EKONOMİ POLİTİKEN DEĞİL,
ELEŞTİRİSİNDEN YANA OLMAK !
İkinci Kısım1
BİRİNCİ BÖLÜM
İKTİSAT ELEŞTİRMİZİN SINIRLARININ BELİRLENMESİ :
KONU, YÖNTEM VE ARALARINDAKİ DİYALEKTİK İLİŞKİLER.
A.1 Gerekli ön belirlemeler…
Bu metinde karşılaştığımız genel sergileme sorunlarını belirtiyor ve toplumun bilimsellik ölçütlerine karşı onun eleştirisinin insanî akla uygunluğunun ve geçerliliğinin ölçütlerini koyuyor, sergiliyoruz.
A.2 Sergilemenin genel sorunları…
Bir sergileme hâkim genel anlayışla (toplumsal ortam kadar bu sergilemenin hedef aldığı her okuyucu için geçerli olan genel anlayışla) uyuştuğu zaman, bu açıklama, “özgün katkılar”ının olması durumunda bile öyle büyük güçlüklerle karşılaşmaksızın geliştirilebilir. Sergilemenin tüm okuyucuları tarafından bilinen aynı kavramlar ve bu kavramlar arasındaki aynı ilişkiler söz konusu olduğundan, bu açıklamanın okuyucuya “mantıklı” ve “bilimsel” görünebilmesi için, tümdengelime ve/veya tümevarıma dayanan şu ya da bu verinin (söz konusu genel anlayışta zımnen içerilmiş olmasına rağmen özgün bir katkı olarak kabul edilecek olan bir verinin) kendisine eklendiği farklı bir sunuş yeterli olacaktır. Böylece okuyucu, bilim adamının [söz konusu sergilemenin yazarının] yanında onunla birlikte akıl yürütüyormuş (dahası sergileme konusunun incelenmesine, hazırlanmasına bile katılıyormuş) gibi bir izlenim edinecektir. Siyasî ve dinsel nutuklarda, basında kullanılan da bu mekanizmadır. Söz konusu “yeni” tezler her halükârda “mantıklı” görünürler, zira bu tezler, kendileri tarafından da paylaşılan değerler dizisinin [paradigmanın, aynı örneğin] uygulanmasının bir sonucundan daha başka bir şey değildirler. Söz konusu “katkı”ya mal edilecek “geçerli” ve “bilimsel” olma nitelikleri, bırakın toplumsal yaşamın dönüştürülmesini onu açıklama gücüne bile sahip değildir, ama inceleme ve sergileme yöntemleri arasında okuyucunun bilincinde gerçekleşen bir tanımadan [özdeşleştirmeden] türemiş olan biçimsel uygunluğu tarafından belirlenmiştir asıl olarak.
Bunun tersine, hâkim anlayışla tamamen karşıtlık içinde olan ve genellikle hiç bilinmeyen tutarlı ve ayrı türden tezler bütünlüğü (bu yazı dizisi gibi örneğin) sergilendiği zaman, açıklama ve okuyucuyla olan ilişkiler çok büyük zorluklar gösterir. Burada söz konusu olan bilimsel oldukları düşünülen tutarlı bir gerçekler bütünlüğünden belirli tezleri çıkartmak veya belirli tezlere varmak değildir, buna karşılık, bir başka tutarlı bütünlüğü anlaşılır kılmaktır. Okuyucuya diğer durumdaki [birinci örnekteki] bilimsellik izleniminin aynısını vermek, bir hayaldir…çünkü bu diğer [ikinci] tutarlı bütünlüğün – özümlenmesinden söz bile etmeksizin – blok hâlindeki (kesintisiz ve yekpare) açıklamasını yani imkânsızı gerektirecek olan bir şeydir bu. Sergileme, kendi doğası gereği, ancak gerçekliğin ele alınmış olan bir parçasıyla bu gerçekliğin tamamen dışında başlaması yüzünden, sadece bu durumda, okurun bilincinde inceleme ile açıklama arasında aldatıcı bir özdeşleştirmeyi korumuş olacağız [demektir bu].
