorunları”nı şöyle açıklayacaktır :
«İster tamamıyla kolektifleşmiş komünist bir devlet olsun {olur şey değil, aynen böyle !}, ister Polinezya adalarının bir kabilesi olsun, ister sanayileşmiş kapitalist bir millet olsun, isterse isviçreli Robinsonlar ailesi olsun ya da Robinson Crusoé’nin kendisi {bunlara bir kovan dolusu arı eklemeye kadar da gidilebilirdi !}, tüm toplumlar herhangi bir biçimde şu aşağıdaki temel iktisadî sorunları çözmek zorundadır :


  1. Hangi malları hangi miktarlarda üretmek gerekir ? Veya bir başka biçimde söylersek, çok sayıdaki emtia22 ve hizmet arasından hangileri ve hangi oranlarda üretilmelidir ?




  1. Bu mallar nasıl üretilmelidir ? Ya da farklı bir şekilde sorarsak, kimler tarafından, hangi kaynaklarla ve hangi teknik yöntemlerle üretilmelidirler ?




  1. Ve bu mallar kimin için üretilmelidir ? Ya da bir başka biçimde sorulursa, üretim örgütü tarafından sağlanmış bu mal ve hizmetlerden yararlanmaya ehliyetli olanlar kimlerdir ? Ya da soruyu değişik terimlerle ifade edersek, olağan toplam ürün farklı bireyler ve aileler23 arasında nasıl bölüştürülmelidir ?