Aslında gerçek bir araştırma ile sergileme arasında açıkça üstlenilmesi ve aydınlığa kavuşturulması kaçınılmaz görünen bir çelişki vardır. Ancak okuyucunun [henüz] tanımadığı bir bütünlükten itibaren anlaşılabilir olan tezler ve sonuçlar, belirli bir çalışma prensibinden hareketle formüle edilmiş oldukları için, toplumun hâkim anlayışından yola çıkmayan ve bu yüzden bilimsellik kolay çaresini (tümdengelim ve tümevarım) kullanmayan tutarlı bir tezler bütünlüğünün sergilenmesi,2 kaçınılmaz olarak tuhaf ve önsel bir yapı olarak görünür [okuyucuya].
Kimi yazarlar, kavramların tanımlarıyla başlayıp ardından tanımladıkları bu kavramlar arasındaki ilişkileri belirledikleri ve onları yasalar ya da tezler olarak adlandırdıkları zaman, söz konusu çelişkiyi aştıkları zehabına kapılırlar. Ama yine de, istisnasız hepimiz, toplumdaki hâkim anlayışı (ister doğa ister toplumsal bilimlerde olsun) açık bir biçimde kabul eden, ardından parçanın özünün ona ne ölçüde kesinlikle bir bütünlük tarafından verildiğini ve kavramların en temel, en ilksel unsurlarının bu bütünlüğün karmaşık betimlemelerinin bir sentezi olduğunu anlamaksızın, bu bütün olmadan parçayı tanımladığını3 ve bu bütünlüğü de birleşmiş parçaların bir bütünlüğü sanan yazarlar önünde buluruz kendimizi. Ulaşılan sonuçlar okuyucuya kesinlikle “mantıklı” olarak göründükleri yani kendi genel kavramları içinde önceden varsayılmış oldukları için, [söz konusu yazarlar] bilincinde olsalar da olmasalar da, aslında bu parçaların veya kavramların tanımları tamamen basitçe bu incelemenin – oldukları gibi görünmeyen – gerçek tezleri ve sonuçlarıdır aynı zamanda.
Gerçekte en basit bir tanım, en temel bir kavramın açıklanması, istensin ya da istenmesin, bir tezdir. Kapitalist toplumun karmaşık kavramları (değer, sermaye vs.) değil yalnızca, üstelik bu toplumun en yalın, en ilksel kavramları (meta, proletarya, para, kullanım değeri vs.) olarak görünebilecek olanları da aslında bu toplumsal bütünlüğün karmaşık birliğinin sonucudurlar ve oldukları hâlleriyle gerçek tezleri oluştururlar.4
İnceleme yöntemi ile sergileme yöntemi arasındaki çelişki ortadan kaldırılamaz, ama okumayı anlaşılır kılmak için önemli olan, söz konusu incelemenin sonuçlarının sergilenmesi ile okuyucunun kendini temelsiz bir yapı önünde bulduğunu sanması olgusunu, sorunun bizzat özüne ilişkin bir şey sıfatıyla üstlenerek iki yöntemi kesinlikle ve titizlikle ayırt etmek ve bu çelişkiyi göze almaktır. Marx “Kapital”i yazdığı zaman bu sorunu aydınlığa kavuşturmanın gerekliliğini de düşünür. Böylece “Kapital”in ikinci baskısının sonsözünde şunları okuruz örneğin :
«Hiç kuşkusuz sergileme yöntemi inceleme yönteminden ayrılmalıdır. Araştırma-incelemede konu tüm ayrıntıları içinde kendine mal edilir [iyice özümlenir], gelişmenin çeşitli biçimleri tahlil edilir ve içsel ilişkileri açığa çıkartılır [bulgulanır]. Bu görev bir kez gerçekleştirildikten sonra, gerçek hareket ancak o zaman bütünlüğü içinde sergilenmiş olabilir. Konunun görünümünün kendini en sadık betimlemesi içinde yansıtacağı bir biçimde bu iş başarılırsa şayet, önsel bir yapı karşısında bulunduğumuzu sanmak olasıdır.»