Bu üç soru, tüm iktisadî sistemlerde temel ve ortaktır.»
Kaba iktisadın yöntemi tamamen keyfî biçimsel bir mantık olarak belirlenmiştir. Başlıca usulleri biçimsel mantığın usulleridir : tümevarım ve tümdengelim (matematiksel görünümleri nedeniyle ikincinin açık bir tercihiyle). Ama her halükârda gerçek hareket noktası, bilinçli veya bilinçsiz, bir hayli gözleme dayanan tarih-dışı ve topluma uymayan tümevarım veya genelleştirme sonucu ortaya çıkan bir kurgul konutlar bütünüdür. Gözlem ve deney, sergilemeye yol açanı oluşturmazlar asla, ama neo-klâsik iktisat, her halükârda varsayımlardan,24 konutlardan hareket eder ve ardından da tümdengelimsel mantık yöntemiyle – iktisadî öznelerin davranışının kendilerine uyarlanmak zorunda kalacağı – yasalar hazırlar. Kaba iktisat böylesi varsayımlara nasıl vardığını açıklamakla yormaz kafasını ve istemese de gerçekleştirdiği gözlem-tümdengelim sürecinin bilincinde bile değildir, ama araştırma ve inceleme gibi açıklamanın da [sergilemenin] tümdengelimsel bir akıl yürütmeyle başladığını düşünür ; bilimi tümdengelimin eşanlamlısı olarak, doğrulamayı (matematiğin, ekonometrinin vs. kendisine en büyük güvenceyi sağladığı bir “doğrulama”yı) da modelin içsel uyumu ile özdeş bir şey olarak düşünür. “Modern iktisat bilim”ne hâkim olan bu biçimsel mantıkçı ve niceliksel dindarlık yeterince bilinir, kullandığı varsayımların geçersizliği de eleştirildi, ama böylesi varsayımların tümevarımcı hazırlama metodu çok daha az eleştirildi… bu eleştirinin sadece kaba iktisadın sergilediği bölüme eksenleşmesi yüzünden [aslında] onun ekmeğine yağ sürülmüş olur. Ayrıca özel bir üretim tarzını (kapitalizmi) savunmak için kendine özgü toplumsal bir sınıfın (burjuvazinin) teorisi sıfatıyla iktisadın gerçeklikle olan gerçek bağının en açık bir biçimde belirmesi tam da bu yöntemdedir.
Bu toplumdaki cevabını bulmak amacıyla kaba iktisatçıların tüm şu varsayımlarının nereden çıktıklarını kendimize sormak yeter. İnsanın amacının faydanın azamileştirilmesiyle, mümkün mertebe hep daha fazla gönenç malzemesine [zenginliğe] sahip olunması olduğunu vaaz eden ve de yüz yılı aşan varlık sürecinde tüm kaba iktisadı baştan aşağı kucaklayan bu konut [postülâ] nereden geliyor ? Ne bir eksik ne bir fazla tamı tamına şu gerçek, etiyle kemiğiyle gerçek kapitalistten. Tümevarım, dünyanın daima kendi suretlerinde, kendilerine benzer bir biçimde dönmüş olduğunu, dönmekte olduğunu ve döneceğini, kendilerinin de şu kendini anlamakta olan insanın doğası oldukları zehabına kapılan kapitalistler gibi onların ekonomistleri için de, genellikle bilinçsiz bir biçimde, çalışır kesinlikle. Evrensel ve doğal insan ile evrensel ve doğal toplum, özelden genele bu sıçrayışla, şu özel ve sınırlı [dar kafalı] tipten, bir o kadar özel ve sınırlı bir toplumun unsuru olan bu tipten itibaren kurulmuş oldu.
Diğer önemli kurgul konutlarla da aynı şekilde görürler işlerini : hukukî ve siyasî kurumsal bir çerçevenin mevcudiyeti, tüketici için bir tercih skalasının [cetvelinin] varlığı (fayda fonksiyonu diye de isimlendirilir), verili teknik yapılar (üretim fonksiyonları diye adlandırılan fonksiyonların kendilerinden itibaren hazırlandığı yapılar) vs. Görüldüğü üzere bu konutlar ideal olmaktan ve gerçeği yansıtmaktan uzak değildirler yalnızca, üstelik, bir çok kez işaret edildiği gibi, sermayenin bizzat kendini idealleştirmesinin sonucu olarak bu gerçekliği karikatürize edilmiş bir biçimde yansıtırlar.
O hâlde kaba iktisadın düşünce ve saf akıl yoluyla elde edilmiş bu yasaları, özleri bakımından biçimsel ve prakseolojiktirler (yani pratik kuralcılarıdırlar) ; bu yasalar iktisadî gerçeklikte hiçbir çelişki kabul etmezler ; toplum dışı ve tarih-dışıdırlar ; tamamıyla kurgul konutlardan itibaren elde edilmişlerdir, kurguldurlar. Bu yasaların toplumsal işlevi bu bilimin dilini yansıtmak, burjuva üretim görevlilerinin bu toplumdan oluşturdukları fikirleri anlatmak, gerçek uyuşmaz çelişkileri gizlemek, toplumu olumlu kutbuyla özdeşleştirip bu toplumun övgüsünü yapmaktır.25 Bu yasalar asıl olarak, alışıla geldiği üzere tutucu ve gerici olarak adlandırılan ve süregelen duruma [statükoya, mevcut duruma] uygun biçimde düşünen burjuvazinin bir bölüngüsünün çıkarlarını temsil ederler.26 Yalnızca onaylama, savunma ve övgü olarak değil, üstelik kâr oranının azamîleştirilmesiyle kaynakların uygun bir biçimde kullanımı ve genel olarak iş idaresi için sağladığı tümdengelimci teknik araçlarla da en iyi hizmetlerini sunduğu kişi, şu “kamu” ve “özel” şirketlerin sahibidir. Söz konusu iş idaresi, neo-klâsik iktisadın teknik bakımdan geçerliliğini (kesinlikle bir bilim olarak değil, ama keyfî biçimsel bir mantık olarak teknik geçerliliğini) anlamaksızın gerçeklikten uzaklaşmaları yüzünden neo-klâsik iktisatçıları gülünçleştirmekle yetinen ekonomi politik tarafından yeterince küçümsenmiş, hor görülmüştür. Ama yine de neo-klâsik iktisat, sermayenin ihtiyaçlarıyla uygunluk içinde (onun gerçek amacı, varlık nedeni de budur) firma ve devlet düzeyinde karar almada en elverişli [araç] olduğunu göstermiştir ; öte yandan ekonomi politik, bir anlayış olarak çöküşünü sürdürdü ve kapıdan def ettiğini pencereden tekrar içeri alarak sona erdi ; bıktırıncaya kadar, sermayeyi yönetmek zorunda bırakıncaya kadar kaba iktisadı eleştirdi ve bu durumda… kendisi de tamamen vülgerleşti. Bu [son] savın reddedilmez kanıtı da, ekonomi politiğin bir devlet doktrini olduğu ülkelerde (Rusya, Polonya, Küba vs) her gün daha fazla neo-klâsik bir iktisat öğretiminin durmadan artan önemidir.

B.4 Ekonomi politik ve kaba iktisat arasındaki temel karşıtlık…

Ana hatlarıyla ve eksiksiz olduğunu iddia etmeksizin ekonomi politik ile kaba iktisat arasındaki karşıtlığın en temel görünümleri olarak şu aşağıdaki noktaları sayabiliriz, bu aynı zamanda bu bölümün bir sentezi olacaktır.


Ekonomi politik [iktisadî] gerçekliği inceleyip üretimi yöneten toplumsal yasaları bulgulamayı amaçlarken (kendi teorisi içinde toplumsal çelişkilerin ve sınıf mücadelesinin varlığını kabul etmeye götüren de budur). Kaba iktisat şeylerin bu varlığını pek inceleme konusu olarak görmez, ama iktisadî faaliyetin amacı olarak düşünülen bazı değişkenleri (fayda gibi) azamîleştirmek için insansal etkinliğin benimsemek zorunda kalacağı kuralları incelemekle ilgilenir ; iktisadî gerçekliği ve sınıf mücadelesini ele aldığı zaman da, bunu kendi inceleme konusunun dışında yapar ve söz konusu gerçeklikleri sermaye toplumuna içkin şeyler olarak değil, ama – kendisinden itibaren ulamlarını hazırladığı ve tümdengelimci didintilerini, kıvır zıvırlarını gerçekleştirdiği – Robinson ve tam rekabet dünyasının bazı bozuklukları, sapmaları olarak düşünür (iktisada sokulmuş olan tekeller, “eksik rekabet”, sendikalar vs. böyledir).
İki nedenden dolayı ekonomi politiğin ortaya koyduğu yasaların objektif, toplumsal ve tarihsel oldukları27 iddia edilir : şeylerin bizzat gerçekliğinde var olan yasaları28 yansıtıyor olmaları açısından ve bu yasaların insanların iradelerinin dışında olarak kabul edilmeleri bakımından ; oysa kaba iktisat tam da insanların istencinden, güdülenmelerinden29 yola çıkar ve insanların iktisadî davranışlarını “akla uygun kılma”ya yani izlenen amacın azamîleştirilmesini güvenceye almaya çalışır, dolayısıyla yasaları da prakseolojiktir.
Ulamları ve bu ulamların (yani yasalarının) bağlantıları içindeki bu iki anlayışın birinin nesnel diğerinin de öznel niteliklerinin bu karşıtlığı, metaların değer teorisi olan tüm bir iktisadî öğreti temelinde yoğunlaşmış olarak belirir özellikle : ekonomi politik değerin nesnel bir anlayışına sahiptir, oysa kaba iktisat için değer tamamen öznel bir niceliktir. Bir başka ifadeyle, ekonomi politik için değer, asıl olarak metalarda içerilen emek zamanı tarafından belirlenir,30 bireylerin güdümlenmelerine, hoşnutsuzluklarına, hazlarına, istençlerine bağlı olmayan bir niceliktir bu. İnsan ve nesne arasındaki öznel ilişkilerin ayağını kaydıran insanlar arasındaki mevcut nesnel ilişkilerin incelenmesini bilmezlikten gelen kaba iktisat da değeri, arz ve talebin (kendileri de bir insanın sahip olduğu şeyden sağladığı yarar yani onun kullanım değeri tarafından belirlenmiş olan arz ve talebin) ortak etkilerini fiyatla karıştırır.
Yöntem bilimsel farklılıklar önceki üç noktada zımnen içerilmekte : ekonomi politik özü bakımından materyalist ve olgucudur, gerçekliği gözlemden ve deneylerden yola çıkarak inceler, onu analitik bir biçimde böler, asimptotik düşünce yoluyla durmadan gerçeğe yaklaşmaya çalışarak ulaştığı sonuçları gerçeklikle karşılaştırır ; oysa kaba iktisat, tersine, özü bakımından kurgusal ve idealisttir, gerçekliği olduğu hâliyle tahlile yanaşmaz, ne de onu yansıtmayı düşünür, ama kurgusal bir konutlar bütününden hareket eden, tümdengelimsel çıkarımlarını ve tutarlı sonuçlarını da bu konutlardan itibaren gerçekleştiren bu iktisat, iktisadî ilke olarak belirlediği ile uyum içinde olan “akılcı olan”ı tanımlamaya çalışan keyfî bir mantıktır yalnızca.
Ekonomi politik pek çok görünümü içinde mevcut toplumu ve onun idealist görüşünü eleştirebildiği hâlde, kaba iktisat asıl olarak etkin bir idarî önlemler önerisidir. Söz konusu karşıtlığın bireşimsel olarak kendini ifade ettiği yer de burasıdır.
İzleyen bölümlerde bu iki kutbun ne ölçüde bir birlik oluşturduklarını ve iktisadın eleştirisinin de bu birliğin karşısına dikildiğini göreceğiz.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