İfade edilmeyi bekleyen tutarlı bir sistemde gerçekte olduğu gibi, bir sergilemenin [daha] ilk sözcüğünün bütünlük tarafından tanımlanmış olmasını istemek [savlamak], karaağacın armut vermesini beklemek kadar saçma olacaktır. Ve bu, tezlerden her biri ve onların bütünlükle olan ilişkileri için de geçerlidir ; örneğin “meta” ya da “değer diktatörlüğü” kavramlarının açıklanmaları, daha baştan bütünlüğün sahiplenilmesini [özümlenmesini, kavranılmış olmasını] gerektireceğine göre, bu bütünlük tezlerin tek tek sergilenmelerinde açıkça belirtilmiş olamaz… bu da anlamsız olacaktır zaten.
Dolayısıyla gerçekleştirilmiş olan bir sergileme daha baştan itibaren [çeşitli] savlar (ancak bütünlük az çok kavrandığı zaman konunun hareketini yöneten yasalar olarak tamamıyla anlaşılabilir olan savlar) formüle etmeyi açıkça kabul eder (bu savın kendisi gibi örneğin). Bu yazı dizisinin okunmasına gelince… Özellikle şu “marksist” akımlar içinde ekonomi politik tarafından kullanılmış olanlarla özdeşmiş gibi görünen bu aynı kavramların, sergilemenin bütünlüğü dikkate alındığında, farklı bir anlam kazanacaklarından şüphe etmiyoruz (bu, tezler için daha fazla doğrudur). Bu yüzden yazının tümü bir kez okunduktan sonra, sergilememizin ilk bölümlerinin bir ikinci kez okunmayı hak ettiklerini düşünüyoruz.
A.3 Doğrulama, bilimsellik ve gerçeklik ölçütleri…
Sergilemeye ilişkin bu açıklamaların, sergilemenin tutarlı bilimsel niteliğini tamamen ortada bıraktığı kesin. Egemen mantığın (burjuva) genel çerçevesi içindeki sergilemelerin biçimsel bir tutarlıktan ve de geçerli, bilimsel görünebilmek için bu mantıkla olan uyumluluklarından başka hiçbir temel gerektirmemelerine karşın, bize gelince, biz bu “olanağa” sahip değiliz ve bu aynı neden yüzünden, [egemen mantığın ölçütlerinin] karşısına farklı türde ölçütler koymak isteriz.
“Gerçeklik ölçütü”, toplumun ve dolayısıyla ona hâkim olan sınıfın ihtiyaçlarına bağlı olarak tarihin her döneminde değişir. Sermaye toplumunda bilim olarak adlandırılan, dinin yerini almış ve – olduğu hâliyle dini kuşkusuz tasfiye etmeksizin – toplumsal gerçeklik araştırmalarının denetleyici ve yürütücüsü [kısaca toplumsal gerçeğin patronu] sıfatıyla dinin yerine geçmiş, velâkin daha da âlâsını becererek bilimi kapitalist üretim tarzının bir dini konumuna getirmiştir.5
Örneğin ekonomi alanında Marx’ın kaba [vülger] iktisat olarak tanımladığı, şimdiler de asıl olarak neo-liberaller ve fridmancılar tarafından temsil edilen kaba iktisat, artık söz götürmez bir biçimde bilim olarak kabul edilen şeye aittir. Bu kampa kabul edilmek ve de sahip olunan konumda toplum tarafından verilmiş bilimsel yetenek unvanlarıyla (doktor, profesör sanlarından başlayıp Nobel ödülüne kadar uzanan unvanlarla) taltif edilmek için, temelde toplumun değerleriyle bir uyum olması gerekir, bir başka ifadeyle, sonuçlar “doğrulanabilir” olmalıdır, söz konusu modelin hipotezleri tümdengelimsel (çoğu durumda matematik sayesinde kesin biçimlere indirgenmiş) olarak kabul edilmişlerse eğer, bu durumda bu sonuçlar tanıtlanabilir ve söz konusu modelin falan ya da filân unsurunun davranışı da mümkün en uygun [optimal] duruma gelmiş olmalıdır.