EKONOMİ POLİTİK SIFATIYLA MARKSİZM,
MARX’IN ESERİYLE KARŞITLIK İÇİNDEDİR

Toplumsal yönden “marksizm” diye adlandırılanın, [önceki bölümde] kaba iktisada olan karşıtlığı içinde sınırlamış [tanımlamış] olduğumuz ekonomi politiğe ait olduğunu ortaya koyacağız bu bölümde.


Marx’ın eserinin kaba iktisada tamamen karşıt olarak konumlandığını da göreceğiz [aynı şekilde]. Ekonomi politiğe gelince… kaba iktisada yönelik kimi eleştirileri bazı noktalarda Marx’ın eleştirilerine benziyor da olsalar, Marx’ın eseri yine de ekonomi politiğin eleştirel, yıkıcı ve uzlaşmaz karşıtı olan bir bütünlük olarak tanımlanabilir. Yani eserinin [Kapital’in] bu başlığı taşıması ve ekonomi politiğin eleştirisi olması demektir bu.
Ekonomi politik ile kaba iktisat arasındaki karşıtlığın daha önce belirttiğimiz beş noktasını tekrar ele alarak ve Marx’ın eserinin onlara verdiği öz bakımından farklı olan içeriği açıklayarak, iktisadın eleştirisi ve tüm öğretileri ile birlikte (“marksizm”den neo-klâsik iktisada kadar) bizzat iktisat arasında genel olarak var olan o temel uyuşmazlığı açıklığa kavuşturmaya başlayacağız bu bölümde. Aslında söz konusu olan, “İktisadın Eleştirisine Katkılar”ın gelecek bölümünde en temel görünümleri içinde nihayet gerçekten ele alacağımız kendi anlayışımızın sergilenmesine burada yalnızca bir giriş yapmaktır.

C.1 “Marksizm” ya da “marksist iktisat”…

Kendi anlayışımızı ortaya koymadan önce, olgular, “marksizm” ve/veya “marksist iktisat” diye adlandırılana ilişkin olan önemli sınırlayıcı bir açıklamayı (tüm bu çalışma buyunca derinleşerek sürecek olan bir açıklamayı) dayatıyor bize.


Bugün sendikalarda, üniversitelerde, akademik yayınlarda vs. kamuoyunun oluşturulması ve yaygınlaştırılmasının bu araçları çerçevesinde marksizmden veya marksist iktisattan anlaşılan, gerçekte onun ekonomi politiğin bir dalı olduğudur (kuşkusuz iktisadın kaba anlayışından da muaf olmayan bir dal).
Bugün bir yazarın, bir sendika ağasının, bir iktisatçının vs. sınıf mücadelesinden, artı-değerden, emek-değer kuramından ve benzerlerinden söz etmesi ve de nesnel iktisadî yasaların varlığını tanıması… toplumun bu anlayışı “marksizm” olarak isimlendirilen ayrı bir bölüme yerleştirmesi için yeterlidir gerçekte (hatta bu yerleştirme yeterince açık bir biçimde yapılmamış olsa bile).
Bu yazarların çoğu (burada özellikle iktisadî faaliyetle ilgilenenler üzerinde yoğunlaşıyoruz), bu sınıflamayı seve seve kabul eder ve de kendilerini “marksist iktisatçılar” olarak ilân ederler. Bu marksist iktisatçıların içlerinde bölündükleri ve örgütlendikleri önemli dalları da dikkate alarak,31 kaba iktisada karşıtlığı içindeki ekonomi politiğin temel nitelikleri olarak daha önce de işaret etmiş olduğumuz güçlü noktalar bütünlüğünü, asıl olarak (kimi durumda sırf) marksizmlerinin ıralayıcı bir tanımlaması olarak düşündüklerini ve [böyle] kabul ettiklerini iddia edebiliriz. Önceki bölümde sıralamış olduğumuz bu noktalar şunlardı :


  1. iktisadî gerçekliğin incelenmesinde sınıf çelişkilerinin ve sınıf mücadelelerinin kabul edilmesi ;




  1. marksist iktisadın yasalarının “tarihsel”32 ve toplumsal-nesnel niteliği ;




  1. değer teorisi veya emek-değer ve artı-değer teorisi olarak bilinen kuramın kabul edilmesi ;




  1. deneysel gözlemlerden hareket eden, ardından soyutlama düzeyine yükselen ve tedricî somutlaştırmalardan hareketle somut gerçeği (yani somut düşünceyi) yansıtmaya çalışan bir yöntemin benimsenmesi ve biçimciliğin eleştirilmesi ;




  1. mevcut durumun [statükonun] ve onun ifadesi olan kaba iktisadın eleştirisi.

İktisat biliminin bayağılıklarıyla daha uzlaşıcı olan kimi yazarların, benzerleriyle yani kaba iktisatçılarla birlikte bu karşıtlıkların tümünü kavrayamadıkları ve kimi başka yazarların da bu beş noktaya yenilerini ekleyecekleri kesin, ama bu o kadar önemli değil.


Önemli olan, ekonomi politik ve marksist – denilen – iktisat arasındaki özdeşliğin görülmesidir. Bu özdeşlik, açıklaması marksizmin bir ideoloji hâline getirilmesinde – yani Marx’ın teorisinin devrimci olarak sahip olduğu her şeyden arıtılmasının, onun var olanlara eklenen fazladan bir ideolojiye, ondan bir devlet dini yaratacak ölçüde ekonomi politiğin bir parçasına dönüştürülmesinin o inanılmaz gücünde – yer alan ve nesnel olarak saptadığımız bu toplumun ideolojik bir gerçekliğidir bugün. Bu konuda bir adlandırma sorunu yaratmaksızın tüm bu marksistleri (marksist ekonomistleri yani) ekonomi politiğin ayrılmaz parçaları olarak, iktisatçılar olarak düşünmek (ve böyle adlandırmak), kavramsal olarak bize uygun görünüyor.33

C.2 Marx ve ekonomi politiğin eleştirisi…

Günümüzdeki bütün ekonomistlerin tersine, bir insanın başına gelmiş olabilecek en büyük tahrifatlara konu olan Marx, kendini ekonomi politiğe adamadı ve eserini de yeni bir iktisat gibi, marksist bir iktisat olarak değerlendirmedi. Aksine, Marx’ın tüm eseri, ekonomi politiğin ve onun içinden çıktığı toplumun genel ve toptan bir eleştirisidir (diğer bir ifadeyle, ekonominin ve onun ideolojik üretisinin yani ekonomi politiğin eleştirisidir).