“Tanıt” ve “gerçek ölçütü” söz konusu modelin bizzat içinde yer alır. Bu modele bir bilimsellik payesi vermek söz konusu olduğunda, toplumun gerçek hareketini ve bu hareketin insanı aşmasını6 açıklayıp açıklamadığı, ya da tersine, süregelen durumu haklılamaya yarayıp yaramadığı bu toplum için pek önemli değildir. Örneğin böylece, tüm neo-liberal kuramların azamî uygulanmalarını, devlet terörizminin genelleştiği bir toplumda, toplama kamplarında ve – çeşitli yazarların ortaya çıkartıp gösterdikleri gibi7 – insanların topluca katledildikleri kamplarda bulmaları olgusu… bu toplumda tanımlandığı hâliyle “bilim” için önemli değildir.
Bu toplumun çalışmalarımızda bize verebileceği bilimsellik anlayışı bizi kesinlikle ilgilendirmediği için, tamamen karşıt bir görüş açısını benimseyeceğiz. Şayet bu sergilemede sık sık tümdengelimsel çıkarımlar kullanıyorsak, bu hiç de bir şeyleri “tanıtlamak” için değildir, ne de bir şeyleri "mantıkî" olarak göstermeye çalışmak… ama başta konuşulan dil ve yazı olmak üzere tüm insanî iletişim biçimleri bu “mantık” temelinde faaliyet gösteren bir toplumun tarihsel sonuçları olmaları ve aynı şekilde ondan büsbütün kurtulmanın da imkânsız olması yüzündendir. Yani [bu türden çıkarımlar] hiçbir durumda gerçeklik veya tanıt ölçütleri olarak kullanılmamalıdırlar.
Bizim için çalışmamızın geçerliliğini oluşturan, – bilim denilen her şey burjuva toplumsal gerçekliklere bağlı olduğu için – bilim değildir, ama bundan çok daha fazla bir şeydir : gerçekleştirilen bir çalışmanın insanî doğruluk ölçütü, bir konunun işlenmesinde (bu durumda sermayenin açıklanmasında) yaşamın kendisini açıklayabilme gerçek yeteneğidir. Aynı zamanda bu yeteneğin (bu gerçeklik ölçütünün) kendiliğinden kendini ortaya koyma gücünden uzak olduğunu da biliyoruz, ya da bir başka biçimde söylersek, teori teorinin içinde doğrulanmaz, ama dünyanın kılgısal dönüşümüne katkısı ve bu dönüşümü açıklama gücü içinde doğrulanır. Son çözümlemede, burada sergilenen kuramın bugünkü toplum tarafından bilimsel olarak kabul edilme diye bir sorunu yok, ama aksine, bu teori geçerliliğini dünyanın dönüştürülmesine, veya daha iyisi, güncel toplumun eleştirisinin kuramsal sistematiğinde ek bir adımı oluşturmak ve kapitalist felâketin olumlu olumsuzlanması olarak ortaya çıkan o güce, komünist harekete katılmak amacıyla yapacağı katkılarda doğrulanmaya çalışır.
Revizyonizmin iddia etmiş olduğu gibi proleter ve burjuva teorilerin üzerinde yarışıp çekişebilecekleri bilimsel, yansız hiçbir alanın mevcut olmadığını açıkça ortaya koymak için ; alışılmış önyargılar olmaksızın izleyen metinde yapmayı önerdiğimiz gibi ekonominin, kaba iktisadın, ekonomi politiğin vs. tanımlamalarının bir eleştirisinin başlaması için… önbelirleme niteliğindeki bu açıklamalar kaçınılmaz görünüyordu. Zira her ne kadar tamamen yıkıcı, evirtik [tekrar dönüşmüş], sorgulanmış ve devrimci bilim diye adlandırılanın insanlığın geleceği için yararlı yanları olabilirse de, bilim bugün, baskıcı gücün belirleyici bir unsurudur, ulusal ve uluslararası ekonominin çok önemli bir kaldıracıdır, bir başka deyişle, sömürünün, sefaletin, açlığın sistemli yükselişinde devletin kullandığı bir araçtır. Bu nedenle sınıf bakış açımızdan erişilmesi [gıpta edilmesi] gereken hiçbir yanı yoktur, tersine söz konusu olan, YIKILMASI EZİLMESİ gereken bir güç, yalnızca proletaryanın özgürleştirici ve devrimci gücü tarafından yıkılabilecek olan baskıcı ve karşı-devrimci bir güçtür.