İktisadî faaliyetleri ele aldığı çalışmalarının her birinde Marx, ısrarla belirtir bunu. “Kapital”in alt başlığının “Ekonomi Politiğin Eleştirisi” olması, “Grundrisse”in de “İktisadın Eleştirisinin Temelleri” başlığını taşıması bu yüzdendir, aynı şekilde katkı da “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”dır ; ayrıca – bitmemiş olarak kalacak olan – “Artı-Değer Teorilerinin Eleştirisi” başlıklı bir başka çalışmayı da başlatmıştı ve benzerleri…
Daha az aptal ya da daha bilinçli bir takım marksist iktisatçılar, taktik bir hatayı temsil eden gelenekle biçimde bir kopmaya kadar gittikleri için, bu açık gerçeklerden hareketle hedefe atışlarını bir parça düzeltmeye çalıştılar, ama her an birbirleriyle çelişerek.
Böylece örneğin Delleplace, her hâlükârda toplumsal ve tarihsel ulamları bir benimsemenin var olduğu olgusu üzerinde ısrar ederek kapitalizmin bütün iktisat kuramlarının ve özellikle de tüm neo-klâsik ve klâsik kuramlar arasındaki temel özdeşliği açıkça ortaya koyar.34 Daha sonra marksizmin “ekonomi politiğin reddi”ni hareket noktası olarak aldığını göstermeye çalışır ve – kapitalist üretim tarzını toplumsallaştırmanın özgün bir biçimi gibi düşünen – iktisatçılar ile Marx’ın eseri arasındaki kopuşta bir dizi ilginç noktanın altını çizmeyi de ihmal etmez. Bu durum marksistler arasında bir ayrıcalık oluşturur şüphesiz [Delleplace için] ve bu kopuşun asıl unsurlarını yine de kavrayamayan yazarın değerini koyar ortaya. Aslında tüm değişkeleriyle birlikte bütün marksist iktisada özgü doğalcı materyalist ideolojiyi bir sorun olarak tekrar masaya yatırmasına rağmen, söz konusu kopuşun özünün güncel toplumun incelenmesi olmadığının ama bu toplumun yıkımının incelenmesi olduğunun, bu kopuşun temelinin sermayenin biyolojisi olmadığının ama onun ölümünün incelenmesi [nekrolojisi] olduğunun farkına bile varmaksızın Marx’ın teorisini “güncel toplumun teorisi”, “kapitalizmin teorisi” hâline getirir. Bu yüzdendir ki [Marx’ın eserinin] tüm diğer teorik görünümleri de saptırılacaktır. Bir başka deyişle [onun eserinin] teorik yapısının bütününün kilit unsuru olan olumsuzlamadır (ya da devrim isteğidir) tam da gözden kaçırdığı. Bu düşüncenin bir eleştirisi olarak, kapitalizm öncesinin yalnızca kapitalizmin bakış açısı içinde anlaşılmış olabileceği gibi, kapitalizmin (yani “güncel toplumun teorisi”nin) de komünizmin kötü bir taklidi olduğunu söyleyebileceğiz aynı şekilde (ama şimdilik bunun üzerinde ısrar etmeyeceğiz, zira gelecek 4. bölümde sözünü edeceğimiz unsurlara sadece bir giriş yapmaktayız şu anda).
Bir diğer örnek de iktisadın eleştirisinin ekonomi politiği sonuna [yıkımına] götürdüğünü teslim eden Ernest Mandel örneğidir, üstelik bu teslim ediş, marksist yol kabul ettiği her şeyin bir olumlamasıdır :
«Marx’ın kendisi (ardından Rosa Luxembourg, Hilferding, Buharin ve Preobrajanski) bu konuda kesindir : ekonomi politik göstermeye çalıştığı iktisadî ulamlarla aynı zamanda yok olur [söner] gider.»35
Ama bu, Mandel’in söz konusu kitabına şu başlığı koymasını da hiçbir biçimde engellemez : “Marksist İktisat Üzerine Bir Çalışma” !
Aslında biçimsel görünen bu sorun, özdeksel temel bir sorunun36 yansısıdır : Marx ekonominin objektif bir eleştirmeniydi, lâkin halefleri olduğunu iddia eden şu iktisatçı takımı ekonomiyi ve onun kuramsal ifadesi “ekonomi politik”i savunurlar (genel olarak üretim tarzının zımnî bir savunmasıdır bu).
Bize, kaba iktisada ilişkin uzlaşmazlık noktalarının her birinde Marx bizzat kendini bulurdu diye itiraz edilecektir kesinlikle. Bu yüzeysel olarak genel anlamda doğrudur ve bu yüzden bir kanıt gibi görünebilir, ama gerçeğe daha yakından bakarsak eğer, bu kanıt yıkılacaktır. Kaba iktisatla olan uyuşmazlık noktalarının bu türden bir sıralanmasında, gerçekten de Marx’ın bir çalışması sanki D. Ricardo’nun bir çalışması gibi görülebilir, aynı biçimde, idealizmin (Hegel’i alalım) eleştirisini bir materyalistten (Feuerbach’ı alalım) hareketle tanımlarsak şayet, bu bizi Marx ve Feuerbach arasındaki ortak görünüşleri teslim etmeye götürecektir.37 Bu, ikisinin de materyalizmi kabul etmelerinden, dolayısıyla deneysel gözlemi çıkış noktası olarak almalarından ileri gelir asıl olarak. Marx’ın eserinin gerçekliği sahiplendiği dolayısıyla sınıf mücadelesiyle ilgilendiği, iktisadî faaliyetin nesnel, toplumsal ve tarihsel yasalarını incelediği, emeğin keşfini değerin özü olarak ortaya koyduğu, yöntem olarak tedrici somutlaşmaları benimsediği ve de var olan durumun [statükonun] eleştirisini sayesinde gerçekleştirdiği ortak alan, yegâne ortak alan budur hiç kuşkusuz. Ama göreceğimiz gibi, bu ortak alan bir muharebe meydanından, açık bir savaş alanından başka bir şey değildir : bu iki anlayıştan [ekonomi politik ve kaba iktisat] her biri sınıf mücadelesinin çamurlarına bulanırlar ve de savaş sertleşip kanlı boyutlara ulaştığında, kaba iktisat, kendisine karşı tek anti-tez olarak var olan ekonomi politiğin eleştirisi sıfatıyla Marx’ın eserini değil yalnızca, yaşamın kendisini de dikkate almaz, öte yandan ekonomi politik de yok olmamak için onun kavramlarını benimsemeye varacak ölçüde kaba iktisada iltihak eder.
Sonuç olarak Marx’ın eserinin – gerçekte bütünüyle materyalist anlayışınkilerden başka bir şey olmayan – bu temel noktalarda kendini bulduğu doğruysa eğer, bu, Marx’ın eserinin “öyle kestirmeden” değil, ama kesinlikle diyalektik bir materyalizm olduğunu unutmaksızın olur… tüm önceki materyalizmin genel ve köklü olumsuzlanmasını zımnen içeren de budur, öyle ki :