Genel olarak bilim üzerine olan tüm şu bilimsel nutuklar da bu baskıcı ve tutucu gücün bir parçasını oluştururlar. Kötülüğün bilimden gelmediğini, ama onun nasıl kullanılıyor olmasından kaynaklandığını söyleyen ve buna bir teorinin bilimsel olup olmadığı konusunda edilen kocaman kocaman lâflarla, daha bir yığın didintiyi de ekleyen marksist revizyonizmin bakış açısının yaptığı gibi yani. Bu tavır, bilimin gökten zembille inmediğini ne de tarih-dışı bir bireyin tanrısal ilhamı olmadığını, ama kapitalist toplumun somut ve gerçek bir ürünü olduğunu “unutur” daha baştan. Olduğu hâliyle tüm ürünler gibi biçimi, içeriği ve özellikleri insanî gereksinim ve yarar için değil, ama sermayenin mümkün en yüksek oranda değerlenmesini sağlayan bir ürün olarak belirlenmiştir. Ve bilim, bir meta (yani değerlenen sermaye) ve sermayenin üretici gücü (onu yeniden üreten, hâkimiyet aracı bir güç) olduğu ölçüde mamul bir ürün olarak satılabilir ancak. Bir konu [bir inceleme alanı] gibi bir bilgisayar da – hatta mevcut topluma karşı da (çok özel bir biçimde olacağından şüphe etmediğimiz bir şey) – işe yarıyorlarsa eğer, bu, insanın mevcut işkenceden [ücretli emekten] kurtarılması için değil, ama insanları topluca aptallaştıracak ölçüde biçimsel mantık ve ikili sayı sistemine dayanan, tarih-dışı, anti-diyalektik, karşı-devrimci hâkim düşünce biçimlerini dayatmak amacıyla en küçük ayrıntısına kadar tasarlanmış sömürüyü (oranını) arttırmak için emeğin üretken gücünün yükseltilmesi temel amacı doğrultusunda her ikisinin de doğrudan doğruya [bu toplumun] koruyucu güçleri olarak tasarlanmadıkları ve gerçekleştirilmedikleri anlamına gelmez. Ve bu, tarihsel bir dönemin izleri ile egemen sınıfın damgasını taşıyan, şu sömürülen-sömüren toplumunun yeniden yeniden üretilmesine yarayan tüm bir düşünce sistemi içinde birbirine bağlanan en objektif ve materyalist olarak varsayılmış olan bilimsel tanımlara (kimyada veya fizikte atomun tanımlanması gibi) kadar uzanır.
İKİNCİ BÖLÜM
KABA İKTİSAT ve EKONOMİ POLİTİĞİN TANIMI
Çalışmamızın bu bölümünde, ekonomi politiğin eleştirisinin kendileriyle karşıtlık içinde tanımlanmış olacağı gerekli tanımlamalar bütünlüğünü ortaya koyacağız. Söz konusu olan, mevcut toplumun kendi olumlanmasının bir ürünü olarak temsil ettiği iktisadî gerçekliğe (“ekonomi politiğe”) ilişkin iki önemli anlayışı (ekonomi politik ve kaba iktisat) açıklamak ve onların temel niteliklerini yani konularını, yöntemlerini ve toplumsal işlevlerini belirlemektir.8
Sergilemenin güçlüklerine ilişkin önceki bölümde daha önce gösterilmiş olan aynı nedenler yüzünden, metnimizin bu bölümünde ele alınmış olan [konu], bütün anlamını (dolayısıyla gerekliliği hariç) yalnızca iktisadın eleştirisinin tanımlanmasıyla bulur.
B.1 Ekonomi politik ve kaba iktisat arasındaki fark…
Yüz yılı aşkın bir süre önce Marx, birbirleriyle çeliştiklerini saptayarak ekonomi politik ile kaba [vülger] iktisat arasındaki asıl farkı şöyle gösteriyordu :
«Görünüşlerle yetinen, en genel olayların kabalaştırılması [vülgarize edilmesi] ve kendi ihtiyacı için selefleri tarafından daha önce hazırlanmış olan malzemeyi kafasında evirip çeviren ve de ukalâ bir havayla onları sistemleştirip sonsuz gerçekler (burjuvazinin mümkün dünyaların en iyisini yani kendine ait dünyayı yerleştirmekten hoşlanacağı kuruntular) olarak ilân etmekle yetinen kaba iktisadın tersine, klâsik ekonomi politikten, William Petty’den bu yana, burjuva toplumdaki üretim ilişkilerinin gerçek ve içsel bütünlüğünü anlamaya çalışan iktisadın tümünü anlıyorum.» 9
İddia edildiği gibi söz konusu ayrım, çeşitli ekoller10 arasındaki net bir ayrılmayla mutlak bir biçimde kendini belli etmemesine rağmen, iktisadî doktrinlerin eleştirisi amacıyla bu ayrım hâlâ geçerli, doğru ve çok yararlıdır. Bizzat Marx’ın bunu göstermiş ve tahmin etmiş olduğu gibi,11 Adam Smith’in, David Ricardo’nun ve diğerlerinin yazılarında ortaya konulduğu hâliyle yani tamamen kendine özgü ve farklı nitelikleriyle örgensel bir ifade olarak ekonomi politik bugün artık mevcut değildir ; asıl olarak şu ya da bu yazarının hangi temel anlayışa bağlı olduğunu artık ayırt bile edemeksizin ekonomi politik (güncel keynesçi, rikardocu, “marksist” vs. ifadeleri de dâhil) sürekli bir biçimde salınır ve kaba iktisat derekesine düşer ; söz konusu olan falan ya da filân yazarı açıklığa kavuşturmak değil de üretim ilişkilerinin bir ürünü olan bu anlayışların belirlemeleri ve olası kavram türlerini anlamak olduğundan, bu iki iktisadî öğreti arasındaki ayrım önemlidir, temeldir. Böylece, örneğin ekonomi politikten kaba iktisada geçen stalinci ve stalincilik sonrası iktisatçının kavramak zorunda olduğu kaçınılmaz anlayış değişikliğini anlamak önemlidir. Gerçekte kaba iktisat, ekonomiyi ekonomi politiğin tanımladığı gibi tanımlar : temelde değerin aynı teorisine (emek-değer adını verdiği teori) sahiptir, ekonomide aynı tür yasaları (nesnel, toplumsal vs. yasaları) arar, hatta sınıf mücadelesini bile kabul eder vs. Ne var ki kendi tecimsel, bezirgân, paragöz [kısaca merkantil] toplumunu tahlil etmek söz konusu olduğunda bütün bunları çabucak unutuverir. Her ne kadar şu dinsel üçleme [hristiyanlıktaki baba-oğul-kutsal ruh üçlemesi] formülünü kabul etmeye kadar gitmezse de, ücretin ve paranın gizlenemez varlıklarına rağmen sınıf mücadelesinin ortadan kalktığını iddia ederek onu yadsır… yerine de seçmeci bir mantıkla nesnel ve toplumsal yasaların arayışını geçirir ; merkantil toplumdaki değerin öznel anlayışını kabul ederek, bir metanın değerinin onun yararlılığı ile belirlendiğini bile düşünür. Kaba iktisat üstelik metanın ve uyumunun (“ulusal ekonominin uyumlu gelişme yasaları”nın) dünyasının övgüsünü yapar, çok sayıdaki ihtiyaçların gerçekleştirilmesi için bazı sınırlı olanakların kullanımı çerçevesinde mümkün en uygun [optimal] sonucun elde edilmesini amaçlayan bir bilim olarak iktisadı yeniden tanımlar.
Ekonomi politik ile kaba iktisat arasındaki temel farkları gerektiği biçimde belirtmek için, bu iki genel anlayıştan her birinin alanını ve yöntemini kısaca açıklamak yerinde olacaktır. Ama yine de bir ön açıklama kaçınılmaz [görünüyor]… Pek çok yazar iktisat ekollerini sınıflamaya çalışmıştır, marksist olduklarını iddia ettiklerinde de, “ekonomi politik”ten ve “kaba iktisattan” söz etmeye bayılırlar. Ne var ki bu iki kategoriden her birinin doğasını tamamen değiştirmeyi [saptırmayı] tamamlayan olay da bu vesileyle ortaya çıkar… bu iki akıma bir üçüncü, hatta bir dördüncü “ekol” daha eklenir ! “Çağdaş Toplumlarda İktisat” adlı kitabında Oscar Lange’ın durumu budur : burjuva iktisat kuramlarının açıklaması konusunda ekonomi politiği ve kaba iktisadı sergiledikten sonra, ilkin tarihsel ekol diye isimlendirdiğini ekler ve ardından bu ekolü biri “eski tarihsel ekol” (Wilhelm Rocher, Bruno Hilderbrant, Karl Knies), diğeri de “genç tarihsel ekol” (Gustave Schomoller, Bucher, Luc Brentano ve Werner Sombart, Max Weber gibi daha başka yazarlar) olmak üzere ikiye böler ; ikinci olarak da “kurumsalcılık” [kurumsalcı iktisat] “ekol”ünü ekler (Thorsten Veblen, Wesley Clair Mitchell, John Rogers Commons vs. daha sonra da Hobson).
Oscar Lange aslında bununla “iktisat” genel kavramından hiçbir şey anlamadığını ortaya koyar : “kaba iktisat” ve “ekonomi politik” kategorileri, onların içinde [bir takım] eğilim, görüş ve ekolün sıralanması için mevcut değildirler, ama gerçek bir dünya anlayışını nitelerler ve bu nitelikleriyle iktisadın içinde mümkün iki anlayış vardır yalnızca. Yani değerin ya nesnel ya da öznel bir kuramı var olabilir demektir bu ve çoğu durumda [diğer] iktisadî öğretiler bu ikisinden birine dâhildir ; ama öz olarak [bu ikisinden] farklı türde bir değer kuramı icat etmiş olmak iddiası bir saçmalıktır, zira böylesi bir kuram kaçınılmaz olarak değerin nesnel unsurlarına – insanların öznelliğinden bağımsız olarak – başvurmak ve/veya – nesnenin sunduğu yararlılığa bağlı olarak – öznel bir ideolojinin içinde yer almak zorundadır.
Kullanılan sınıflama ölçütlerine göre onlarca, yüzlerce hatta binlerce ekol, görüş veya eğilim olabilir. Ne var ki ekonomi politik ve kaba iktisat çelişkisi, – her ne kadar bu ikisinin bireşimi yeni bir anti-tezin (iktisadın eleştirisi) doğuşuna yol açan bir tez oluştursa da (bu, diyalektiğin abecesidir) – üç ya da dört kutuplu olarak tutunamaz, zorunlu olarak iki kutupludur. İktisatta yeni bir üçüncü anlayış bulduğunu iddia etmek, felsefede idealizm ve materyalizm dışında bir başka anlayışın olabileceğini öne sürmek kadar saçmadır aslında. Şu ya da bu yazarın, ekolün, eğilimin vs. bu temel iki anlayışın tüm özelliklerini korumamaları ve de söz konusu ekollerin, eğilimlerin vs. bu iki anlayış arasındaki temel çelişkinin aşılmasını veya yararsızlığını farz etmekten çok uzak, sık sık ikisinin en kötü yanlarını almaya (örneğin biçimsel mantıkçı idealizme) kadar varan bu iki anlayış arasındaki salınışlarının apaçıklığı olgusu, onun [bu çelişkinin] geçerliliğini tümüyle doğrular.
Burada yapacağımız gibi ekonomi politik ve kaba iktisadı kısaca karakterize etmek amacıyla her birinin en tipik ekolüne başvurmanın gerekli olduğu açıktır. Ekonomi politiği ıralamak için, daha önce de söylendiği gibi, klâsik iktisatçılara başvurmak zorundayız ve iktisadın kaba anlayışının ıralanması için de öznelcilerin (bir bakıma kaba iktisadın vülgarizatörleri olan öznelcilerin) baskın değişkesi olan neo-klâsik ekole başvuracağız.
B.2 Ekonomi politiğin konusu ve yöntemi…
Ekonomi politik iktisadî gerçekliğin ve sınıf çelişkilerinin varlığının çözümlenmesinden hareket eder ve de alanını bunlarla sınırlar. En büyük kuramcısı David Ricardo, ekonomi politiğin alanını şöyle sınırlamıştı :
«Toprak mahsulleri yani emeğin, makinelerin ve sermayelerin ortaklaşa çabaları sayesinde toprağın yüzeyinden elde edilen her şey, topluluğun şu üç sınıfı arasında bölüşülür : toprak sahipleri, toprağı işlemek için gerekli sermayeyi veya bu işe ayrılmış özel bir meblâğı [fonu] ellerinde bulunduranlar ve onu işleyen işçiler. Buna karşın uygarlığın seviyesine bağlı olarak bu sınıflardan her biri rant, sermaye kârı ve ücret adı altında toplam toprak ürününün birbirinden çok farklı bir bölümünü alır ; ve bu bölüm, her dönemde toprağın verimliliğine, sermayenin ve nüfusun gelişmesine, ziraatçıların ehliyet ve yeteneklerine, nihayet tarımda kullanılan araçlara bağlı olacaktır. O hâlde ekonomi politiğin asıl sorunu, bu paylaşımı yöneten yasaları belirlemektir.»12
Ekonomi politiğin tüm klâsik yazarlarının eserleri göz önüne alındığında, şu daha sonra paylaştırılacak olanın üretimini yöneten yasaların belirlenmesinin de ekonomi politiğin konusunun bir parçasını oluşturduğunu düşünmek, bizim için tamamen akla uygun görünüyor. Çünkü bu yasalar, toplumda hem üretimi hem de dağıtımı [bölüşümü] yöneten yasaları incelerler. Sonuçta bu, Engels’in verdiği ekonomi politik tanımıyla da uyuşur :
«Ekonomi politik, {…} insan toplumundaki maddî geçim araçlarının üretim ve değişimini yöneten yasaların bilimidir.»13
Materyalizmin ve olguculuğun doruğuna ulaştığı bir dönemde ekonomi politiğin bir bilim olarak ayakları üzerine dikilmesi için daha belirleyici ve önemli olan, nesnel gerçekliğin – ekonomi politiğin yasaları sıfatıyla incelenebilir, çözümlenebilir ve açıklanabilir olan – belirli düzenliliklere uyduğunu kabul etmekti.14 İktisadî gerçekliğin tam anlamıyla bir analizi, – ilk ve çözümsel bir hareket noktası olarak – emeğin ulusların zenginliğinin kaynağı olduğunu göstermeye ve değer teorisinin de ekonomi politiğin köşe taşı olduğunu kabul etmeye götürür ekonomi politiği.
Ekonomi politiğin anlama [bilme] yöntemine gelince… Doğa bilimlerinin ulaştığı sonuçların toplumsal bilimlere uygulanmasıdır, tamamıyla materyalist ve olgucudur, gerçekliği deneysel gözlemlerden hareketle inceler ve düşünce yoluyla yansıtmaya çalıştığı bu gerçekliğin analitik bir ayrıştırmasından hareket eder. Ekonomi politiğin bu anlama yöntemi soyutlamayı, temel ulamların yalıtılmasını, somutlaştırmaları kullanır ve teoriyi gerçekliğin içinde doğrulamaya çalışır. Dolayısıyla iktisadî ve toplumsal gerçeklikte var olan yasaların bir yansıması olarak da nesnel yasalar hazırlamayı düşünür, ister. Olduğu hâliyle o, açıkçası toplumsal bir bilimdir.
Ekonomi politiğin konusu, yöntemi ve toplumsal işlevi üzerine olan bu kısa açıklamayı bitirmek için, ancak ekonomi politiğin eleştirisini ele alacağımız zaman iyice ve açıkça belirleyebileceğimiz iki temel ayırt edeci özelliğinden söz edeceğiz son olarak :
-
ekonomi politik asıl olarak tarih dışıdır ;
-
tamamıyla burjuvaziye ama özellikle de alışıldığı üzere ilerici diye adlandırılan yani önemli ve derin reformlara yeltenen bölüngülerine uygun düşer.
Dostları ilə paylaş: |