  1. Marx’ın çalışmalarının bu noktalara sağladığı içerik özü bakımından farklıdır ve ekonomi politik ile onun eleştirisi arasındaki genel çelişkiyi daha baştan kapsamaktadır. Bu yüzden ekonomi politiğin eleştirisini bir bütünlük olarak düşünmek38 gerektiği de açıktır (bu noktada bütünlüklü gerçeklik ile özü bakımından kısmî olan sergilenmesi arasındaki çelişki sorununa karşı koymak durumundayız bir kez daha).




  1. Ekonomi politiğin olumlayıcı bir niteliği (çelişkili ve bayağı olumsuzlanmasına karşı bir nitelik) olarak daha kesin bir biçimde sınırlandırmış olduğumuz bu noktalar, hepsi de ekonomi politiğin alanında kalan bütün birleşik iktisadî doktrinler arasındaki başlıca kopuşu anlamamıza yarayan aynı noktalar değildir ; dolayısıyla bu kopuş özel ve sarih bir açıklama,39 üstelik Marx’ın döneminden bu yana eseri üzerinde gerçekleştirilmiş olan o çok büyük tahrifatları da dikkate alan bir açıklama gerektirir. Dahası tüm bu iktisadî doktrinlerin birliğini anlamamıza, Marx’ın eserini yegâne gerçek anti-tez [bu doktrinlerin anti-tezi] olarak kavramamıza ve aynı zamanda ekonomi politiğin sınırları yüzünden kaba iktisadın ayrı bir yapı sıfatıyla tarihsel olarak dönüşmesini, böylece olumsuz olumsuzlanmasını (gerçekliğin genel soyutlaması, oysa ekonomi politik, göreceğimiz gibi, onun kısmî bir soyutlaması olmuştu) oluşturan olumlu olumsuzlanmasının, [yani] ekonomi politiğin eleştirisinin ortaya çıkmış olmasını (veya daha iyisi, tarihinde ilk defa sistemli niteliğini elde etmiş olmasını) da anlamamıza yarayacak olan noktalardır bunlar. Marx’ın eserini – bu kelimeye yüklediğimiz anlamda – bayağılaştırmak [vülgarize etmek] için hazırlanmış tüm bir yazında en fazla gizlenmiş, tahrif edilmiş ve özü saptırılmış en hassas noktalardır bunlar kesinlikle.

Metnin izleyen bölümünde 1. noktayı yani bir yandan ekonomi politiğin diğer yandan Marx’ın eserinin bu beş noktaya verdikleri [yükledikleri] özsel olarak farklı (ve pek çok durumda karşıt) olan içeriği ele alacağız. Böylece Marx’ın eserinde yapılan tahrifatı da açıkça ortaya koymuş olacağız.


Dergimizin gelecek sayısında da [“Communisme”, № 31] ekonomi politiğin eleştirisi ve bu eleştiri ile ekonomi politik arasındaki temel kopuşu yani 2. noktayı işleyen bir metni [Dördüncü Bölüm] açık bir biçimde sergileyeceğiz. Bu yüzden 1. nokta [orada] bizim için elbette yararlı olacaktır.

Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin